AKBANK çalışanlardan hizmetli kadrosunu taşerona devir etmesi, bir çok personeli sendika kapsam dışı yapması sonucu banka içinde yeterli üye sayısını yakalayamadığı için BANKA VE SİGORTACILAR SENDİKASI ( BANKSİS ) banka içinde çalışanları temsil yetkisi kaybetmesi ile sonuçlanmıştı. Sendikanın o dönemdeki çağrılarına rağmen az bir üye farkı ile temsil yetkisi kaybedilmişti.
Yapılan mobbing ve haksızlıklara sessiz kalmayan BANKSİS 2017 yılında 1980 darbesinden sonra ilk defa Bankacılık Sektöründe GREV Kararı almış grev kararı “Bakanlar Kurulu kararı” ile durdurulmuştu. Grev karardan sonra Banka sistematik olarak Sendikayı saf dışı bırakmak için harekete geçmişti.
AKBANK’ın yasal olarak suç olmasına rağmen sistematik sürdürdüğü, mevcut üyeleri sendikadan çıkarılması için personel davalarına da konu olan personele yapılan baskı, “sendikadan ayrılın” telefonları, sendika temsilcilerin işten çıkarılması gibi SENDİKASIZLATIRMA Stratejisinin başarıya ulaşması nedeni ile BANKSİS’in çalışan lehine temsil yetkisinin düşmesi neden olmuş; çalışanları banka karşısında savunmasız hale getirmiş; en son banka bilanço rakamlarının beklenen düzeye ulaşmaması hedeflerin tutmaması gerekçe gösterilerek verilmesi gereken Prim Ödemelerin yapılmayacağı bizzat CEO tarafından çalışanlara iletilirken yıl sonu primler için de son çeyrekteki performansa bakılacağının altı çizilerek personel üstü kapalı tehdit edilmişti. O dönemde bölge bölge dolaşıp müdürler ile yapılan toplantılarda “personeli sendikadan uzaklaştırın, siz işverensiniz; performansı düşük olan alttan %10 personeli her yıl çıkarmak lazım” diyen başarısız KOBİ Grup müdürü tenzili rütbe ile halen bankada İstanbul’da Bölge Müdürü olarak görevine devam ediyor.
Çalışanlar tarafından sık sık ‘sarı sendika’ olmakla itham edilen BANKSİS son toplu iş sözleşmelerinde çalışanlar lehine ciddi kazanımlar elde etmişti. Sendikasız kaldıktan sonra kendilerine yapılan az personel çok iş, keyfi prim vermeme, mesai yaptırılmasına rağmen yokmuş gibi sisteme girmeme, keyfi işten çıkarma, hedefi tutan şube / personelin “dinamik hedefleme” diye sürekli hedeflerinin yükseltilmesi ve başarısız gibi gösterilmesi, bölgelerdeki adam kayırma ve kendi içinde kadrolaşması, personelin sürekli işten çıkarmakla tehdit edilmesi, bölge toplantılarında seviyesiz üslup konuşma tarzı gibi uygulamalar personeli bankadan soğutmuş durumda. Bir çalışan durumu; “akşam sistem kapanırken %95 olan hedef gerçekleşme oranımı sabah açtığımda %60’larda buluyorum, böyle hedeflememi olur” diye özetledi.
Sendikanın saf dışı kalmasından sonra yaşananlar personeli harekete geçirdi. “En kötü sendika sendikasızlıktan iyidir” ilkesinden yola çıka çalışanlar tekrar sendikanın kendilerini temsil etmeleri için harekete geçti ve e-devlet üzerinden sendika üyeliği kampanyaları başlattı. Kampanyaya destek veren BANKSİS de üyelerden aidat almayacağını açıklayarak banka çalışanları üyeliğe teşvik etmiş durumda. BANKSİS’in tekrar çalışanları temsil etme ihtimali üst yönetimi rahatsız ederken; yasal olarak yasak olmasına rağmen bankanın önceden olduğu gibi “personelin sendikaya üye olmaması için baskı yapıp yapmayacağı” ise önümüzdeki günlerde netleşmiş olacak. Banka – Sendika arasındaki temsil mücadeleyi Çalışma Bakanlığı de yakından takip ediyor.
Son yıllarda olduğu gibi 2020 yılında da Şube ve personel başına değerlendirilen bankalar arasında en yüksek karlılığı AKBANK sağlamıştı. Banka Vitrini yazarları rakamlar ile bu durumu ortaya koymuştuk ve her üç ayda bir bu bilgiler güncellenerek kamuoyu ile paylaşılmaya devam ediyor.
Sendika çağrısında belirtilen personel başına karlılıkta haklılık payı var. 2021 ilk yarı AKBANK ile rakip olan büyün bankanın karşılaştırmalı personel ve karlılık ise şu şekilde gerçekleşti.
BANKSİS de çalışanlardaki ‘tekrar örgütlenip sendiamıza sahip çıkalım’ hareketliliğine sessiz kalmayarak sendika üye sayısının artırılması için çağrı yaptı.
BANKSİS tarafındanhttps://www.banksis.org.tr internet adresinden yapılan açık çağrıda aşağıdaki ifadeler yer aldı :
BDDK’nın 2021 yılı verilerine göre, Sektörün ilk 4 Özel Bankası (Akbank, İş Bankası, Garanti, YKB ) arasında İşverene en çok sen kar sağlıyorsun.
BU NEDENLE SUÇLUSUN KARDEŞİM !
Üstelik aynı grup Bankalar arasında Şube başına 2-3-4 kişi daha az personelle başarıyorsun bu işi.
BU NEDENLEDE SUÇLUSUN !
ZİRA BU BAŞARININ BU KARLILIĞI SAĞLAMANIN KARŞILIĞINI PERFORMANS PRİMİN KESİLEREK ÖDEMEKTESİN.
Biliyorsun Kardeşim,
Bir de madalyonun tersi var.
Aynı grup 4 Banka arasında “ÜST YÖNETİCİ ÖDEMELERİ”nde Akbank 1. Sırada bulunuyor. Yani en çok primi sana “Sektörün en iyi Bankacısı sensin” deyip hakkın olan primini kesenler alıyorlar !!
Şube organizasyonlarındaki tutarsızlıklardan, üretim süreçlerindeki başarısızlıklara, giderek yükselen personel karşıtlığına ve çalışan huzursuzluklarının nedeni olanlar,
ULUSLARARASI ÖLÇEKTE BAŞARI PEŞİNDEKİ BU KURUMA 3 GÜN KEPENK KAPATTIRANLAR ödüllendirilirken,
Senin hakettiğin performans primin ödenmiyorsa ,
HERHALDE SEN SUÇLUSUN KIYMETLİ KARDEŞİM !!
Bütün bunların ve yaşadığımız diğer sorunların ÇÖZÜMÜ ;
İşverenle karşılıklı oturup bu sorunları anlatıp çözüm üretecek yetkiye sahip olabilmendir.
Yani SENDİKALI OLMAKTIR.
e-Devlet ‘ te 1 dakikada
BANKSİS’e üye ol.
Hiç kimse bu bilgiye ulaşamaz.
Bugün hiçbir aidat ödemeyeceksin.
Gel SENDİKANIN HER KADEMESİNDE YÖNETİCİ OL.
Daha kötü ve karanlık bir geleceğe karşı, İŞİMİZİ VE EMEĞİMİZİ birlikte savunalım.
Kendinin “Dünyanın en iyi Dijital bankası” olarak lanse eden ve bu yönde ödüller alan banka Temmuz başında iki günden fazla sistem arızası yaşayarak müşterilerine hizmet verememesi bütün imaj çalışmalarını yerle bir etmişti.
Olumsuz imajı yıkmak için Serenay Sarıkaya’ın yeni imaj yüzü olduğu “Haldi şimdi AKBANK” temalı reklamlara başladı. Çalışanlar prim verilmeyeceğini direkt CEO ağzından duyunca; “bizim primler Serenay Sarıkaya’ya gitti” siteminde bulunarak, sosyal medyada “#O BANKA” temalı tepki kampanyası başlattı. Reklamın banka imajını düzeltmeye yetecek mi bilmiyoruz ama bankaları yakından takip eden ekip olarak gördüğümüz, bankanın son yıllarda ciddi kan kaybı yaşadığı ve bu olumsuzluğun bilançolara da yansımış olması ve banka rekabetin gerisinde kalmış duruma düşmesi. Bankanın bu olumsuzluktan çıkması için 3. çeyrekte ilan ettiği “seferberlik” işe yaramadığı prim verilmemesinden anlaşıldı. Prim verilmeyeceğini ifade edin CEO’nun BİZ BİR AİLEYİZ ifadelerinden sonra, “haydi Serenay’ın reklamını izleyelim de pozitif enerjimiz yerine gelsin” söylemi ise personeli gülümsetti. Bankanın yılın son çeyreğinde uygulayacağı AKSİYON Planları ise önümüzdeki gülerde netleşmiş olacak.
Garanti BBVA belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını yeni hedefinin ise 2029 yılının sonuna kadar 3,5 milyar dolar olarak açıkladı.
Garanti BBVA, 2018–2025 dönemi için belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını açıkladı. Bu başarının ardından banka, 2018–2029 yıllarını kapsayan yeni hedefini 3,5 trilyon TL olarak paylaştı.
Garanti BBVA bu taahhütle; iklim değişikliğiyle mücadele, doğal sermayenin korunması, döngüsel ekonomi, sosyal kalkınma ve finansal kapsayıcılık alanlarında güçlü etki yaratmayı amaçlıyor.
Bu rakam, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar arasında en yüksek sürdürülebilir finans taahhüdü oldu.
Garanti BBVA, 2029 yıl sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğini taahhüt ediyor
Garanti BBVA Genel Müdürü Mahmut Akten, bu performansta, sürdürülebilirliği stratejik öncelik haline getirmelerinin önemli bir rol oynadığını vurguladı. Akten, yeşil/sosyal kredilerden çevreci taşıt kredilerine, sürdürülebilir tahvillerden, çevresel ve sosyal yatırımlarda aktif danışmanlık hizmetlerine ve su verimliliğiyle ilgili projelere yönelik “mavi finans” gibi sürdürülebilir finansman ürünü sunduklarını söyledi.
Mahmut Akten, yeni hedefi ise şu sözlerle değerlendirdi: “Şimdi, bu başarıyı daha ileri taşıyarak 2029 yılı sonuna kadar 3,5 trilyon TL’lik sürdürülebilir finansman sağlamayı taahhüt ediyoruz. Bu yeni hedef, yalnızca hacim açısından değil, sürdürülebilir finansman hızımız açısından da çarpıcı bir sıçrama anlamına geliyor. 2025’in ikinci yarısından 2029 sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğiz. Bu taahhüdün büyüklüğü, Türkiye’nin düşük karbonlu ve kapsayıcı bir geleceğe geçişinde Garanti BBVA’nın giderek daha da etkin bir rol üstleneceğini gösteriyor.”
BBVA Grubu’nun küresel taahhüdü 1 trilyon euro
Garanti BBVA’nın ana hissedarı BBVA Grubu, 2018-2025 yılları için ilk etapta 100 milyar euro sürdürülebilir finansman hedefi koymuştu. Hedef önce 300 milyar euroya çıkarıldı ve 2024 yılı sonunda tamamlandı. Grup şimdi, 2025–2029 dönemi için 700 milyar euroluk yeni taahhütle toplam hedefini 1 trilyon euroya yükseltti.
BBVA’da Türkiye’nin Payı yüzde 9’a yükseldi
2025’in ilk dört ayında BBVA Grubu’nun sağladığı toplam sürdürülebilir finansmanın yaklaşık 140 milyar TL’si Garanti BBVA tarafından sağlandı. Bu rakamla Türkiye’nin BBVA Grubu içindeki payı sürdürülebilir finansman rakamların raporlanmaya başlandığı 2018 yıllarındaki yüzde 3 seviyesinden bugün yüzde 9’a yükselmiş durumda.
Türkiye’de reel sektörün finansman ihtiyacını karşılamak için en çok başvurduğu yöntem banka kredileridir. Oysa gelişmiş finansal sistemlerde şirketler, uzun vadeli ve daha uygun maliyetli fon sağlamak için sermaye piyasalarında borçlanma araçlarına, özellikle tahvil ihraçlarına yönelmektedir. Peki Türkiye’de reel sektör neden bu imkândan yeterince yararlanamıyor?
Tahvil İhracının Önündeki Ekonomik Engeller
Tahvil piyasasının gelişmesi; makroekonomik istikrar, faiz oranlarının öngörülebilirliği, düşük enflasyon, istikrarlı döviz kuru, düşük kamu borçlanma ihtiyacı ve yüksek kredi notu gibi birçok değişkene bağlıdır. Ancak:
Türkiye’nin ülke kredi notu düşüktür ve bu doğrudan özel sektörün notunu da sınırlamaktadır.
Yüksek enflasyon ve faiz oranları, borçlanma maliyetlerini tahvil piyasasında da yükseltmektedir.
Kamu kesiminin sürekli yüksek borçlanma ihtiyacı, özel sektörün tahvil ihraçlarını piyasadan dışlama etkisi (crowding out) ile sınırlamaktadır.
Hukuki ve Kurumsal Güven Eksikliği
Sadece ekonomik değil, hukuki ve politik güvensizlik de yabancı ve yerli yatırımcıların özel sektör tahvillerine ilgi göstermemesine yol açıyor. Güçlü bir ikinci el tahvil piyasası oluşmadığı için yatırımcılar uzun vadeli bağlayıcı enstrümanlara mesafeli durmaktadır.
Banka Kredilerine Bağımlılığın Sonuçları
Bu nedenlerle reel sektör, finansmana erişimde tek kanal olarak bankaları kullanmak zorunda kalıyor:
Yüksek maliyetli ve kısa vadeli kaynaklara mahkûm olunuyor.
Kredi sınırlamaları, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işletmeleri zorluyor.
Kredi vadelerinin kısalığı ve esneklik eksikliği, uzun vadeli yatırım planlarını zorlaştırıyor.
Finansman Araçlarında Çeşitlilik Şart
Türkiye’de reel sektörün daha güçlü, sağlıklı ve uzun vadeli kaynaklara erişebilmesi için:
Makroekonomik göstergelerin iyileştirilmesi,
Sermaye piyasalarının derinleştirilmesi,
Hukuki güven ortamının sağlanması,
Tahvil piyasası için ikincil piyasa likiditesinin artırılması büyük önem taşımaktadır.
Bankalar ekonomik sistemin en önemli finansal aktörleri olarak faaliyet gösterir. Her banka özünde kâr amacı güden bir ticari kuruluştur.
Kredi verirken öncelikle kendi risklerini ve menfaatlerini gözetmek zorundadır. Kullandırdıkları kredilerin faiz oranı veya kar payı, komisyon yapısı, vade şartları da bu doğrultuda belirlenmektedir.
Bugün piyasada bileşik faiz oranları TL cinsi kredilerde %60-65, döviz cinsi kredilerde ise %14-16 bandındadır.
Ayrıca bankaların sigorta, dosya masrafı, kredi tahsis ücreti ve banka ürün satışları gibi birçok kalemi kredi paketine dahil ettiği görülüyor.
Yani faiz veya kar payı dışında çok sayıda gizli maliyetle karşı karşıya kalınıyor.
Firmalar bu şartlar altında yalnızca finansmana erişmekle kalmıyor aynı zamanda ağır bir maliyet yükünü de sırtlanıyorlar.
Bankalar, firmalara kredi limitleri oluştururken sektörel karlılık oranlarına azami dikkat ederler. Ancak burada ciddi bir çelişki var. Bankalar kredi tahsisinde sektörün brüt kâr marjlarını esas alırken, mevcut kredi maliyetleri bu oranları çoktan aşmış durumdadır.
Brüt kâr marjı sektörlere göre ortalama %25-30 arasında değişirken, firmalar %65’in üzerinde bileşik faizle TL borçlanıyor.
Bu koşullarda, kâr eden değil borcunu çevirebilen firma başarılı kabul ediliyor. Bu ne finansal sürdürülebilirliğe ne de sağlıklı bir ekonomiye hizmet eder.
Şu an firmalar yalnızca yüksek faizle değil aynı zamanda yüksek enflasyon, düşük iç talep, yüksek maliyetler, düşük kâr, kur baskısı, iç ve dış pazarlardaki daralma, krediye erişim ve jeopolitik risklerle mücadele etmek zorunda kalıyor.
İhracatçı firmalar için döviz kuru reel anlamda destekleyici olmaktan çıkmış, rekabet gücünü zayıflatıcı bir unsura dönüşmüştür.
Bu koşullar altında firmaların ayakta kalması tesadüf değil direnç ve stratejik yönetimin bir sonucudur. Ama bu direncin ne kadar sürdürülebileceği ise meçhuldür.
Bugün konkordato alan, iflas eden şirketlere şaşırmak yerine bu ortamda hâlâ üretmeye, istihdam yaratmaya, ihracat yapmaya devam eden firmalara hayranlık duymalıyız.
Asıl konuşulması gereken, bu firmaların nasıl hayatta kaldığı ve ne tür stratejiler geliştirdiğidir. Zira bu firmalar sadece kendi faaliyetlerini değil aynı zamanda ekonominin can damarlarını da ayakta tutmaktadır.
Enflasyonla mücadele elbette gereklidir.Ancak bunu yaparken reel sektörü göz ardı etmek hastayı tedavi ederken organlarını iflas ettirmek gibidir.
Faiz politikaları ve sıkılaşma adımları kısa vadede enflasyonu aşağı çekebilir ama ardında üretim yapamayan, borç yükü altında ezilen ve finansmana erişemeyen bir özel sektör kalırsa bu başarı neye yarar?
Bugün geldiğimiz noktada reel sektörün sesine daha fazla kulak verilmesi gerekiyor.
Kredi maliyetlerinin düşürülmesi, finansmana erişimin kolaylaştırılması ve firmaların üzerindeki dolaylı maliyetlerin azaltılması şarttır.
Aksi takdirde sadece bugünü değil yarının üretim kapasitesini ve ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atmış oluruz.