Rus ekonomisi ne kadar dışa bağımlı, yaptırımlar Rusya’yı nasıl etkileyebilir?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından Moskova’ya yönelik ekonomik yaptırımlar artmaya devam ediyor. Peki Rus ekonomisi dışarıya ne kadar bağımlı? Yaptırımlar Rusya’yı nasıl etkileyebilir?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından Moskova’ya yönelik ekonomik yaptırımlar artmaya devam ediyor. Peki Rus ekonomisi dışarıya ne kadar bağımlı? Yaptırımlar Rusya’yı nasıl etkileyebilir? Verileri ve uzman yorumlarını inceledik. 2019 verilerine göre Rusya’nın en büyük ihraç kalemi petrol, doğalgaz ve bunlardan elde edilen ürünler. 407 milyar dolarlık ihracatın yüzde 59’undan fazlasını petrol ürünleri oluştururken, mineraller ve değerli metaller de diğer büyük kategorilerden. Rusya’nın 2019’daki ihracatının yüzde 38’i Avrupa ülkelerineydi. Rusya’nın enerji ihracatı şimdilik yaptırım kapsamına alınmadı ve savaş nedeniyle artan petrol fiyatları, Rusya’nın gelirinin de artmasına yol açtı. Fakat Rusya için olumlu gözüken bu tablo uzun sürmeyebilir. Rus gazı ve petrolünün en büyük müşterilerinden olan Avrupa Birliği’nin enerji güvenliği nedeniyle farklı kaynaklara yönelme eğilimi, önümüzdeki yıllarda Rusya’nın ihraç pazarını daraltabilir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) 3 Mart’ta yayınladığı çalışmaya göre, Avrupa Birliği’nin bir yıl içinde atacağı 10 adımla Rusya’dan ithal ettiği gazı yüzde 30 azaltması mümkün. IEA Direktörü Fatih Birol “Kimse artık hayal görmüyor. Rusya’nın doğal gaz kaynaklarını ekonomik ve politik bir silah olarak kullanması, Avrupa’nın önümüzdeki kış Rus gaz arzında belirsizlikle karşılaşmaması için bu yıl hızla harekete geçmesi gerektiğini gösteriyor” diyor ve ekliyor: “Bu plan bir yandan Rus gazına bağımlılığı azaltırken diğer yandan da temiz enerjiye güvenli ve ucuz bir geçiş sağlar.” Bu adımların bir kısmı ve sağlayacağı öngörülen gaz tasarrufu şöyle:
Rusya ile yeni gaz alım sözleşmesi imzalamamak
Doğal gazı mümkün olduğunca başka ülkelerden almak: 30 milyar metreküp
Yeni rüzgar ve güneş enerjisi projelerine hız vermek: 6 milyar metreküp
Mevcut nükleer ve biyoenerji güç santrallerini tam kapasite çalıştırmak: 13 milyar metreküp
Tüketicilerden termostatlarını bir derece azaltmalarını istemek: 10 milyar metreküp
En büyük ithalat,makineler ve elektronik ürünler İthalatta ise Rusya’ya yönelik yaptırımların etkisinin kısa vadede daha fazla hissedilebileceği kategoriler ilk sıralarda yer alıyor. Rusya’nın 238 milyar dolarlık ithalatında makine kategorisi ilk sırada. Bu kategoride yer alan bilgisayarlar, ofis ürünleri, endüstriyel üretim için gerekli makineler, iletişim araçları ve diğer elektronik ürünler, Rus ekonomisinin dışardan ihtiyaç duyduğu ürünlerin başında geliyor. Bu kategorilerde pek çok şirket Rusya’ya yaptırım uygulamaya başladı. Intel, AMD, Nvidia ve Apple gibi bazı büyük çip ve bilgisayar üreticileri Rusya’ya ürün göndermeyi bıraktı. Bunun Rus ekonomisi üzerinde uzun sürecek bir etkisi bekleniyor. En gelişmiş çipleri üreten ve ABD’nin Asya’daki en büyük müttefikleri arasında yer alan Tayvan, Güney Kore ve Japonya bu alanda Rusya’ya boykot uygulamaya karar veren ülkeler arasında.
Çip sıkıntısı ABD Başkanı Joe Biden da yaptırımları duyururken “Rus ekonomisinin stratejik sektörlerinde ihtiyaç duyduğu teknolojiye erişimi kısıtlayarak Rusya’nın endüstriyel kapasitesini kısıtlayacağız” ifadelerini kullanmıştı. Çiplerin pek çok ürünün üretiminde de kullanılıyor olması, diğer sektörleri de etkileyecek. Biden’a göre etkilenecek sektörlerin başında Rusya’nın askeri, uzay ve havacılık sektörleri de var. Rusya’nın teknolojiye erişiminin engellenmesinin yaratacağı sonuçlar hakkında Foreign Policy dergisi için makale yazan Tufts Üniversitesi Küresel Ekonomi Dekanı Bhaskar Chakravorti, Rusya’nın ekonomisini hızla dijitalleştiren ülkelerin başında geldiğini ve bu durumun ekonomiyi derinden etkileyebileceğini söylüyor. Rusya’nın ihtiyaç duyduğu gelişmiş çipleri ülkede üretme kapasitesinin olmadığını ekleyen Chakravorti, devletin ülkedeki çipleri tüketicilere sunmak yerine askeri teknolojilerde kullanmayı deneyebileceğini de ekliyor. Havacılıkta kiralık uçaklar ve yedek parça belirsizliği
Otomobiller, kamyonlar, hava araçları ve bunların parçalarını içeren ulaşım kategorisi de Rusya’nın en büyük ikinci ithalat kalemi. Havacılık sektörünün en büyük aktörlerinden Boeing ve Airbus, otomotiv sektöründe de Volkswagen grubunun da aralarında olduğu çok sayıda büyük üretici Rusya’ya ihracatı durdurdu. Fortune dergisinin aktardığına göre Rus havayollarında bulunan uçaklar içinde Batılı şirketlerden kiralanmış uçaklar da var. Rusya federal havacılık kurumu, bu uçaklara diğer ülkelerde el konabileceği gerekçesiyle, kiralık uçak barındıran şirketlerin diğer ülkelere uçuş yapmamasını tavsiye etti. Boeing ve Airbus’tan yedek parça ve hizmet alamayacak olmak da Rus şirketlerini etkileyecek. Rus hava yolları Aeroflot’un filosunun neredeyse tamamı bu iki şirketin uçaklarından oluşuyor. Guardian gazetesine göre 2021’de küresel uçuşların yüzde 6’sını Rus şirketleri gerçekleştirmişti. Reuters’a konuşan havacılık analiz şirketi IBA’dan Peter Walter, Rusya’da kiralık olarak bulunan uçakların parçalarının, geri kalan filoyu uçar durumda tutmak için kullanılabileceğini söylüyor. Business Insider dergisine konuşan, piyasa araştırması yapan Atmosphere Research Group’un başkanı Henry Harteveldt’e göre Rusya’daki kiralık uçakların değeri 12 milyar dolar civarında ve bunların sahipleri Rusya’dan bu uçakları geri alamayabilir. Rusya Ulaştırma Bakanlığı da gerekirse ülkede kiralık olan yüzlerce Airbus ve Boeing uçağının kamulaştırılabileceğini duyurdu. Otomotivde Çin etkisi Otomotiv sektöründe ise durum havacılıktan daha farklı.
Rusya’nın kendi otomobil şirketleri bulunuyor. Ancak bu şirketlerin de çip boykotundan etkilenme ihtimali var. Rusya’ya en fazla otomobil satan şirketler Batılı firmalar olsa da, Autocar dergisi geçen yıl ilk defa iki Çin şirketinin ilk 10’a girmeyi başardığını, büyük bir ivmeyle büyüyen Çin şirketlerinin Rus pazarındaki payını artırabileceğini belirtiyor. Çin merkezli otomotiv sektörü haber sitesi CarNewsChina.com’un aktardığına göre Rus bankaları SWIFT sisteminden çıkarılsa da, hem Çin hem de Rusya’nın kendi ödeme sistemini kurması, bu iki ülkenin kolay bir şekilde yerel para birimleri üzerinden ticaret yapabilmesini sağlıyor. Rusya’ya yönelik yaptırımlardan doğrudan etkilenmeyen gıda, ilaç ve turizm gibi sektörlerin de Rus bankalarının bir kısmının SWIFT sisteminden çıkarılması, Mastercard ve Visa gibi ödeme şirketlerinin Rusya’ya yaptırım uygulaması gibi gelişmelerden dolaylı olarak etkilenmesi muhtemel. Doğrudan yatırımlar Rus ekonomisini etkileyecek bir diğer konu da, doğrudan yabancı yatırımların azalması. Rusya Merkez Bankası’nın internet sitesinde yer alan verilere göre Rusya son 15 yılda 554 milyar dolarlık yatırım çekti.
Yatırımların miktarı, Rusya’nın Batı’yla ilişkisine göre yıllar içinde değişim gösterdi. Örneğin 2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhakının ardından 2015 yılı, Rusya’nın en az yatırım çektiği yıllardan oldu. Bunun 50 milyar doları İngiltere, 60 milyar doları Hollanda, 24 milyar doları Almanya ve 20 milyar doları da Fransa’dan geldi. Bu ülkeler bugün Rusya’ya yönelik yaptırımlarda başı çekiyor. Rusya’da son 11 yılda yabancıların en fazla yatırım yaptığı sektörler 93 milyar dolarla madencilik ve petrol üretimi oldu.
Brüksel merkezli düşünce kuruluşundan araştırmacılar Niclas Poitiers ve Marta Dominguez-Jimenez’e göre, ekonomisini doğal gaz ve petrole bağımlı olmaktan çıkarmak isteyen Rusya için doğrudan yabancı yatırımların önemi büyük. ABD merkezli düşünce kuruluşu Atlantic Council’a göre, sadece 2014’teki Kırım’ın ilhakı sonrasında getirilen yaptırımlar, Rusya’nın ekonomik büyümesini yıllık yüzde 2,5-3 oranında azalttı. Bu nedenle 2014 sonrası küresel ekonomi yılda ortalama yüzde 2,3 büyürken Rusya yılda yüzde 0,3 büyüyebildi. Bu nedenle Ukrayna’nın işgaliyle birlikte getirilen yeni ve çok daha kapsamlı yaptırımların, Rus ekonomisini daha da aşağı çekmesi bekleniyor.
Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.
HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ
Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar. Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.
Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.
Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.
Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.
ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI
1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış
Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.
Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.
Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.
Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.
2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması
Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.
Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.
Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.
JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI
1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar
İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur. Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.
2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur
İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir. Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.
3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski
Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir. Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.
ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?
Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir. Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.
Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.
TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?
Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.
Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.
Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.
Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.
Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.
Asimetrik Bilgi Sorunu:
Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:
Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.
Sonuç Ne Olur?
Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
“Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”
Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?
George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.
Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye
Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.
Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.
Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?
Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.
Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür
Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.
Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?
Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak
Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.
Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.
Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:
Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.
Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.
Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.
Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.
Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:
Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.
Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:
Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmış. Haberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.
Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?
Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.
Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.
2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.
Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.
Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.