“Yeni Ekonomik Model” ile ithalat azalacak, ihracat artacak ve bütçe cari fazla verecekti. “Kur korumalı TL vadeli mevduatla” da döviz kurları yükselmeyecekti. Hesap tutmadı, cari açık rekor kırdı, kurdaki yükseliş sürüyor
Ekonomik kuralların terk edilmesi “Faiz sebep, enflasyon neticedir” sözleriyle başladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu sözleri tekrarlayarak ısrarla faizlerin düşürülmesini istedi.
Güçlü ekonomik yapıya sahip olmayan ülkelerde faiz indirilmesinin döviz kurlarını rekor seviyelere ulaştıracağı uyarılarına rağmen bu slogandan ısrar edildi.
“Faizleri düşürün” talimatını yerine getirmeyen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanları ise görevden alındı.
“Kur korumalı TL vadeli mevduat” ile gizli faiz artırıldı
Görevden alınan başkanların ardından Eylül 2021’den başlayarak arka arkaya faiz indirimi gerçekleştirildi.
Döviz kurlarının yükselişi durdurulamayınca da bu sefer “Yeni Ekonomik Model”e geçildiği belirtilerek “kur korumalı TL vadeli mevduat” adlı bir hesap devreye sokuldu.
Aralık 2021’de hayata geçirilen ve daha sonra detayları açıklanan “kur korumalı TL vadeli mevduat” ile “gizli faiz” artışı yapıldı.
Fakat hükümet yetkilileri bu yeni ekonomik modelle ihracatın artacağı böylelikle bütçenin fazla vererek enflasyonun düşeceğini iddia etti.
Kur korumalı TL vadeli mevduatla döviz kurunda belli bir düşüş sağlandı. Fakat gelinen noktada döviz kuru eğrisi yeniden yukarı doğru seyir izliyor.
Avrupa ülkelerindeki faiz oranlarını gösteren tablo / Fotoğraf: Independent Türkçe
“Kapanacak” denilen cari acık 7 milyar doları geçti
Döviz kuru istenilen noktada durdurulamadığı gibi cari açığın kapatılması da imkansız oldu.
İddia edildiği gibi ihracat rekorlar kırmadı, bütçe de fazla vermedi. Hatta tam tersi bir durum yaşandı.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 2022 Ocak ayı ödemeler dengesi verisini acı gerçeği ortaya koydu.
TCMB verilerine göre cari işlemler açığı, bir önceki yılın aynı ayına göre 5 milyar 336 milyon dolar artarak 7 milyar 112 milyon dolar olarak gerçekleşti.
Bunun sonucunda 12 aylık cari işlemler açığı, 20 milyar 223 milyon doları buldu.
İddiaların aksine cari açık büyüdü. Son ayda cari açık 7 milyar doları geçti
Yüksek faizde Avrupa’nın birincisi Rusya ikincisi Türkiye
Faize gelince 19 olan politika faizi ısrarlı bir şekilde 5 puan düşürüldü. Fakat reel faiz ise sürekli yükseldi.
Türkiye’deki faiz oranının düşürülmeye rağmen oldukça yüksek olduğu bir gerçek. Çünkü gelişmiş ülkelerdeki faiz oranı eski 0,75 ile 6 civarında.
Türkiye gibi bazı ülkelerde faiz oranları çok yüksek. Trading Economics’teki verilere göre son günlerde faizin en fazla yükseldiği ülke ise Rusya.
Savaştan önce politika faizinin 9,5 olduğu Rusya’da, Ukrayna saldırısı sonrası uygulanan ekonomik yaptırımlar nedeniyle faiz oranı 20 oldu.
Faizin en yüksek olduğu ülkeler şunlar:
Ülke
Faiz oranı
Brezilya
10,75
Türkiye
14
Gana
14,05
Sierra Leone
14,25
Haiti
17
İran
18
Rusya
20
Liberya
20
Angola
20
Sudan
21,06
Yemen
27
Arjantin
40
Venezuela
58,35
Zimbabve
60
“Faizin tersi pistir”
Öyle anlaşılıyor ki Türkiye de faiz oranını yükseltmek zorunda kalacak.
Bu konuda görüşleriyle kamuoyunun dikkatini çeken birçok ekonomist arka arkaya sosyal medyada açıklama yapmaya başladı.
Cari açığa dikkati çeken ekonomist Hakan Kara, “Denge hızla bozuluyor, enflasyon beklentisi artıyor ve ekonomi yavaşlıyor” dedi.
“Cari açık ve üretim verisi henüz savaşın etkisini içermiyor” notunu düşmeyi ihmal etmeyen Kara, “Ekonomilerde ender görülen bir durumdur. Bu üç temel göstergeyi birden bozmak özel çaba gerektirir” ifadelerini kullandı.
Mahfi Eğilmez ise sosyal medya hesabında şunları kaydetti:
“Faizi indirince kur yükselecek, kur yükselince cari açık düşecek, cari açık düşünce enflasyon düşecek… derken hepsinin tersi oldu. Derlerdi zaten ‘bu faizin tersi pistir’ diye.”
Döviz kurundaki her yükseliş, Türk vatandaşlarının alım gücünü düşürüyor / Fotoğraf: AA
“Ekonomik göstergeler tehlikeyi gösteriyor”
Eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ufuk Söylemez ise Independent Türkçe’ye ekonomide gelinen süreci anlattı.
Söylemez, daha Rusya-Ukrayna savaşı ortada yokken tamamen dini birtakım gerekçelerle “nas” denilerek ekonominin genel kabul görmüş, kanıtlanmış kurallarına aykırı hareket edildiği için bugünkü tablonun yaşandığını belirtti.
Faizlerin inat ve ısrarla düşürülmesinden kaynaklı yüksek döviz kurunun düşürülmesi için geçmişte denenmiş ve zararlı olduğun kanıtlanmış bir yönteme başvurulduğunu aktaran Söylemez, “Yani mevduat uygulaması, Türk Hazinesi ve Merkez Bankası’nı sınırsız, limitsiz, nerede o duracağı, ne kadar olacağı bilinmeyen büyük bir açık pozisyon riskine sokmuştur” dedi.
Uygulanan ekonomik politikalarla birlikte Rusya-Ukrayna savaşının da Türk ekonomisinin kırılganlığını artırdığını, risk primi olarak ifade edilen CDS’lerin yüzde 90’a çıktığının altını çizen Söylemez, “Ekonomik göstergeler tehlikeyi gözler önüne seriyor. Arka kapı yöntemleriyle rezerv satarak döviz kurlarında tutmaya çalışmaları nafile bir çaba. Dövize yönelik yukarı yönlü baskının bu savaş koşulları nedeniyle biraz daha artacağını ve hazineye ağır bir fatura getireceğini ön görüyorum” diye konuştu.
Eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez / Fotoğarf: Twitter
“3-5 puanlık faiz artırımı kötü gidişatı durdurmaz”
“Türkiye’de politika faizini önemsiz hale getirdik” diyen bir kişiye Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın teslim edilmiş olmasının başlı başına bir “garabet” olduğunu ifade eden Söylemez şu değerlendirmede bulundu:
“Faizi arttırsalar bile aslında bu bir şey ifade etmeyecek. Yani 3-5 puanlık bir faiz artırımı yanlış düzeltmez ve kötü gidişatı durdurmaz. Çarpıcı ve anlamlı bir faiz artırışı ve iyi kurgulanmış detaylı bir istikrar paketi ve inandırıcı kadrolarla belki kötü gidişatın önünü geçilebilir. Beklentilerim olumlu değil.”
“Belki de perşembe günü faiz artırılabilir”
Gelecek Partisi Ekonomi Politikaları Başkanı Kerim Rota’ya göre ise hükümet sonunda faiz artırımına gidecek.
Hatta Rota bunun için bir tarih bile veriyor: 17’sinde Merkez Bankası’nın faiz kararı var. Belki de perşembe günü faizi artırabilirler.
Kur korumalı TL vadeli mevduat ile dövizdeki artışın frenlenmesinin hesaplandığını ifade eden Rota, şunları söyledi:
“Turizm sezonunun gelmesiyle beraber buradan gelecek parayla cari açığın kapanacağı, cari fazlaya geçileceği ve kur istikrarının 2022 boyunca devam edeceği bir plandı. Bu tür masa üstündeki planlar genellikle dış etkiler hesaplanmadan yapılıyor. Ve bunlar acemice yaptı. Muazzam bir dış etki oldu. Böyle olunca da enerji fiyatları, turizmdeki risklerle beraber aslında hükümetin planı suya düştü. Yani bir köprü kurmuştu. O köprü çöktü. Öyle olunca çok önemli bir cari açık riski tekrar karşımızda belirdi.”
“Farkı ödememek için ellerinden gelini yapacaklar”
“Böyle devam ederse klasik politikalara geri dönmek zorunda kalacak iktidar” ifadelerini kullanan Rota, “Faizleri düşürürken çok iddialı ve öz güvenli bir yaklaşım sergilediler. Sonra hesapları alt üst olunca özgüven ortadan kalktı. O yüzden bir faiz artışına gitmek zorunda kalacaklar. Bu mart mı nisan mı yoksa önünüzdeki hafta içinde mi olur göreceğiz” diye konuştu.
Kur korumalı TL mevduat hesabında şimdiye kadar biriken paranın 530 milyar lirayı geçtiğini, hazinenin bu hesaba para yatıranlara hem yüzde 14 faiz hem de böyle devam etmesi halinde ciddi anlamda döviz artışı fark ödemek zorunda olduğunu hatırlatan Kerim Rota, “Bu parayı ödememek için de ellerinden geleni yapacaklar. Faiz arttırmak da bunun bir parçası olabilir. Sabit tutmaya çalışacak yani” diyerek sözlerini tamamladı.
“Nas ne diyorsa o” sözü unutuldu
Banka ve finans uzmanı Prof. Dr. Şenol Babuşcu ise alınan kararları, yapılan hesapların işe yaramadığı görüşünde.
Babuşçu, Türkiye’nin çok ciddi bir şekilde döviz yokluğu sorunu yaşandığını belirtti. Şenol Babuşçu, “Piyasada döviz bulmak zorlaştı, bankalar döviz mevduat faizlerini yüzde 3’e kadar yükseltti” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin en önemli ekonomistleri ekonomik krizin derinleştiğini, enflasyonun sürekli yükseldiğine dikkati çekiyor.
Çeşitli öneriler de bulunan ekonomistlere göre ilk başta büyük bir özgüvenle “faiz sebep, enflasyon neticedir” diyen ardından da sürekli nas vurgusu yapan Erdoğan’ın “Nas ne diyorsan o” çıkışını unutmuş olmasını “manidar” buluyor.
Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.
HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ
Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar. Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.
Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.
Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.
Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.
ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI
1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış
Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.
Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.
Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.
Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.
2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması
Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.
Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.
Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.
JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI
1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar
İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur. Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.
2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur
İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir. Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.
3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski
Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir. Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.
ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?
Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir. Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.
Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.
TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?
Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.
Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.
Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.
Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.
Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.
Asimetrik Bilgi Sorunu:
Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:
Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.
Sonuç Ne Olur?
Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
“Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”
Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?
George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.
Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye
Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.
Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.
Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?
Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.
Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür
Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.
Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?
Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak
Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.
Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.
Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:
Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.
Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.
Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.
Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.
Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:
Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.
Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:
Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmış. Haberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.
Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?
Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.
Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.
2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.
Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.
Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.