Connect with us

EKONOMİ

Mahfi Eğilmez : Çok Daha Zor Günler Kapıda

Yayınlanma:

|

gösteriyor. İşte bu yüzden küresel kriz bir döngüsel krize dönüşebilme potansiyeline sahip bulunuyor. Eğer böyle bir döngüsel krize dönüşürse içinden çıkılmaz bir hal alabilir, büyüdükçe, yaygınlaştıkça esnekliğini kaybeden kapitalizm ilk kez çökme olasılığına yakın bir görünüm içinde bulunuyor.”[i]

Bugün küresel krizin üçüncü aşamasındayız ve önceki yıllarda sistemi dengeleyen gelişmekte olan ekonomiler de krizin içine girmiş durumdalar.[ii]

Gelişmiş Ekonomilerin Durumu Çok Sıkıntılı

Gelişmiş ekonomiler, küresel krizle birlikte girdikleri sıkıntılardan aradan 14 yıl geçmesine, para arzını inanılmaz düzeylere çıkarmalarına, bütçeden ekonomiye büyük destekler vererek borç yüklerini neredeyse taşınamayacak düzeye getirmelerine karşın çıkamadıkları gibi bugün daha da zor durumda görünüyorlar. Aşağıdaki tablo gelişmiş ekonomilerin en büyüklerinin bugünkü göstergelerini gösteriyor (kaynak: https://tradingeconomics.com/ )

Büyüme verilerine bakarsak Birleşik Krallık, ABD, Avustralya, Güney Kore ve Kanada dışındaki ülkelerde stagflasyona neredeyse girilmiş hatta bazılarında resesyonun eşiğine gelinmiş olduğunu görebiliriz. Japonya dışındaki bütün ülkelerde, özellikle İspanya, ABD, İtalya, Kanada ve Almanya’da enflasyon denetimden çıkma aşamasında görünüyor. Gelişmiş ülkeler bir yıl öncesine kadar para bastıkları halde enflasyon yaşamamanın rahatlığı içindeydiler. Bugün görünüm tamamen değişmiş bulunuyor. Rezerv para basarak ihraç ettikleri paralarla gelişmekte olan ülkelerden para kazanıp onlara yıktıkları enflasyon artık geri dönüyor. Gelişmiş ekonomiler bugün artık büyüme mi enflasyon mu seçeneğiyle karşı karşıyalar. Parasal sıkılaştırmaya gitmezler ve faizi artırmazlarsa enflasyon yükselecek, parasal sıkılaştırmaya gidip faizi artırırlarsa büyüme düşecek hatta küçülme (resesyon) gelecek.

Gelişmiş ülkeler, işsizlik konusunda bugün itibarıyla nispeten rahat görünüyorlar ama eğer parasal sıkılaştırma ve faiz artışına girerlerse düşen büyümeyle birlikte işsizlik oranları da kaçınılmaz şekilde artacak.

Gelişmiş ekonomilerin bütçe dengeleri tam anlamıyla bir faciayı yansıtıyor. Genellikle tavan olarak kabul edilen yüzde 3’lük Maastricht kriterini tutturabilen gelişmiş ülke yok. ABD, Birleşik Krallık ve İspanya tarihi rekor düzeyindeler. İdeale en yakın durumda Almanya görünüyor. Özellikle salgın döneminde yapılan yüksek kamu harcamaları, vergi indirimleriyle bütçeler tamamen dağılmış bulunuyor. Buna karşılık ABD ve Birleşik Krallık dışında cari açık sorunu olan gelişmiş ülke yok.

Küresel krizin yarattığı ağır tahribatı en açık biçimde yansıtan gösterge kuşkusuz kamu borç yükü (kamu kesimi borç stoku / GSYH.) Avustralya ve Güney Kore’yi (belki Almanya’yı da) hariç tutarsak bütün gelişmiş ekonomilerin tam anlamıyla bir kamu kesimi borçluluk batağında olduğunu görebiliriz. Bu durum artık borç alarak sistemi ayakta tutma olanağının tükendiğini gösteriyor. 1980’lerde büyük sorunlar yaratmaya başlamış olan Latin Amerika ekonomilerinin borç sorununu çözmek için uygulamaya konulan Braddy Planı’nın üzerinden 40 yıla yakın süre geçtikten sonra gelişmiş ekonomilerin kurtarılması gereken ülkeler durumuna düşmüş olması ironik bir durum.

Gelişmekte Olan Ülkelerde de Sıkıntı Büyüyor

Küresel krize girildikten itibaren ABD, Euro Bölgesi, Japonya ve Birleşik Krallık faiz düşürmeye ve parasal gevşemeye yöneldiler. Bu yolla ekonomilerini canlı tutmayı hedeflediler. Bu yaklaşımın en büyük riski enflasyonun alıp başını gitmesiydi. Bu sorunu da sermaye hareketlerinin serbestliğiyle aştılar. Artırdıkları para arzı içeride kullanılmadı, yatırım fonları aracılığıyla daha fazla faiz geliri elde etmek amacıyla yüksek getiri veren gelişmekte olan ülkelere yöneldi. Böylece enflasyonun gelişmiş ülkeleri etkilemesi engellenmiş oldu. Zaman içinde ekonomiler düzelince parasal sıkılaştırma ve faiz artırımlarıyla yavaş yavaş para arzının azaltılması planlanmıştı. Covid 19 salgını bu planları alt üst ettiği gibi gelişmekte olan ülkelerin de ağır darbeler almasına ve sıkıntı içine yuvarlanmasına yol açtı. Aşağıdaki tablo gelişmekte olan ülkelerin en büyüklerinin bugünkü göstergelerini sergiliyor (kaynak: https://tradingeconomics.com/ )

Suudi Arabistan, Türkiye ve Endonezya dışında gelişmekte olan ülkeler büyüme ivmelerini kaybetmiş görünüyorlar. Özellikle bir zamanlar yüzde 10’un üzerinde büyüyen Çin’in stagflasyona girmiş olması küresel sistem için ciddi bir sorun. Birçok alanda dünyanın adeta üretim deposu konumundaki Çin’in bu düşüşü bütün küresel sistemi tehdit ediyor. Her ne kadar yüzde 4,1 büyüyor görünse de bu oran Hindistan için oldukça düşük kabul edilebilecek bir oran.

Enflasyon oranlarına bakarsak orada durum daha karışık bir görünüm veriyor. Suudi Arabistan, Çin ve Endonezya enflasyonda sorunsuz görünüyorlar. Buna karşılık Türkiye ve İran hiper enflasyona doğru ilerliyor. Rusya, savaş başladıktan sonra yüzde 20’ye yaklaşan enflasyonu merkez bankasının faizi yüzde 20’ye çıkarmasıyla aşağıya döndürmeyi başardı.

İşsizlikte Alışılmış yüksek işsizlik sorunu olan Güney Afrika ile Türkiye sorunlu görünüyor olsa da büyümedeki düşüşlerin devam etmesi halinde bütün ülkelerde işsizlik sorun olmaya başlayacak.

Bütçe açığının en ciddi boyuta yükseldiği ülkeler Suudi Arabistan, İran, Hindistan ve Güney Afrika. İran’ın ambargo nedeniyle petrolünü rahat satamamasına karşılık Suudi Arabistan’ın sahip olduğu büyük petrol rezervine ve petrol fiyatlarının yükselmiş olmasına karşın nasıl bu kadar bütçe açığı verdiği sorusunun yanıtını bulmak kolay değil.

Gelişmekte olan ülkeler açısından belki de en sorunsuz kalen cari denge. Rusya, Güney Afrika, Meksika, Çin ve Endonezya cari fazla, diğerleri cari açık veriyor.

Kamu borç yükü için yüzde 60’lık tavanı (Maastricht kriteri) doğru eşik kabul edersek sorunlu olan ülkeler; Brezilya, Hindistan, Güney Afrika, Çin olarak karşımıza çıkıyor.

Özetle söylememiz gerekirse gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkeler kadar olmasa da artık ciddi sıkıntılar içine girmeye doğru hızla ilerliyorlar.

Küresel Krizden Sonra Gelişen Olaylar: Salgının Yarattığı Sorunlar, Tedarik Zincirinde Kırılmalar, Enerji Fiyatlarında Artışlar

2008’de ABD’de önce finansal kriz olarak başlayan sonra reel kesime de yayılarak küreselleşen kriz bütün dünyada ciddi ekonomik sorunlar ortaya çıktı. Bu sorunlar gelişmiş ülkelerin para arzını artırarak yani parasal genişleme ve düşük faiz yaklaşımıyla çözülmeye çalışıldı. Enflasyon yaratmadığı sürece bu yaklaşım başarılı göründü. Ne var ki basılan paraları geri çekmeye fırsat kalmadan bir seri sıkıntı daha ortaya çıktı ve enflasyon yaratan süreç başladı.

2020 yılında Çin’de başlayıp bütün dünyaya yayılan Covid 19 salgınıyla birlikte bu kez tedarik zinciri kırılması sorunu ortaya çıktı. Tedarik zinciri, ürünün üreticiden, toptancıya, oradan dağıtıcıya/ perakendeciye ve sonunda da tüketiciye ulaşmasını kapsayan sürece verilen addır. Bu zincirin görünmeyen parçaları arasında ürünün satış süreci, stok yönetimi, malzeme satın alınması, dağıtım sürecinin planlanması ve müşterilere sunulan hizmetler de yer alır. Bu zincirde Covid 19 salgınıyla birlikte ortaya çıkan aksamalar; ürünün talep edildiği yerde sunulamamasından, yani arz yetersizliğinden ürünün fiyatının artmasına hatta kalitesinin düşmesine kadar birçok soruna neden oldu. Emtia fiyatlarında görülen büyük sıçramalarda bu kırılmanın önemli etkisi bulunuyor.

Petrol ve doğalgaz başta olmak üzere bütün enerji kaynaklarının fiyatlarında dönem boyunca yaşanan inişler ve çıkışlar Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmek üzere giriştiği savaşla birlikte ciddi artışlara dönüştü. Bu artışlar, üretimin de darbe almasına ve dolayısıyla zaten tedarik zinciri kırılmasıyla ortaya çıkan fiyat artışlarının destek bulmasına yol açtı.

Bütün bunlar gelişmekte olan ülkelerin de küresel krizin parçası olmasıyla sonuçlandı. Başta Çin olmak üzere bütün gelişmekte olan ülkeler artık küresel krizin hem etkisi altında hem de krizin etkileyicisi durumunda bulunuyor.

Özetle söylemek gerekirse küresel sistem bugün son derecede ağır tehditler altında görünüyor.

Bu Krizden Çıkış Hiç Kolay Değil

14 yıldır süregiden küresel kriz, kapitalizmin bugüne kadar karşı karşıya olduğu krizler içinde en ağırı olarak karşımızda duruyor. Parasal genişleme ve faizi düşürerek sorunu ertelemeyi seçen sistem çok daha ağır bir duruma gelmiş bulunuyor.

Ekonomilerin buraya gelmesinin pek çok nedeni var kuşkusuz: Nüfusun çok artmış olması, neoliberalizmin kural tanımaz kâr güdülü yaklaşımları, etik değerlerin yıpranması, büyümenin her şeyin üzerine çıkmış olması, çevrenin bozulması, Covid 19 salgınının etkisi vs.

Küresel Finans Krizi kitabımda (2008) henüz daha krizin ilk yılında bu krizden çıkışın etik ile denetim arasında doğru bir denge yaratılmasına bağlı olduğunu vurgulamıştım. Geçtiğimiz 14 yılda bu sağlanamadı. Tam tersine panik halinde çözümler üretildi ve sorun ertelendi. Bugün gerek gelişmiş ülkelerde gerekse gelişmekte olan ülkelerde servet etkisi, öne çekilmiş talep, paradan kaçma gibi etkilerle talep canlılığını koruyor ve ekonomileri ayakta tutuyor. Ne var ki artık tümüyle bir balona dönüşmüş bulunan kapitalist sistemin bu şekilde sonsuza kadar sürmesi mümkün değil.

Ne yazık ki dünyayı çok daha zor günler bekliyor.

Türkiye’nin Durumu

2002 krizi sonrasında IMF desteğinde yeni bir ekonomi programını uygulamaya koyan Türkiye, uyguladığı bu program sayesinde krizden hızla çıktı. 2002 sonunda yaşanan iktidar değişimine karşın yeni gelen iktidar da IMF programını aksatmadan uyguladı. Bu program bankaların ve finans sisteminin güçlendirilmesi, kamu kesimi mali disiplininin sağlanması sonucu bütçe açıklarının düşürülmesi ve kamu kesiminin borçlanma gereğinin düşürülmesi gibi iki önemli temele dayanıyordu. Bu iki alandaki düzenlemeleri izleyerek Türkiye, AB ile tam üyelik müzakerelerine başladı ve yalnızca 2006 yılında bütün Cumhuriyet dönemi süresince gelen doğrudan yabancı sermaye toplamından yüzde 30 fazlası geldi. Yabancı sermayenin bu ilgisi yaklaşık on yıl azalarak da olsa sürdü. Türkiye bu dönem boyunca cari fazlasından daha çok döviz girişi yaşadı. Bunun sonucunda TL güçlendi, dolarizasyon yüzde 57’den yüzde 29’a geriledi, bütçe açıkları azaldı, enflasyon ve faizler hızla düştü, büyüme yüksek düzeye çıktı, GSYH büyüklüğü üç katına yükseldi. Dönemin tek sorunu cari açığın yüksekliğiydi.

2008 ortasında IMF programı bitti ve IMF ile devam edilmeme kararı alındı, ardından AB ile ilişkiler bozulmaya başladı, yabancı sermaye girişi yerini dış borçlanmaya bıraktı. Yapılması gereken yapısal reformlar yapılmadığı gibi mevcutlar da yavaş yavaş bozulmaya başladı. Ekonomideki bozulmanın yanı sıra geçmişte yapılmış sosyal ve siyasal reformlardaki bozulmalar düzeltilecek, ileri götürülecek yerde tam tersine geriye götürüldü.

Bugün gelinen noktada Türkiye, dünyanın en yüksek enflasyonlarından birisine sahip, cari açığı ve bütçe açığı büyüyen, CDS primi dünyanın en riskli üç ülkesinden birisi düzeyinde bulunan, dış kaynak bulamayan ve durumu swap anlaşmalarıyla idare etmeye çalışan bir ekonomi görünümündedir.

Türkiye 2003 – 2010 arasında yükselen piyasa ekonomileri arasında yıldızdı. 2014 – 2018 arasında bu konumunu yitirerek düşüşe geçti, 2018’den sonra bu ekonomilerin en umutsuzları arasına girdi. Özetle Türkiye, 2003 – 2022 arasında bir kuyruklu yıldız gibi parlayıp kayboldu.

Türkiye’nin yeniden bir çıkışa geçmesi için yapılması gerekenler ekonomiyle ilgili adımların çok ötesinde bir çaba gerektiriyor. Sosyal, siyasal ve ekonomik alanların tamamında hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının yerleştirilmesinden başlayarak eğitimin bilimsel temele dayandırılmasına, güçler ayrımına, düşünce ve ifade özgürlüğüne dayalı bir demokrasinin yerleştirilmesine, laikliğin oturtulmasına, vergi ve teşvik sistemlerinin değiştirilmesine kadar uzanan bir yapısal reformlar paketinin uygulamaya konulması gerekiyor.[iii]

[i] (https://www.mahfiegilmez.com/2015/06/kapitalizmin-sonu-mu-geliyor.html)

[ii] Küresel krizin ilk aşaması ABD kriziydi, ikinci aşamada diğer gelişmiş ekonomiler de krize girdi. Bu üçüncü aşamada gelişme yolundaki ekonomiler de krize girdi ve böylece bütün küresel sistem krize girmiş oldu.

[iii] Yapısal reformlar konusunun ayrıntılarını merak edenler için: Dr. Mahfi Eğilmez, Yapısal Reformlar ve Türkiye (Remzi Kitabevi, 2022.)

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

İsrail-İran Savaşının Türkiye’ye Etkileri

Yayınlanma:

|

İsrail ile İran arasında çıkabilecek uzun süreli bir savaş, sadece çatışmanın merkezindeki ülkeleri değil, çevre ülkeleri ve küresel sistemi de etkileme potansiyeline sahiptir. Türkiye, jeopolitik konumu, enerji bağımlılığı, ekonomik yapısı ve diplomatik ağı nedeniyle bu savaşın en çok etkilenecek ülkelerinden biri olacaktır.

Bu analiz, savaşın Türkiye’ye olası etkilerini altı temel başlık altında ele almaktadır:

1. 🛢️ Enerji ve Ekonomi Üzerindeki Etkiler

İran’ın enerji üretimi ve Hürmüz Boğazı’nın kontrolü, küresel petrol ve doğal gaz arzı için kritik önemdedir. Savaşın bu hattı etkilemesi durumunda:

  • Enerji fiyatlarında sert artış yaşanacaktır. Türkiye’nin petrol ve doğal gazda yüksek dışa bağımlılığı, enerji ithalat faturasını şişirecek, cari açık büyüyecektir.

  • Enflasyonist baskı artar. Akaryakıt ve üretim maliyetlerinin yükselmesi, gıda ve temel tüketim ürünlerinde zincirleme fiyat artışına neden olur.

  • Sanayi ve ulaşım sektörlerinde maliyet artışıyla birlikte tüketici harcamalarında daralma görülebilir.

2. ⚖️ Jeopolitik Denge ve Dış Politika Baskısı

Türkiye, Batı bloku (NATO-ABD) ile İslam dünyası arasında denge kurmaya çalışan bir dış politika izlemektedir. Savaş derinleşirse:

  • Çift yönlü baskı oluşur. ABD, Türkiye’den İsrail lehine daha net bir pozisyon almasını bekleyebilirken; iç kamuoyu ve İslam ülkeleri Filistin-İran eksenine daha yakın bir tavır talep edebilir.

  • Denge politikası zorlaşır. Türkiye, arabulucu rolünü korumak isterken tarafsızlığını da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir.

3. 🤝 Diplomasi ve Göç Yönetimi

Savaş bölgesine yakın olan Türkiye, bölgedeki göç hareketlerinden doğrudan etkilenebilir.

  • Yeni mülteci dalgası riski doğar. İran, Irak ve Suriye’deki çatışma ve insani krizler nedeniyle Türkiye sınırlarına yeni göç baskıları oluşabilir.

  • İç politikada göç tartışmaları artar. Halihazırda Suriyeli göçmenler konusunda hassas olan kamuoyunda yeni bir göç dalgası sosyal ve siyasi gerilimlere yol açabilir.

4. 🛡️ Güvenlik ve Askeri Riskler

Savaş, bölgedeki tüm askeri dengeleri etkileyebilir ve Türkiye’nin güvenlik ortamını doğrudan sarsabilir.

  • Sınır ötesi gerginlikler: Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki operasyon bölgelerinde İran yanlısı milis gruplarla sıcak temas ihtimali artar.

  • Terör riski ve iç güvenlik tehditleri: İran destekli yapıların Türkiye içinde veya sınır hattında provokatif eylemlere yönelmesi riski oluşur.

5. 📉 Finansal Piyasalara Etkisi

Savaş ortamı, küresel finansal piyasalarda risk algısını artırır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bu dalgalanmalardan doğrudan etkilenir.

  • Borsa İstanbul’da dalgalanma görülür. Yabancı yatırımcıların riskten kaçışı, Borsa İstanbul’da satış baskısını artırabilir.

  • Döviz kurları ve altın fiyatları artabilir. TL üzerindeki baskı artar; bireyler ve yatırımcılar güvenli liman olarak döviz ve altına yönelir.

6. 🚢 Ticaret ve Sanayiye Etkisi

Türkiye’nin Orta Doğu ve Orta Asya’ya olan ticareti, savaş nedeniyle sekteye uğrayabilir.

  • Dış ticaret yollarında sorun: İran ve Irak güzergâhlarında güvenlik riskleri, lojistik maliyetleri artırır.

  • İhracatçı üreticiler zarar görür. Özellikle makine, inşaat, tekstil ve otomotiv yan sanayi sektörleri sipariş iptalleri ve pazar kaybı riskiyle karşı karşıya kalır.

Sonuç: Türkiye Çok Boyutlu Riskle Karşı Karşıya

İsrail-İran savaşının uzun sürmesi; ekonomi, dış politika, güvenlik, diplomasi ve toplumsal alanlarda zincirleme etkiler yaratır. Türkiye bu süreci, enerji stratejilerini gözden geçirerek, iç güvenlik politikalarını güçlendirerek ve diplomatik dengesini koruyarak yönetmek zorunda kalacaktır.

www.bankavitrini.com


Yayın Notu: Bu analiz www.bankavitrini.com için hazırlanmıştır.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Kriz Yönetiminde Yeni Yöntemler: Dijital Çağın Dinamikleriyle Uyumlu Stratejiler

Yayınlanma:

|

Kriz, bir şirketin itibarını, finansal yapısını ve operasyonel devamlılığını tehdit eden olağanüstü bir durumdur. Ancak artık krizler sadece doğal afet, ürün hatası ya da skandallardan ibaret değil; dijital linçler, sosyal medya kampanyaları ve siber saldırılar da modern kriz tanımının bir parçası haline gelmiştir.

Bu bağlamda kriz yönetimi, geleneksel yöntemlerin ötesine geçerek çok boyutlu, hızlı ve veri odaklı bir yapıya dönüşmüştür. İşte yeni nesil kriz yönetimi yaklaşımları:

1. Gerçek Zamanlı İzleme ve Erken Uyarı Sistemleri

Artık krizleri tahmin etmek ve erken müdahale etmek mümkündür. Sosyal medya dinleme araçları sayesinde olası bir krizin sinyalleri önceden yakalanabilir. Bu araçlar kullanıcı şikayetlerini, anahtar kelimeleri ve duygu analizlerini anlık olarak takip ederek alarm verir.

2. Senaryo Tabanlı Simülasyonlar ile Hazırlık

Başarılı kurumlar, olası kriz senaryolarını önceden simüle ederek kriz anında hangi adımları atacaklarını netleştiriyor. Ürün geri çağırma, siber saldırı veya itibar krizleri gibi olaylara karşı önceden denenmiş çözümler hazır tutuluyor.

3. Çok Paydaşlı İletişim Yönetimi

Krizler yalnızca kamuoyu ile değil, çalışanlar, yatırımcılar, müşteriler ve resmi kurumlar gibi çok sayıda paydaşla da doğru iletişimi gerektirir. Her paydaş grubu için özel mesajlar, farklı iletişim kanallarıyla sunulmalıdır.

4. Veri Odaklı Karar Verme Süreçleri

Kriz anında refleksle değil, veriye dayalı stratejiyle hareket etmek hayati önem taşır. Sosyal medya verileri, müşteri geri bildirimleri, kriz yayılma analitiği gibi göstergelerle doğru adımlar belirlenebilir.

5. Dijital Kriz Müdahale Ekipleri

Geleneksel kriz masaları yerini artık dijital kriz ekiplerine bırakıyor. Özellikle sosyal medya krizlerinde, deneyimli ekipler anında devreye girerek içerik üretimi, yorum yönetimi ve doğru bilgilendirme ile süreci kontrol altında tutuyor.

6. Şeffaflık ve Samimi İletişim Dili

Geleneksel kriz iletişimi genellikle soğuk, resmi bir dille yürütülürdü. Ancak günümüzde tüketici daha empatik, samimi ve içten bir yaklaşım bekliyor. CEO açıklamaları, kısa videolar ve açıklayıcı infografikler daha fazla etki yaratıyor.

7. Kurum İçi Kriz Eğitimleri

Kriz yönetimi sadece yönetime değil, tüm çalışanlara aittir. Bu nedenle özellikle ön cephede görev yapan çalışanlara kriz anında nasıl davranmaları gerektiği eğitilmelidir. Kriz bilinci, kurum kültürünün bir parçası haline getirilmelidir.

8. Kriz Sonrası Rehabilitasyon Planları

Kriz atlansa bile etkisi devam eder. İtibar kaybı, müşteri güveni ve çalışan motivasyonu gibi konularda kriz sonrası rehabilitasyon süreci başlatılmalı; iletişim kampanyaları, itibar onarma projeleri ve iç iletişim aksiyonları devreye alınmalıdır.

9. Siber Güvenlik Odağında Kriz Hazırlığı

Dijitalleşmenin getirdiği en büyük risklerden biri de siber saldırılardır. Kurumlar, sadece BT birimlerinin değil tüm organizasyonun siber krizlere hazırlıklı olması için yeni stratejiler geliştiriyor.

10. Kurumsal Hafıza ve Öğrenen Organizasyon Yaklaşımı

Her kriz, gelecekteki krizler için bir öğrenme fırsatıdır. Kriz sonrasında detaylı analiz yapılmalı, neyin işe yaradığı ve neyin işe yaramadığı kayıt altına alınmalı ve bu bilgiler kurumsal hafızaya entegre edilmelidir.

Krizler Kaçınılmaz, Yönetim Şekli Tercih Meselesidir

Krizlerin ne zaman çıkacağını kestirmek zor olabilir; ancak nasıl yönetileceği tamamen kurumsal hazırlıkla ilgilidir. Yeni nesil kriz yönetimi; çevik, şeffaf, veri temelli ve insan merkezli bir yaklaşımla ilerlemektedir. Bu yöntemleri benimseyen kurumlar, sadece krizleri aşmakla kalmaz, aynı zamanda krizlerden güçlenerek çıkar.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.