Connect with us

GÜNDEM

Depremin ekonomik etkileri: Yıkım, yeniden inşa ve ek vergi

Yayınlanma:

|

Deprem çok büyük acılara yol açtı. Büyük can kaybı, çok sayıda yaralı, yerle bir olan evler, dağılan aileler… İçinde yaşamadıkça tam anlamıyla o acıları kavramak zor.

Deprem nedeniyle ortaya önemli ekonomik yıkım da çıktı. Çok sayıda konut ve işyeri çöktü. Daha fazlası kullanılamaz hale geldi. Bunlara okulları, hastaneleri ve diğer kamu binalarını eklemek gerekir. Altyapı büyük hasar gördü. İşyerlerinde makine ve teçhizat kayıpları oldu. Keza büyük bir işgücü kaybı da yaşandı.

Yıkımı kaldırmanın maliyeti

Bu yazıda bu yıkıma karşı yapılabileceklerin ekonomiye etkilerini ele almak istiyorum. İki temel soru cevap bekliyor. Birincisi, bu büyük hasarı gidermenin bütçeye getireceği yük, Türkiye’nin ekonomisinde önemli sorunlar yaratmadan kaldırabileceği bir yük müdür? İkincisi, büyüme oranımız bu gelişmelerden nasıl etkilenir?

Ancak hemen belirtmem gerekir ki ortada çok fazla belirsizlik var. Bu hasarları gidermenin maliyeti yaklaşık şu kadar olur demek için hem oldukça erken hem de böyle bir kestirim yapmak için konunun uzmanı olmak gerekir.

Yıkılacak bina sayısı için 18 Şubat günü resmi bir açıklama yapıldı. Konuya yakın arkadaşlar, bazı büyük inşaat şirketlerinin bu sayıyı dikkate alarak, o bölgede depreme dayanıklı 105 metrekarelik daireleri içeren sosyal konutlar inşa etmenin maliyetinin 35 milyar doları bulabileceğini hesapladıklarını ilettiler. Bunun üzerine alt yapı, hastaneler, okullar, yollar ve benzerlerinin yeniden inşa edilmesinin maliyetini ekleyin. Deprem yardımlarını, işsizlik ödemelerini da hesaba katın. Çok daha yüksek bir maliyet söz konusu olacaktır.

Tahminlere göre yük hesabı

Bu kadar belirsizlik altında bu maliyeti hesaplamaya soyunmak yerine, ‘tavan’ sayılabilecek bir değer alayım. Türkiye’nin 2022 GSYH’si 850 milyar dolar dolaylarında. Toplam maliyet bunun yüzde 10’u kadar, yani 85 milyar dolar olsun. Bu harcamaların iki yıla eşit yayıldığını ve tümüyle bütçeden finanse edileceğini varsayalım.

Her yıl GSYH’nin yüzde 5’i kadar bir harcamadan söz ediyoruz. Oldukça yüksek bir harcama. Gelin her yıl 0,5 puanlık kısmının vergi artışı ile finanse edileceğini kabul edelim. Geriye kalan harcama tümüyle borçla finanse edileceği için, borç oranı ilk yıl 4,5 ve ikinci yıl da 4,5 puan artacaktır.

Manevra alanı

Her iki soruya sağlıklı bir yanıt verebilmek için, öncelikle krizler nedeniyle ya da Covid pandemisinde olduğu gibi ekonomilerinin büyük ölçüde daraldıkları ve keskin istihdam kayıplarının yaşadıkları dönemlerde, bu gidişatı tersine çevirmek için verdikleri politika tepkilerine odaklanacağım. Politika tepkisinden kasıt şu: Hükümet kamu harcamalarını artırıp vergi oranlarını düşürüyor. Para politikası da gevşetiliyor.

Özellikle maliye politikası alanında yapılanların bütçeye getirdiği bir yük var. Artan bütçe açıkları borçlanmayla finanse ediliyor. Ekonomi bu duruma düşmeden önce kamu borcu ne kadar düşükse maliye politikasını o kadar gevşetmek mümkün oluyor. Zira her ekonomi için kamunun borçlanabileceği bir üst sınır var. Buna ‘borç sınırı’ deniliyor. Buraya yaklaştıkça borçlanma maliyetiniz artıyor ve borç vadeniz kısalıyor. Maliyetin artışı doğrusal da olmuyor; sınıra yaklaştıkça katlanıyor. Dolayısıyla, mevcut kamu borcu-GSYH oranı (borç oranı diyelim) borç sınırından ne kadar uzaksa o kadar rahat oluyorsunuz kamu harcamalarını artırmakta ve vergileri düşürmekte. Kısacası, manevra alanınızın genişliği önemli.

Yeni vergi seçeneği

Deprem için önemli bir fark var. Ülkenin her tarafını ve her kesimini etkilemeyen bir felaket söz konusu. Etkilenen bölgelerde ve kesimlerde vergi indirimleri ve afları yapsanız bile, etkilenmeyenlere yeni vergiler getirerek vergi gelirlerinizi düşürmeme şansınız var.

Dolayısıyla, bu şansınızın olmadığı duruma kıyasla –mesela ekonomide genel bir daralma ya da pandemi nedeniyle ülke genelinde işsizliğin artması ve ekonominin daralması durumu gibi, aynı borç artışı ile daha fazla kamu harcaması yapabilirsiniz. Yeni vergi olarak elbette ilk akla geleni servet vergisi getirilmesi.

Küresel krizde verilen tepki

Küresel finansal krizin ekonomileri tahrip edici etkisi ortaya çıkar çıkmaz çoğu ülke maliye politikasını gevşeteceğini açıkladı. Gelin bizim de içinde bulunduğumuz G20 ülkelerinin 2009’un ilk aylarında yapacaklarını açıkladıkları kamu harcaması artışlarının ve vergi gelirlerindeki azalışların toplamının GSYH’ye oranlarına bakalım. G20nin gelişmiş ülkelerinin 2009 ve 2010 için açıkladıkları önlemlerin GSYH’lerine oranlarının ortalaması yüzde 3,5, yükselen piyasa ekonomilerininki ise yüzde 3,8.

Ancak çok daha yüksek tepki verenler de var. Mesela Kore: Yüzde 8,3; Rusya: yüzde 5,4 ve Güney Afrika: Yüzde 5,1. Bir de ekonomiler daraldığında işsizlik ödemeleri gibi herhangi bir karara gerek kalmadan otomatik olarak devreye giren kamu harcamaları var.

Ortalama değeri, gelişmiş ülkeler için toplam GSYH’lerinin yüzde 8,5’i, yükselen piyasa ekonomileri için ise yüzde 5,6’sı düzeyinde. Ayrıntılar için şu bağlantıdaki IMF raporunun ekler kısmındaki Tablo 2’ye bakılabilir.

Ekonomik kırılganlıklar

Gelişmiş ülkelerin ekonomileri daraldıklarında bu tür bir maliye politikası tepkisi (fiscal stimulus) vermeleri alışılmış bir şey. Ama G20 içinde yer alan yükselen piyasa ekonomilerinden Arjantin, Brezilya, Endonezya, Meksika ve Türkiye gibi ülkeler için her zaman gözlenmeyen bir olgu bu. Bu asimetrinin arkasındaki temel neden de genellikle saydığım ülkelerin ve benzerlerinin içinde bulundukları kırılganlıklar. Mesela yüksek borç oranları ve dolayısıyla borç sınırına yakın olmaları. Oysa 2009 itibariyle bu ülkeler için böyle bir durum yok. Daha ayrıntı isteyenler şu kaynakta sekizinci bölümde yer alan makaleme bakabilirler.

Pandemi sırasında alınacağı açıklanan maliye politikası önlemlerinin GSYH’ye oranları ise çok daha yüksek. İlgili IMF raporu, çoğu gelişmiş ülkede kamu harcamalarındaki artış ile vazgeçilen kamu gelirlerinin toplamının GSYH’ye oranının yüzde 10’dan fazla olduğunu gösteriyor. 2020, 2021 ve sonrası için o sırada açıklanan önlemlerin ortalaması GSYH’nin yüzde 16’sı kadar. Yükselen piyasa ekonomileri için ortalama değer ise yüzde 5 gibi. Bu büyüklüklere kredi garantileri ve benzerleri dahil değil.

Sorun yaratır mı?

Bu çerçevede ele alındığında, evet Türkiye’nin iki yılda GSYH’sinin yüzde 9’u kadar maliye politikası tepkisi vermesi az değil ama ‘uçuk’ bir büyüklük de değil. Üstelik önemli bir avantajımız var: Borç oranımız oldukça düşük. Kamu borcunun GSYH’ye oranı 2022 yılında yüzde 30 düzeyinde. Borç sınırımızın oldukça altında. Sınır, borcun ne kadarının döviz cinsinden olduğu ile de ilgili. Döviz cinsi borcun payının yüksek olması maliye politikasındaki manevra alanını azaltıyor. Ama bir TEPAV çalışmasında da gösterdiğimiz gibi sonuçta toplam borç oranımız düşük.

Dolayısıyla, iki yıl sonunda kamu borcunun yüzde 30’dan yüzde 39’a çıkması normal koşullar altında büyük bir sorun yaratmaz. Ama normal koşullar altında.

İşte temel sorun burada ortaya çıkıyor. Daha önce YetkinReport’ta defalarca dile getirdiğim gibi kırılgan bir ekonomimiz var. Bu kırılganlık sürdürülemez bir ekonomi politikasından kaynaklanıyor. Bu politikanın mutlaka değişmesi gerekiyor. Nasıl yapılabileceği için ayrıntıya girmeme gerek yok ama 2023’teki muhtemel ekonomik gelişmeler ve muhalefetin eoknomi ve finans politikalarını ele aldığım yazılarşu iki yazıda ne tür bir değişiklik gerektiğini yazmıştım. ya bakabilirsiniz. Türkiye, seçim sonrasında ekonomi politikasında ‘makule’ dönerse, deprem yıkıntısını ortadan kaldırmak için gereken bütçe harcamalarını riskini artırmadan yapabilir.

Büyümeye etkisi ne olur?

Bu harcamanın büyümeye etkisi ne olur? Bu soru, yine borç sınırına ne kadar yakın olduğunuz ve ekonominizin içine bulunduğu durum ile ilgili.

Borç sınırına yakınlık açısından durum şu: Mevcut kamu borcu-GSYH oranı borç sınırına yakın bir yerdeyse, kamu borcunu artıracak bir politika riski, faizi ve kuru sıçratacağı için, büyümeyi olumsuz etkiler. Zira iki etki ters yönde çalışır. Kamu harcamalarının artması, iç talebi yükselteceği için büyümeyi artırıcı yönde çalışır. Ama yüksek faiz ve yüksek risk, iç talebin geriye kalan unsurlarını olumsuz etkiler ve büyümeyi aşağıya çeker. Net etki, büyük ihtimalle büyümeyi aşağıya çekici yönde olur. Yukarıda sözünü ettiğim TEPAV çalışması asıl olarak bu sorunu inceliyor. Ancak kamu borcumuzun GSYH’nin yüzde 30’u gibi düşük bir değerde olması, böyle bir tehlike bulunmadığını gösteriyor.

Seçim sonrası “makule dönülmeli”

Ekonomimizin içinde bulunduğu durum açısından ise şöyle. Kamu borcu açısından bir sorun olmasa da, zaten uyguladığınız politika sürdürülebilir değilse, kamu harcamalarında bu büyüklükteki bir artış bu sürdürülemez durumun sona ereceği tarih –ki kestirmek mümkün değildir, öne çeker. Şu anda risk primimiz ve enflasyon çok yüksek. Buna karşın yurtiçi faiz çok düşük. Döviz kuru yukarıya doğru yönelme eğiliminde. Müdahalelerle ve dost/yeni dost ülkelerden sağlanan kaynaklarla bu eğilim kırılmaya çalışılıyor. Önemli bir seçim harcaması yapılmaya başlanmıştı. Büyük merkez bankaları faiz artırma sürecindeler. Bu ortamda maliye politikasının gevşetilmesinin büyümeye olumlu katkı vermesi zor.

Dolayısıyla, yine aynı sonuca ulaşıyoruz. Tekrarlayayım: Türkiye, seçim sonrasında ekonomi politikasında ‘makule’ dönerse, deprem yıkıntısını ortadan kaldırmak için gereken bütçe harcamalarını riskini artırmadan yapabilir.

Merkez Bankası: Bu nasıl bağış?

Bir de not düşmezsem olmaz. Zaten kamu bütçesine gelir olarak aktarılacak ve kamu harcamaları için kullanılacak bir kaynağı, o geliri aktarmakla yükümlü kuruluşun, deprem nedeniyle ‘bağışlıyorum’ demesi kadar garip bir şey olamaz. Mesela TCMB’nin bağışı TCMB kârından yapılıyor. Zaten TCMB o kârı Hazine’ye aktarıyordu. Bu nasıl bir bağış Allah aşkına?

Aynı soru, kamu bankaları ve Hazine’nin (ya da Türkiye Varlık Fonu’nun) ya tümüyle sahip oldukları ya da önemli bir ortağı durumunda bulundukları kamu kuruluşları için de geçerli. Olsa olsa, kâr ettiklerinde zaten Hazine’ye aktaracakları kaynakları önceden aktarmış (yasal dayanağı varsa) olurlar. Bu da, herhalde bağış anlamına gelmez.

Fatih ÖZATAY – yetkinraport

Okumaya devam et

Ali Coşkun

Gayri Resmi İşlemler ve Finansal Tablolara Etkisi: Görünmeyen Riskler

Yayınlanma:

|

Yazan:

Birçok firmada geçmişe kıyasla azalmış olsa da, gayri resmi ticari işlemler hâlâ yaygın şekilde sürmektedir. Özellikle nakit yoğun sektörlerde ve KOBİ ölçeğindeki firmalarda, bu durum daha belirgin şekilde gözlemlenmektedir.

Bu kapsamda yapılan bazı ödemeler banka kanalları yerine doğrudan elden gerçekleştirilmekte; bu da işletmenin resmi mali tablolarını doğrudan olumsuz etkilemektedir.

Gayri resmi ödemelerde kullanılan resmi gelirler, muhasebe sisteminde denge bozulmalarına yol açar. Bu bozulmalar en çok dönen varlık kalemlerinde kendini gösterir:

  • 🧨 Yüksek kasa bakiyeleri

  • 🧨 Ortaklara ait alacak senetleri

  • 🧨 Ortaklardan alacaklar

  • 🧨 İş avanslarında ortaklara ait tutarlar

Bu kalemlerde zamanla meydana gelen olağandışı artışlar, finansal tablo kullanıcıları için önemli risk sinyalleri taşır.

Başlangıçta küçük görünen bu tutarlar, süreç içinde büyüdükçe bilanço üzerinde ciddi baskı yaratır. Bu durum, kredi veren bankaların da dikkatinden kaçmaz.

Bankaların Yaklaşımı

Kredi değerlendirme süreçlerinde bankalar, bu tür şişirilmiş kalemleri tespit eder ve analiz aşamasında bu tutarları mali düzeltmeye tabi tutar. Yani:

Bu bakiyeler, özkaynaklardan düşülerek şirketin gerçek finansal durumu ortaya konur.

Bu düzeltmeler sonucunda:

  • Özkaynaklar ciddi şekilde azalır

  • Borç/özkaynak oranı önemli ölçüde bozulur

  • Finansal kaldıraç artış gösterir

Bazı firmalarda bu tür düzeltmelerin ardından özkaynaklar negatif seviyeye dahi gerileyebilir. Bu da:

  • Yasal olarak kredi kullanımı önünde engel oluşturur

  • Krediye erişimi zorlaştırır, hatta imkânsız hâle getirir

  • Firmanın sektörel itibarı ve ticari ilişkileri üzerinde olumsuz etki yaratır

Kredi Notuna Etkisi

Kredi veren kurumlar tarafından oluşturulan kredi risk puanı (raiting) da bu tabloya göre şekillenir.
Gayri resmi işlemler kaynaklı mali dengesizlikler:

  • Raiting notunun düşmesine

  • Kredi maliyetlerinin artmasına neden olur

Neler Yapılmalı?

Firmaların, özellikle 31 Mart, 30 Haziran, 30 Eylül ve 31 Aralık bilanço tarihlerinde bu tür kalemlerdeki bakiyeleri minimuma indirmesi büyük önem taşır.

Aksi takdirde:

  • Bankalar,

  • Bağımsız denetçiler,

  • Yatırımcılar ve

  • Potansiyel iş ortakları

firmanın güvenilirliğini sorgulamaya başlayabilir.

Kısa Vadeli Kazançlar, Uzun Vadeli Riskler Yaratır

Kısa vadede pratik ve kolay gibi görünen gayri resmi ödemeler, uzun vadede firmaların büyüme kapasitesini, yatırım alabilirliğini ve finansmana erişimini ciddi biçimde sınırlar.

Kurumsallaşmak ve finansal yapısını güçlendirmek isteyen her işletme:

Bu tür uygulamalardan uzak durmalı, mali disiplini ve kurumsal itibarını öncelik haline getirmelidir.

Ali COŞKUN-Finans Danışmanı
0 530 787 84 39
[email protected]

Okumaya devam et

GÜNCEL

ZİHİN SAĞLIĞI KRİZİ KAPIDA!

Yayınlanma:

|

Yazan:

İş Dünyası Ne Kadar Hazır? Türkiye’de durum nasıl?

Günümüz iş dünyası, hızla değişen dinamiklerin ve artan belirsizliklerin ortasında, çalışan esenliği konusunda ciddi bir sınav veriyor. Pandemiyle birlikte önemi daha da anlaşılan çalışan zihin sağlığı, ne yazık ki hala birçok kurum için “ekstra” bir kalem olarak görülüyor. Oysa kapımızda bekleyen zihin sağlığı krizi, sadece bireylerin yaşam kalitesini değil, şirketlerin verimliliğini, bağlılığını ve nihayetinde kârlılığını da doğrudan tehdit ediyor. Peki, şirketler bu kritik dönüşüm için ne kadar hazır?

Sessiz Salgın: Durgunluk ve Görünmeyen Maliyetler

Elkin Consultancy Kurucusu Elif Elkin, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Çalışan esenliği denince genellikle fiziksel sağlığa odaklanılır, ancak buzdağının görünmeyen kısmı çok daha büyük ve yıkıcıdır: languishing (durgunluk) ve presenteeism (işte verimsiz bulunma). Klinik olarak depresyonda olmasalar bile, çalışanların önemli bir bölümü durgunluk haliyle boğuşuyor; motivasyonsuz, enerjisiz ve tükenmiş hissediyorlar. Bu durumdaki çalışanlar fiziksel olarak işte olsalar da, zihinsel olarak bağlantısız, yaratıcılıktan uzak ve düşük verimlilikle çalışıyorlar. Bu “sessiz istifa” hali, şirketlere yüksek görünmeyen maliyetler çıkarıyor; çünkü işgücünüzün tam potansiyelini kullanamadığı her an, kaçırılmış bir fırsat ve doğrudan bir kayıptır.”

Stresin Yıkıcı Etkisi ve Türkiye’nin Gerçekleri

Zihin sağlığının belki de en somut ve yaygın göstergesi olan stresin, iş performansına yönelik en büyük tehditlerden biri olduğuna dikkat çeken Elif Elkin, “Gallup’un Küresel Duygu Durumu araştırması, Türkiye’nin bu konuda çarpıcı bir tablo çizdiğini gösteriyor: Ülkemiz, yüzde 64’lük ‘Önceki gün stresli hissettiniz mi? Evet’ oranıyla dünya sıralamasında Afganistan ve Lübnan’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Aynı araştırmada ‘Önceki gün öfkeli hissettiniz mi?’ sorusuna verilen yanıtlarda da ikinci sıradayız.

Araştırmalarda, kadınların her kategoride erkeklere göre daha fazla stres yaşadığı da dikkat çekici. Bu yüksek stres seviyesi, sadece bireysel tükenmişliğe yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda şirketlerin iş-yaşam dengesini destekleme konusundaki yetersizliğini de ortaya koyuyor. Genç profesyonellerin yalnızca yüzde 32’si, deneyimli profesyonellerin ise yüzde 46’sı şirketlerinin iş ve özel hayat dengesine önem verdiğini belirtiyor. Pazartesi sendromunun ötesine geçen bu durum, çalışanların işe enerjik başlama oranlarındaki ciddi düşüşlerle de kendini gösteriyor” dedi.

Bütünsel Esenliğe Geçiş: Neden Artık Bir Lüks Değil?

Elif Elkin, çalışan esenliği programlarının bir ekstra değil, gereklilik olduğuna da değindi: “Global Wellness Institute’un 2024 raporu, küresel esenlik ekonomisinin 2023’te 6.3 trilyon dolara ulaştığını ve 2028’de 9.0 trilyon dolara yükseleceğini öngörüyor. Bu raporun altını çizdiği gibi, esenlik artık tüketiciler için bir lüks veya isteğe bağlı bir harcama değil, sağlıklı bir yaşam sürdürmek, bağışıklığı güçlendirmek, uzun ömürlülüğü artırmak ve zihinsel dayanıklılığı geliştirmek için temel bir gereklilik haline geldi.

İş yerleri için bu, bütünsel bir esenlik yaklaşımını benimsemek anlamına geliyor. Sadece fizyolojik ihtiyaçlara odaklanmak yeterli değil; zihinsel ve duygusal esenlik (stres yönetimi, psikolojik destek), finansal esenlik (finansal okuryazarlık, ücretlendirme adil politikaları) ve sosyal esenlik (güçlü ekip kültürü, iş-yaşam dengesi, adil yönetim) de bu bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Çalışanlar, hayatlarındaki stres faktörlerinin (finansal kaygılar, ailevi sorunlar, zihinsel yorgunluk) doğrudan iş performanslarını etkilediğinin farkındalar. Dolayısıyla, esenlik programları bir “ekstra” değil, çalışan verimliliğinin ve bağlılığının temelini oluşturan stratejik bir yatırımdır.”

Liderlerin Rolü: Dönüşümün Anahtarı

Zihin sağlığı krizine karşı iş yerlerini hazır hale getirmenin anahtarının, liderlerin proaktif yaklaşımında yattığının altını da çizen Elkin, “Öncelikle, ihtiyaç analizi yaparak çalışanların gerçek sorunlarını ve beklentilerini anlamak gerekiyor. Her şirketin dinamikleri farklıdır ve tek tip çözümler yerine, şirkete özgü, kapsayıcı programlar tasarlanmalıdır.

En kritik adım ise liderlik taahhüdü ve katılımıdır. Esenlik programları sadece İnsan Kaynakları departmanının sorumluluğu olmaktan çıkarılmalı, üst yönetimden başlayarak tüm liderler bu kültürü benimsemeli ve desteklemelidir. Çalışanlar, yöneticilerinin kendilerinin ve ekip üyelerinin zihinsel sağlığına ne kadar değer verdiğini ve bu konuyu ne kadar ciddiye aldığını görmelidir. Liderlerin kendi kırılganlıklarını paylaşması, destekleyici bir dil kullanması ve empati göstermesi, güven ortamının oluşmasında ve çalışanların yardım isteme cesaretini bulmasında hayati önem taşır.

Ayrıca, programların etkisi ölçümlenmeli ve sürekli iyileştirilmelidir. Katılım oranları, devamsızlık verileri, çalışan memnuniyeti anketleri ve hatta sağlık giderlerindeki değişimler gibi metrikler takip edilmeli, geri bildirimlerle programlar dinamik olarak güncellenmelidir. Ölçülemeyen bir şeyi yönetmek mümkün değildir” dedi.

Sonuç: Esenlik Odaklı Bir Gelecek İnşa Etmek

Elif Elkin son olarak, “Zihin sağlığı krizi kapıda değil, zaten içindeyiz” diyerek sözlerini şöyle noktaladı: “Ancak bu kriz, aynı zamanda şirketler için bir dönüşüm fırsatı sunuyor. Çalışanların zihinsel ve bütünsel esenliğine yatırım yapmak, artık sadece insani bir sorumluluk değil, aynı zamanda verimliliği artıran, yetenekleri çeken, mevcut yetenekleri elde tutan ve sürdürülebilir büyümeyi destekleyen akıllı bir iş stratejisidir.

Liderler, bu “kusursuz fırtına” döneminde eski alışkanlıklarından vazgeçme ve ezberleri unutma cesaretini göstererek, krizden bir dönüşüm yaratabilirler. Çalışanlarını sadece birer kaynak değil, potansiyelleri beslenmesi gereken değerli bireyler olarak gören kurumlar, geleceğin rekabetçi iş dünyasında yalnızca ayakta kalmakla kalmayacak, aynı zamanda gelişecektir. Zihin sağlığının önceliklendirildiği, esenlik odaklı bir şirket kültürü inşa etmek, hem insanlar için daha iyi bir dünya hem de işletmeler için daha parlak bir gelecek anlamına geliyor.”

Okumaya devam et

GÜNCEL

Trump: “Çin ile ticaret anlaşması imzaladık, sorada Hindistan var”

ABD Başkanı Donald Trump, Çin ile ticaret anlaşması imzaladıklarını, Hindistan ile de “büyük” bir anlaşma yapabileceklerini söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Trump, Beyaz Saray’da düzenlenen etkinlikte, ekonomiye dair açıklamalarda bulundu.

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’ın ülkelerle ticaret anlaşması yapmak için “fazla mesai” yaptıklarını ifade eden Trump, “herkesin anlaşma yapmak istediğini” dile getirdi.

Trump, birkaç ay önce basının “Gerçekten ilgilenen birileri var mı?” diye sorduğuna işaret ederek, “Daha dün Çin ile imzaladık. Herkesle anlaşma yapmayacağız. Bazılarına sadece bir mektup gönderip ‘Çok teşekkür ederiz, yüzde 25, 35, 45 tarife ödeyeceksiniz.’ diyeceğiz.” ifadesini kullandı.

“Harika” anlaşmalar yaptıklarını belirten Trump, “Belki Hindistan ile çok büyük bir anlaşma yolda. Hindistan’ı açacağız. Çin anlaşmasında ise Çin’i açmaya başlıyoruz. Daha önce asla mümkün olmayan şeyler gerçekleşiyor. Her ülkeyle ilişkimiz çok iyi durumda.” diye konuştu.

Trump, tarifeler sayesinde yapılan yatırımlara ve kurulacak fabrikalara değinerek, çip şirketi Texas Instruments’ın de ABD’de 60 milyar dolar harcayacağını bildirdi.

“Fed’in faiz oranını düşürmesi faydalı olurdu”

Trump, ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell’a yönelik eleştirilerine de devam ederek, “Eğer Fed’de faiz oranlarını biraz düşürecek bir kişi olsaydı, bu faydalı olurdu. Bu adamla mücadele etmemiz gerekiyor, işini yapmıyor.” dedi.

2 puan faiz indirilmesinin 600 milyar dolar tasarruf sağlayacağını öne süren Trump, “Sadece bir kalem darbesiyle, bir cümleyle 1 trilyon dolar tasarruf edebilirsiniz. En yüksek faiz oranlarından birine sahip olmamız utanç verici. En düşük biz olmalıydık.” ifadesini kullandı.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.