T24 yazarlarından MURAT BATI, 2022 ilk çeyrek Bütçe Gerçekleşme konusunu ele alan bir yazı yayınladı. Batı’nın ilk tespiti : Mart 2021’de bütçe 23 milyar fazla verirken Mart 2022’de 68,9 milyar TL açık vermiştir
Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2022 yılı Ocak-Mart bütçe gerçekleşmelerini az önce yayımladı. Buna göre 2022 yılı Mart ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 224,9 milyar TL, bütçe gelirleri 156 milyar TL ve bütçe açığı 69 milyar TL olarak açıklandı. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 198 milyar TL ve faiz dışı açık ise 42 milyar TL olarak açıklandı.
Merkezi yönetim bütçesi 2021 yılı mart ayında 23 milyar 764 milyon TL fazla vermiş ama 2022 yılı Mart ayında 68 milyar 972 milyon TL açık vermiştir. Faiz dışı fazla 2021 yılı Mart ayında 37 milyar 992 milyon iken 2022 yılı Mart ayında 42 milyar 34 milyon TL faiz dışı açık verildiği görülmektedir. Aşağıdaki tabloda Mart 2021 ile Mart 2022 bütçe gerçekleşmeleri karşılaştırılmıştır.
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere bütçe gideri Mart 2021’e nazaran yüzde 102,3 oranında, bütçe gelirleri yüzde 15,6 oranında, vergi gelirleri ise yüzde 64,5 oranında artmıştır. Mart 2021’de bütçe 23 milyar fazla verirken Mart 2022’de 68,9 milyar TL açık vermiştir.
Ocak-Mart dönemi bütçe gider gerçekleşmeleri
2022 yılında merkezi yönetim bütçe giderleri için öngörülen 1 trilyon 750 milyar 957 milyon TL ödenekten Mart ayında 224 milyar 939 milyon TL gider gerçekleştirilmiştir. Geçen yılın aynı ayında ise 111 milyar 164 milyon TL harcama yapılmıştır. Mart ayı bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 102,3 oranında artmıştır. Giderlerin bütçe ödeneklerine göre gerçekleşme oranı ise 2021 yılında yüzde 8,3 iken 2022 yılında yüzde 12,8 olmuştur. Faiz hariç bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 104,3 oranında artarak 198 milyar 1 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Faiz hariç giderlerin bütçe ödeneklerine göre gerçekleşme oranı ise 2021 yılında yüzde 8,3 iken 2022 yılında yüzde 13,1 olmuştur.
Ocak-Mart dönemi gelir gerçekleşmeleri
Merkezi yönetim bütçe gelirleri Ocak –Mart itibarıyla 602 milyar 524 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Vergi gelirleri 455 milyar 157 milyon TL, merkezi yönetim vergi dışı gelirleri ise 147 milyar 367 milyon TL olmuştur.
Aşağıdaki tabloda 2022 Ocak-Mart dönemi vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı gösterilmiştir.
Ocak-Mart dönemi bütçe gerçekleşmeleri içinde KDV ve ÖTV’nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 47,22, Dolaylı vergilerin payı yüzde 60 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 40 olarak gerçekleşmiş.
Ocak-Mart dönemi-2021 ile Ocak-Mart dönemi 2022 vergi tahsilatı karşılaştırılması
2021 yılı Ocak-Mart döneminde bütçe gelirleri 134 milyar 927 milyon TL iken 2022 yılının aynı döneminde yüzde 15,6 oranında artarak 155 milyar 967 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. 2022 yılı Ocak-Mart dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 78,42 oranında artarak 455 milyar 157 milyon TL olmuştur.
Aşağıdaki tabloya göre 2021 Ocak-Mart dönemine göre tahsilat oranı en fazla olan gelir kalemi kurumlar vergisidir. 2021 Ocak-Mart döneminde 39 milyar 989 milyon TL tahsilatı olan kurumlar vergisi, 2022 Mart ayında yüzde 157,23 artarak 102 milyar 867 milyon TL’ye yükselmiştir. Kurumlar vergisinde dikkat çeken husus ise normal beyan dönemi olmamasına rağmen tahsilat tutarı geçen yıl aynı döneme göre yüzde bin 760 artış göstermiş olmasıdır.
Geçen yıl aynı döneme göre ÖTV’nin tahsilatında yüzde 37,21 artış görülürken özelliklerden son zamlardan enflasyondan kaynaklı alkolden alınan ÖTV yüzde 62,74 oranında artış göstermiş.
Başka bir çarpıcı durum ise petrol ve doğal gazdan alınan ÖTV tutarının geçen yıl aynı döneme göre yüzde 31,72 oranında artış göstermiş olmasıdır.
Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.
Asimetrik Bilgi Sorunu:
Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:
Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.
Sonuç Ne Olur?
Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
“Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”
Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?
George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.
Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye
Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.
Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.
Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?
Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.
Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür
Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.
Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?
Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak
Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.
Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.
Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:
Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.
Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.
Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.
Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.
Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:
Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.
Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:
Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmış. Haberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.
Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?
Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.
Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.
2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.
Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.
Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.
İsrail ile İran arasında çıkabilecek uzun süreli bir savaş, sadece çatışmanın merkezindeki ülkeleri değil, çevre ülkeleri ve küresel sistemi de etkileme potansiyeline sahiptir. Türkiye, jeopolitik konumu, enerji bağımlılığı, ekonomik yapısı ve diplomatik ağı nedeniyle bu savaşın en çok etkilenecek ülkelerinden biri olacaktır.
Bu analiz, savaşın Türkiye’ye olası etkilerini altı temel başlık altında ele almaktadır:
1. 🛢️ Enerji ve Ekonomi Üzerindeki Etkiler
İran’ın enerji üretimi ve Hürmüz Boğazı’nın kontrolü, küresel petrol ve doğal gaz arzı için kritik önemdedir. Savaşın bu hattı etkilemesi durumunda:
Enerji fiyatlarında sert artış yaşanacaktır. Türkiye’nin petrol ve doğal gazda yüksek dışa bağımlılığı, enerji ithalat faturasını şişirecek, cari açık büyüyecektir.
Enflasyonist baskı artar. Akaryakıt ve üretim maliyetlerinin yükselmesi, gıda ve temel tüketim ürünlerinde zincirleme fiyat artışına neden olur.
Sanayi ve ulaşım sektörlerinde maliyet artışıyla birlikte tüketici harcamalarında daralma görülebilir.
2. ⚖️ Jeopolitik Denge ve Dış Politika Baskısı
Türkiye, Batı bloku (NATO-ABD) ile İslam dünyası arasında denge kurmaya çalışan bir dış politika izlemektedir. Savaş derinleşirse:
Çift yönlü baskı oluşur. ABD, Türkiye’den İsrail lehine daha net bir pozisyon almasını bekleyebilirken; iç kamuoyu ve İslam ülkeleri Filistin-İran eksenine daha yakın bir tavır talep edebilir.
Denge politikası zorlaşır. Türkiye, arabulucu rolünü korumak isterken tarafsızlığını da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir.
3. 🤝 Diplomasi ve Göç Yönetimi
Savaş bölgesine yakın olan Türkiye, bölgedeki göç hareketlerinden doğrudan etkilenebilir.
Yeni mülteci dalgası riski doğar. İran, Irak ve Suriye’deki çatışma ve insani krizler nedeniyle Türkiye sınırlarına yeni göç baskıları oluşabilir.
İç politikada göç tartışmaları artar. Halihazırda Suriyeli göçmenler konusunda hassas olan kamuoyunda yeni bir göç dalgası sosyal ve siyasi gerilimlere yol açabilir.
4. 🛡️ Güvenlik ve Askeri Riskler
Savaş, bölgedeki tüm askeri dengeleri etkileyebilir ve Türkiye’nin güvenlik ortamını doğrudan sarsabilir.
Sınır ötesi gerginlikler: Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki operasyon bölgelerinde İran yanlısı milis gruplarla sıcak temas ihtimali artar.
Terör riski ve iç güvenlik tehditleri: İran destekli yapıların Türkiye içinde veya sınır hattında provokatif eylemlere yönelmesi riski oluşur.
5. 📉 Finansal Piyasalara Etkisi
Savaş ortamı, küresel finansal piyasalarda risk algısını artırır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bu dalgalanmalardan doğrudan etkilenir.
Borsa İstanbul’da dalgalanma görülür. Yabancı yatırımcıların riskten kaçışı, Borsa İstanbul’da satış baskısını artırabilir.
Döviz kurları ve altın fiyatları artabilir. TL üzerindeki baskı artar; bireyler ve yatırımcılar güvenli liman olarak döviz ve altına yönelir.
6. 🚢 Ticaret ve Sanayiye Etkisi
Türkiye’nin Orta Doğu ve Orta Asya’ya olan ticareti, savaş nedeniyle sekteye uğrayabilir.
Dış ticaret yollarında sorun: İran ve Irak güzergâhlarında güvenlik riskleri, lojistik maliyetleri artırır.
İhracatçı üreticiler zarar görür. Özellikle makine, inşaat, tekstil ve otomotiv yan sanayi sektörleri sipariş iptalleri ve pazar kaybı riskiyle karşı karşıya kalır.
Sonuç: Türkiye Çok Boyutlu Riskle Karşı Karşıya
İsrail-İran savaşının uzun sürmesi; ekonomi, dış politika, güvenlik, diplomasi ve toplumsal alanlarda zincirleme etkiler yaratır. Türkiye bu süreci, enerji stratejilerini gözden geçirerek, iç güvenlik politikalarını güçlendirerek ve diplomatik dengesini koruyarak yönetmek zorunda kalacaktır.