Connect with us

EKONOMİ

TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar : ‘kuraklıktan etkilenen il sayısı 41’e çıktı’

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Mayıs ayı başında kuraklıktan etkilenen il sayısını 22 olarak açıklamıştık. Mayıs yağışları yetersiz olunca kuraklıktan etkilenen il sayısı 41’e çıktı. Haziran yağışları da yetersiz olursa bu sayı daha da artacak” dedi.

Yayınlanma:

|

-“Mayıs başında 22 olarak tespit edilen kuraklıktan etkilenen il sayısı 41’e çıktı”

-“Mayıs ayında kuraklıktan en fazla zarar gören ürünler arpa, buğday ve kırmızı mercimek oldu”

“Mayıs ayında yeterli yağış alınabilseydi buğday rekoltesi 18 milyon tonun üzerinde, arpa rekoltesi de 7,5 milyon ton civarında olabilirdi”

-“Buğdayda 18 milyon tonun, arpada 7 milyon tonun ve mercimekte ise 250 bin tonun altında bir rekolte tahmin ediliyor”

-“Kuraklıktan zarar gören çiftçilere dekar başına nakdi hibe kuraklık desteği verilmelidir

-“1-2 yıl içinde basınçlı sulama sistemine geçmeyen çiftçi kalmamalıdır”

-“Doğal afetler önemli zararlara neden oldu”

-“Kuraklık, hayvancılıkta yükselen maliyetleri daha da artıracak”

-“Kuraklıktan zarar gören üreticilerden sulama ücreti alınmamalıdır”

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Mayıs ayı başında kuraklıktan etkilenen il sayısını 22 olarak açıklamıştık. Mayıs yağışları yetersiz olunca kuraklıktan etkilenen il sayısı 41’e çıktı. Haziran yağışları da yetersiz olursa bu sayı daha da artacak” dedi.

TZOB Genel Başkanı Bayraktar, 2020-2021 üretim sezonunda kuraklığın ciddi oranlarda baş gösterdiğini vurguladığı “Mayıs 2021 Kuraklık Raporu” açıklamasında, “Kuraklık, üretimi ciddi oranda etkileyen afetlerin başında geliyor. Ne yazık ki pandemiyle mücadele ettiğimiz 2020-2021 yılı üretim sezonunda bir de kuraklığın yol açtığı kayıplarla karşı karşıya kaldık. Bu dönemde çiftçilerimizin yoğun emek vererek ürettikleri ürünler, kuraklıktan büyük zarar gördü. Kayıpların etkisi sürmeye devam ediyor” ifadelerini kullandı.

Bayraktar, TZOB olarak üreticilerin afetlerden en az seviyede etkilenmesi ve kayıpların asgari düzeyde olması için her tarım yılı başında olduğu gibi bu yılın başından itibaren de iklim koşulları ve bitki gelişimlerinin yakından takip edildiğini hatırlatarak, “Ayrıca bölgelerde alan çalışmasını aralıksız sürdüren Ziraat Odalarımızla video konferans yöntemiyle toplantılar yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Toplantılarımız sonucunda alınması gereken tedbirlere yönelik teknik heyetimizin hazırladığı raporları çözüm önerileriyle sürekli kamuoyuyla paylaşıyoruz ve ilgili Bakanlıklara iletiyoruz” dedi.

Kuraklıktan zarar gören çiftçilere dekar başına nakdi hibe kuraklık desteği verilmelidir

“Ülkemizde son yıllarda kış yağışları yetersiz. Bu yılda sezonun başından itibaren ülke genelinde beklenen yağışlar gerçekleşmedi. Bunun sonucunda meteorolojik ve tarımsal kuraklığın yanı sıra bir de hidrolojik kuraklıkla karşı karşıya kaldık” diyen Bayraktar şöyle devam etti:

“Mayıs başında kuraklıktan etkilenen il sayısını 22 olarak açıklamıştık. Mayıs yağışları yetersiz olunca kuraklıktan etkilenen il sayısı 41’e çıktı. Haziran yağışları da yetersiz olursa bu sayı daha da artacak. Yaşanan kuraklık; üretim sezonunda harcanan emeğin, kullanılan tohumun, atılan gübrenin ve ilacın karşılıksız kalmasına neden oldu. Bu durum üretim maliyetlerini de artırdı. Bu sezon maliyetlerin artmasında özellikle gübre fiyatlarında yüzde 90’a varan artışlar da etkili oldu.

Açıklanan buğday, arpa ve mercimek alım fiyatları kuraklık yaşamayan iller için makul seviyede kabul edilebilir ancak kuraklıktan zarar gören illerde yaşanacak verim kayıpları maliyeti daha da artıracak, üreticilerin daha fazla zarara uğramasına neden olacak.

Kuraklıktan zarar gören üreticilerin elinde yeterli ürün olmayacağı için fiyat artışlarından da yeterince faydalanılması mümkün olmayacak. Bu mağduriyetin telafi edilmesi için 2008 yılında olduğu gibi, bu yılda da kuraklıktan zarar gören çiftçilere dekar başına nakdi hibe kuraklık desteği verilmelidir.”

“Doğal afetler önemli zararlara neden oldu”

2010 yılında 556 aşırı hava olayı gerçekleştiğini, 2020 yılında ise bu sayının 984’e yükseldiğine dikkati çeken Bayraktar, şunları söyledi:

“Nisan ve mayıs ayında aşırı sıcak esen rüzgâr, toprak yüzeyini kuruttu ve başta Konya olmak üzere Çankırı, Aksaray, Ankara, Afyonkarahisar, Çorum, Denizli, Nevşehir, Niğde, Kayseri, Kütahya, Eskişehir, Kırıkkale gibi illerde kuraklık zararını artırdı. Bir yandan kuraklık diğer yandan nisan ve mayıs aylarında görülen don olayı hububata ve meyve ağaçlarına zarar verdi.

Ordu ve Giresun’da fındıkta, Aydın’da çilekte, Manisa’da bağlarda, Niğde’de elma, kiraz ve kayısıda, Elazığ ve Malatya’da kayısıda, Afyonkarahisar’da kiraz ve vişnede hasara neden oldu.

Ayrıca Kayseri, Kilis, Tokat, Denizli, Kahramanmaraş ve Sivas’ta meyve ağaçlarında zarar meydana getirdi.

Yine mayısın son haftasında Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve İzmir’in bazı ilçelerinde aşırı yağış, fırtına ve sel balıkçı teknelerini zarara uğrattı ve birçok ürüne zarar verdi.

Üretim döneminin başladığı 1 Ekim 2020–30 Nisan 2021 döneminde yağışlar normale göre yüzde 23,6, geçen yıla oranla ise yüzde 18,6 azaldı. Mayıs ayında da beklenen yağışlar gelmeyince kuraklığın sebep olduğu zarar iyice arttı. Bazı bölgelerimizde haziran ayında yeterli yağış görülmediği takdirde kuraklığın boyutu ciddi oranlara ulaşacak.

Marmara, Karadeniz, Akdeniz Bölgeleri ve Ege Bölgesi’nin birkaç ili hariç, azalan yağışlar özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesi’nin tüm illerinde ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin bazı illerinde kuraklığın boyutunu daha da artırdı.

Mayıs ayında kuraklıktan en fazla zarar gören ürünler arpa, buğday ve kırmızı mercimek oldu. Yeni ekilen mısır, şekerpancarı, patates, nohut, yeşil mercimek, çeltik ve yem bitkileri gibi ürünler de kuraklıktan etkilendi. İkinci ürün ekilişlerinde de sıkıntı olması bekleniyor.

Yine mayıs ayında beklenen yağışların gelmemesi sonucu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Diyarbakır, Batman, Şanlıurfa, Mardin, Kilis, Siirt, Şırnak, Gaziantep illerinde kıraç şartlardaki buğday, arpa ve kırmızı mercimek kuraklıktan ciddi olarak zarar gördü.

Buğday ve arpada ise İç Anadolu Bölgesi’nin Konya, Ankara, Aksaray, Eskişehir, Niğde, Nevşehir, Yozgat, Çankırı, Sivas ve Kırıkkale illerinde, Ege Bölgesi’nin Afyonkarahisar, Kütahya, Uşak, Denizli, Muğla ve Aydın illerinde, Akdeniz Bölgesi’nin Isparta ve Burdur illerinde, Karadeniz Bölgesi’nin Amasya ve Çorum illerinde ciddi oranda rekolte kayıpları yaşandı.”

“Kuraklık ve gıda güvencesi”

“Pandemi sürecini yaşamaya başladığımız 2020 yılından bu yana, gıda güvenliği endişesi, iklim değişikliği gibi nedenlerle ithalatçı ülkelerin fazla alım yapmaları, ihracatçı ülkelerin ise ihracatlarını kısıtlamaları, durdurmaları veya stoklarını artırmak istemeleri gibi nedenlerle talep yönünde sıkıntılar yaşanıyor. Bu durum, dünya fiyatlarında yukarı yönlü bir hareketlenmeye sebep oldu ve olmaya devam ediyor” diye Bayraktar şöyle devam etti:

“Bu yıl buğday, arpa ve mercimekte dünya fiyatları yüksek seyrediyor. Diğer taraftan buğday, kırmızı mercimek, ayçiçeği, soya, mısır gibi ithal etmek zorunda kaldığımız birçok ürün dikkate alındığında uluslararası piyasalarda yaşanan fiyat hareketlerinin ülkemiz piyasalarını doğrudan etkilediğini söyleyebiliriz. Buna kurdaki olası hareketlenme de eklenince ithal ettiğimiz ürünlerin maliyetleri iç piyasa fiyatlarını artıracaktır ve gıda enflasyon riski devam edecektir. Şurası da bir gerçektir ki artan fiyatlardan çoğu zaman yararlanamayan üreticiler, aşırı fiyat dalgalanmalarından da olumsuz etkilenecektir.

“Buğdayda 18 milyon, arpada 7 milyon tonun altında rekolte tahmin ediliyor”

Bayraktar, “Şayet mayıs ayında yeterli yağış alınabilseydi buğday rekoltesi 18 milyon tonun üzerinde, arpa rekoltesi de 7,5 milyon ton civarında olabilirdi” diyerek şöyle devam etti:

“Yeterli yağış gelmediği için rekolte beklentisi de değişti. Buğdayda 18 milyon tonun, arpada 7 milyon tonun ve mercimekte ise 250 bin tonun altında bir rekolte tahmin ediliyor. Özellikle buğday, arpa ve mercimekte nisan ve mayıs yağışları çok etkilidir. Bu nedenle bu ürünlerin üretiminde Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgeleri başta olmak üzere diğer bölgelerde büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Hasat zamanı yaklaşan bölgelerde mayıs ayının sonuna kadar yeterli yağış olmadığı için hububat tarlalarına genellikle biçerdöverler giremedi.

“Sulanabilir alanlardaki kayıplar ve desen değişikliği”

Son yıllarda kış yağışlarının yetersiz olması ve bu yıl da sezonun başından itibaren ülke genelinde beklenen yağışların gelmemesinin, göl ve akarsularda kurumalara yol açtığını belirten Şemsi Bayraktar, “Barajlarda su seviyeleri azaldı, yeraltı su seviyeleri geriledi. Ayrıca zaman zaman içme suyu konusunda da endişeler arttı. Yaşanan verim kayıplarının birçok sonucu var. Barajlardan yeterli su verilememesi nedeniyle, yeterli sulama yapılamayan ürünlerde verim kaybı yaşanıyor” dedi.

Sebze, yem bitkileri ve meyveler de dâhil olmak üzere birçok üründe verim kaybı beklendiğini ifade eden Bayraktar, şunları söyledi:

“Ege Bölgesi’nde pamuk yerine kuru şartlarda üretimi yapılabilen ayçiçeğine yönelme oldu. Su sıkıntısından dolayı yonca, silajlık mısır gibi yem bitkilerinin ekim alanları daraldı. Son zamanlarda taban arazilerde üreticiler, fazla su tüketen ve ekolojisinden uzak yerlerde yetiştirilebilen çok yıllık bitkilere geçmeye başladılar. Bunun önlenmesi için tek yıllık bitkilere verilen desteklerin artırılması gerekiyor.

Önümüzdeki aylarda yağışların yetersiz olması ve sulamanın yeterli düzeyde yapılamamasıyla mısır, pamuk, çeltik, şekerpancarı ve yonca gibi çok su tüketilen ürünlerde sorunlar yaşanacağı tahmin ediliyor.

Aydın’da Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü tarafından ürünlere 2 defa su verilmesiyle ilgili alınan karar; pamuk, yem bitkisi ve meyvelik alanlarda üretim yapan çiftçiler için ciddi sıkıntılara yol açacaktır. DSİ sulama konusunda çiftçilerimize destek olmalıdır.”

“1-2 yıl içinde basınçlı sulama sistemine geçmeyen çiftçi kalmamalıdır”

Kuraklık döneminde bireysel basınçlı sulama sisteminin öneminin bir kez daha anlaşıldığını vurgulayan Bayraktar, “Türkiye’de suyun yüzde 77’sini kullanan tarım sektöründe en kısa zamanda basınçlı sulama sistemine geçilmesi için verilen hibe desteği artırılmalı, 1-2 yıl içinde basınçlı sulama sistemine geçmeyen çiftçi kalmamalıdır. Bireysel basınçlı sulama sistemlerinin desteklenmesinde başvuru süreleri kaldırılmalı ve bu sisteme geçiş için yıl boyunca müracaat edebilme imkânı sağlanmalıdır” dedi.

“Kuraklıktan hayvancılık da zarar görüyor”

Bayraktar, “Kuraklıktan dolayı yem bitkileri ve hububatta yaşanan kayıpların bu ürünlerin fiyatlarının artmasına neden olacağı açıktır. Bu artışlar hayvancılık sektörünü de olumsuz etkileyecektir. Özellikle arpa, hayvancılık için en önemli hububat ürünüdür” diyen Bayraktar, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Saman hayvancılıkta en fazla kullanılan kaba yem kaynağıdır. Hububatta yaşanan kayıp ve bitki boylarının kısa kalması saman arzında sıkıntı yaşanmasına neden olabilecektir. İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde görülen kuraklık bu bölgeden saman temin eden iller için sıkıntı oluşturacaktır. Saman fiyatlarının fahiş oranlarda yükselmemesi için saman arzına yönelik tedbirler alınmalı, özellikle stoklamaya yönelik girişimler önlenmelidir. Hububat yan ürünü olan kepekte de ton fiyatının şimdiden artmaya başladığı görüldüğünden gerekli tedbirlerin biran önce alınması gerekmektedir.”

“Kuraklık, hayvancılıkta yükselen maliyetleri daha da artıracak”

Hayvancılığın en önemli kaliteli kaba yem kaynaklarından birinin de yem bitkileri olduğunu vurgulayan Bayraktar, kuraklığın etkili olduğu illerde bu ürünlerde verimin de olumsuz etkilendiğini söyledi. Bayraktar, şu bilgileri paylaştı:

“Hayvancılığın en önemli kaliteli kaba yem kaynaklarından biri de yem bitkileridir. Kuraklığın etkili olduğu illerde bu ürünlerde verimin de olumsuz etkilendiği görülmektedir. İç Anadolu Bölgesi başta olmak üzere meralarda yağış yetersizliğinden dolayı önemli ölçüde ot kaybı yaşanmış ve bitki boyları çok kısa kalmıştır.

Bu zarar, büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık kadar arıcıları da etkilemektedir. Arıcılarımız mera ve çayırlarda yeterli çiçek olmadığı için mağdur olmaktadır. Kuraklığın hayvancılıkta da yükselen maliyetlerin daha da artmasına neden olabileceği görülmektedir. Üreticilerimizi bu dönemde üretimde tutmak için maliyetleri düşürücü, arz açığı olan ürünlerde arzı dengeleyici, ürün satış fiyatlarının sürdürülebilir olmasını sağlayıcı tedbirler alınmalıdır. Geçimini hayvancılıkla sağlayanlar, yem fiyatlarını karşılayamadıkları için hayvanlarını satarak veya kestirerek sektörden çıkmakta, ahırlar boşalmaktadır.”

“Kuraklıktan etkilenen üreticilerin beklentileri”

TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, kuraklıktan etkilenen üreticilere yönelik alınması gereken tedbir ve talepleri şöyle sıraladı:

“Kuraklıktan zarar gören çiftçilere dekar başına 200 TL nakdi hibe kuraklık desteği verilmelidir.

Üreticilerimizin Tarım Kredi Kooperatifleri, Ziraat Bankası ve özel bankalara olan kredi borçları uzun vadeli ve faizsiz ertelenmelidir.

Kuraklık yaşanan illerde üreticilerimizin elektrik ve sulama maliyetleri artmıştır. Elektrikle sulama yapan çiftçilerimizin borçlarından dolayı elektrikleri kesilmemeli ve sulama ücretleri ile elektrik fiyatlarında indirime gidilmeli, tarımsal abone grubunda elektrikte uygulanmakta olan yüzde 18 KDV yüzde 1’e indirilmelidir.

Kuraklıktan zarar gören çiftçilere hibe tohumluk dağıtımı yapılmalı, fide ve fidan desteği verilmelidir.

Kuraklıktan zarar gören üreticilerden bu yıl için sulama ücreti alınmamalıdır.

Elektrik ve sulama borçları nedeniyle desteklere bloke konulmasına son verilmeli, borçlar uzun vadeli ve faizsiz ertelenmelidir.

Yapılandırılan üretici borçları faizsiz ertelemeye dâhil edilmelidir.

Kuraklık yaşayan çiftçilere faizsiz kredi kullandırılmalıdır.

Gübre başta olmak üzere girdilere verilen destek artırılmalıdır.

2021 yılı destek ödemeleri bir an önce verilerek kuraklıktan zarar gören üreticilere bunların can suyu olması sağlanmalıdır.

Üreticilerimizin BAĞ-KUR prim borçları uzun vadeyle faizsiz ertelenmeli ve yüksek olan BAĞ-KUR primleri düşürülmelidir.

Yüksek olan TARSİM sigorta primleri düşürülmeli, devlet desteği artırılmalıdır.

Hazine arazilerini eken ve Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı olmayan üreticilerinde desteklerden yararlanması sağlanmalıdır.

Yeni gölet, baraj, yeraltı baraj yatırımları artırılmalı ve devam edenler biran önce tamamlanmalıdır.

Kurak şartlara uygun çeşitlerin yaygınlaştırılması daha fazla desteklenmelidir.

Güneydoğu Anadolu Projesi, Konya Ovası Projesi, Doğu Anadolu Projesi gibi büyük sulama yatırımlarını içeren projeler biran önce tamamlanmalıdır.

Acilen eski ve atıl vaziyette olan sulama sistemleri yenilenmeli, kapalı sistemlere geçilmelidir.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

S&P Türkiye’nin kredi notunu yükseltti

Yayınlanma:

|

Yazan:

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi notunu B’den B+’ya yükseltti.

S&P geçen Aralık ayında Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken not görünümünü durağandan pozitife revize etmişti.

Diğer derecelendirme kuruluşu Moody’s Ocak ayında görünümü durağandan pozitife çekmiş, Fitch Ratings ise Mart ayında Türkiye’nin kredi notunu yükseltmişti.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.