Connect with us

EKONOMİ

Salgın bitmedi: Delta varyantıyla, 10 milyon işsizle, milyonlarca yoksulla devam ediyor!

Yayınlanma:

|

  • İşten çıkarma yasağı istisnaları kaldırılarak devam etmeli, ücretsiz izin uygulamasına son verilmelidir.
  • Pandemide iş ve gelir kaybına uğrayan tüm işçilere asgari ücretten az olmamak üzere gelir desteği verilmeli, işsizlik ödeneğinden yararlanma koşulları kaldırılmalıdır. 
  • Asgari ücretin tümüyle vergiden muaf tutulması ve asgari ücrete sağlanacak SGK prim desteği ile asgari ücretin brütü net olarak ödenmeli, böylece tüm işçilerin eline geçen nakit miktarı en az 750 TL artırılmalıdır.

DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu’nun 1 Temmuz 2021’de başlayacak “normalleşme süreci” ile ilgili basın açıklaması  

Hükümet 1 Temmuz 2021 tarihinden başlayarak salgınla ilgili neredeyse tüm önlemleri yürürlükten kaldırma kararı aldı. Salgın sürerken, aşılama henüz yeterli düzeye ulaşmamış ve virüsün yeni varyantları dünyada tehlike saçmaya başlamışken sadece turizmi ve ekonomiyi gözeterek normalleşme süreci başlatılıyor. Bunun yanında salgının işsizlik ve yoksulluk gibi toplumsal tahribatlarına karşı zaten oldukça yetersiz olan sosyal önlemler de 1 Temmuz’dan itibaren sona erecek.

Diğer emek ve meslek örgütleriyle birlikte salgının en başından beri savunduğumuz en az iki veya üç haftalık tam kapanma önerisine kulak asılmadı. Salgının başlamasından 1 yıl sonra, Nisan-Mayıs aylarında “tam kapanma” adı altında gündeme gelen uygulama ise çalışanların yüzde 60 ile 80’ini kapsamayan göstermelik kapanma oldu. İnsanların açık havada yürüyüş yapmaları, güneşe çıkmaları ile pandemi kurallarına dikkat ederek her türlü toplumsal, siyasal ve kültürel bir araya gelişleri engellenirken tıkış tıkış toplu taşıma araçlarında işe giderek, kapalı mekanlarda saatlerce yan yana çalışmaları zorunlu hale getirildi. Aklın ve bilimin emrettiği “Hayatı değil, çarkları durdurun” çağrısına kulak verilmedi.

Evet hepimiz sıkıldık, hepimiz evlerimiz ve işyerlerimiz arasına sıkıştırılan hayattan bunaldık. Hukuksuz/ideolojik dayatmalar ve ölçüsüz açılımlarla değil, aklın ve bilimin ışığında, toplumsal bir uzlaşmayla bu sorunlara çare bulunabilir. Ancak hükümet ısrarlı biçimde salgının sağlıkla ilgili boyutunu sağlık meslek örgütlerini, sosyal boyutunu ise sendikaları dışlayarak yürüttü. Hiçbir öneriyi tartışmadı, dikkate almadı. Salgınla mücadeleyi bilimle, akılla ve hukukla değil, ekonomik ve siyasi çıkarlara hizmet edecek şekilde kullandı. Şimdi de kontrolsüz ve ölçüsüz bir normalleşme süreci başlattı. Turizm gelirlerinin artırılması için alınan kararların sonucu olarak sonbaharda salgında yeni bir dalga ile yüz yüze kalma ihtimali oldukça yüksek.

UYARILARIMIZ DİKKATE ALINMADI, SONUÇ ORTADA!

Sadece sağlık ile ilgili değil, salgının toplumsal tahribatının çözümüne dair de hükümet diyalog yolunu hiçbir zaman seçmedi. DİSK olarak Covid-19’un Türkiye’de görülmeye başladığı Mart 2020’den bu yana salgınla mücadele için bir dizi politika önerisini gündeme getirdik. Salgının yarattığı iş ve gelir kaybına karşı hükümetin kamu kaynaklarını seferber etmesi ve salgından etkilenenlere doğrudan nakit destek verilmesi gerektiğini vurguladık. Ayrıntılı politika önerileri sunduk.

Salgının başında yurttaşların salgının yaratacağı sosyal ve ekonomik tahribattan korunması için işten çıkarmaların yasaklanmasını, iş ve gelir kaybına uğrayanlara asgari ücretten az olmamak üzere nakit destek verilmesini savunduk. Kısa çalışma ödeneği ve işsizlik sigortasından yararlanma koşullarının salgın döneminde kaldırılmasını, kayıt dışı çalışanlara ve yoksullara doğrudan nakit destek sağlanmasını talep ettik.

Tüm bu önerilerimiz dikkate alınmadığı gibi, yılda üç kez toplanması ve çalışma hayatında sorunları ele alması gereken Üçlü Danışma Kurulu, bir kez bile toplanmadı.

Salgının üzerinden 16 ay geçti. Bu 16 ay ne yazık ki bizleri ve diğer emek-meslek örgütlerinin uyarılarını doğruladı. Salgın büyük bir insani ve sosyal kayba yol açtı; açmaya devam ediyor.

BAŞARI MASALLARINI DEĞİL GERÇEKLERİ KONUŞALIM!

Türkiye salgında iş ve gelir kaybına uğrayanlara verilen doğrudan nakit desteklerde AB ve OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında son sıralarda yer aldı. Son verilere göre Türkiye, Covid-19 ile mücadelede sağlık harcamaları dahil milli gelirinin yüzde 2’sinden daha düşük nakit transferi yaptı. Dünya ortalamasında ise bu oran yüzde 10 civarında gerçekleşti. Kimi ülkelerde yüzde 20’lere yaklaştı. Doğrudan nakit destekte cimri davranan Türkiye, borç erteleme ve kredi kolaylıkları ile borçlandırma yolunu seçti. Oysa salgının yarattığı iş ve gelir kaybı için borçlandırma değil, yurttaşlara doğrudan nakit destek verilmesi büyük önem taşıyordu.

Salgının ilk günlerinden itibaren talep ettiğimiz işten çıkarma yasağı ise gecikmeli olarak 17 Nisan 2020’den itibaren uygulanmaya başlandı. Ancak bu yasak, işçiye değil işverene yarayan bir uygulamaya dönüştü. Hukuk sistemimizde olmayan zorunlu ücretsiz izin uygulaması başlatıldı. İşverenler işçileri salgın gerekçesiyle işten çıkarmadı ancak zorunlu ücretsiz izne yolladı. Zorunlu ücretsiz izne yollanan işçilere ise daha önceki ücretleri ne olursa olsun 39 TL (Ocak 2021’den sonra 50 TL) günlük nakdi ücret ödemesi yapıldı. 3 milyondan fazla işçi neredeyse bir günde 39 TL ile 50 TL’ye yaşamaya mahkûm edildi.

İşçiler işten ayrılıp kıdem tazminatlarını isteyemedi, adeta işyerlerine hapsedildi. Öte yandan işten çıkarma yasağı, getirilen istisnalar nedeniyle ihlal edildi ve kamuoyunda Kod-29 olarak bilinen 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II maddesi kapsamında “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışlar” gerekçesiyle 2020’de yaklaşık 200 bin işçi işten çıkarıldı.

Kısa Çalışma Ödeneği salgında en yoğun kullanılan mekanizma oldu. Kısa Çalışma Ödeneği’nden yararlanma koşulu son üç yılda 600 gün çalışmış olmaktan 450 gün çalışmış olmaya indirildi. Ancak hala yüksek olan bu koşul yüzünden, milyonlarca işçi Kısa Çalışma Ödeneği kapsamı dışında kaldı. 4 milyona yakın işçi kısa çalışma ödeneği alırken kısa çalışma ödeneği kapsamına giremeyen işçiler zorunlu ücretsiz izne gönderildi.

Kayıtlı işçiler için yapılan Kısa Çalışma Ödeneği ve nakdi ücret desteği salgın döneminde yapılan nakdi ödemelerin aslan payını oluşturdu. Mayıs 2021 itibarıyla Kısa Çalışma Ödeneği kapsamında işçilere İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarından yaklaşık 35 milyar TL ödendi. Nakdi ücret desteği ise 12,5 milyar TL’yi buldu. Böylece İŞKUR kaynaklarından kayıtlı işçilere salgın nedeniyle yapılan nakdi destekler 47,7 milyar TL seviyesine ulaştı. Bu desteklerin tümü işçilere ait İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapıldı. Bütçeden veya Hazine’den işçilere kaynak aktarılmadı.

Covid-19 döneminde Hazine veya bütçe katkısı olmaksızın, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan finanse edilen yetersiz İŞKUR ödenekleriyle yaşamını sürdürme mücadelesi veren milyonlarca işçinin bir başka sorunu daha var. Milyonlarca işçinin salgın döneminde çalışamadıkları süreler emeklilikte dikkate alınmayacak. Böylece hem yaşlılık aylığı hem de kıdem tazminatı açısından kayba uğrayacaklar. Ancak ülkeyi yönetenler bu sorunun çözümü için de herhangi bir adım atmış değil. Ayrıca Kısa Çalışma Ödeneği’nin işverenlerce istismar edilmesine dair de herhangi bir önlem alınmadı.

İşçilere ve işsizlere destekte oldukça cimri davranan hükümet, salgın döneminde işçinin parasıyla işverenlere yaptığı teşvik ve destek ödemelerine devam etti. Nisan 2020 ile Mayıs 2021 arası dönemde İşsizlik Sigortası Fonu’ndan doğrudan teşvik ve destekler ile işbaşı eğitim programları kapsamında işverenlere 24 milyar TL’yi aşkın kaynak aktarıldı.

İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları işverenlere aktarılırken kayıtsız çalışanlar ve yoksullar ile küçük esnaf desteklerden yararlanamadı. Sigortalı işçilere yapılan İŞKUR destekleri dışında hükümet tarafından “Sosyal Koruma Kalkanı” adı altında 8,5 milyon aileye bir defaya mahsus olmak üzere 1000 TL ödeme yapıldı. Toplam 8,5 milyar ile sınırlı desteğin 2 milyar TL’si ise “Biz Bize Yeteriz Türkiye’m” kampanyası sırasında vatandaştan ve şirketlerden toplandı.

Gerçekleri konuşalım dedik ve tümüyle resmi rakamlarla ortaya koyduğumuz gerçekler bunlar. Dolayısıyla salgında devlet ne Anayasa’nın sosyal devlet ilkesini uyguladı ne de Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun gereği olan salgın nedeniyle geçim zorluğuna düşen vatandaşının geçimini temin etti. Gerçek ortadadır: Hükümet salgınla mücadelenin hem sağlık hem de sosyal boyutunda başarısız olmuştur.

16 AYDIR SÜREN YANLIŞLARA YENİLERİNİ EKLEMEYİN!

1 Temmuz 2021 itibarıyla işten çıkarma yasağı ortadan kalkacak. Kısa Çalışma Ödeneği ve nakdi ücret desteği sona erecek. Bunun anlamı kitlesel işten çıkarmaların yaşanmasıdır.

Halen 1 milyon 177 bini kısa çalışma ödeneği ve 997 bini nakdi ücret desteği olmak üzere 2,2 milyon kişi pandemi nedeniyle İŞKUR ödeneklerinden yararlanıyor. 1 Temmuz’dan başlayarak milyonlarca işçi işten çıkarılma riski ile karşı karşıya kalacak.

Salgın döneminde geniş tanımlı işsizliğin on milyona yaklaştığı biliniyor. İşten çıkarma yasağının bitmesiyle birlikte yaygın işten çıkarmalar gündeme gelebilir. İşsizlikte sert bir tırmanış yaşanabilir.

Öte yandan bu yeni işsizlik dalgası ile yüz yüze kalacak olanların önemli bir bölümü koşulları yerine getiremediği için işsizlik ödeneğinden de yararlanamayacak.

Salgın bitmemiştir ve salgının sosyal tahribatına karşı şu sosyal önlemlerin alınması şarttır:

  • İşten çıkarma yasağı istisnaları kaldırılarak devam etmeli, ücretsiz izin uygulamasına son verilmelidir.
  • Pandemide iş ve gelir kaybına uğrayan tüm işçilere asgari ücretten az olmamak üzere gelir desteği verilmeli, işsizlik ödeneğinden yararlanmak için öngörülen ağır koşullar kaldırılmalıdır.
  • Asgari ücretin tümüyle vergiden muaf tutulması ve asgari ücrete sağlanacak SGK prim desteği ile asgari ücretin brütü net olarak ödenmeli, böylece tüm işçilerin eline geçen nakit miktarı en az 750 TL artırılmalıdır.
  • Emekli aylık ve gelirleri asgari ücret düzeyine yükseltilmelidir.
  • Kayıt dışı çalışanların gelir kaybını gidermek için sosyal güvenlik sistemi içinde bir asgari gelir desteği sağlanmalı, yoksul haneleri desteklemek için aile sigortası kolu uygulaması başlatılmalıdır.
  • Kadınların ve gençlerin salgından çok daha olumsuz etkilendiği dikkate alınarak kadın ve genç istihdamı için özel önlemler alınmalıdır.
  • Uzaktan çalışma, hak kayıpları yaratmayacak ve işçi haklarını güvence altına alacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

HÜRMÜZ BOĞAZI KAPANIRSA NE OLUR?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.

HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ

Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar.
Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.

  • Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.

  • Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.

  • Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.

ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI

1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.

  • Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.

  • Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.

  • Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.

2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması

  • Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.

  • Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.

  • Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.

JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI

1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar

İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur.
Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.

2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur

İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir.
Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.

3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski

Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir.
Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.

Irak Dışişleri Bakanı'ndan “Hürmüz Boğazı kapanırsa küresel enerji  piyasasında kriz çıkar” uyarısı

ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?

  • Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir.
    Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.

  • Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.

TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?

  • Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.

  • Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.

  • Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Limonlar Kredi Aldığında: Asimetrik Bilginin Finansal Sistemdeki Yankısı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.

Asimetrik Bilgi Sorunu:

Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:

  • Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
  • Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
  • Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.

Sonuç Ne Olur?

  • Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
  • Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
  • Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
  • Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
  • “Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”

Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?

George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.

Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye

Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.

Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.

Çalışanlarına maaşlarını ödemeyen firma, kredi kullanıyor.

Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?

Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.

Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür

Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.

Serhat CAN

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.