Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Can, kızı Esra Aslancan’ın doktora sınavını kazanamaması üzerine ortalığı birbirine kattı. Sınav Değerlendirme Komisyonu Başkanı Doç. Dr. Mahmut Sağır, rektörün sınav öncesi görüşme talebini reddettiği için bölüm başkanlığından istifa ettirildi, ardından da kavga bahanesiyle açığa alındı.
İlginç olaylar zinciri, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Rektörü Prof. Dr. Niyazi Can’ın önce Gaziantep Üniversitesi’nde görev yapan, ardından da Kahramanmaraş İstiklal Üniversitesi’ne tayin edilen Öğretim Görevlisi kızı Esra Aslancan’ın KSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi Doktora Programı Bilim Sınavı’na başvurmasıyla başladı.
21 Eylül 2020 tarihinde yapılan sınav öncesi iddiaya göre, Rektör Prof. Dr. Niyazi Can, sınav komisyonunda görevli Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nail Yıldırım ve diğer komisyon üyelerinden kızının alınması telkininde bulundu.
Rektörün bu amaçla görüşme girişiminde bulunduğu Sınav Değerlendirme Komisyonu Başkanı Doç. Dr. Mahmut Sağır, talebe olumsuz yanıt verdi.
DEKAN İKİ DEFA İSTİFA ETTİ
23 Eylül 2020’de açıklanan sınav sonucuna göre Rektör Prof. Dr. Niyazi Can’ın kızı Esra Aslancan kazananlar listesine giremedi. Rektör Can’ın kızının sınavda başarısız olmasından sorumlu gördüğü kişilerden Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nail Yıldırım, iddiaya göre baskı nedeniyle iki kez görevinden istifa etti.
Ancak, Rektör’ün huzursuzluğun ifşa olmaması için istifayı kabul etmediği ileri sürüldü. Bu arada, Rektör Prof. Dr. Niyazi Can’ın istifasını işleme koymadığı Fakülte Dekanı Nail Yıldırım aracılığıyla istifaya zorladığı sınavın komisyon başkanı Mahmut Sağır’ın istifası için yaptığı zorlamalar sonuç verdi. Baskıya dayanamayan Doç. Dr. Sağır bölüm başkanlığı görevinden istifa etti.
REKTÖRE SORUŞTURMA AÇTIRAN KAVGA
Tam da bu günlerde Doç. Dr. Mahmut Sağır ile aynı bölümde görev yapan başka bir öğretim üyesi arasında ders dağılımı yüzünden kavga çıktı.
Güvenlik kameralarına yansıyan görüntülere göre, Doç. Dr. Mahmut Sağır merdivenlerden yürürken, diğer öğretim üyesi arkasından koşarak indi ve ikili merdivenlerde kavgaya tutuştu. Kavga, araya girenler tarafından ayrılarak önlendi.
Olayın incelenmesi için Rektör Can tarafından Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Zekeriya Pak, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Ünsal ve İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Taş görevlendirildi.
Rektör Prof. Dr. Niyazi Can’a yakınlığıyla tanınan bu kişilerin hazırladığı rapor doğrultusunda Doç. Dr. Mahmut Sağır’ın “Kamu görevinden çıkarma” teklifiyle YÖK’e gönderildi.
HUKUK MÜCADELESİ BAŞLATTI
Doç. Dr. Mahmut Sağır, KSÜ Rektörü Prof. Dr. Niyazi Can tarafından haksız uygulamalara maruz bırakıldığı gerekçesiyle hem YÖK, hem de Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı’na 1 Şubat 2021’da başvuruda bulundu.
Ancak, iddialar memur suçları kapsamında olduğu ve YÖK izni gerekli olduğu için savcılık tarafından işlem yapılmadı. YÖK’ten dilekçe hakkı kullanılarak yapılan başvuruya cevap verilmediği gibi, başvurucu Mahmut Sağır’a üniversite yönetimi tarafından “Mesnetsiz iddia” gerekçesiyle ceza verildi.
8 aydan buyana görevden el çektirilen Mahmut Sağır’ın yakın çevresine, haklarının T.C. Anayasası’nın 2. Maddesinde yer alan, “Hukuk devleti ilkesinin YÖK ve KSÜ Rektörlüğü tarafından çiğnendiği vurgusunu yaptığı belirtildi.
TORPİL İDDİALARI
Bu arada, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Can’ın Eğitim Fakültesi Dekanlığı döneminde, Kimya bölümü lisans diploması sahibi olan kızı Emine Canmercan’ı, sadece pedogoji sertifikası olduğu ve Çocuk Gelişimi alanında hiçbir kalifikasyon ve eğitimi olmadığı halde üniversitesine bağlı Göksun Meslek Yüksekokulu Çocuk Bakımı ve Gençlik Hizmetleri Bölümü’ne 2012 yılında öğretim görevlisi olarak alınmasını sağladığı ileri sürüldü.
Türkiye’de Gençlik Hizmetleri ve Çocuk Bakımı alanında binlerce yetişmiş eleman bulunurken, lisans eğitimi Kimya bölümü olan Emine Canmercan’ın atanmasında kayırma olduğu ileri sürüldü. Kimya mezunu rektörün kızının yüksek lisan konuların da, alındığı bölümle uzaktan yakından ilgisi olmadığı da belirtildi.
İKİNCİ KIZ VE DAMADA TORPİL
Rektör Niyazi Can’ın kızını kendi üniversitesine öğretim üyesi olarak alma girişimi direnişler yüzünden yarım kalırken, diğer kızı Esra Aslancan’ın, önce Gaziantep Üniversitesi’ne, ardından da Kahramanmaraş İstiklal Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak atandığı ortaya çıktı.
Esra Aslancan’ın Mili Parklar Gaziantep Şubesi’nde görevli eşi Şeyh Mehmet Aslancan da, Kahramanmaraş’ta geçiş yapabileceği onlarca kurum varken, kayınpederinin rektör olduğu Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sağlık Kültür Spor Daire Başkanlığı’na alındı.
KONU TBMM’YE TAŞINDI
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Can’ın, kızının üniversitesine öğretim üyesi alınmasını engellediği gerekçesiyle 8 aydan buyana açığa aldığı Doç. Dr. Mahmut Sağır ile ilgili yasanın gereğini yapmadığı iddiaları, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç tarafından TBMM’ye taşındı.
Rektör Can’ın aynı üniversitede daha önce iki kez yumruk yumruğa kavga eden Prof. Dr. Şükrü Karataş ve Prof. Dr. Musa Göğebakan’a kınama cezası verilme kararını onamasına rağmen, bu olayda kamuda işten çıkarma istemesinin çifte standart olduğu belirtildi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç
ÖZTUNÇ’TAN MİLLİ EĞİTİM BAKANINA SORULAR
Milletvekili Öztunç, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk tarafından cevaplandırılması istemiyle verdiği soru önergesinde, şunları sordu:
* Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü’nün kızına sınavda torpil yapmayan öğretim üyesini önce açığa aldırdığı, ardından hakkında soruşturma açarak meslekten ihracı için YÖK’e yazı yazdırdığı iddia edilmektedir.
* KSÜ Rektörü, Kahramanmaraş’ta yeni açılan İstiklal Üniversitesi’nde okutman olan kızı E.A’nın KSÜ’deki doktora sınavını kazanması için torpil istediği, ancak bu isteği kabul görmeyince öğretim üyelerine baskı ve tehditler yaparak ve YÖK’e uzanan soruşturma dosyası açtığı iddia edilmektedir.
* KST Rektörü’nün İstiklal Üniversitesi’nde okutman olan kızı E.A için doktora sınav jürisine baskı yaparak torpil istediği doğru mudur?
* Rektörün torpil isteği kabul edilmeyince Eğitim Bilimleri Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mahmut Sağır’ı görevden aldırdığı ve sınav jürisini tehdit ettiği doğru mudur?
* Öğretim üyelerinin üniversitedeki hukuksuzlukları YÖK’e bildirmek üzere verdikleri dilekçelerin YÖK’e iletilmesi neden engellenmiştir?
* Kahramanmaraş Üniversitesi’nde kınama cezası, görevden uzaklaştırma almış akademik personel sayısı kaçtır? Var ise hangi fakülte ve bölüm başkanlarıdır? Görevden alınma nedenleri nedir?
REKTÖR NE DİYOR?
İddialarla ilgili olarak SÖZCÜ’nün sorularını yazılı olarak yanıtlayan KSÜ Rektörü Prof. Dr. Niyazi Can, kızının İstiklal Üniversitesi’ne gerekli kuralları taşıdığı için alındığını, kendisinin bu konuda bir müdahalesi olmadığını savundu.
Kızının sınavı kazanamaması nedeniyle Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nail Yıldırım’ın (mevcutta istifa dilekçesi olmasına rağmen) istifa ettiğini inkar eden Prof. Dr. Can, Doç. Dr. Mahmut Sağır’ın istifasında da kendisinin baskı yaptığıyla ilgili somut delil bulunmadığını söyledi.
Rektör Prof. Dr. Niyazi Can, damadı Şeyh Mehmet Can’ın neden Gaziantep’te çalıştığı kurumla ilgili bir kuruma değil de kayınpederinin rektör olduğu bir kuruma nakil istediği sorusunu ise, “Her çalışanın bir başka kuruma şartları tutması durumunda nakil hakkı vardır. Rektör veya bir başka yöneticinin yakın veya uzak akrabası olmak, kurumlar arası nakil başvurusu için engel değildir” şeklinde cevaplandırdı. Can, üniversitede hem de iki kez yumruklaşan akademisyenlere kınama cevabı verilirken, Doç. Dr. Mahmut Sağır için neden kamu görevinden atılma isteminde bulunulduğu sorusunu ise, “Öbür kavgada küfürleşmeyi tespit edemedik. Burada ise küfür var “ şeklinde cevapladı.
“Bir sabah, genç bir birey hiçbir neden belirtilmeden susturulduğunu fark etti.”
Kafka’nın Davası, Josef K.’nın bilinmeyen bir suçlamayla sürüklendiği karanlık bir sistemin hikâyesiydi. Bugünse Türkiye’de binlerce genç, kendi adalet arayışında görünmez duvarlara çarpıyor. Tek fark: Buradaki suçlama çoğu zaman “bir şey istemek” kadar belirsiz, ceza ise “hiçbir şey elde edememek” kadar sessiz.
Kafkaesk Hukuksuzluk
Türkiye’de hukuk artık adaletin değil, itaati garanti altına almanın aracı. Mahkeme salonları gerçeğin değil, niyetin sorgulandığı sahnelere dönüşmüş durumda. Tıpkı Dava’daki gibi, kimse neyle suçlandığını tam olarak bilmiyor ama süreç başlıyor. Ve başlarsa da durmuyor. Gençler yargılanmasa da yorgun düşüyor; çünkü herkes bir gün “sıra bana gelir mi?” kaygısıyla yaşamaya başlıyor.
Ekonomik Çöküşün Sessizliği
Üniversite diploması, artık bir umut değil; çoğu zaman boş bir cüzdanın eki. Bir kuşak, mesleksizlikle, işsizlikle ve çaresizlikle cezalandırılıyor. Diplomalı ama üretime katılamayan, eğitimli ama geleceği çizilemeyen yüz binlerce genç, sanki “gelecek inşa etme” suçu işlemiş gibi toplum dışına itiliyor. Ebeveynlerine yük olmamak için geçici işlerde boğuluyor, göç fikrini içinden sesli telaffuz ediyor.
Sosyal Medyanın Sahte Tesellisi
Gerçek mutsuzlukların üzerine filtre çekiliyor. Instagram’da kariyer yapıyor gibi gözüken birçok genç, aslında annesinin evinde sabaha
kadar iş ilanı kovalıyor. LinkedIn’de “network” peşinde koşarken özgeçmişinin son satırına yeni bir şey yazamamanın ağırlığıyla eziliyor. Gerçek başarıların sesi duyulmuyor çünkü sistem “gösteriyi” ödüllendiriyor.
Yapay Zekânın Beyne Zararları: Fark Edilmeyen Tehditler
Yapay zekâ (YZ), hayatımızın her alanına entegre olmaya devam ederken, insan psikolojisi ve beyin sağlığı üzerindeki etkileri giderek daha fazla sorgulanıyor. Doğrudan fiziksel bir tehdit oluşturmamakla birlikte, YZ’nin dolaylı yollarla beyin fonksiyonlarını olumsuz etkileyebileceği düşünülüyor. Özellikle yoğun dijital etkileşim, bireyin bilişsel işleyişini ve psikolojik dengesini tehdit edebiliyor.
1. Aşırı Ekran Kullanımı ve Dijital Bağımlılık
YZ destekli sosyal medya, video uygulamaları ve içerik algoritmaları kullanıcıları ekran başında daha uzun süre tutmak üzere tasarlanıyor. Bu durum, dikkat dağınıklığı, uyarıcıya bağımlılık, hatta dopamin sisteminin bozulması gibi sonuçlar doğurabiliyor. Bilimsel araştırmalar, uzun süreli dijital maruziyetin beynin karar alma, öğrenme ve hafıza merkezlerini olumsuz etkileyebileceğini ortaya koyuyor.
2. Karar Verme Yetisinin Zayıflaması
Yapay zekâdan sürekli destek alınması, bireyin kendi karar verme mekanizmasını kullanma sıklığını azaltıyor. Bu durum zamanla bilişsel atalete (tembelliğe) yol açabiliyor. Kendi düşünme süreçlerini devre dışı bırakma eğilimi, uzun vadede analitik düşünme becerilerinin zayıflamasına neden olabilir.
3. Yaratıcılığın Azalması
YZ araçları, yazı yazma, görsel üretme ve içerik tasarlama gibi birçok alanda kullanıcıyı destekliyor. Ancak bu destek zamanla insan beyninin yaratıcı merkezlerini yeterince çalıştırmama riskini de doğurur. Rutinleşmiş ve hazır içeriklerle çalışan beyin, yeni fikirler üretme konusunda daha az zorlanır ve zamanla yaratıcılık kabiliyetini köreltebilir.
4. Bilgi Tembelliği
“Nasıl olsa yapay zekâdan öğrenirim” düşüncesiyle hareket eden bireyler, öğrenme motivasyonlarını kaybedebilir. Bu, özellikle öğrenciler ve genç kullanıcılar için tehlikeli bir zihinsel konfor alanı oluşturur. Uzun vadede bilgiye ulaşma becerisi gelişir, fakat bilgiyi işleme ve içselleştirme becerisi geriler.
5. Stres ve Kaygı
YZ’nin iş gücünü tehdit etmesi, sosyal medyada tetiklediği karşılaştırma kültürü ve gelecekteki bilinmezlikler, bireylerde kaygı ve stres düzeylerini artırabilir. Özellikle genç nesilde “yerini yapay zekâya kaptırma korkusu” giderek yaygınlaşmaktadır.
Araç mı, Tehdit mi?
Yapay zekâ, doğru kullanıldığında bireyin bilişsel yetilerini destekleyebilir. Ancak aşırı bağımlılık, pasif kullanım alışkanlıkları ve yaratıcılıktan uzaklaşma, beynin uzun vadeli sağlığı için tehdit oluşturabilir. Bu nedenle, YZ ile olan ilişkimizi bilinçli, sınırlı ve dengeleyici şekilde kurmak hayati önem taşır.
ABD Başkanı Trump, hafta sonu İran’daki nükleer tesislere düzenlenen büyük çaplı hava saldırılarının ardından, “rejim değişikliği” fikrini kamuoyuna taşıdı. Trump, sosyal medya paylaşımında “Eğer mevcut rejim İran’ı yeniden büyük yapamıyorsa, neden bir rejim değişikliği olmasın?” diyerek tartışmaları alevlendirdi. Ancak Savunma Bakanı Pete Hegseth ve Başkan Yardımcısı JD Vance gibi üst düzey yetkililer, operasyonun rejim değişikliğine yönelik olmadığını vurguladı. “Geceyarısı Çekici Operasyonu” adı verilen saldırı kapsamında, İran’ın üç kritik nükleer sahası hedef alındı. Genelkurmay Başkanı Caine, operasyonun Fordow dâhil olmak üzere tüm hedeflerde çok ağır hasar yarattığını söyledi.
İran ise saldırılara İsrail’e yönelik füze saldırılarıyla karşılık verdi, ancak henüz ABD üslerini ya da Hürmüz Boğazı’nı hedef almadı. ABD yönetimi bölgedeki askerî varlığını artırarak olası misillemelere karşı önlem aldı. ABD’de Savunma ve Dışişleri Bakanları operasyonun açık uçlu olmadığını, ancak İran karşılık verirse başka hedeflerin vurulabileceğini açıkladı. ABD’nin doğrudan askerî müdahaleye girmemeyi tercih eden dış politika çizgisi, Trump’ın bu ani kararıyla ciddi bir kırılma yaşadı. Trump, kendi sosyal medya hesabından yaptığı ilk açıklamada, operasyonun başarılı bir şekilde gerçekleştiği belirtirken, aynı mesajda bundan sonra ‘barış’ zamanı ifadesi kullansa da bunun nasıl mümkün olacağı kafalarda soru işareti yarattı.
ABD’nin savaşa dâhil olması ve İran’ın her türlü cevabı vereceğini açıklaması ile dün tansiyon tüm gün yüksek seyretti. Kararın piyasa yansıması bizim öncelikli ilgi alanımız olsa da, madalyonun diğer tarafına da bakmamız gerekiyor. Şöyle ki, ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri vurması, sadece Ortadoğu’da değil, dünyada da büyük sonuçlar doğurabileceğini düşünüyoruz. Trump’ın operasyonun başarısına vurgu yapan X mesajında da belirttiği gibi İran masaya oturacak mı (barış) yoksa karşılık mı verecek? Şayet ABD, İran’ın nükleer faaliyetlerini durdurur ve uzun sürecek bir savaşa girmeden sonuc elde ederse, ABD’nin ‘gücü’ yeniden dünya çapında kabul görecek. Lâkin savaş uzarsa ve İran’da düzen bozulur ya da hükûmet düşerse, zaten oldukça karışık olan bölgenin daha da karışabileceğini, dünyanın ise ABD’yi sorumlu tutabileceğini göz ardı etmemek gerekiyor.
Bu gelişmeler, yalnızca ABD’yi değil; dolaylı yoldan Çin’i, hatta Rusya ve Avrupa’yı da doğrudan etkiliyor. Günlerdir bültenlerimizde vurguladığımız üzere, ABD ile Çin arasındaki jeostratejik rekabet derinleşirken, İran’ın petrol ihracatının %90’ının Çin’e yönelmiş olması, Washington’ın bu hamlesinin yalnızca Tahran’ı değil, aynı zamanda Pekin’i de hedef aldığına işaret ediyor. ABD, İran üzerinden Çin’in enerji tedarik zincirini zorlayarak rakibini zayıflatmayı amaçlıyor. İran’da hükûmet değişirse, Çin bölgede önemli bir müttefikini kaybedebilir. Avrupa pahalı petrol ve olası mülteci akını yüzünden süreçten zarar görebileceğini, Rusya’nın ise İan’a sattığı silahlardan ve iş birliğinden mahrum kalacağını ama artan petrol gelirlerinden fayda sağlayacağını düşünüyoruz.
Günlerdir bültenimizde kaleme aldığımız üzere, büyük resmi kaçırmamak gerekiyor. ABD, Ortadoğu taşeronu veya karakolu İsrail ile bölgeyi kendisi ve ABD çıkarları için istikrara getirmeye çalışıyor. Süreç ilk önce Hamas ile başladı, Hizbullah ile devam etti. İran’ın Suriye’deki etkisi ortadan kaldırıldı, Suriye, Lübnan ve Irak gibi ülkelerdeki güç boşlukları ile birlikte geniş açıdan düşünürsek bir sonraki hedefin İran olduğunu ve muhtemelen on yıllardır baskı ve yaptırım altında kalan İran’ı muhalefetin de desteği ile devirmek isteyeceklerini düşünüyoruz. Bu arada cereyan eden gelişmelerin Türkiye’yi direkt olarak ilgilendirdiğini de göz ardı etmeyelim. Terörün bitirilmesi noktasında gösterilen çabanın arka planında Ortadoğu’da cereyan eden yeniden yapılanmanın yer aldığının altını çizmek gerekiyor. Bu yeni tablonun şimdilik enerji fiyatları ve güvenlik politikaları üzerinden Türkiye’ye olumsuz etkisi ön planda olsa da, İran’ın etkisinin zayıflaması, Türkiye’nin diplomatik ve jeopolitik manevra alanını genişletebilir.
PKK’nın silah bırakması ve terörün aniden son bulması süreci, bu büyük stratejik dönüşümün parçası olarak değerlendirilmelidir. Son 47 yılda terörle mücadeleye ayrılan kaynağın ekonomik kayıplar ve fırsat maliyetinin 1,8 trilyon dolar olarak hesaplandığını Bakan Şimşek’in sunumda bizzat duydum. Böyle bir kaynağın kalkınma ve büyüme için kullanılmasının ne kadar büyük bir enerji yaratacağını sesli bir şekilde düşünün… Ortadoğu’da yeni bir fotoğraf var ve buna uyum sağlamak gerekiyor!
Gelelim yaşananların piyasa yansımasına… Peşinen piyasalarda panik havasının olmadığını hatta abartılı bir tepkinin de olmadığını not edelim. Piyasaların korku endeksi VIX 20 seviyesinde yatay ve sakin bir seyir izliyor. Asya cephesinde gösterge endeks Tokyo borsası ve ABD borsalarının vadeli işlemleri sadece %0,3 civarında geriledi. Brent cinsi ham petrol, Cuma gününü 77 dolar seviyesinden tamamlaması ardından açılışta 81 dolar seviyesine kadar yükselerek yılın en yükseğini test etse de 78 dolar seviyesine geri çekildi.
Yatırımcılar, İran’ın nasıl bir karşılık vereceğini merak ederken, küresel ekonomik büyüme ve enflasyon üzerindeki risklerin daha bir ön planda olduğunu görüyoruz. Gözler hâliyle Hürmüz Boğazı’na çevrildi. Boğazın deniz trafiğini tamamen kapatılması beklenmese de, günde yaklaşık 20 milyon varil petrolün geçtiği boğaz, dünya petrol arzının beşte birini taşıyor; kapatmayı bırakın trafiğin aksaması bile petrol fiyatları üzerinde yukarı yönlü baskı yaratabilir. İran Meclisi boğazın kapatılması yönünde adım atsa da, son karar, ülkenin Ulusal Güvenlik Konseyi’ne ait olduğunu ve pratikte zor olacağı iddia ediliyor. Petrol ve doğal gaz fiyatlarının yukarıya gitmeye devam etmesi, yukarıda da değindiğim üzere, Türkiye ve KKTC gibi net enerji ithalatçısı ülkelerin enflasyonla savaş ve cari açık faturalarını kabartacağı gibi, ihraç eden ülkelerin de ekmeğine hâliyle yağ sürecektir!
Trump’ın devreye aldığı tarife savaşları, ABD’nin cari açığını azaltmak adına zayıf dolar talep etmesi ve FED başkanı üzerinde tam saha pres uygulayarak faiz indirim talebi hâliyle böyle zamanların bir numaralı güvenli limanı olarak ön plana çıkan doların göreceli olarak zayıf bir seyir izlemesine neden oluyor. Bir diğer güvenli liman olan altın ise geride bıraktığımız hafta 3,450 dolar seviyesini test etmesi ardından ilk işlemlerde 3,400 dolar seviyesini denese de, bültenimizi yazdığımız sabah erken vakitlerde 3,360 dolar seviyesine geri çekildi. Gümüşün ons fiyatı da benzer bir şekilde 36 dolar seviyesine gerilerken, geçen hafta 110bin dolara dayanan bitcoin ilk nazarda 99bin dolar seviyesine kadar gerilemesi ardından psikolojik seviyede denge buldu. Kağıt para sisteminin sorgulandığı bir ekosistemde, jeopolitik risklerin geride kalması durumunda, altın, gümüş ve bitcoin gibi enstrümanlara yönelik talebin yeniden canlanacağını düşünüyoruz. Pariteler cephesinde ise, doların hafif de olsa değer kazandığını görüyoruz. EURUSD 1,15 seviyesinin aşağısına sarkarken, dolar YEN karşısında 147 seviyesine yaklaştı.
Türkiye cephesinde ise hafta sonu TCMB’den makro ihtiyati çerçeve kapsamında bazı adımlar daha atıldığını gördük. KKM’den çıkışı destekleyen adımların jeopolitik risklerin zirve yaptığı bir dönemde piyasa tarafından pek de önemsenmeyeceğini düşünüyoruz. Bir süredir Haziran ayının ikinci yarısının siyaseten zor geçeceğine işaret etmiştik. Bu kapsamda da Kabine revizyonu ve 30 Haziran tarihinde CHP kararı (kurultaya yönelik mutlak butlan) ön plana çıkmıştı. Artan jeopolitik risklerin iç siyasette bazı adımların atılması zor hâle getirdiği kanaatindeyiz. USDTRY kuru ilk işlemlerde 39,70 seviyesinden eşleşerek haftayı karşıladığını da not edelim. CDS risk primi 311 baz puan seviyesinde ve geride bıraktığımız haftaya nazaran hafif de olsa gerilediğini görüyoruz. Küresel borsaların seyrine bakarsak, Türk hisse senetlerinin de bugün satış baskısına boyun eğmeyeceğini düşünüyoruz.
FED’in Temmuz ayında faiz indirme ihtimali düşük görünürken, Başkan Powell’ın bu hafta Kongre’de İran saldırısı ve Trump’ın tarifeleri gibi konularda zor sorularla karşılaşması bekleniyor. Ortadoğu krizi, bu hafta Lahey’de yapılacak NATO zirvesinde de gündemin üst sıralarında yer alacaktır. Makro cephede ise PMI verilerini takip edeceğiz.