Connect with us

EKONOMİ

Ticaret savaşlarının ekonomik ve siyasi kodları

Sanayisizleşme, bir yandan gelir dağılımındaki eşitsizlikleri artırırken, diğer yandan geniş toplum kesimlerinin karar alma mekanizmalarından dışlanmasıyla sonuçlanmış ve sonuçta geniş çaplı bir meşruiyet krizine neden olmuştur. Bir başka ifadeyle, ABD’de demokrasiyi koruyacağına umut bağlanan ‘kurumlar’ içi boş bir kabuktan ibarettir. Batıdaki ana-akım siyasetin de bu meşruiyet krizine yanıtları yok.

Yayınlanma:

|

ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gelir gelmez açıkladığı ve uygulanmasını bir ay ertelediği Çin, Meksika ve Kanada’ya yönelik ek gümrük vergileri bugün itibariyle hayata geçti. Geçtiğimiz ay açıklanan vergiler ertelendiğinde, esasında Trump’ın gümrük duvarlarını yükseltmek gibi bir politikası olmadığı, gümrük vergilerini bir yaptığım aracı olarak kullandığı ve ekonomik değil siyasi bir amacı olduğu ileri sürülmüştü.

Elbette bir iktisat politikası aracı olan gümrük vergileri, ekonomik ve siyasi amaçlar için kullanılabilir. Siyasi amaçların, gümrük vergilerinin ikili ilişkilerde bir pazarlık kozu olarak kullanılması olduğunu biliyoruz. Bu durumda, gümrük vergilerinin gerçekten bir ekonomik amacı yok mu? Eğer varsa, Trump yönetiminin ekonomik amacı ne? Bu yazıda bu soruları ele alacağım.

SANAYİSİZLEŞME

Dolayısıyla Trump politikalarının neden ortaya çıktığını anlamamız için, Batının üretim alanındaki göreli gerilemesinin hangi koşullarda ortaya çıktığını ve bugün bunun neden bir sorun haline geldiğini anlamamız gerekiyor. Literatürde bu konu sanayisizleşme kavramı etrafında tartışılıyor. Bu tartışmanın konumuz açısından önemli üç temel boyutu var. Aşağıda sırayla bunlara değineceğim.

KÜRESEL DEĞER/META ZİNCİRLERİ

İlk boyut olan sermayenin uluslararasılaşması, 1970’lerin krizine karşı Batı’da geliştirilen kârlılık stratejilerinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Elbette kapitalizm ortaya çıktığı süreçlerden itibaren küresel eğilimli bir sistem. Ve tarihsel olarak da çeşitli küreselleşme dönemleri var. 1970’li yıllardaki kriz sonrasındaki dönem, sermayenin uluslararasılaşması açısından kritik bir dönüm noktasını ifade ediyor. İletişim teknolojilerinin ve lojistik imkanların gelişmesiyle birlikte üretimin parçalara ayrılması ve her bir parçanın, o parçayı üretmeye en uygun olan firmaya alt-sözleşme ilişkileriyle sipariş verilmesi ve sonrasında bu parçaların birleştirilmesi, günümüzde küresel değer/meta zincirleri olarak ele alınıyor.

Küresel değer/meta zincirleri olarak şekillenen sermayenin uluslararasılaşması sürecinin Batı ucunda bir yandan sanayisizleşme yaşanırken, bir yandan da firmaların yönetim merkezlerinin burada olması nedeniyle, Batıya sürekli olarak akan bir kâr transferi söz konusu. Demek ki sanayisizleşme, doğrudan eski tip sanayi işlerinin azalmasını, sendikalaşmanın gerilemesini ve düşük ücret veren hizmet sektörü işlerinin artmasını beraberinde getiriyor. Aynı zamanda, sürekli kâr transferi ise, çok uluslu firmaların ve bunların yöneticilerinden oluşan bir sınıfın giderek daha da zenginleşmesine neden oluyor.

Bu anlamda sanayisizleşme, gelir dağılımının giderek bozulmasını destekleyen bir dinamik olarak görülebilir. Bir diğer sonuç ise, araştırma ve geliştirme ya da dizayn sektörlerinde çalışan beyaz yakalı işçilerin artması. Kısacası sanayisizleşme, bizzat Batılı firmaların 1970’li yılların krizine karşı geliştirdikleri kârlılık stratejisinin yani küresel değer/meta zincirlerinin kurulmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı.

İŞÇİ SINIFININ GERİLEMESİ

Sanayisizleşmenin ikinci boyutu, Batıdaki sınıf mücadelesiyle ilgili. 1960’lı yıllara gelindiğinde pek çok ülkede güçlü sendikalar ve toplumsal gelirden aldığı payı artıran bir işçi sınıfı vardı. Bu dönem, aynı zamanda 1945 sonrasında, İkinci Dünya Savaşı’nın oluşturduğu yıkım sonrasında yeniden yapılanma ve inşa dönemiyle gelen güçlü büyüme zamanlarının da sonuna gelindiği yıllardı.

1970’li yıllarda petrol şokları geldiğinde ve krizin maliyetini kimin ödeyeceği sorusu ortaya çıktığında, kılıçlar çekildi ve emeğin siyasal, toplumsal, ekonomik ve kurumsal gücü sistematik olarak ezilmeye başlandı. Sermayenin bir saldırısı olarak işleyen bu süreç başta Birleşik Krallık ve ABD olmak üzere, pek çok ülkede hayata geçti. Sonuçta, Batıdaki sermayenin işçi sınıfının giderek güçlenmesine karşı bir strateji olarak geliştirdiği sermayenin uluslararasılaşması süreci, kendileri açısından başarılı oldu ve bir iş modeli olarak kârlı bir şekilde sürdü.

JEO-EKONOMİ

Sanayisizleşmenin üçüncü boyutu ise jeo-ekonomik (jeopolitik ilişkilerin ekonomik boyutu). 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ve 2000’li yıllarda Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne dahil olması, son küreselleşme dalgasının zirvesi olarak görülebilir. Bu aşamada çok uluslu firmalar açısından, gerçekten de gümrük duvarlarıyla ve soğuk savaş gibi siyasi sınırlarla bölünmemiş bir dünya pazarı oluşmuştur.

Gümrük vergilerinin sınırlandığı ve serbest ticaretin büyük ölçüde hakim kılındığı bu dönem, aynı zamanda sermaye hareketlerinin de büyük ölçüde serbestleştirildiği ve finansallaşma olarak aldandırılan dinamiklerin de hareket geçtiği bir dönemdi. Bu jeo-ekonomik boyut, bütüncül bir dünya pazarı yarattığı ölçüde Batıdaki sanayisizleşmeyi hızlandırmıştır.

TOPLUMSAL MEŞRUİYET KRİZİ

Yukarıda kısaca özetlediğim üç boyuttan oluşan sanayisizleşme stratejisi, yani 1970’lerin krizine yanıt olarak geliştirilen çözüm, şimdi sorun haline gelmiş durumda. 20. yüzyıldaki temel toplumsal ilişki olan sanayi toplumu ve onun üzerine inşa edilen siyasi ve sosyal kurumlar, sanayisizleşme stratejisiyle birlikte yerle bir olmuştur. Bir başka ifadeyle, ABD’de demokrasiyi koruyacağına umut bağlanan ‘kurumlar’ içi boş bir kabuktan ibarettir. Sanayisizleşme, bir yandan gelir dağılımındaki eşitsizlikleri artırırken, diğer yandan geniş toplum kesimlerinin karar alma mekanizmalarından dışlanmasıyla sonuçlanmış ve sonuçta geniş çaplı bir meşruiyet krizine neden olmuştur.

Batıdaki ana-akım siyasetin (ABD özelinde Demokratlar ya da Avrupa’daki merkez sağ ve sol partiler), bu meşruiyet krizine yanıtları yok. Trump yönetiminin (ve Batıdaki benzerlerinin) dayandığı toplumsal taban, tam da burası. Bu konu anlaşılmadığında ve konu kültür savaşları çerçevesinde tartışıldığında ya da Trump’ın şahsi olarak sınırlı ekonomi bilgisi olduğu, ‘çılgınca’ işler yaptığı ya da ‘ekonominin gerçeklerinden koptuğu’ gibi gerekçelerle tartışıldığında, Trump politikalarının önü daha da açılmış oluyor.

Doç Dr. Ümit AKÇAT-Duvar

Okumaya devam et
Yorum Yazın

Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

EKONOMİ

ASO Başkanı Ardıç: Dayanacak gücümüz kalmadı, yatırımı bırak üretim yapamıyoruz

Ankara Sanayi Odası Başkanı Seyit Ardıç, “Dayanacak gücümüz kalmadı, yüzde 60’ın üstünde faizle yatırımı bırak üretim yapamıyoruz. Sanayiciler yüksek enflasyonun yarattığı çoklu tahribatla ayakta kalmaya çalışıyor. Son 1 ayda yaşanan gelişmeler enflasyon beklentilerini olumsuz etkiledi. Güven algısına zarar verecek gelişmelerin uzağında durmalıyız” dedi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ankara Sanayi Odası’nın (ASO) Meslek Komiteleri Ortak Toplantısı, Muğla’nın Sarıgerme ilçesinde yapıldı. Toplantının açılışında konuşan ASO Başkanı Seyit Ardıç, küresel gelişmeler ve ekonomiye ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Trump’ın yarın ne açıklayacağı konusunda kimsenin bir öngörüde bulunamadığını belirten Seyit Ardıç, dünya ticaretinin çoklu belirsizliklerin olduğu yeni bir döneme girdiğini bildirdi.

Küreselleşmenin yerini farklı kutuplaşmaların aldığını belirten Ardıç, dış ticarette yakın ve dost ülkelerin öne çıkacağını aktardı.

Avrupa ve Çin’e uygulanan yüksek tarifelerin yüzde 10 vergiye tabi Türkiye için avantaj teşkil edebileceğini söyleyen Ardıç, bu avantajın kullanılması için yapılması gerekenler olduğuna değindi.

“Yatırımcılar için uygun iklimi tesis etmeliyiz”

Gündemin ilk sırasında dünya ekonomisinden daha fazla pay alınması ve sürdürülebilir büyümeye odaklanılmasını öneren Seyit Ardıç, “Ekonomide güven algısına zarar verecek her türlü gelişmenin uzağında kalmalıyız, yatırımcılar için uygun iklimi tesis etmeliyiz” dedi.

İtalya’dan, Suudi Arabistan’a kadar uzanan coğrafyada en büyük sanayi üssünün Türkiye olduğunu dile getiren Ardıç, gelişen altyapı ile birlikte ülkemizin yeni üretim üslerinden birisi olma potansiyeli bulunduğunu belirtti.

Potansiyelin iyi kullanılabilmesi için reel sektöre daha fazla ağırlık verilmesini isteyen Ardıç, “Yüksek teknoloji ve katma değerli üretime yoğunlaşmalı, beşerî sermayemizi çok daha verimli kullanmalıyız. Küresel üretim üssü olma hedefi doğrultusunda sektörel ve tematik önceliklendirme yapmalıyız” diye konuştu.

Tarifeler sonrası değişen tedarik zincirinde hangi ülkeye ve sektörlerde yoğunlaşılması gerektiğini ortaya koyan planlar yapılması gerektiğini dile getiren Ardıç, Ankara’da; savunma sanayi, makine, müteahhitlik, medikal ve bilişim gibi sektörlerin ön plana çıkabileceğini aktardı.

Enflasyon görünümünün yavaş da olsa iyileşmeye devam ettiğini bildiren Ardıç, son bir ayda yurt içinde yaşanan gelişmelerin beklentileri olumsuz etkilediğini kaydetti.

“Maalesef yine başa döndük”

Nisan’daki 250 baz puanlık indirim ile politika faizinin yüzde 40’lara ineceğini beklediklerini hatırlatan Seyit Ardıç, “Bugün geldiğimiz nokta gecelik borç verme faizinin yüzde 49 çıkmasıyla, aslında faizlerde 9 puanlık bir artışı ile karşı karşıya kaldık” değerlendirmesinde bulundu.

Dezenflasyon programının 22 aydır devam ettiğini söyleyen Ardıç, sanayicilerin hem yüksek enflasyon hem de bunun yarattığı çoklu tahribatla ayakta kalmaya çalıştığını, tüm umutlarının enflasyonda iyileşmeyle birlikte faizin de makul seviyeye gelmesi olduğunu anlattı ve “Maalesef yine başa döndük” diye konuştu.

Enflasyonla mücadelede kontrolün kaybedilmemesi gerektiğinin altını çizen Ardıç, “Ama artık dayanacak gücümüz de kalmadı. Yüzde 60’ların üzerine çıkan bir kredi maliyeti ile sanayicinin, bırakın yatırım yapmayı, üretimine devam edebilmesi bile mümkün değildir” şeklinde konuştu.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Türkiye’de enflasyon niçin düşmüyor?

Yayınlanma:

|

Yazan:


Türkiye’de Enflasyonun Düşmemesinin Temel Nedenleri:

  1. Para Politikası Geçişkenliği Gecikiyor

    • 2021-2023 arasında çok gevşek para politikası uygulandı.

    • Faizler aşırı düşük tutuldu.

    • O dönem verilen aşırı kredi genişlemesi ve bütçe harcamaları hâlâ enflasyonu yukarı itiyor.

    • 2024’te faizler artırılsa da etkisi gecikmeli görülüyor (en az 12-18 ay sürer).

  2. Maliyet Enflasyonu Çok Yüksek

    • Döviz kuru arttıkça ithalat maliyetleri artıyor.

    • Enerji (doğalgaz, petrol), gıda (buğday, yağ) ve ara mal fiyatları zaten çok yükseldi.

    • Üretim maliyetleri patlayınca fiyatlara yansıyor.

  3. Enflasyon Beklentileri Bozulmuş

    • Şirketler, vatandaşlar ve piyasalar “zaten fiyatlar artacak” diye düşünüyor.

    • Bu da otomatik zam davranışı oluşturuyor (ücretlere, ürünlere, kiralara).

  4. Kamu Zamları ve Vergi Artışları

    • Elektrik, doğalgaz, akaryakıt gibi temel ürünlerde devlet zam yapıyor.

    • Dolaylı vergiler (KDV, ÖTV) artırılıyor.

    • Bu da direkt mal ve hizmet fiyatlarını artırıyor.

  5. Ücret-Fiyat Sarmalı

    • Asgari ücret, memur maaşı artışları çok yüksek yapıldı.

    • İşverenler bu artışı fiyatlara yansıttı.

    • Bu da yeni bir enflasyon dalgası yarattı.

  6. Kur Korumalı Mevduatın Yan Etkileri

    • KKM sistemi için devlet sürekli bütçeden kaynak aktardı.

    • Bu da piyasaya fazla TL sürülmesine yol açtı, talep canlı kaldı.

  7. Talep Hâlâ Canlı

    • İnsanlar ileride fiyatların daha da artacağını düşündüğü için erken alım yapıyor.

    • Ev, araba, beyaz eşya gibi harcamalar öne çekiliyor.

    • Talep canlı kalınca fiyatlar da düşmüyor.

  8. Güven Sorunu ve Dolarizasyon

    • İnsanlar TL’ye güvenmediği için tasarruflarını döviz, altın ve arsa gibi araçlara kaydırıyor.

    • TL kullanım oranı düştükçe fiyat istikrarı da zorlaşıyor.

Kısaca:

Enflasyon Türkiye’de hem geçmiş politikaların etkisiyle hem de şu anki yapısal kırılganlıklar yüzünden bir türlü düşmüyor.
Para politikasının etkisi çok gecikmeli olduğu için en az 2025 ortalarına kadar ciddi bir düşüş beklenmesi zor.

Okumaya devam et

EKONOMİ

KÜRESEL EKONOMİDE DURGUNLUK ENDİŞESİ ARTTI

Yayınlanma:

|

Yazan:

2025 yılında küresel ekonomide bir durgunluk (resesyon) riski ciddi şekilde artmış durumda. Uluslararası kuruluşlar ve önde gelen ekonomistler, özellikle ABD’nin uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri ve artan ticaret savaşları nedeniyle küresel büyüme tahminlerini aşağı yönlü revize ettiler.

Küresel Ekonomik Görünüm

  • IMF, 2025 küresel büyüme tahminini %3,3’ten %2,8’e düşürdü. Bu düşüşün ana nedenleri arasında ABD’nin uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri ve artan ticaret savaşları gösteriliyor.

  • Dünya Bankası, küresel büyümenin 2025-26 döneminde %2,7 seviyesinde kalacağını öngörüyor. Ancak bu düşük büyüme oranının sürdürülebilir kalkınma için yetersiz olabileceği belirtiliyor.

ABD ve Ticaret Politikalarının Etkisi

  • ABD Başkanı Donald Trump’ın 2 Nisan 2025’te duyurduğu “Liberation Day” kapsamında uygulamaya koyduğu yüksek gümrük tarifeleri, küresel ticaret savaşlarını tetikledi. Bu durum, ABD ve dünya genelinde ekonomik belirsizlikleri artırdı.

  • IMF, bu politikaların küresel ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğini ve 2025 için büyüme tahminlerini düşürdüğünü belirtti.

Türkiye’ye Etkisi

  • Türkiye ekonomisi, küresel ticaret gerilimlerinden ve ekonomik yavaşlamadan etkilenebilir. Özellikle ihracat pazarlarındaki daralma ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar, Türkiye’nin ekonomik performansını olumsuz etkileyebilir.

2025 yılında küresel ekonomide bir durgunluk riski artmış durumda. Özellikle ABD’nin ticaret politikaları ve küresel ticaret gerilimleri, ekonomik büyüme üzerinde baskı oluşturuyor. Bu gelişmeler, Türkiye dahil olmak üzere birçok ülkenin ekonomisini etkileyebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.