Connect with us

EKONOMİ

Seçim öncesi ve sonrasında ekonomi: Batı’dan bir analiz

‘Son yıllarda pervasızca ihya olan sermaye çevrelerine dönük etkili, uzun dönemli devrimci, sınıfsal bir programın tasarlanması sosyalistlere aittir.’

Yayınlanma:

|

İktisat tarihçisi Adam Tooze Chartbook başlığı altında, dünya ekonomisinin ve belli ülkelerin güncel sorunları üzerinde odaklanan bültenler yayımlıyor. 215 sayılı bülten Türkiye’de Erdoğan döneminin iktisat politikalarına ayrılmış.1

Chartbook 215, şu gözlemlerle başlıyor: “Erdoğan’ın sicilinde ‘şapkadan çıkarılan çok sayıda tavşan’ var. Bugünkü açmazına son verecek hokkabazlık numaraları ise tükenmiş görünüyor.”

Bülten’in sonraki kesimleri, Türkiye’yi Mayıs 2023’teki ekonomik açmaza sürükleyen politikaları, makro-ekonomik sonuçlarını inceliyor; politika seçeneklerini tartışıyor.

Batı’dan gelen bu ilginç Türkiye analizini okurlarımla paylaşmak istedim.

Türkiye’de enflasyon

Adam Tooze’a göre “Türkiye’nin bugünkü politik iktisadını belirleyen etken enflasyondur”. Bu teşhis sonrasında bildiklerimiz tekrarlanıyor: Enflasyon, Eylül 2021’den itibaren hızlanmış; endeks iki misli artmıştır. Kasım 2022 sonrasında tartışmalı resmî verilere göre yüzde 40-50’lik bir tempoya yerleşmiştir. Daha fazla yavaşlaması şimdilik beklenemez.

Tooze’a göre Türkiye enflasyonunun nedeni Erdoğan’ın politikasıdır: “Düşük faizlerle beslenen özel kredilerde ölçüsüz genişleme…”  İsveçli iktisatçı Knut Wicksell’in geliştirdiği “denge oranının altındaki faizlerin sürüklediği kredi genişlemesinden kaynaklanan bir enflasyon türü”, Erdoğan’ın düşük faiz tutkusu sonunda Türkiye’de yaşanmaktadır.

Buna karşılık Türkiye’de malî disiplin geçerlidir. “Sıkı maliye politikalarını” mümkün kılan belirleyici bir etken, AKP döneminde bütçeye aktarılan astronomik özelleştirme gelirleridir. Tooze 2002 sonrasında kamu açığı/millî gelir oranındaki çarpıcı düşmeyi belirliyor ama bu etkeni gözlemiyor.

Enflasyonun hızlandığı 2020 sonrasında dahi merkezî bütçenin birincil fazla vermesi, bugünkü istikrarsızlığın maliye politikalarından kaynaklanmadığını gösteriyor. Covid 19 döneminde “yükselen ekonomilerde” bütçe harcamaları karşılaştırılıyor ve benzer bir tespite yol açıyor: Salgını telafi etmeyi hedefleyen sosyal harcamalarda Türkiye en sonlarda; bütçeden şirketlere kredi aktarımları, teşvikler vb’de ise ön saflarda yer almaktadır.

Reel faiz, mevduat ve kredi hacmi verilerini de izledikten sonra Adam Tooze açıklıyor: “Türkiye çok cömert kredi destekleri ile çok sıkı maliye politikalarını birleştiren; bu bakımdan gerçek popülizmden ayrılan istisnaî bir örnektir.” 

Fazlası da var: Türkiye döviz fiyatlarını da denetlemeyi hedefleyen çok sayıda, karmaşık “makro ihtiyatî” (daha doğrusu “bürokratik”) önlemi de uygulamaktadır. Tooze, TCMB’den derlenen “Nisan 2021 sonrasında seçilmiş parasal önlemler” tablosunu, ayrıca Bloomberg’in bu doğrultudaki bazı tespitlerini aktarıyor.

Tooze’un ulaştığı bilgiler birkaç değişkeni denetlemeye kalkışan bürokratik müdahaleleri eksik yansıtıyor. Son Türkçe kaynaklara, örneğin Murat Kubilay’ın 18 Mayıs tarihli tweet’lerine ve Hayri Kozanoğlu’nun 22 Mayıs’ta Birgün’de yayımlanan “Üç Perdeli Trajedi” yazısına ulaşabilseydi, Türkiye’de yaşananların “istisnaî bir politika” modeli olmaktan çoktan çıktığını, kargaşaya dönüştüğünü fark edecekti.

Bölüşüm uzantıları

Adam Tooze politik iktisat geleneğini izlemektedir. Dolayısıyla ölçüsüz parasal genişleme ile kamu maliyesinde insafsız kemer sıkma politikalarının bölüşüm sonuçlarına bakması beklenir.

Batı dillerindeki kaynakların ve resmî istatistiklerin imkân verdiği ölçüde bunu yapıyor. Ölçüsüz kredi pompalaması kaçınılmaz olarak servet öğelerine yansıyacaktır. Tooze, 2018-2021 arasında TÜFE ile ölçülürse reel konut fiyatlarının yüzde 30 civarında tırmandığını aktarmakla yetiniyor.

Tooze, TÜİK, Tepav ve Türk-İş verilerini kullanarak ücretlilerin göreli, mutlak kayıplarını, yoksulluk göstergelerini aktarıyor.  Bu bilgilerden ve anketlerden hareketle, “Erdoğan’ın enflasyonu, onun sonunu da getirecektir” öngörüsünü yapıyor. “Onu iktidara getiren otoriter pazarlığı çiğnedi” görüşündedir.  Bu tespiti 28 Mayıs sonrasında tartışılabilir. Acemoğlu’ndan etkilenmediğini umarım.

Tooze’un “gerçek popülizmden ayrılan özgün bir model” olarak algıladığı “gevşek para, sıkı maliye politikaları”, aslında son yedi yıla odaklanan sınıfsal bir gaddarlıktır. Aşamalarını, anatomisini, nicel dökümünü çözümlemek bizlere düşmektedir.

Politika seçenekleri

Adam Tooze, 28 Mayıs sonrasındaki politika seçenekleri ile de ilgilenmektedir. Kritik açmaz dış finansman sorunları ile ilgilidir.

2022’den itibaren döviz fiyatları enflasyonun gerisinde seyretmiş, TL reel olarak değerlenmiştir. Yukarıda değindiğim müdahalelerin katkı yaptığı söylenebilir.  Sonuç, 12 aylık dış ticaret açığının 100 milyar dolara tırmanmasıdır.

Bu bilgilere iki eklenti yapılabilir: Cari işlem açığı Ocak-Mart 2023’te bir yıl öncesine göre üçte bir oranında artmıştır ve bu ivme devam ederse 2023 sonunda açığın 65 milyar dolara ulaşması beklenir. 12 ay içinde ödenmesi gereken dış borç yükümlülükleri de 103 milyardır. Sürdürülebilirliği   hesaplanmalıdır.

Erdoğan’ın iktidara gelmesi halinde olası politikaları Adam Tooze bugünkü ortamdan türetmeye çalışıyor: “Erdoğan’ın aleti haline gelmiş olan Merkez Bankası dış açıkların finansmanı için çeşitli iğreti çözümlere başvurmuştur. 2023 baharında rezervler kritik düzeylere düşmüştür. Döviz piyasalarında TL göçmekte, altın talebi tırmanmaktadır. Belli bir noktada dış finansman aniden duracak, Türkiye dış borçlarını döndüremez hale gelecektir. Muhakkak, ama ne zaman?”

Saray’ın IMF’ye başvuracak esnekliği göstermesi beklenir.  Ne kadar “hüsn-ü kabul göreceği” ise belirsizdir.

Tooze, muhalefet kazanırsa Mutabakat Metni’ndeki ekonomik programın uygulanacağını ve olumlu sonuçlar vereceğini öngörüyor: “Türkiye hızlı enflasyonlarla yaşamaya alışkın Arjantin değildir. Toplumun kalabalık bölümleri acı çekmektedir. Düşük faizli özel kredilerden kaynaklanan bir enflasyon, sıkı bir para politikası ile önlenebilir.  Deprem yıkımının gerektirdiği yeniden inşa maliyeti tahminen 100 milyar doları aşacaktır. Özel kredilerle yapılamaz.” 

Bu tespitlerden hareketle Tooze, yeni iktidar için bir devalüasyonla bütünleşecek “sıkı para ve gevşek maliye politikası” bileşkesini öneriyor. Saray iktidarının son beş yılda izlediği politikaların tam zıddı…

Bir benzerini bu köşede ben de önermiştim“Olası bir Millet İttifakı iktidarı için en güvenli seçenek reel döviz kuru hedeflemesi olabilir. AKP’nin getirdiği KKM düzenlemesi araçlardan biri olarak korunmalıdır. Faizler bankalar-arası rekabete bırakılmalı; yükselmesi göze alınmalıdır. Depremin yarattığı zorunluluk ve emekçilerin yaygın yoksullaşması ise gevşek maliye politikalarını gerektiriyor” (soL Haber, 28 Nisan 2023).

İktidar değişikliği gerçekleşirse dış finansman sorunları konusunda Tooze iyimserdir:

“Erdoğan’ın faiz lobisi suçlamaları adeta doğrulanacaktır; Batı’nın Citi Group ve Vanguard gibi  fon yöneticileri milyarlarca doların Türk tahvillerine geri geleceğini  vaat ediyorlar.”   

Sözü edilen “milyarlarca dolar”, aslında, 2018’den sonra borsadan çıkan sıcak paranın iktidar değişikliği ile Türkiye’ye döneceği tahminidir. Batı’nın en büyük fon yöneticisi Blackrock’un Türkiye’ye ilişkin bu iyimserliği paylaşmadığını aynı yazıda aktarmıştım ve en azından yerel seçimlere kadar “Millet İttifakı iktidarının istikrar politikalarına geçişte temkinli olmasını” tavsiye etmiştim. Kur Korumalı Mevduata bağlanmış 110 milyar dolarlık akışkan fonların tümüyle döviz piyasalarına yönelmesi, ekonomiyi krize sürükleyebilir.

Adam Tooze  neoliberal reçetelerle barışık değildir. Referans verdiği “mutabakat metni”nin içeriğine bu açıdan değinmiyor.  Türkiye’nin orta ve uzun vadeli yapısal sorunlarının çözümüyle ilgilenmesi beklenemez.

Bu konuda 28 Nisan tarihli yazıdan bir aktarma ile yetineceğim: “Daha ötesi Saray’ın kalıcı yenilgisi sonrasındadır.  Son yıllarda pervasızca ihya olan sermaye çevrelerine dönük etkili, yüksek oranlı bir servet vergisi ile başlayan, sermaye hareketlerinin kapsamlı denetimini içeren, uzun dönemli devrimci, sınıfsal bir programın tasarlanması sosyalistlere aittir.”

  • 1.Adam Tooze, Chartbook 215, Erdogan’s Inflation: A Swedish Interpretation, 21.V.2023

Prof. Dr. Korkut BORATAV – sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

TİM, Global Ekonomideki Talep ve Riskleri Takip Edecek

Türkiye’de bir ilk olan İhracat Pazar Monitörü içinde iki endeksin yer aldığını bildiren TİM Başkanı Mustafa Gültepe, İhracat Talep Endeksi ile pazarlardaki talebi, Pazar Dayanıklılık Endeksi ile de riskleri önceden görme imkânı bulacaklarını söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), önemli pazarlarda talebi yaratan koşulları ve riskleri artık İhracat Pazar Monitörü’nden (İPM) takip edecek. İlk sayısı yayımlanan İPM’ye göre ocak ayında İhracat Talep Endeksi yüzde bir artışla 101 puana yükseldi.

TİM Başkanı Mustafa Gültepe, yaptığı açıklamada Türkiye ekonomisinin itici gücü olan ihracatın seyrini belirleyebilme noktasında TİM’in hayata geçirdiği İhracat Pazar Monitörü’nün çok önemli bir misyon üstleneceğini vurguladı. Cumhuriyetin ikinci yüz yılına Türkiye’yi ihracatta ilk 10 ülke arasına çıkarma hedefi ile başladıklarını ve stratejilerini bu hedefe göre kurguladıklarını belirten Gültepe, şöyle devam etti:

“27 sektörümüzde, 61 birliğimizle ve 150 bine yakın ihracatçımızla dünyada adım atmadığımız ülke ya da bölge bulunmuyor. Türkiye’nin üretim gücünü, ürünlerimizin kalitesini tanıtmak için küresel ölçekteki sektörel fuarları, ticaret ve alım heyetlerini fırsata dönüştürüyoruz. Bütün bu çalışmaların yanı sıra pazarlarımızdaki tüm gelişmeleri hesaba katmamız gerekiyor.

TİM-İPM ALANINDA İLK VE TEK ENDEKS

İlkini  yayımladığımız TİM-İPM ile artık pazarlarımızdaki talep koşullarını ve siyasi-iktisadi risk konjonktürünü kolayca takip edebileceğiz. TİM-İPM, ülkemizde sektörel bazda talep ve risk koşullarını ölçen ilk ve tek endeks olma özelliğini taşıyor. Aylık olarak kamuoyu ile paylaşacağımız TİM-İPM içinde İhracat Talep Endeksi ve Pazar Dayanıklılık Endeksi yer alıyor. İhracat Talep Endeksi ile pazarlarımızdaki talebin hem genel durumunu hem de sektör ve ülke özelinde tabloyu görebileceğiz.

Pazar Dayanıklılık Endeksi ile de pazarlarımızda risklerin genel durumunun yanında sektör ve ülke bazında gidişatı takip edebileceğiz. Ocak ayı rakamlarına baktığımızda İhracat Talep Endeksi önceki aya göre yüzde 1 artış, önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,4 düşüşle 101 oldu. Bu rakam bize ihracat pazarlarımızdaki talep koşullarının iyileşmeye devam ettiğini gösteriyor. Pazar Dayanıklılık Endeksi ise Ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 0,6 artarken bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,7 düşüşle 99,7 seviyesinde gerçekleşti. Bu verilerin ışığında pazarlarımızdaki risk koşullarının da iyileşme eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz.”

Mustafa Gültepe, TİM-İPM kapsamındaki iki endeks sayesinde ihracatçı firmaların pazarlardaki riskleri ve talepleri çok daha daha kolay anlamlandırarak önceden pozisyon alma imkânı bulacaklarını sözlerine ekledi.

NOT: Şubat 2024 sayısı itibari ile TİM İhracat Pazar Monitörü her ayın son pazartesi günü yayınlanacaktır.

TİM İhracat Pazar Monitörü’ne buradan ulaşabilirsiniz.

 

TİM – Türkiye İhracatçılar Meclisi – TİM İhracat Pazar Monitörü (tim.org.tr)

tim_ihracat_pazar_monitörü_2024_subat TİMREPORT_229

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Serveti vergile(yeme)mek

Dev çok uluslu şirketlerin vergilendirilmesiyle ilgili bir yazı dizisi hazırlamıştım. Uluslararası sermayenin daha fazla vergi dışı kalmasına göz yumulmaması için küresel asgari kurumlar vergisi çalışmaları hızlanmış durumda. Bir yandan da toplum vicdanında sermayenin vergilendirilerek aklanması gerek.

Yayınlanma:

|

Tüm dünyada mali, ekonomik ve çevresel adaletsizlikler artarak devam ediyor. Küreselde pandemi sonrasındaki yeni servetin yaklaşık üçte ikisini en zengin yüzde 1’lik kesim elinde tutmaya başladı. Yoksulluk sona ermiyor, artıyor. Emek enflasyon altında ezilirken büyümeden aldığı pay sınırlı. Oxfam’ın araştırmasına göre dünyadaki en büyük şirketlerin sadece yüzde 1’inden daha azı çalışanlarına “yaşanabilir” bir ücret ödüyor. Diğer yüzde 99’unun böyle bir kaygısı var mı acaba?

Ama küreselde vergi reformları sermayeyle, dev çok uluslu şirketlerle ilgili yapılmaya çalışılıyor. Madem süreç başladı, bundan sonra zenginler için de devamı gelse iyi olur. Zaten en zenginlerin arkasında, kârın ortaklarına aktarıldığı ve genellikle beklenti üstü (!) kâr elde eden bu dev şirketler var. Üstüne vergi teşvikleri, indirimleri ile önemli bir kazanç alanına sahipler.

Sonra bu zenginler çeşitli yollarla nüfuz da elde edebiliyor. Bu nüfuz arttıkça ihalelerden medyaya kadar pek çok köşe başı tutulabiliyor.

Çünkü sadece servet değil, nüfuz da birikir. Servet, sahibine gelir sağlarken ve gelecekteki işsizlik, hastalık risklerine karşı güven verirken, sosyal mevki, ün, kudret, ekonomik bağımsızlık sağlayarak özel bir ödeme gücünü temsil eder.

Vergide adaleti sağlamak için ödeme gücüne göre vergileme gerekli, servet de ödeme gücünün göstergesi olduğuna göre vergilendirilmesi doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Zaten servet vergilerinin amacı, fırsat eşitsizlikleri dolayısıyla toplumdaki bireyler arasında oluşan gelir ve servet dağılımındaki dengesizlikleri en aza indirmek değil mi? O nedenle serveti olan ile olmayanı bu vergiyle birbirinden ayırmak gerekiyor. Emlak vergisi bir emlaka sahip olan ile olmayanı, ya da motorlu taşıtlar vergisi ona sahip olan (sahip olabilme gücüne sahip olan) ile olmayanı birbirinden ayırabiliyor örneğin. Ancak gelir ve servet dağılımında adaletsizliği en az indirecek servet vergisinde servetin tanımında sorun yaşıyoruz. Çünkü ülkemizde devlet hâlâ somut, gözle görülen servet unsurlarını vergilemeye çalışıyor.

Türkiye’de servet vergileri dört adet; Emlak Vergisi (EV), Değerli Konut Vergisi (DKV), Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) ve Veraset ve İntikal Vergisi (VİV). Bu vergilerin konuları gayrimenkul (EV ve DKV), motorlu taşıt (MTV) ve servetin ölüm ya da yaşayanlar arası karşılıksız intikaline (VİV) dayanıyor.

Oysa servet tanımına, her türlü taşınır taşınmaz mallar ile para ve alacaklar dahildir ve zaten servet kişinin beli bir anda sahip olduğu ekonomik değerlerin tümüdür. Her birinin fiyatı vardır ve mübadeleye de elverişlidir.

Ancak Türkiye’de servetin tanımı oldukça dar. Bir çok ülkede mevduat vb de servet olarak tanımlanıyor. Bizdeki tanım eksikliği vergide adalet arayışını tetikleyen ana unsurlardan biri. Servet vergilerinin sık sık gündeme gelmesi, yeni bir servet vergisine umut bağlanması hem mevcut kamu giderlerinin dağılımından ve israfından, hem de vergilerin gelir/servetin adil dağılımındaki rolünden hoşnut olunmadığını gösteriyor.

Uygulamadaki servet vergilerinin gelir ve servet dağılımı üzerindeki etkisi, tüm servet unsurlarının hangi gelir grupları arasında dağıldığı ile ilgili. İşte aslında toplum vicdanını rahatsız eden nokta da burası.

Servet edinimiyle artan nüfuz, üretim faktörü sahipliklerinde giderek derinleşen adaletsizlikler ekonomi politikalarının etkisiyle de büyüdü. Düşük faiz politikasıyla uygulanırken kredi çekerek döviz ve altına yönelenler tasarruf ve servet sahibi oldular. Aynı dönemde düşük gelir düzeyindekiler, yoksullar bu politikanın sonucunda ortaya çıkan enflasyonun altında ezildi. Üstelik yaşanan dolarizasyon sonucu kur yükselişinin önüne geçilmesi için yaratılan KKM’nin getirisinden bile gelir vergisi alınmadı. O nedenle hem vergide adaletsizliğin göstergesi dolaylı vergilerin vergi sistemindeki hakimiyeti, hem de böyle bir zenginleşme ve kâr akımının da tetiklediği enflasyonla devam ediyoruz.

Mevcut servet vergilerine ek yeni bir servet vergisi ihdas edilmesi kıymetli meslektaşım Prof.Dr. Murat Batı’nın dünkü yazısında açıkladığı gibi Anayasa’nın 2. (sosyal hukuk devleti), 10. (eşitlik), 13. (ölçülülük) ve 35. (mülkiyet hakkının ihlali) maddelerine aykırılık teşkil edecek. Ayrıca yeni servet vergisi vergi sistemine dahil olsa da bu vergilerin gelirlerinin örneğin deprem harcamalarına, sosyal transferlere vb tahsis edilmesi 5018 sayılı KMYKK m.13/g’ye göre mümkün değil. Bu durumda gerçekleşmeyecek olan; bir Robin Hood vergisi gibi zenginden alıp yoksula vermek.

Yeni servet vergisine kadar öncelikle gelir ve kurumlar vergisinde reform ile işe başlanmalı. Gelir-Kurumlar Vergisi beyannamelerinde görülmeyen ve servetin oluşumuna katkı sağlayan gelir kayıt ve kontrol altına alınabilir. Servet vergisi ile gelir getirmediğinden dolayı Gelir-Kurumlar vergisiyle kavranamayan servet unsurları kavranabilir.

Aslında Veraset ve İntikal Vergisi uygulaması, karar alıcılara yol gösterici niteliğe sahip. Bu vergiler “birbirini telafi eden”, “takip ve kontrol eden vergiler“dir. Şöyle ki Veraset ve İntikal Vergisi, içinde iki vergiyi barındırıyor. İlki veraset sonucu ortaya çıkan ikincisi yaşayanlar arası gerçekleştirilen servetin karşılıksız intikali, vergilendirmeye yönelik. Veraset vergileri yalnız başına uygulandığı durumda servetin intikali yaşayanlar arasında bağış yoluyla gerçekleştirilebilir. Bunun için yaşayanlar arası bağış yoluyla gerçekleştirilen karşılıksız intikaller de bu vergi kapsamındadır.

Türkiye de servet vergileri, servet üzerinden ve servet transferinden alınıyor. Ayrıca servet vergileri servet artışından da alınır. Serveti oluşturan unsurda sahibinin hiçbir kişisel emeği olmadan meydana gelen artışlar vergilendirilir. Almanya’da Birinci Dünya Savaşı’ndaki servet artış vergisi uygulaması var, hatta olağanüstü servet vergisi olarak da bilinir. Oysa Türkiye’de bu kapsamda Gayrimenkul Kıymet Artışı Vergisi uygunladı. Servet unsurlarından sadece biri olan gayrimenkulün değerindeki artışı vergilemek için yürürlükteydi. Hatta uygulanırken olağanüstü bir durum da yoktu. Ancak o vergi neoklasik ekonomi politikalarının vergi sistemini değiştiren, sermayeyi daha hafif vergileyen özelliği sonucu 1985 yılında kaldırıldı.

Dostoyevski’nin dediği gibi; “parasız düşünür, ama paralı iki misli düşünür”.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

Türkiye’nin sınai haklar haritası çıktı!

Türk Patent ve Marka Kurumu 2023 yılına ait sınai haklar verilerini açıkladı. Verileri değerlendiren Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz; “Yabancı başvuru ve tescil sayılarındaki yükseliş dikkate değer. İller bazında her zamanki gibi şampiyon İstanbul olurken; Bayburt, Ardahan, Erzincan ve Bitlis illerimize ilişkin veriler, Sınai Haklar hakkındaki bilinçlendirilme çalışmalarının arttırılması gerektiğini gösteriyor. Bu veriler ışığında, ülkemizdeki bazı bölgelerin sınai haklar yönünden gelişmesi için yerel yönetimlerin ve kamu idarecilerinin daha fazla katkı koyması gerektiği görülmektedir” dedi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yerli yabancı toplam patent başvurularında %3,64’ lük artış!

2023 yılında Türk Patent ve Marka Kurumuna yerli ve yabancı 16.433 patent, 3.400 faydalı model, 183.149 marka ve 58.076 tasarım olmak üzere üzere toplam 261.058 başvuru yapıldı. Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz; “Ülke ekonomisindeki ticari aktörlerimiz artık marka, patent, tasarım, faydalı model tescili gibi kavramların önemini daha iyi kavradı ve buna göre hareket ediyor. Vekil firma olarak yıllar içinde gösterdiğimiz çaba neticesinde bu farkındalığı oluşturmayı başardığımızı görüyoruz. TÜRKPATENT verilerine göre 2023 yılında yerli yabancı toplam patent başvurularında %3,64’ lük yaşandı. Dünya genelinde her geçen gün ihracat fırsatlarının, markalara, AR-GE’ye yapılan yatırımların artması şirketlerin daha inovatif ve öncü olmalarını zorunlu kılıyor. Bu da aslında hem ülkemizde hem dünyada sektörümüzdeki pazarın büyüdüğünü kanıtlıyor” dedi.

Uluslararası patent başvurularında %25 artış!

“TÜRKPATENT’in açıkladığı güncel verilere göre Türkiye’de faaliyet gösteren yerli firmalar 2023 yılında 155’i PCT (uluslararası patent başvurusu), 234’ü EPC (Avrupa patent başvurusu) olmak üzere toplam 389 uluslararası patent başvurusu yaptı. 2022 yılında başvuru sayısı toplam 312 idi. Buna göre 2023 yılı başvuruları yaklaşık yüzde 25 (dörtte bir) oranında bir artış gösterdi. Bu da Türkiye’de yükselen fikri ve sınai haklar bilincinin küresel ölçekte yansımasını gösteriyor.”

Patent başvurularının zirvesinde yine İstanbul yer alıyor

TÜRKPATENT’ e göre geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi İstanbul tüm başvurularda ilk sırada. Patent başvurularında 3.526, başvuru ile ilk sırada yer alan İstanbul’u yine büyükşehirler takip ediyor. Patent başvurularında ikinci sırada 1.327 başvuru ile Ankara, üçüncü sırada 509 başvuru ile Bursa, dördüncü sırada 429 başvuru ile İzmir ve beşinci sırada 415 başvuru ile Kocaeli yer alırken; Hakkari, Sinop ve Kilis, sadece 1’er patent başvurusuyla listenin en sonlarında yer alan illerimiz oldu. Bayburt ise 2023 yılında hiç patent başvurusu yapılmayan tek il olarak dikkat çekiyor.

Marka başvurularında İstanbul liderliğini sürdürüyor

Marka başvurularının illere göre dağılımına baktığımızda ise; 71801 başvuru yapan İstanbul’u 14.368 marka başvurusuyla Ankara, 11.378 başvuruyla İzmir, 7.412 başvuruyla Bursa ve 6.179 başvuruyla Antalya izliyor. Ardahan ise 15 başvuruyla son sırada yer alıyor.

Tasarım başvurularında ise bir önceki yılın verilerine göre sıralamalarını ilerleten iller Kayseri ve Antep

Tasarım başvurularında ise 20623 başvuru ile İstanbul başı çekerken; Bursa 4.650 başvuru ile ikinci, Ankara 3.709 başvuru ile üçüncü, Kayseri 3.464 başvuru ile dördüncü, Gaziantep ise 2.754 başvuru ile beşinci sırada yer aldı. Erzincan ise 2023 yılında hiç tasarım başvurusu yapılmayan tek il oldu.

Faydalı modelin dikkat çekeni ise Konya

Faydalı model başvurularında 931 başvuru ile İstanbul başı çekiyor; 403 başvuruyla Ankara, 262 başvuruyla Bursa ve 246 başvuruyla İzmir izlerken, Konya’nın 174 başvuruyla beşinci sıraya yerleşmesi dikkate değer bir unsur oldu. Bitlis ve Ardahan ise 2023 yılında hiç faydalı model başvurusu yapılmayan iller olarak listenin son sıralarına yerleşti.

Yerli patent ve faydalı modelde en çok başvuru yapılan alan: Motorlu Kara Taşıtı

TÜRKPATENT NACE kodu verilerine göre 2023 yılında yerel patent ve faydalı model başvurularında motorlu kara taşıtı, römork ve yarı römork imalatı, büro makineleri ve bilgisayar imalatı, mobilya imalatı; başka yerde sınıflandırılmamış diğer imalatlar, tıbbi ve cerrahi teçhizat ile ortepedik araçların imalatı ve eczacılık ürünlerinin, tıbbi kimyasalların ve botanik ürünlerinin imalatı ilk beş sırada yer alıyor. Yurt dışından Türkiye’ye gelen yabancı patent ve faydalı model başvurularında ise; eczacılık ürünlerinin, tıbbi kimyasalların ve botanik ürünlerinin imalatı, diğer özel amaçlı makinelerin imalatı, ana kimyasal maddelerin imalatı, tıbbi ve cerrahi teçhizat ile ortepedik araçların imalatı ve genel amaçlı diğer makinelerin imalatı yer alıyor.

İhracatta yenilikçi atılımlar için katma değerli ürünlerle markalaşma şart!

Marka, patent ve tasarım sayılarının ülkemiz sanayisinin gelmiş olduğu gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılı olmadığını belirten Yamankaradeniz; “daha fazla katma değerli ürün üretimi, daha yüksek teknolojili üretim anlamına gelmektedir. Bu nedenle, bu yenilikleri patentle veya faydalı model başvuruları ile koruma altına almak ve değer oluşturmak, ülkemizi ve firmalarımızı zenginleştirir. Böylece, ihracaattaki tonaj rakamları aynı kalsa bile birim fiyatı artacağından yapılan toplam ihracaat rakamımızda artış olacaktır. Bu da cari açığın daha az oluşması ve enflasyon rakamlarının aşağıya doğru gelmesine olumlu katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla, bu yeni teknolojilerle dünya pazarlarına açılan markalarımızın Türk malı dolaşım miktarının artması, uluslararası markalaşmanın çok olumlu yansımaları olacaktır” dedi.

 

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.