Connect with us

EKONOMİ

Borç krizi: Neden ortaya çıktı, bu kez krizi yönetmek niçin zor?

Dünya ekonomisinin gündeminde bir borç krizi riski var. Ancak bu kez ne dünya ekonomisi buna hazır ne de bu krizi yönetmek kolay olacak.

Yayınlanma:

|

Almanya’da yayımlanan “Global Debt Monitor 2022” Asya, Afrika, Latin Amerika ve Doğu Avrupa’da 135 ülkenin borçlarının kritik (kriz sınırına çok yakın) bir düzeyde olduğuna dikkat çekiyor.

Mart ayında Dünya Bankası internet sayfasında bir analiz “gelmekte olan bir borç krizleri dalgasına” karşı uyarıyordu.

Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva, G20 maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının Temmuz toplantısında yaptığı konuşmada “küresel durumun olağan üstü belirsiz olduğuna” işaret ederek, “Dünya Ekonomisine Bakış” (World Economic Outlook) raporu ay sonunda güncellendiğinde 2022 ve 2023 beklentilerinin daha da düşürüleceğini söylüyordu.

Gerçekten de pandeminin dünya ekonomisine ve tedarik zincirleri, enerji, gıda, hammadde fiyatları üzerine getirdiği istikrar bozucu baskılar, ardından da Ukrayna savaşının fiyat artışlarını ve tedarik sıkıntılarını genelleştiren, daha da ağırlaştıran etkileri, gelişmekte olan piyasalarda, özellikle de en yoksul ülkelerde ekonomik sorunları derinleştirmiş, açlık krizleriyle çakışmaya başlayan bir döviz, ödemeler dengesi ve borç krizi ortamı yaratmıştı.

Bu madalyonun öbür yüzünde de ABD ve Avrupa’da pandemi döneminde daha da ilerleyen parasal genişleme, arz sıkıntısı, pandemi geri çekilirken, “kapanma” döneminde bastırılmış talebin yeniden canlanması, enerji ve gıda fiyatlarındaki artışların, ekonomik durgunluk ile birleştirmesiyle şekillenen bir stagflasyon ortamı var.

Merkez bankaları da önceliği enflasyona verince bir parasal daralma ve 1980’lerden bu yana görülmemiş hızda bir faiz artışı süreci başladı.

Faizler artmaya başlayınca üç gelişme özellikle aşırı borçlanmış ülkelerin mali dengelerini hızla bozmaya başladı. Birincisi, uluslararası sermayenin bu ülkelerden çıkarak merkez ülkelere dönme eğilimi ivme kazandı.

Dünya Bankası’na göre, son dört ayda en kritik durumdaki ülkelerden 20.7 milyar dolar net sermaye çıkışı gerçekleşmiş.

İkincisi, faizlerin yükselmesine bağlı olarak borçlanma maliyetleri artıyor. Üçüncüsü, faiz artışları ve sermaye hareketleri dolar ve euronun değerini gelişmekte olan ülkelerin paraları karşısında yükseltiyor, esasında devalüasyona yol açıyor. Böylece bu ülkelerde ithalat maliyetleri artıyor, dolar ve euro cinsinden borçları servis etmek giderek zorlaşıyor.

Şimdi, bir taraftan borç krizi olasılığı, diğer taraftan, yoksulluk ve gıda krizi toplumsal istikrarsızlıkları körüklüyor.  Bu dinamiğin çabuklaştırdığı bir borç krizi etkisiyle Sri Lanka önce temerrüde düştü, ardından ülkenin siyasi yapısı yaygın protesto gösterileri altında çöktü.

Birçok gözlemci Pakistan’da da gelişmelerin benzer bir yönde ilerlediğini düşünüyor.

Borç veren ülkeler ve mali kuruluşların arasında gerçekleşecek bir uluslararası iş birliği ile gelişmekte olan krize karşı önlem alınamazsa Sri Lanka benzeri örneklerin çoğalması kaçınılmaz görünüyor. Ancak Financial Times gazetesindeki bir yorumda vurgulandığı gibi bu kez borç krizi patlak verdiğinde aşılması, 1980’lerdeki ve 1990’lardaki örneklerinden çok daha zor olacak.

ABD ve Avrupa’da kimi analistler bu “zorluğun”, artık “vazgeçilmez ülke” konumundaki Çin’in, en çok borç vermiş ülke olarak tercihlerinden ve politikalarından kaynaklandığını iddia ediyorlar.

çin

Türkiye de kritik eşikte

Bir ülke borç krizine girmeye başladığında parasının hızla değer kaybetmekte, Merkez Bankası rezervlerinin hızla erimekte olduğunu görüyoruz. Bu aşamada, söz konusu ülkenin borçlanma faizi ile ABD, Almanya gibi ülkelerin borçlanma faizleri arasındaki fark (spread) da genellikle 1000 baz puanın üzerine, 5 yıllık CDS primi ise 900 baz puana ulaştı.

Bu noktada ülke IMF veya Paris Club gibi uluslararası kuruluşların finansal desteğini alarak belli koşullarda yeni kaynak bulamaz ya da borçları yeniden yapılandıramazsa dış borçlarında temerrüde düşecek, Sri Lanka örneğinde olduğu gibi ekonomisi belki de siyasi yapısı çökmeye başlayacak.

Global Debt Monitor 2022 araştırmasına göre bugün, “küresel güney” olarak tanımlanan ülkelerden 135 tanesi bu kritik eşiğe ya çok yakın ya da geçmek üzeredir; 39 ülkede durum çok kritik. Türkiye de yukardaki ölçütlerle kritik ülkeler arasında: Hızlı devalüasyona, rezerve erimesine ek, 10 yıllık bonolarda Almanya ve ABD ile spread 1390+bp ve 1560+bp düzeyine gelmiştir, 5 yıllık CDS pirimi 800-900 bp arasında dalgalanmakta.

The Economist dergisinin araştırmasına göre Arjantin, Ukrayna, Tunus, Ghana, Mısır, Kenya, Etyopya, El Salvador, Pakistan, Belarus, Ekvador, Nijerya finansal destek alamazlarsa, alacaklılarla anlaşarak borçlarını yeniden yapılandıramazlarsa temerrüde düşmekten kaçınamayacak.

Krizi yönetmek bu kez daha zor

Bu kez borç krizinin yönetmek 1980’lere ve 1990’lara, 2008-2010 Avrupa Birliği krizlerine kıyasla çok daha zor olacağa benziyor.

Birincisi, bu borç yükünün oluşmasına ve taşınmasına olanak veren ekonomik koşullar, örneğin düşük faizler, kredi bulmayı kolaylaştıran parasal genişleme politikaları artık tersine döndü, faizler daha bir süre artmaya, dolar değerlenmeye, eski borçları çevirmeyi, ya da yenileriyle finanse etmeyi zorlaştırmaya devam edecek.

İkincisi, Ukrayna savaşı henüz bitecek gibi değil. Bu yüzden birçok ülkenin borç yükü, gıda, enerji ve hammadde ithalat fiyatlarındaki artışlara bağlı olarak daha da ağırlaşacak.

Gıda enerji ve borç krizi kesişirken bozulmaya başlayan siyasi istikrar, risk primleri üzerinde olumsuz etki yaparak borçlanma maliyetlerini daha da arttıracak.

Üçüncüsü, her ne kadar en riskli ülkelerin küresel hasıla ve toplam kamu borcu içindeki payı sırasıyla yüzde 5 ve yüzde 3 gibi olsa da, bu ülkeler de 1.4 milyar kişiyle dünya nüfusunun %18’inin yaşıyor olması bu borç krizi sorununu, özellikle küresel finansal sistemde karların düştüğü, kırılganlığın arttığı bir dönemde küreselleştiriyor.

Kısacası bir “domino etkisinin” tümden yok saymak olanaksız.

Dördüncüsü, bu koşullarda IMF, “Paris Club”, G20 grubunun “Common Framework for Debt Treatment” (Borç yönetimi için ortak çerçeve) gibi uluslararası  kuruluşların devreye girerek, borç krizindeki ülkelere finansal destek sağlamaları, borçlarını yeniden yapılandırmalarına yardım etmeleri ve ülkelerin yeniden bir ekonomik toparlanma sürecine girmeleri için  en azından bir yol haritası sunmaları, büyük kreditörlerin (özel sektör ya da devlet) de zararın bir kısmını üstlenmeyi kabul etmeleri gerekiyor.

dolar

Dahası, 2008 finansal krizi sonrası dönemin “yeni vazgeçilmez ülkesi” Çin’in, gelişmekte olan ülkelerde en büyük kreditör olarak, bu süreçlere katılması hatta etkili olmayı kabullenmesi gerekiyor.

Ne yazık uluslararası kuruluşların üye ülkeleri arasında ortak bir tutum alma ve alınan kararları hayata geçirme kapasitesi ve isteği günümüzdeki enflasyon, durgunluk ve geçim sıkıntısı krizleri ortamında çok düşük. Özel sektör kreditörlerinin de yükün bir kısmını üstlenmeyi kabul etmeleri şimdilik beklenmiyor.

Ek olarak, borç krizi içindeki ülkelere finansal yardım sağlansa bile, bu kez siyasi toplumsal bir kriz riskine yol açmadan, ekonomik toparlanma sürecine girmelerine yardımcı olacak bir “yol haritası” kabul edilebilir bir “reformlar” paketi önerisi de ortada yok.

Çin’e gelince, o kendi stratejik vizyonu gereğince Batı’da hazırlanan uluslararası kurtarma paketlerine katılmakta çok isteksiz davranıyor. Çin, müdahalesini, borç verdiği ülkelerle ikili ilişkiler içinde yapmayı, yardım koşullarını kendi ekonomik ve jeopolitik gereksinimlerine öncelik verecek biçimde şekillendirmeyi, bu yardımların koşullarını uluslararası mali kuruluşlara açıklamaktan ısrarla kaçınmayı tercih ediyor.

Kısacası, bu kez borç krizini yönetmek, çözmek ve yerel düzeyde siyasi-toplumsal krizlere yol açmasını önlemek çok zor görünüyor; Uluslararası girift finansal devreler, karmaşık türev piyasaları, bir “domino etkisi” olasılığının yadsınamayacağını düşündürüyor.

bbc

Okumaya devam et

EKONOMİ

HÜRMÜZ BOĞAZI KAPANIRSA NE OLUR?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.

HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ

Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar.
Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.

  • Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.

  • Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.

  • Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.

ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI

1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.

  • Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.

  • Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.

  • Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.

2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması

  • Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.

  • Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.

  • Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.

JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI

1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar

İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur.
Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.

2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur

İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir.
Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.

3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski

Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir.
Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.

Irak Dışişleri Bakanı'ndan “Hürmüz Boğazı kapanırsa küresel enerji  piyasasında kriz çıkar” uyarısı

ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?

  • Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir.
    Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.

  • Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.

TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?

  • Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.

  • Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.

  • Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Limonlar Kredi Aldığında: Asimetrik Bilginin Finansal Sistemdeki Yankısı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.

Asimetrik Bilgi Sorunu:

Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:

  • Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
  • Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
  • Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.

Sonuç Ne Olur?

  • Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
  • Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
  • Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
  • Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
  • “Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”

Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?

George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.

Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye

Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.

Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.

Çalışanlarına maaşlarını ödemeyen firma, kredi kullanıyor.

Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?

Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.

Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür

Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.

Serhat CAN

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.