Connect with us

EKONOMİ

Oğuz Oyan : Enflasyon yeniden

Yayınlanma:

|

Görsel medya aylık ekonomik göstergeler üzerine iktisatçılardan değerlendirmeler talep ediyor ve bana da teklif geldiğinde bunu bir kamu görevi olarak kabul edip reddetmiyorum. Ama bu konularda yazı yazma eğilim pek olmadı; buna rağmen bu yıl enflasyon konulu ikinci (ilki 4 Ocak tarihli Sol Gazete’de) yazımı yazıyorum. Nedeni açık olmalı: Halkın birinci gündemini artık fiyat şokları, büyüyen geçim sorunları ve bunlara tepkiler oluşturuyor.

Bu yılın ilk yazısını yazdığımda Aralık ayı verileri açıklanmıştı ve yıllık TÜFE 2021 yılında %36’yı aşmış, yıllık ÜFE de %80’i bulmuştu. Daha o zaman dahi AKP döneminin en yüksek enflasyon verileriydi bunlar; o kadar ki, AKP’nin “biz ne kötü bir tablo devraldık” söylemine malzeme yaptığı 2002 yılının yıllık TÜFE’si %29,7 ve ÜFE’si %30,8’den ibaretti ve eğilim azalış yönündeydi. 

Son üç ayda ise Aralık verilerine rahmet okutacak bir enflasyon patlaması yaşanıyor. Yıllık olarak Ocak’ta %48,69’u, Şubat’ta %54,44’ü, dün açıklanan Mart verilerinde de %61,14’ü gördük ve eğilim artış yönünde.

Bu verilerin halkın gerçek enflasyonunun ne kadar yansıttığı ise ayrı bir konu. Burada TÜİK’in daha gerçekçi veri seti olan ÜFE endeksine başvurulabilir. (Bu konuda gene 4 Ocak tarihli yazıma gönderiyorum). Üretici fiyatları Mart 2022 itibariyle yıllık yüzde 115’lik bir artış göstermektedir. Bu düzey, Enflasyon Araştırma Grubu-ENAG’ın Ocak 2022 verisini de içeren yıllık TÜFE oranına eşittir. Ancak son aylarda ENAG’ın ÜFE’si ile TÜİK’in ÜFE’si arasındaki yakınlık, Mart ayı verisiyle kopmuş görünmektedir. ENAG, Mart 2022 için aylık %11,93 ve yıllık %142,63’lük artış oranlarını açıklayarak arayı yukarı doğru açmıştır. 

Bu arada, ne kadar baskılansa da, TÜİK’in TÜFE’sinde gıda ve alkolsüz içkiler grubundaki yıllık fiyat artışının %70,33 olduğu görülmektedir. TÜRK-İŞ’in açıkladığı Mart ayı gıda harcamaları artışı da %76 olup bununla uyumludur. Ulaştırmada yıllık TÜFE’nin yüzde 99,12’ye yükseldiği, gıda ve ulaştırma harcamalarının dar gelirlilerin tüketim sepeti içinde önemli yer tuttuğu dikkate alınırsa halkın yaşadığı enflasyonun ortalamanın çok üzerinde olduğu anlaşılır. Halkın hissettiği enflasyonun da, son günlerin ana eğilimi olan sokak mülâkatlarına bakılırsa, zaten TÜİK’in ÜFE’si ile ENAG’ın TÜFE’si civarlarında olduğu anlaşılmaktadır. Zaten TÜİK bile düşük gelirlilerin harcama kalıbına göre bir sepet ve ağırlıklar oluştursaydı, bunun açıklanan TÜFE endeksinin üzerinde yer alacağı açıktı. 

Çekirdek enflasyon ve dışa bağımlılık

TÜİK emekçiler için ayrı bir TÜFE endeksi hesaplamıyor olsa da, sermaye kesimlerinin yararlanması için çeşitli daraltılmış enflasyon tanımları yapmakta ve yayınlamaktadır. Çekirdek enflasyon türlerinden C kategorisi esas alınırsa, enerji, gıda, alkolsüz ve alkollü içecekler ve altın fiyatları hariç olmak üzere hesaplanan bu TÜFE endeksi, Mart 2022 için yıllık yüzde 48,39’dur. 

Bundan şu sonuçları da çıkarabiliriz: (i) En yüksek fiyat artışlarının görüldüğü enerji ve gıda hariç tutulduğunda bile çekirdek enflasyon yüksek düzeylerde kalmaktadır. (ii) İktidarın, enflasyonun dünyadaki enerji ve gıda başta olmak üzere emtia fiyat artışlarından kaynaklandığı ve ithal edildiğine dair son zamanlardaki iddialarını çürütmektedir. Kaldı ki, enflasyonun Ukrayna savaşının etkilerinden kaynaklandığı iddiası da gerçeği tam yansıtmaz; çünkü bu savaşın etkilerinin henüz görülmediği Şubat ayı enflasyonu dahi %54,44 idi.

Peki gerçek nedenler nerededir? Bir kere 20 yıldır iktidar olup da Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığına hiç çözüm üretmeyen; gıdada ise, girdiler dışında mevcut olmayan bir ithalat bağımlılığına (kılavuzu IMF/DB’nın katkılarıyla) yol açan bir iktidarın, bugün dünya emtia fiyatlarının yükselmesinden dolayı sızlanmaya hakkı yoktur. İkincisi, fiyat istikrarını ve milli parayı korumak için elindeki iktisat politikası araçlarını kullanmayı reddeden hatta (faizleri) ters yönde hareket ettiren bir iktidar hem milli parayı değersizleştirmiş hem de buna bağlı olarak enflasyonu köpürtmüştür. Eğer bu yanlış yola sapmamış olsaydı, bugün yüzde 30’larda bir enflasyondan ve 13 TL’nin altında bir dolar kurundan konuşuyor olurduk. 

İktidarın ekonomiye ve halkın satın alma gücüne yüklediği bu inanılmaz boyutlardaki yüklere son olarak Kur Korumalı Mevduat (KKM) üzerinden yeni maliyetler eklenmiştir. KKM’ın yükü, TCMB ve Hazine üzerinden tamamen vergi yükümlülerine aktarılacaktır; böylece halktan alıp tasarruf sahibi zengine vererek TL’nin değer kaybı kısmen frenlenebilmiştir. Bakan Nebati’nin “Faiz arttırmadan olmaz diyorlardı, elhamdülillah o da tamam” şeklindeki boş sözlerinin arkasındaki icraat, kamu maliyesine ve halka yeni bedeller yüklemenin bir diğer adıdır.

Enflasyon tahminleri ve sendikal/siyasal sorumluluklar

2022 sonuna ilişkin TCMB’nin TÜFE oranı tahmini %23,2, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ise %24’tür. Bunlar ilan edildikleri tarihten itibaren geçersiz tahminlerdi ama şimdiki durumda artık sözü bile edilemez. Zaten bu kurumlar yakında tahminlerinde yeni revizyonlara mecbur kalacaklardır. Nitekim yabancı kurumların tahminleri bizim resmi kurumların gerçek dışı tahminlerinin çok üzerinde kalmaktadır. Reuters yıl sonu enflasyon tahminini %38’den %54’e yükseltmiştir; diğer yabancı mali kurumların tahminleri de %48’in altında değildir.

Bize göre de yılsonu enflasyon tahmininin %55-65 bandından daha düşük bir yerde oluşması olasılığı artık kalmamış gibidir. Bir kere şunu dikkate alalım: 2021 yılında TÜFE Mart ile Kasım ayları arasında %16’den %21’e çıkmış yani yalnızca 5 puan artmıştı. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda görülecek baz etkisi, enflasyonu yukarı itecek türdendir. Zira ÜFE-TÜFE makasının iyice açılması, ÜFE’den TÜFE’ye yansımaların güçlü olacağı öngörüsü, dünya emtia fiyatlarının yüksek seyredeceği ve TL’nin zayıf kalacağı beklentisi içerdeki enflasyonu geçen yılın değerlerinin üzerinde tutacaktır. Eğer Nisan-Mayıs aylarında TÜİK’in TÜFE’sinin %70’lere oturması gerçekleşirse, yaz boyunca eğer yukarı doğru gitmezse, en iyi olasılıkla bu seviyenin korunması beklenebilir. Bu durumda sadece Aralık 2022’de baz etkisiyle (2021 Aralık’ta TÜFE %13,58 olmuştu) bir aşağıya gidiş görülebilecek ve yıllık enflasyon %60’ın üzerinde kalacaktır. (12 Aylık ortalamalar bakımından da yüksek düzeyde bir enflasyon öngörülmelidir).

Şimdi böyle bir ortamda asgari ücret başta olmak üzere ücretlerin, emekli aylıklarının yılsonu beklenmeden (hatta üç ayda bir) arttırılması talebinin güçlü bir sendikal/siyasal talebe dönüştürülmemesi önemli bir eksiklik olacak, emeğin mücadele ekseninde büyük bir boşluk yaratacaktır. Bu nedenle TÜRK-İŞ yönetiminin sorumluluklarından kaçışına izin verilmemesi, sendikal tabanın sesini yükseltmesi, siyasi muhalefetin meydan mitingleriyle halkın/emeğin taleplerine tercüman olması önemli mücadele başlıkları olarak durmaktadır. Burada sol siyasetlere de önemli bir eylem alanı açılmaktadır.

Enflasyon, bölüşüm ilişkilerinin hırsızıdır

TÜFE, bölüşüm ilişkilerinin merkezinde yer almaktadır. Ücretin asgarisi, ortalaması, emeklisi ve diğerleri için TÜFE referans endeks konumundadır. Dolayısıyla TÜİK’in TÜFE’yi bunca baskılaması nedensiz değildir. Sermayenin iktidarı ücretleri sermaye lehine baskılamış olurken aynı zamanda aktif kamu çalışanları ve SGK’dan emekli aylığı alanları da baskı altında tutmakta, bölüşüm ilişkilerinin sürekli olarak bu kesimler aleyhine bozulmasına neden olmaktadır. 

Ama devlet tarafından en adaletsiz dolaylı vergi biçiminde kullanılmasını dışında da enflasyon bölüşüm ilişkilerini bozmaktadır. Yüksek enflasyonda bunun nasıl çalıştığını biliyoruz ve yaşıyoruz. Peki ya düşük enflasyon hallerinde? Örneğin tek haneli, hatta %5’in altında bir enflasyonun görüldüğü ülkelerde? Maastricht ölçütlerine göre AB ülkelerine %3’ün altında tutulması önerilen enflasyon oranlarında?

Enflasyon, kontrol altında tutulabildiği sürece, kapitalist sistemin bölüşüm kategorilerinden biridir ve o nedenle de arzu edilen bir “kötülüktür”. Aksi durumlar, yani sıfır enflasyon durumu veya Japonya örneğinde görüldüğü gibi süreğen deflasyonist ortamlar, kapitalist büyümenin durgunluğa girmesi ve kâr realizasyonlarının zorlaşması anlamındadır ve tercih edilmez. 

Düşük enflasyon oranları, birincil bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine döndürmenin de bir aracıdır çünkü örneğin yüzde 2-3 oranlarındaki “zayıf” enflasyon hadleri çoğunlukla görünmez kılınabilir ve enflasyona göre ücret düzeltme talepleri baskılanabilir. Ama dikkat, bu düzeylerdeki bir enflasyonist eğilim bile 30 yılda fiyatların ikiye katlanması anlamındadır ve eğer ücretler bunu takip edememişse reel ücretlerin aşınması kaçınılmazdır. Birçok AB ülkesi ve ABD’de uzun yıllar boyunca görülen süreç budur. Aynı süreç menkul kıymetler borsaları için de çalışır ve borsaya yatırım yapan küçük tasarruf sahipleri fark etmeden bu sömürüden paylarını alırlar.

Türkiye’de ise her şeyin kolayca farkedileceği kadar yüksek bir enflasyon yaşanmaktadır ama sistem yanlısı sendikal ve siyasal hareketler bunu sistemin yetersiz telafi düzenekleriyle görünmez kılma misyonunu “başarıyla” yerine getirmektedirler. Emekçi sınıflar şimdi kendi adlarına bir başarı hikayesi yazmak zorunluluğuyla karşı karşıya gelmiş durumdadırlar.

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Limonlar Kredi Aldığında: Asimetrik Bilginin Finansal Sistemdeki Yankısı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.

Asimetrik Bilgi Sorunu:

Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:

  • Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
  • Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
  • Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.

Sonuç Ne Olur?

  • Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
  • Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
  • Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
  • Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
  • “Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”

Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?

George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.

Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye

Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.

Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.

Çalışanlarına maaşlarını ödemeyen firma, kredi kullanıyor.

Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?

Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.

Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür

Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.

Serhat CAN

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

İsrail-İran Savaşının Türkiye’ye Etkileri

Yayınlanma:

|

İsrail ile İran arasında çıkabilecek uzun süreli bir savaş, sadece çatışmanın merkezindeki ülkeleri değil, çevre ülkeleri ve küresel sistemi de etkileme potansiyeline sahiptir. Türkiye, jeopolitik konumu, enerji bağımlılığı, ekonomik yapısı ve diplomatik ağı nedeniyle bu savaşın en çok etkilenecek ülkelerinden biri olacaktır.

Bu analiz, savaşın Türkiye’ye olası etkilerini altı temel başlık altında ele almaktadır:

1. 🛢️ Enerji ve Ekonomi Üzerindeki Etkiler

İran’ın enerji üretimi ve Hürmüz Boğazı’nın kontrolü, küresel petrol ve doğal gaz arzı için kritik önemdedir. Savaşın bu hattı etkilemesi durumunda:

  • Enerji fiyatlarında sert artış yaşanacaktır. Türkiye’nin petrol ve doğal gazda yüksek dışa bağımlılığı, enerji ithalat faturasını şişirecek, cari açık büyüyecektir.

  • Enflasyonist baskı artar. Akaryakıt ve üretim maliyetlerinin yükselmesi, gıda ve temel tüketim ürünlerinde zincirleme fiyat artışına neden olur.

  • Sanayi ve ulaşım sektörlerinde maliyet artışıyla birlikte tüketici harcamalarında daralma görülebilir.

2. ⚖️ Jeopolitik Denge ve Dış Politika Baskısı

Türkiye, Batı bloku (NATO-ABD) ile İslam dünyası arasında denge kurmaya çalışan bir dış politika izlemektedir. Savaş derinleşirse:

  • Çift yönlü baskı oluşur. ABD, Türkiye’den İsrail lehine daha net bir pozisyon almasını bekleyebilirken; iç kamuoyu ve İslam ülkeleri Filistin-İran eksenine daha yakın bir tavır talep edebilir.

  • Denge politikası zorlaşır. Türkiye, arabulucu rolünü korumak isterken tarafsızlığını da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir.

3. 🤝 Diplomasi ve Göç Yönetimi

Savaş bölgesine yakın olan Türkiye, bölgedeki göç hareketlerinden doğrudan etkilenebilir.

  • Yeni mülteci dalgası riski doğar. İran, Irak ve Suriye’deki çatışma ve insani krizler nedeniyle Türkiye sınırlarına yeni göç baskıları oluşabilir.

  • İç politikada göç tartışmaları artar. Halihazırda Suriyeli göçmenler konusunda hassas olan kamuoyunda yeni bir göç dalgası sosyal ve siyasi gerilimlere yol açabilir.

4. 🛡️ Güvenlik ve Askeri Riskler

Savaş, bölgedeki tüm askeri dengeleri etkileyebilir ve Türkiye’nin güvenlik ortamını doğrudan sarsabilir.

  • Sınır ötesi gerginlikler: Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki operasyon bölgelerinde İran yanlısı milis gruplarla sıcak temas ihtimali artar.

  • Terör riski ve iç güvenlik tehditleri: İran destekli yapıların Türkiye içinde veya sınır hattında provokatif eylemlere yönelmesi riski oluşur.

5. 📉 Finansal Piyasalara Etkisi

Savaş ortamı, küresel finansal piyasalarda risk algısını artırır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bu dalgalanmalardan doğrudan etkilenir.

  • Borsa İstanbul’da dalgalanma görülür. Yabancı yatırımcıların riskten kaçışı, Borsa İstanbul’da satış baskısını artırabilir.

  • Döviz kurları ve altın fiyatları artabilir. TL üzerindeki baskı artar; bireyler ve yatırımcılar güvenli liman olarak döviz ve altına yönelir.

6. 🚢 Ticaret ve Sanayiye Etkisi

Türkiye’nin Orta Doğu ve Orta Asya’ya olan ticareti, savaş nedeniyle sekteye uğrayabilir.

  • Dış ticaret yollarında sorun: İran ve Irak güzergâhlarında güvenlik riskleri, lojistik maliyetleri artırır.

  • İhracatçı üreticiler zarar görür. Özellikle makine, inşaat, tekstil ve otomotiv yan sanayi sektörleri sipariş iptalleri ve pazar kaybı riskiyle karşı karşıya kalır.

Sonuç: Türkiye Çok Boyutlu Riskle Karşı Karşıya

İsrail-İran savaşının uzun sürmesi; ekonomi, dış politika, güvenlik, diplomasi ve toplumsal alanlarda zincirleme etkiler yaratır. Türkiye bu süreci, enerji stratejilerini gözden geçirerek, iç güvenlik politikalarını güçlendirerek ve diplomatik dengesini koruyarak yönetmek zorunda kalacaktır.

www.bankavitrini.com


Yayın Notu: Bu analiz www.bankavitrini.com için hazırlanmıştır.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.