Connect with us

EKONOMİ

Burak Köylüoğlu: Modern Dünyanın Jeopolitik Fayları

Yayınlanma:

|

Konu jeopolitik olunca şu zamansız sözü her zaman hatırlarım: “Bazı şeyler değişir, ama bazı şeyler hiçbir zaman değişmez!”

Jeopolitik, Aristo’nun öğretilerine kadar dayanan çok eski bir kavramdır. Bu kavram, coğrafyanın etkileri ile ülkelerin politik sistemlerinin, uluslararası güç dengelerini nasıl etkilediğini analiz eder.

Modern zamanlarda jeopolitik yaklaşımı ilk kullanan güç Britanya İmparatorluğu idi. Hatta Britanya İmparatorluğu’nu 19. yüzyılda tek süper güç haline getiren en önemli faktör, imparatorluğun uygulamış olduğu benzersiz jeopolitik strateji idi. Kıta Avrupası’nda tek bir süper gücün (ilk önce Fransa’ya, sonra Rusya’ya ve daha sonra Birleşik Almanya’ya karşı) ortaya çıkmasını engellemek için kurduğu karmaşık ittifak sistemleri ve kolonilerini ve anavatanını muazzam güçte bir donanma ile zahmetsizce koruması sayesinde Britanya İmparatorluğu müthiş bir ekonomik ve politik güce ulaşmıştı. I. ve II. Sanayi Devrimleri, bu müthiş gücü tamamlayan önemli ekonomik atılımlar olmasına rağmen, imparatorluk için her zaman jeopolitik strateji tüm sistemin temeli idi.  

Jeopolitik yaklaşım, Birleşik Almanya’nın da 1871’den sonra hızla ilgi duyduğu bir strateji oldu. İmparatorluk Almanyası’nın “Drang nach Osten” yani “doğuya doğru genişleme” ve yeni sömürge yarışına katılması, I. Dünya Savaşı’nı doğuran politik nedenlerinden biri idi.

1933 yılında Almanya’da iktidarı ele geçiren Naziler jeopolitik konusunda literatüre yeni bir şey katmadı. Uyguladıkları politika; çarpık ideolojilerini, “Drang nach Osten” ile birleştirmelerinden ibaretti.  Almanya’yı asla hazır olmadığı II. Dünya Savaşı’na soktukları zaman, Almanya’nın elindeki tek koz ekonomik ya da askeri gücünün üstünlüğü değil, 1920’lerde, o yıllarda henüz genç bir binbaşı olan Heinz Guderian’ın geliştirmiş olduğu yeni bir askeri doktrin idi: Blitzkrieg yani Yıldırım Savaşı.

Blitzkrieg, Almanya’ya savaşın ilk döneminde, 1939-1941 yıllarında muazzam zaferler kazandırdı. Ama Blitzkrieg, tek başına Almanya’ya topyekûn bir dünya savaşını kazandırabilecek bir sihirli asa değildi. Almanya, Nazilerin berbat ve akıldışı yönetimi altında olmasaydı bile, 1939 yılında bu ölçekte bir savaşı yürütebilecek (bırakınız kazanabilecek) askeri, ekonomik ve sosyal olanaklara sahip değildi. 1941 yılında savaş Sovyetler Birliği’ni ve ABD’yi de kapsar hale gelince, Nazi Almanyası ile Japonya’nın kaderi mühürlenmiş oldu.

II. Dünya Savaşı öncesinde Japon İmparatorluğu’nun jeopolitik stratejisi yoktu. Ülkede iktidara sahip olan kara kuvvetleri kökenli askeri cuntaların tek politikası iyice zayıflamış olan Çin’i dilim dilim kesmekti. Ancak Çin’deki savaş beklendiği gibi gitmeyince ve savaşın etkisi ile Japon ekonomisi rayından çıktığında, askeri cunta Çin’deki savaşı bitirmek yerine gözünü Asya’daki kritik hammadde ve enerji kaynaklarına dikince ABD ile savaş kaçınılmaz hale gelmişti. Japonya’daki askeri cuntanın jeopolitik kavramına bakışı, Japonya’nın milli gelirinin 10 misli kadar büyük bir ülke olan ABD’ye savaş açacak kadar sığdı. Jeopolitik ve yüksek strateji sayılı üstatları arasında yer alan Japon İmparatorluk Donanması komutanı Amiral Isoruku Yamamoto, cuntanın baskısı ile planladığı Pearl Harbor Taarruzunu öncesinde şunu söylemişti: “Savaşın ilk 6 ayı boyunca zaferden zafere koşabiliriz, ama 6 ay sonrasını garanti edemem.”    

Jeopolitik strateji, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünyanın da temelinde yer aldı. Meşhur Amerikan stratejisyeni George F. Kennan ortaya koyduğu “Containment” yani “Çevreleme” stratejisi ile Soğuk Savaş stratejisinin mimarı oldu. Buna göre ortaya çıkan Sovyet tehdidi, karmaşık ve iç içe örülmüş ittifak sistemleri (örneğin NATO, CENTO, SEATO, ANZUS), Sovyet Bloku’nun ekonomik anlamda izole edilmesi, Avrupa’nın savaş sonrası kalkındırılması, nükleer silahların geliştirilmesi ve amansız bir silahlanma yarışı ile kontrol edilebilirdi. Nitekim bu strateji, Henry Kissinger ve Zbigniew Brzezinski gibi isimler tarafından daha da geliştirildi ve 1970-1980’lerde revize edildi. Daha 1970’lerde ABD Vietnam Savaşı gibi bir felakete rağmen, Soğuk Savaşı kazanmış durumdaydı.  

Sovyetler Birliği’nin 1980’leri sonundaki çöküşünün ardında bu büyük stratejinin ekonomik ve sosyal etkisi bulunur.

Yeni Jeopolitik Fay Hatları: Kırım ve Donbas Havzası

Soğuk Savaşın bitişi ve küreselleşme Batı Dünyası’nda müthiş bir illüzyon yarattı. Batı sisteminin tartışılmaz kusursuzluğu ve üstünlüğüne dayanan bu büyük illüzyonun ipuçlarına Samuel Huntington’ın “Clash of Civilizations” ve Francis Fukuyama’nın “End of History and the Last Man” eserlerinde görebiliriz.

II. Dünya Savaşı’nı hukuken, Soğuk Savaşı tamamen bitiren ve Almanya’yı birleştiren “Treaty on the Final Settlement with Respect to Germany” anlaşması imzalanma aşamasında dağılmak üzere olan Sovyetler Birliği’ne son bir jest yapılmış ve bu anlaşma Moskova’da imzalanmıştı. Sovyetler Birliği’ne Almanya’nın birleşmesine hukuken müsaade etmesi için, AB ve NATO’nun Doğu Avrupa’ya doğru genişlemeyeceği sözü de üstü kapalı bir şekilde verildi.

Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması ve Rusya Federasyonu’nun içine düştüğü sıkıntılar fırsat bilindi ve 1999 yılında eski Varşova Paktı üyeleri olan Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan NATO’ya katıldı. Ardından 2004 yılında Bulgaristan, Romanya ile Baltık Ülkeleri NATO’ya katıldı. Diğer bir deyişle NATO sadece 14 yılda Sovyetler Birliği hariç tüm eski Varşova Paktı ülkelerini kabul ettiği gibi eski Sovyetler Birliği’nin parçası olan Litvanya, Estonya ve Latviya’yı da içine kattı. Politik ve ekonomik anlamda ise aynı ülkeler 2004 ve 2007’de AB üyesi oldu.

İroniktir ki 1990-2007 arasında sadece 17 yılda Sovyetler Birliği’nin en büyük ardılı Rusya Federasyonu II. Dünya Savaşı’nın tüm kazanımlarını kaybetmiş oldu. Ruslar için son önemli kale ise, 2014’te Ukrayna’nın Rusya Federasyonu’nun gölgesi altından sıyrılmasını sağlayan politik gelişmeler (2014 Ukrayna Devrimi, Batı literatüründe Revolution of Dignity olarak isimlendirildi) ile düştü.

Rusya Federasyonu’nun reaksiyonu süratli oldu. Stalin’in 1953’deki ölümünden sonra, Ukrayna ile siyasi bağları çok güçlü olan Nikita Kruşçev’in Politbüro’da liderliği ele geçirmesi ile Kırım, Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nden Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne transfer edilmişti. Tabii Sovyetler Birliği’nin hiçbir zaman dağılmayacağı varsayımı ile bu transfer 70 yıl önce daha çok Kruşçev’in Rusya-Ukrayna kaynaşmasını sağlamak amacı ile yapılan bir sembolik jest idi.  

Kırım; Rusya’nın tarih boyunca yükselişini ve düşüşünü sembolize eden kritik bir bölgedir. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı ile Kırım, Osmanlı İmparatorluğu’nun elinden çıkmıştı. Bu dönüm noktası  Çarlık Rusyası’nın müthiş yükselişini başlatırken; Osmanlı İmparatorluğu’nun geri döndürülemez çöküşü de bu tarihte başlamıştı.  

Rusya’nın artan gücüne karşı Britanya İmparatorluğu ve Fransa’nın; Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında Rusya’ya karşı yürüttüğü Kırım Savaşı (1853-1856) ile Kırım zapt edilmiş (ama Sivastapol’deki tersanelerin yıkılması şartı ile Rusya’ya iade edilmişti) ve Rusya Çarlığı’nın kesin düşüşü başlamıştı.

Bu düşüşün sonu, Rusya Çarlığı’nın sona ereceği ve Sovyetler Birliği’nin kurulduğu 1917 Ekim Devrimi olacaktı.

Kırım, Karadeniz’de, Ukrayna ve Güney Rusya üzerinde deniz ve hava hakimiyeti kurmak için hayati önemde bir stratejik noktadır. Almanlar, Kırım’ı II. Dünya Savaşı’nda ele geçirmek için muazzam bir güç tahsis ederek, en yetenekli komutanları olan Erich von Manstein’ı görevlendirmişlerdi.

1942 yazında Sivastopol’ü ele geçiren Almanlar, sürat ile kuzeyde Stalingrad’a, güneyde ise Kafkasya eksenine doğru harekatlarını genişletmiş ama yaptıkları stratejik hatalar ile savaşın yönü Stalingrad’da yaşanan büyük bozgun ile değişmişti. Kırım; 1944 İlkbaharındaki “Kırım Stratejik Taarruzu” ile Sovyetler Birliği tarafından geri alındı. Almanlar bu bölgeyi sadece birkaç ay daha ellerinde tutabilmek için 1944 ilkbaharında bir Alman ve bir de Romen ordusunu harcamıştı.   

2014 yılında Ukrayna’nın Rus kampını terk etmesi sonucu Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesinin jeopolitik nedenleri açıktır. Kırım, Rusya’nın güney kapısı ve Karadeniz’de yer alan bir devasa batmaz uçak gemisi kimliğindedir. Hava savunma sistemleri ile güney ve orta Rusya’nın kalkanıdır. Sivastopol, Rus Karadeniz Donanması için Karadeniz’deki hayati deniz üssüne sahiptir.  

Rusların, “Ukraynalı ayrılıkçılar”’a verdiği destek ile Ukrayna’nın doğusunda yer alan, ağır sanayi ve maden bölgesi olan Donbas Havzası’nı kontrol etmeleri de jeopolitik satranç oyununun bir parçasıdır. Bölgenin ekonomik değeri dışında, bölge Ukrayna’nın Nato’ya katılmaması için Ruslar tarafından bir koz olarak tutulmaktadır.

Rusya’nın açmazı aslında büyüktür. Müthiş büyüklükte bir coğrafyaya ve doğal zenginliklere rağmen, ülke genel ölçeği ile bir türlü tam bir endüstri ülkesi olamamış, ülkenin kayda değer büyüklükteki ağır sanayisi II. Sanayi Devrimi’nin yapısının ötesine geçememiştir.

Ülke ekonomisi temel olarak enerji, emtia ve nispeten düşük katma değerli sanayi ürünleri ihracatı üzerine kuruludur. Kıyaslamak gerekirse; çok daha büyük bir nüfus ve doğal kaynak zenginliğine rağmen Rusya’nın pandemi öncesi GSHY’sı 1.7 trilyon USD olmasına rağmen, Almanya’nın 2019 GSHY’sı 3.85 trilyon USD’dır.

Rusya-Çin yeni ekseninin oluşması tesadüf değil, jeopolitik ve ekonomik nedenlerin bir araya gelmesinden kaynaklıdır. Ekonomi bilimi ve jeopolitik; yapılan hataları acımasızca cezalandırır: Sovyetler Birliği, 75 yıl önce Almanya’yı tek başına endüstriyel çıktı ve GSYH anlamında geçmiş ve rakibini eze eze yenebilmişti. Ancak şimdi ise iki ekonomi arasındaki fark kapatılamayacak kadar açılmıştır.   

Yüz yıllık bir büyük fay hattı: Tayvan ve Güney Çin Denizi   

Çin, Napolyon Savaşları öncesi dünyanın en büyük GSYH’sına sahip idi. Ancak çatırdayan köhne bir ekonomik ve politik sistemi ile Batı’nın sanayi devrimleri ile kat ettiği yol; Çin’i 19. yüzyılda büyük bir güç olmaktan çıkardı.

Çin’in çöküşü Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha hızlı ve derin olmuştur. Afyon Savaşları ve Boxer İsyanı sonunda, Çin daha 20. yüzyılın başında, Türkiye’nin asla kabul etmediği Sevres Anlaşması’nın koşullarına benzer bir duruma katlanmak zorunda bırakmıştı. Boxer İsyanı sırasında, müthiş bir diplomat ve aynı zamanda Çin’in muazzam uygarlığına derin bir saygı duyan İngiliz büyükelçisi Albay Sir Maxwell McDonald, Çin İmparatoriçesi ’ne hitaben şu unutulmaz sözleri söylemişti: “Majesteleri, Çin binlerce yıllık büyük bir uygarlıktır. Lütfen sabrediniz.  Zaman Çin’i yeniden hak ettiği yere getirecektir.”

Bu sözlerin sarf edilmesinden sadece birkaç gün sonra sekiz büyük ülkenin müdahale gücüne karşı, Çin İmparatorluk Ordusu ve Boxer isyancıları müthiş bir mücadeleye girecekti.          

Çin’in en karanlık günleri 1900 yılında değil 1937-1945 yılları arasında Çin-Japonya Savaşı’nda yaşanacaktı. Japonya’nın II. Dünya Savaşı’nı kayıtsız şartsız teslim olarak bitirmesinden sonra devam eden Çin İç Savaşı (1927-1937, 1945-1949) ile ülkenin resmi hükümeti Kuomintag (KMT) kesin bir yenilgiye uğradı.

Kuomintag güçleri milyonlarca asker ve sivil ile beraber, 1949 yılında Tayvan’a geri sığınmıştı. Amerikan donanması sürat ile Formoza Boğazına girerek, Tayvan’ın da komünistlerin eline geçmesini engelledi.

ABD, II Dünya Savaşı sonrasında Almanya meselesinin tersine, Japonya ve Uzakdoğu Asya konusunu tek başına ve müttefiklerine danışmadan ele aldı.

Japonya, Almanya’nın aksine işgal bölgelerine ayrılmadı, tek başına Amerikan askeri yönetimi altında kaldı. Amerikalılar, II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Uzakdoğu Asya’ya Sovyet ordularını davet etmek (Mançurya Stratejik Operasyonu) ve Çin İç Savaşında KMT’ye yeterince destek olmamak ile önemli bir stratejik hata yapmıştı.

Amerikalılar hatalarını telafi etmek için Güney Kore’yi Kore Savaşı’nda kararlılıkla savundu, Japonya’yı bir denge unsuru olarak kullanmak için bu ülkeye 1951 yılında yeniden bağımsızlığını vermeye razı oldu, Vietnam Bağımsızlık Savaşı’nda Fransızlara muazzam bir destek verdi.

Kore Savaşı’nın en civcivli zamanında, Eylül 1951’de imza edilen San Francisco Anlaşması ile Japonya istisnalar hariç tüm deniz aşırı toprak ve haklarından kayıtsız şartsız bir şekilde feragat etti. Japonların hukuken feragat ettikleri bölgelerin arasında Tayvan da vardı. Tayvan’a sıkışmış KMT hükümeti tüm Çin’in resmi hükümeti olarak tanındı ve BM’de 5 daimî üyeden biri sayıldı. Çin Halk Cumhuriyeti (komünistlerin elinde tuttuğu) ve Sovyetler Birliği, San Francisco Anlaşması’nı asla tanımadı. Bu ülkeler savaş halini bitirmek için daha sonra Japonya ile ayrı ayrı anlaşmalar yaptı.

Böylece Japonya’nın kuzeyinden başlayarak, Çin’in güneyine kadar binlerce kilometrelik deniz alanı çözümsüzlükler ve sürtüşmeler merkezi oldu. Stalin’in 1953 yılında ölümünden sonra denklem daha da karıştı. Yeni Sovyet yönetimi ve Çin Halk Cumhuriyet’i ideolojik olarak ayrıştı ve hatta iki ülke arasında 1969 yılında 7 ay boyunca sınır çatışmaları yaşandı. Bu çatışmalar öyle kritik hale geldi ki, Sovyetler nükleer güçlerini kırmızı alarma geçirdi.

1971’de Amerikalılar müthiş bir diplomatik hamle ile Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişki kurarak, aralarındaki savaş durumunu ortadan kaldırdı. Çin Halk Cumhuriyet’i BM’de Çin’i temsil etmeye hak kazandı. Soğuk Savaşın bitmesi ile beraber Çin küresel ekonominin çok önemli bir parçası oldu. Çin’in ucuz iş gücü 30 yıl boyunca küreselleşmenin temel dinamiği oldu. Çin ise sabrının ödülünü aldı: Pandemi öncesinde GSYH’sı 14.5 trilyon USD ile dünyanın 2. büyük ekonomisi haline geldi. ABD’nin pandemi öncesi GSYH’sının 21.5 trilyon USD olduğunu not düşelim.

Çin-ABD ilişkileri 2008 Küresel Ekonomik Krizi sonrasında gerilmeye başladı. Amerikalılar özellikle 2015’ten sonra jeopolitik olarak Çin’i çevrelemeye başladı. Kuzeyde Japonya ve Güney Kore ile başlayan daha sonra Tayvan, Filipinler ve Malezya’dan oluşan kuşak ile devam eden modern bir “cordon de sanitaire” ile Çin’in Pasifik’te çevrelenmesi amaçlandı. Daha güney batıda ise Çin ile sınır meseleleri olan Vietnam ve Hindistan ile kuşağın perçinlenmesi amaçlandı.

Bu kuşağın en önemli payandası, merkezi Japonya’nın Yokosuka üssünde Amerikan 7. Filosu’dur. Bu filo gerektiğinde ABD 3. ve 5. filolarının desteğini alarak  ile Pasifik’te mutlak bir deniz gücü üstünlüğüne sahiptir. Bu müthiş cordon de sanitaire” ‘in gerisinde ise ABD’nin batmaz uçak gemileri olan Hawaii ve Mariana Adaları (Guam, Tinian ve Saipan) ile G. Kore, Japonya ve Avustralya’daki hava üsleri mevcuttur.

ABD’nin temel stratejisinin amacı güçler dengesini korumak ve hayati ticari yollarını korumaktır. Dünya ticaretinin %35’i bu bölgedeki tartışmalı deniz alanlarından geçiyor.

Çin ise Tayvan’ı ayrılıkçı bir bölge olarak görüyor ve eninde sonunda bu bölgenin bir şekilde Çin ile birleşeceğini ifade ediyor. Güney Çin Denizi, Doğu Çin Denizi, Sarı Deniz ve Japon Denizi’ndeki tartışmalı ada, kayacık ve karasuları meselesini ise tatlı sert bir şekilde çözmeye kararlı görünüyor. Çin’in karşı hamlesi, yapay adacıklar kurarak silahlandırmak, bir uçak gemisi görev gücü kurmak ve karadan denize füze teknolojisini geliştirmek şeklinde oldu. Ayrıca Çin; Rus füze ve hava savunma sistemlerine ve teknolojilerine büyük bir ilgi gösteriyor.

Özellikle Güney Çin Denizi ve Tayvan konuları oldukça çetin meseleler olarak görünüyor.

Tayvan’ın bağımsızlığını ilan etmesi karşısında açıkça güç kullanacaklarını ifade ediyorlar. Güney Çin Denizi’nde ise “gunboat diplomacy” ve havada uçakların “it dalaşları” artık olağan haberler halinde. Çin ve Amerikan savaş gemileri metrelerce yaklaşarak adeta savaş oyunları oynuyor.

Pandemi gibi 140 milyon kişinin enfekte olduğu, 3 milyon kişinin hayata veda ettiği bir ortamda bile bu önemli fay hatlarının faal olması çok düşündürücü. Küresel ekonomideki gelişmeleri ve riskleri, bir de jeopolitik kavramında değerlendirmeyi unutmamak gerekiyor.

Bu yazımda 2021’in ikinci yarısında kaleme alacağım “Japonya’nın Gerçek Mucizesi, 1945-1991 yazı dizisinden biraz rol çalmış oldum.

Burak Köylüoğlu

18 Nisan 2021

https://www.stratejivefinans.com/modern-dunyanin-jeopolitik-faylari/

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Garanti BBVA CEO Baştuğ: “Kredi kartlarına sınırlama getirilmeli”

Geçen yıl krediler yüzde 50 artarken, kredi kartlarında bunun üç katına varan artışlar olduğunu dile getiren Garanti BBVA Genel Müdürü Recep Baştuğ, tüketimin sakinleşmesi için kredi kartlarına ilişkin adım atılması gerektiğini söyledi. Yıl sonunda enflasyonun baz etkisiyle yüzde 45’e gerileyeceğini belirten Baştuğ, asıl mücadelenin bundan sonra başlayacağını ifade etti.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ülkedeki en büyük sorunun enflasyon olduğunu söyleyen Garanti BBVA Genel Müdürü Recep Baştuğ, enflasyonun dizginlenmesi ve tüketimin yavaşlaması için kredi kartlarına sınırlama getirilmesi gerektiğini savundu.

Geçen yıl krediler yüzde 50 artarken, kredi kartlarında bunun üç katına varan artışlar olduğuna da değinen Garanti BBVA Genel Müdürü Recep Baştuğ, kredi kartı faizlerinin çok düşük kaldığını ve herkesin bu kanala yüklendiğini söyledi. Bu yıl ise 2023’e göre büyüme hızının yavaşladığını ancak yine de kredi kartlarıyla alakalı büyümenin önüne geçecek bir şeylerin yapılması gerektiğini belirten Baştuğ, “Geçen yılın büyümesi tüketimden geldi. Çılgınca bir tüketim yapıldı. Bunun baskılanması, düşmesi lazım. Ülke olarak tüketimle ilgili olarak sakinleşmemiz lazım, daha az tüketmemiz ve büyümeyi başka kaynaklardan elde etmemiz lazım” dedi.

Parasal sıkılaşma politikaları gereği bireysel kredilerde bankaların yüzde 2 büyüme sınırı olduğunu hatırlatan Baştuğ, “Bankalar bireysel kredilerde bu sınırı aşmaları halinde ciddi cezalar ödüyorlar, bu nedenle de aşmamaya özen gösteriyorlar. Bu yıl kredi talebi artsa bile yükselmiş faizle bu baskılanacaktır bireysel taraf için. Tüzel taraf için de benzer bir dünya var, orada da belli sınırlar var. Ortalama enflasyonun yüzde 54-55 seviyesinde biteceğini düşünürsek onun çok altında bir kredi büyümesiyle yılı tamamlarız diye düşünüyorum. Buradan herkes nasibini alacak. Ama hâlâ kredi kartlarıyla alakalı büyümenin önüne geçecek bir şeylerin yapılması gerektiği düşünüyor ve bekliyoruz” dedi.

“Kredi talebi Döviz cinsine kaydı”

Kurda öngörülebilirlik artınca kredi talebinin döviz cinsinden kredilere doğru kaydığını belirten Recep Baştuğ, “Bu talebin kayma nedenlerinden birisi de TL kredilerdeki yüksek faiz oranları. Türk bankaları döviz cinsinden kredi vermeyi, Türk şirketleri de döviz cinsinden kredi kullanmayı öğrendiler. Şu an verilen kredilerin doğru yerlere gittiğini düşünüyorum. Eskisi gibi kurun artışıyla herhangi bir sıkıntı yaratacak bir durum yok. Banka sermayeleri çok güçlü. Topladığımız para sattığımız paradan daha az. Bu trend devam ederse TL miktarı artacaktır. Bankalar kazandıkları parayla eleştirirler. Bankanın amacı kârı ile sermayesini enflasyona ezdirmemektir. Bankaların üzerindeki yük şu anda kârlılıkta kendini gösteriyor” değerlendirmesini yaptı.

20 milyar dolarlık döviz girişi oldu

Seçimden sonra dışarıdan 20 milyar doları bulan bir döviz girişi olduğunu, bireylerin yatırım tercihlerinde de artan oranda TL’leşme gözlemlediklerini söyleyen Recep Baştuğ, “Şu anda gelen paralar yatırım için gelen paralar değil. Onun biraz daha vakti var. En büyük miktar swapla gelen para, ikinci büyük para Türk eurobondlarına geldi. Sonrasında TL Hazine bonolarına ve Borsaya geldi. Rakam her geçen gün artıyor” dedi.

bloomberght

Okumaya devam et

EKONOMİ

“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek

Yayınlanma:

|

Yazan:

Şimşek’in olmayan programının “kamuda tasarruf” kısmı bu hafta açıklandı. Orta Vadeli Plan gibi bu paket de genel olarak dilek ve temennilerden müteşekkil gözüküyor olsa da kamuda tasarruf paketinin ve genel olarak kamuda tasarruf söyleminin arkasında yatanlara bir göz atıp önümüzdeki dönemde bizi nelerin beklediğine bakmakta fayda var.

1. Kamuda tasarrufla enflasyonun ilgisi ne?

Faiz artışları ve ücretlerin baskılanması gibi kamu harcamalarının azaltılması da yüksek enflasyon oranlarının aşağı çekilmesi için gerekli bir adım olarak sunuluyor. Ancak kamu harcamalarında yapılacak bu tasarrufun enflasyonu hangi kanaldan ve ne kadar düşürmesinin beklendiğine dair somut bir plan ya da açıklama tabii ki sunulmadı.

Standart iktisat teorisine göre, eğer bir ekonomide toplam talep toplam arzın üzerinde seyrediyorsa, bu ekonomide önce girdi fiyatları ardından da mal ve hizmet fiyatları yükselişe geçer. Bu modelin temel varsayımı, ekonominin halihazırda tam istihdamda olduğu ve kapasite kullanım oranının da daha fazla artırılamayacak kadar yüksek olduğudur.

Bu temel varsayım altında kısa vadede üretim artırılamayacağından ötürü, fiyatlardaki artış eğilimini durdurmak için talebin kısılması önerilir. Yüksek faizler, talebi kısmanın bir yöntemidir. Yüksek faizler, krediyi pahalı hale getirerek krediyle yapılan tüketim ve yatırım harcamalarını azaltabilir. Aynı zamanda, bugün tasarruf yapıp yarın daha fazla tüketme imkanı sunarak gelirlerin bir kısmının harcanmamasını sağlayarak da talebi sınırlayabilir. Ekonomideki toplam talebin toplam arzla uyumlu hale gelmesiyle de fiyatların artış eğilimi kontrol altına alınabilir.

Kamu harcamalarını azaltmanın da benzer bir mantığı vardır. Kamu harcamalarını azaltmak, toplam talebi düşüreceğinden ekonomideki “aşırı talebin” dizginlenmesine yardımcı olur ve dolayısıyla da enflasyonu düşürücü bir etkide bulunabilir.

Ekonominin tam istihdamda olmadığı (yani işsizliğin yüksek olduğu) ve şirketlerin üretim kapasitelerinin tamamını kullanmadığı koşullarda “aşırı talep” kaynaklı bir enflasyondan söz etmek mümkün değildir. İthal girdi ve özellikle de ithal enerji kullanımının yüksek olduğu bir ekonomide döviz kurlarının hızla artmasıyla tetiklenen ve yüksek kâr marjlarının sürüklediği bir enflasyondan söz ediyorsak bu basit ilişkinin çalışmayacağı açıktır. Hele ki enflasyon beklentileri kalıcılaşmış, gelir ve varlık eşitsizlikleri artmışken.

En azından kamu harcamalarının ithalat yaratan kısmı azaltılıyor olsaydı Türkiye ekonomisi için döviz açığını azaltacağı için dolaylı olarak enflasyon üzerinde negatif etkide bulunabileceğini söyleyebilirdik. Ancak bu olmadığı gibi kamunun döviz (ve altın) cinsinden iç ve dış borçlanmasına dair bile herhangi bir unsur görünmüyor tasarruf paketinde.

Yüksek faiz, ücretlerin baskılanması ve kamu harcamalarının azaltılması politikalarını enflasyonun düşürülmesi adına savunan iktisatçıların bir düşünce tembelliği içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak mesele bununla sınırlı da değil. Çünkü bu politikaların hem ideolojik bir yanı hem de değer üretimi ve bölüşümü ilişkilerine doğrudan ve dolaylı müdahale eden yanları mevcut.

2. Kamu bütçesi ve vergiler: Yeniden bölüşüm

Kamunun topladığı vergiler ve yaptığı harcamalar, en basit ifadesiyle, ekonomide üretilen toplam değerin bir kısmını yeniden dağıtma işlevine sahiptir. Bu anlamda da hem vergilerin kimden ve ne kadar toplandığı hem de harcamaların hangi alanlara yapıldığı bir toplumun önceliklerini ve o toplumdaki güç dengelerini doğrudan yansıtır.

Dolayısıyla vergilendirme ve harcama kalemlerinde yapılan her değişiklik de aslında öncelikle yeniden bölüşüm ilişkilerine yapılan bir müdahaledir. Ancak, müdahale genellikle sadece yeniden bölüşüm ilişkileriyle kalmaz, doğrudan üretim ve bölüşüm ilişkilerini de etkileyecek ve değiştirecek unsurlar içerebilir.

3. “Kamuda tasarruf”un esas amacı

Kamu harcamalarının kısılması, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin birçoğunun özel sektöre devredilmesi ve kamu varlıklarının özelleştirilmesi 1980’lerden bu yana IMF ve Dünya Bankası programlarının asli bir unsuru olarak karşımıza çıkıyor.

Şimşek’in bu hafta açıkladığı programın da bu bağlamda 3 ana amacı olduğu söylenebilir:

1. Dış sermayeye daha fazla kaynak ayırmak: Daha önce “Şimşek “programı”nın aritmetiği”nde yazdığım gibi içerideki talebi azaltacak her adım dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılabilecek kısmı yükseltmeye yaramaktadır. Çalışanların ve emeklilerin reel gelirlerini düşürmek, onlara yönelik kamu harcamalarını kısmak, onlardan daha fazla vergi almak ve onların borçlanmasını zorlaştırıp daha pahalı hale getirmek bu kesimin elindeki harcanabilir geliri düşürmek suretiyle milli gelirden bu kesime ayrılan payın düşük tutulması, dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılan kısmı artırır. Kemer sıkma politikalarını uluslararası finans için önemli kılan nedenlerin başında bu gelir. Dış sermayeye, bize döviz getirirseniz size yüksek faiz ve kâr payı ödemesi yapacağız ve bu ödemeleri yapabilmek için de kendi çalışanlarımızın boğazından kısacağız mesajı verilir. (1)

2. Krizi fırsata çevirmek: Çalışanların örgütsüz, güçsüz ve dağınık olduğu koşullarda “kamuda tasarruf” ya da “kemer sıkma” politikalarıyla sermayenin çıkarına adımların önü açılır. Ücretleri ve emekli aylıklarını düşürmek, esnek ve güvencesiz çalışmayı yaymak, kamunun sağlaması gereken temel hizmetleri giderek daha fazla özel sektöre devretmek, sosyal yardımları ve kamu hizmetlerini azaltarak çalışanları daha düşük ücretlerde çalışmaya mecbur etmek, kamuya ait varlıkları ucuza özel sektöre devretmek “kamuda tasarruf” paketinin ilerleyen dönemdeki versiyonlarından bekleyebileceğimiz gelişmelerdir. Bu haliyle de Şimşek ve “programı”nın sermayenin tüm kesimlerinin desteğini alması şaşırtıcı değildir. (2)

3. İdeoloji ve algı: Oğuz Oyan’ın oldukça yerinde tespitiyle “yoksullaşan halkın en büyük özveriyi yapması beklenirken iktidarın kamu harcamalarında da bir takım sözde tasarrufları zorunlu oldu. Dolayısıyla bu paket, programın psikolojik ve ideolojik zemininin hazırlanması, geniş halk kesimlerinin kendi aleyhlerine çalışacak bir programa razı edilebilmesi açısından da farz oldu”. (3) Açıklanan tasarruf paketi de “işte iktidar da üzerine düşeni yapıyor” algısının oluşturulması için şimdiden kullanılmaya başlandı bile.

4. Bu daha başlangıç

Aslına bakarsanız, göreve geldikten neredeyse bir sene sonra “kamuda tasarruf” paketini açıklayan Şimşek’in çalışmaya yeni başladığını söyleyebiliriz. Ücretlerin bastırılması, emeklilerin açlığa mahkum edilmesi, kamu çalışanlarının servislerinin, lojmanlarının ellerinden alınması gibi adımların hiçbiri enflasyonu tek haneli rakamlara indirecek adımlar değil.

Enflasyon, TL’nin reel değerlenmesi ve baz etkisiyle biraz inmeye başladığında “program”ın çalıştığı öne sürülecek ve enflasyonu daha fazla indirip ekonomiyi istikrara kavuşturmak için geniş kitlelerden daha fazla fedakarlık istenmekle de kalınmayacak kamunun elinde kalan varlıklar, araziler vs. yerli ve uluslararası sermayeye ucuza devredilecek. Nihayetinde Şimşek ve ekibinin bu konuda 2000’lerden oldukça fazla deneyimi var. Bu paketteki “değerli lojman ve sosyal tesisler”in sermayeye satılması maddesi bunun ilk adımı olarak görülebilir. (4) Benzer şekilde, Varlık Fonu adı altında tamamen denetim dışına çıkarılmış kamu varlıklarının akıbetinin ne olacağını da önümüzdeki dönem bize gösterecek.

5. Sonuç yerine

Esas amaç gerçekten kamuda tasarruf olsaydı yapılacak şeyler belliydi. Örneğin, “Şimşek sadece İstanbul Havalimanı’nın bir yıllık kirasını Cengiz ve Kalyon’dan alabilse, açıkladığı ‘tasarruf paketinin’ hedeflediği rakamın neredeyse yarısı kadar kaynağı bütçeye koyabilirdi.” (5) Ya da şirketlerden toplanmayan, affedilen vergiler, şirketlere tanınan çeşitli muafiyetler ve verilen teşvikler, bütçede artan faiz ödemeleri, kamu-özel işbirliği adı altında sermayenin belli kesimlerine aktarılan kaynaklar, askeri maceralar için harcanan paralar, iktidar sahiplerinin çoklu maaşları, astronomik huzur hakları vs. vs.

Ancak, yine Oyan’ın tespitiyle, kamuda gerçek bir tasarrufun ucu “sermayeye ve yolsuzluk ekonomisine dokunacağı için yasak alandır. Her durumda Şimşek’in boyunu ve meşrebini aşar.” (3)

Bu şekilde değerlendirildiğinde “kamuda tasarruf”un Şimşek “programı”nın iki hedefiyle de gayet uyumlu olduğu görülmekte. Tekrar hatırlatmak gerekirse bu iki hedef, Türkiye ekonomisinin kronik döviz açığı sorununu bir süreliğine de olsa gidermek ve Nebati programının emeğe saldırısının sonuçlarını kalıcılaştırıp daha öteye götürmek olarak belirlenmiş durumda.

Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, karşı karşıya bulunduğumuz program, nihayetinde, ülke kaynaklarının bir avuç finansal spekülatöre aktarılması ve ülkenin ücretli çalışanlar ve emekliler için bir cehenneme çevrilmesi programıdır.

Özgür Orhangaziozgurorhangazi.com

Notlar:

(1) Şimşek “program”nın aritmetiği

(2) https://www.gazeteduvar.com.tr/is-dunyasindan-kamuda-tasarruf-paketine-destek-haber-1691071

(3) https://haber.sol.org.tr/yazar/tasarruf-mu-dediniz-393343

(4) Özelleştirme İdaresi’nin Urla’daki taşınmaz ihalesi için hazırladığı reklam filmi, belki de önümüzdeki dönemde göreceklerimizin bir fragmanı olabilir: https://twitter.com/bahadir_ozgr/status/1790043345818968518

(5) https://www.gazeteduvar.com.tr/simsek-once-kalyon-ve-cengizden-milyar-euroluk-kirayi-alsin-makale-1691043

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

GARANTİ BBVA TÜRKİYE RAPORU

Yayınlanma:

|

Yazan:

TCMB ihtiyaç duyulduğu sürece sıkılığın korunacağı, yeni mali tedbirler ise politika bileşiminin daha koordineli olacağına işaret etmektedir. Politikaların gecikmeli etkisi göz önüne alındığında, hala sağlam olan tüketimi kontrol altına almak için ek makro ihtiyati önlemlere ihtiyaç duyulacağına inanıyoruz.

Önemli noktalar

  • TCMB, yılın ikinci enflasyon raporunda 2024 yılı ara enflasyon hedefini 2 puan yukarı yönlü revize ederek yüzde 38’e yükseltmiş, öngörülen aralığın üst sınırını değiştirmeyerek yüzde 42’de tutmuştur. Yılın ilk dört ayında enflasyonun beklenenden 4 puan daha güçlü gelmesi, Mart ayındaki ilave sıkılaştırma ile sapmayı telafi edemeyecekleri için bu revizyonu yapmalarına neden oldu.
  • TCMB, sıkılaştırmanın talep koşulları ve enflasyon beklentileri ve dolayısıyla enflasyon eğilimi üzerindeki gecikmeli etkilerini gözlemlemek istemektedir. Enflasyon eğiliminde belirgin bir bozulma olması durumunda ilave sıkılaştırma uygulanacağının sinyallerini vermeye devam etmektedirler.
  • İç talep, yüksek enflasyon beklentileri, servet etkileri ve kredi kartı harcamalarının kullanılabilirliği ile desteklenmeye devam etmektedir. Parasal aktarım mekanizmasını güçlendirmek amacıyla mevcut düzenlemeleri gevşetmek için sürdürülebilir bir yol başlatmak için finansal koşulların daha uzun süre sıkı tutulmasına ihtiyaç duyulacaktır.
  • En son açıklanan mali paket, 2024’te GSYİH’nın %0,2-0,3’ü civarında tasarruf anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde yeni tedbirler de alınacak ve bunların birçoğu orta vadede etkili olacaktır.
  • Enflasyon eğilimi, daha koordineli bir politika bileşimi ile yıl sonu enflasyonunun TCMB tahmin aralığının üst sınırı olan %42’nin altına düşecek bir düzeye yükselmesi durumunda, 4Ç24’te çok kademeli adımlarla gevşemeye başlamak için sınırlı bir alan olabilir. Ancak, gecikmeli mali etkiler ve perakendeci harcamaları üzerindeki makro ihtiyati politikalar, daha erken bir kesinti döngüsü olasılığını azaltıyor.

Raporun tam hali için:

https://www.bbvaresearch.com/wp-content/uploads/2024/05/Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24.pdf

Raporun tamamını okumak için buraya tıklayın

Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24

 

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.