Fitch Türkiye Analisti Erich Arispe, DÜNYA’ya yaptığı değerlendirmede; artan enflasyona rağmen siyasi kaygıların faiz artırma kabiliyetini sınırladığını belirterek “Dış kırılganlıklar ve risklere rağmen seçim döneminin yakınlığı nedeniyle benzer kaygılarla daha fazla parasal gevşeme dikte edilmesi önemli bir risk” dedi.
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in Global Başekonomisti Brian Coulton ile Fitch Ratings Direktörü ve Türkiye analisti Erich Arispe, DÜNYA’ya özel açıklamalarda bulundu.
Brian Coulton dünyada tedarik tarafında devam eden gelişmeler ve imalat yatırımlarının artmasıyla birlikte 2022’nin başlarında fiyatların istikrar kazanmaya başlayabileceğini; küresel enerji fiyatları son dönemde görülen oranlarda artmaya devam etmezse, enerjinin TÜFE üzerindeki etkisinin de 2022’de azalmaya başlayacağını söyledi. Stagflasyonun küresel ekonomide bu yıl olanları tanımlamak için doğru kelime olmadığını belirten Coulton, küresel büyümenin aslında çok güçlü olduğuna dikkat çekti.
Erich Arispe de Türkiye’de yüksek enerji fiyatlarının artan enflasyonun esas nedeni olmasa da, katkıda bulunan bir faktör olabileceğini, küresel düzeyde emtia fiyatları artmadan önce de Türkiye’nin enflasyonla mücadele ettiğini (2020 sonunda yıllık yüzde 14,5) söyledi. Arispe Türkiye’nin kırılganlıklarının; zayıflayan dış tamponlar, FX swaplarına daha fazla ihtiyaç duyulması, yüksek dolarizasyon ve daha zorlu hale gelen dış ortam nedeniyle yüksek olduğuna dikkat çekti.
Güvenin zayıflaması ve dolarizasyonun hızlanması durumunda bu kırılganlıkların yoğunlaşacağını vurgulayan Arispe, “Siyasi kaygıların, artan enflasyon ve bozulan beklentilere rağmen merkez bankasının politika faizini tekrar yükseltme kabiliyetini sınırladığı görüldü. Benzer siyasi kaygılar nedeniyle, makroekonomik istikrarsızlık riskine ve dış kırılganlıklara rağmen, 2023 seçim döngüsünün yakınlığı nedeniyle daha fazla parasal gevşemeye gidilmesi önemli bir risktir. Bize göre erken gidilen gevşeme, para politikasına duyulan güvenin zayıflığını gösterirken, enflasyonla mücadele zorluklarını da artıracaktır” dedi.
Tüm dünyada artan enflasyon oranları yüksek seyrini sizce ne kadar sürdürecek?
Brian Coulton: Son aylarda enerji maliyetlerinde gözlenen yükseliş, nisandan bu yana tüketici fiyatlarından kaynaklanan küresel enflasyonist baskının artmasına neden oluyor. Fiyat artışları daha çok ABD’de konuşulsa da dünyanın her yerinde hissediliyor. Tipik bir ‘tedarik zinciri’ sorunu olarak tanımlansa da artışların katalizörü aslında pandemi sonrası toparlanmada talepteki olağanüstü yükseliş. Dayanıklı tüketim malları talebi, mali teşviklerin azalması ve yeniden açılmalarla tüketicilerin hizmet tüketimine geri dönmeleriyle yavaşlamış durumda. Tedarik tarafında devam eden gelişmeler ve imalat yatırımlarının artmasıyla birlikte, 2022’nin başlarında fiyatlar istikrar kazanmaya başlayabilir. Enerji fiyatları son dönemde görülen oranlarda artmaya devam etmezse, enerjinin TÜFE üzerindeki etkisi de 2022’de azalmaya başlayacaktır.
Artan enerji maliyetlerinin enflasyon üzerinde ne gibi etkileri olacak?
Erich Arispe: Gelişmekte olan ülkelerdeki merkez bankaları, artan gıda ve enerji fiyatlarından kaynaklanan baskılar ve küresel tedarik zincirlerindeki aksamalar karşısında politika duruşlarını önemli ölçüde sıkılaştırdı. Bu faktörlerin bazılarının geçici olması beklense de, politika yapıcılar, örneğin daha yüksek ücret artışlarından kaynaklanabilecek enflasyon beklentileri ve ikincil etkilere ilişkin riskleri azaltmak istiyor. Türkiye için, yüksek enerji fiyatları artan enflasyona katkıda bulunan bir faktör olabilir, ancak esas neden değildir. Enflasyon, para politikasına duyulan güvenin güçlü olmayışı, kredi teşviklerinin etkisi ve TL’nin sürekli değer kaybetmesiyle 2016 başından bu yana %13,2 gibi bir ortalamayla yüksek seviyelerde yer alıyor. Türkiye, küresel düzeyde emtia fiyatları artmadan önce de yüksek enflasyonla mücadele ediyordu (2020 sonunda yıllık %14.5).
Son gelişmeler sizin enflasyon beklentinizde değişikliğe neden oldu mu?
Erich Arispe: Yüksek enerji fiyatları, güçlü iç talep ve liradaki değer kaybıyla birlikte Türkiye’nin bu yılki enflasyon dinamikleri arasında yer alıyor. Eylül’de yıllık enflasyonun 2021 sonu itibarıyla %17,3’e düşmesini bekliyorduk. Ancak temel senaryomuz para biriminde kayıplara ve enflasyon beklentilerinde bozulmaya yol açan erken politika gevşemesini hesaba katmadığı için, tahminimizi aralık ayında yukarı yönlü revize edeceğiz. Zira TCMB’nin kendisi de son enflasyon raporunda Temmuz’da %14,1 olan yıl sonu tahminini %18,4’e revize etti.
Fitch Ratings Türkiye Analisti Erich Arispe
“Erken gevşeme enflasyonu kontrol altına almayı zorlaştıracak”
TCMB’nin son faiz kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz, ne gibi etkileri olacak?
Erich Arispe: Bize göre, para politikasında gidilen erken gevşeme enflasyonu kontrol altına almayı zorlaştıracak. Alınan kararlar para politikasının kredibilitesinin zayıflığını ortaya koyuyor. Karar ayrıca, Türkiye’nin uluslararası rezerv pozisyonunda son dönemde görülen kısmi toparlanmaya zarar verme riskini de taşıyor. Artan enflasyona rağmen siyasi kaygıların, Mart 2021’de %19’a yükseltilen politika faizinde tekrar artırıma gitme kabiliyetini sınırladığı görüldü.
Bir diğer önemli risk ise, dış kaynaklı kırılganlıklar ve makroekonomik istikrarsızlık risklerine rağmen ve 2023 seçim döneminin yakınlığı nedeniyle benzer kaygılarla büyümeyi desteklemek için daha fazla parasal gevşemenin dikte edilmesidir. Zayıflayan dış tamponlar, FX swaplarına daha fazla ihtiyaç duyulması, yüksek dolarizasyon ve (yüksek enerji fiyatları ve gelişmiş ekonomilerin para politikası duruşlarının daha az destekleyici hale geleceği yönündeki yönlendirmelerden kaynaklanan) zorlu dış ortam nedeniyle Türkiye’nin kırılganlıkları yüksek kalmaya devam ediyor. İç güvenin zayıflaması ve dolarizasyonun hızlanması durumunda bu kırılganlıklar artacaktır.
Fitch Ratings Global Başekonomisti Brian Coulton
Küresel ekonomiye ilişkin stagflasyon beklentileriyle ilgili neler söylersiniz?
Brian Coulton: Stagflasyon, bu yıl olanları tanımlamak için doğru kelime gibi görünmüyor, küresel büyüme aslında çok güçlü. Dünya GSYH’nin 2021’de yaklaşık yüzde 6 oranında büyümesini bekliyoruz ki bu 1973’ten bu yana en hızlı büyüme oranı olacak. Stagflasyon, 1970’lerdeki OPEC petrol fiyatı şoku gibi, kaynak arzı büyük ölçüde kısıtlandığında ortaya çıkar ve talep ve faaliyet zayıfken bile enflasyon yükselir. Bugün gördüğümüz şey bu değil, arz belirli sektörlerde talebe yetişmek için zorlanıyor ama bunun nedeni tüketim mallarına olan talebin çok güçlü olması.
“Orta vadeli beklentilerde büyük bir sapma görünmüyor”
Herhangi bir ücret-fiyat sarmalının ortaya çıkması halinde enflasyondaki yükseliş kalıcı olabilir mi? Bunu önlemek için merkez bankaları ne yapmalı?
Brian Coulton: Bu gerçek bir olasılık ve sektör odaklı bir fiyat şokunun, enflasyonda daha geniş ve daha uzun bir yükselişe dönüşmesine neden olabilir. Ekonomik toparlanmanın seviyesi, mali teşvikin büyüklüğü ve ücret artışları nedeniyle riskin en büyük olduğu ülke ABD.
Bununla birlikte, aşılamada sağlanacak ilerleme ve işgücü piyasası faaliyetlerindeki (okulların kapanması tehdidi dahil) pandemi kaynaklı kesintiler hafifledikçe, ABD’nin işgücü arzının önümüzdeki aylarda artmaya başlayacağını tahmin ediyoruz. Bu durum ücretler üzerindeki yukarı yönlü baskıları sınırlayacaktır, ancak enflasyon beklentilerinde sert bir yükseliş tehdit oluşturabilir.
Fed ve diğer büyük merkez bankaları bu tehdit karşısında son derece uyumlu hareket ediyorlar ve enflasyon hedeflerinde güvenilirliğinin azalması durumunda şüphesiz harekete geçeceklerdir. Artan riskler şimdiden küresel para politikasında ayarlamaları zorunlu kılsa da bu aşamada orta vadeli beklentilerde büyük bir sapma görünmüyor.
Alt Başlık: Kişisel Yatırımın Cesur ve Yeni Dünyasına Yolculuk
Yazarlar:
Peter Stanyer
Masood Javaid
Stephen Satchell
Çevirmen: S. Cem Çiloğlu
Yayınevi:The Economist Books / Türkçe baskı: Epsilon yayınevi
Dil: Türkçe (Orijinal dil: İngilizce)
Kapsam: Yatırımın temellerinden başlayarak kişisel finans, portföy yönetimi, risk dağılımı ve yeni nesil yatırım araçlarına kadar geniş bir perspektif sunar.
Hedef Kitle: Yatırıma yeni başlayacak bireyler, kişisel finansına yön vermek isteyenler ve stratejik portföy oluşturmak isteyen yatırımcılar.
İçerik Özeti
Yatırımın Temel İlkeleri
Risk ve Getiri Dengesi
Portföy Teorisi
Fon Seçimi ve Dağılımı
Alternatif Yatırım Araçları (ETF’ler, tahviller, emtialar, kripto varlıklar)
Yatırım Psikolojisi ve Karar Alma Süreçleri
Güncel Piyasa Gelişmeleri ve Etkileri
“Nasıl Yatırım Yapılır?” – Kitap Özeti
1. Yatırımın Temelleri
Kitap, yatırımın amacını net şekilde tanımlayarak başlar: paranın zaman içindeki değerini korumak ve artırmak. Yatırımcılar için temel kavramlar olan risk, getiri, zaman ufku, likidite gibi konular ele alınır.
📌 Ana fikir: Her yatırım bir risk içerir; önemli olan bu riski bilinçli şekilde yönetebilmektir.
2. Portföy Oluşturma ve Risk Dağılımı (Diversifikasyon)
Yazarlar, yatırımcılara tüm yumurtaları aynı sepete koymamaları gerektiğini anlatır. Portföy oluştururken farklı varlık türleri arasında dağılım yapmanın önemi vurgulanır: hisse senetleri, tahviller, nakit, emtialar, alternatif yatırımlar gibi.
📌 Ana fikir: Sağlam bir yatırım stratejisi; çeşitlendirme, maliyet bilinci ve hedefe uygunlukla mümkündür.
3. Varlık Sınıfları ve Araçlar
Bu bölümde yatırım yapılabilecek başlıca varlıklar detaylı şekilde anlatılır:
Hisse senetleri: Uzun vadede büyüme sağlayan ama dalgalı ürünlerdir.
Tahviller: Daha düşük riskli, ama sınırlı getirili.
Nakit ve mevduat: Güvenli ama enflasyona karşı kırılgan.
Alternatif yatırım araçları: Gayrimenkul, hedge fonları, özel sermaye ve son zamanlarda kripto varlıklar gibi yeni trendler.
📌 Ana fikir: Her varlık sınıfının risk-profili farklıdır ve yatırımcının hedeflerine göre seçilmelidir.
4. Zaman ve Psikoloji Faktörü
Yatırımcıların en büyük düşmanlarından biri kendileridir. Korku, açgözlülük, sürü psikolojisi gibi duygusal faktörlerin yatırım kararlarını nasıl etkilediği anlatılır. Piyasa zamanlamasının zor olduğu, uzun vadeli düşünmenin önemi vurgulanır.
📌 Ana fikir: Duygusal kararlar yerine disiplinli bir yatırım stratejisi başarı getirir.
5. Yatırım Stratejileri ve Yaklaşımlar
Pasif ve aktif yatırım farkı, endeks fonlarının avantajları, değer ve büyüme yatırımcılığı gibi farklı yatırım stratejileri açıklanır. Ayrıca, yaşa ve gelir seviyesine göre yatırım stratejileri örneklenir.
📌 Ana fikir: Herkesin yatırım stratejisi kişisel durumuna, hedeflerine ve risk toleransına uygun olmalıdır.
6. Geleceğe Hazırlık ve Yeni Trendler
Kitabın son bölümleri geleceğin yatırım dünyasına odaklanır. ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim kriterleri), yapay zeka destekli algoritmalar, robo-danışmanlar, fintech’ler gibi konular ele alınır.
📌 Ana fikir: Yatırım dünyası hızla değişiyor; bilgiye açık ve adapte olabilen yatırımcılar öne çıkacak.
Genel Değerlendirme
Bu kitap, yatırım dünyasına giriş yapmak isteyenler için bilimsel temellere dayalı, pratik ve anlaşılır bir kılavuzdur. Hem yeni başlayanlar hem de stratejisini geliştirmek isteyen yatırımcılar için değerli bilgiler sunar.
Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.
HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ
Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar. Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.
Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.
Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.
Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.
ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI
1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış
Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.
Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.
Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.
Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.
2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması
Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.
Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.
Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.
JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI
1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar
İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur. Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.
2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur
İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir. Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.
3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski
Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir. Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.
ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?
Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir. Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.
Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.
TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?
Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.
Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.
Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.
Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.
Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.
Asimetrik Bilgi Sorunu:
Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:
Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.
Sonuç Ne Olur?
Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
“Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”
Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?
George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.
Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye
Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.
Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.
Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?
Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.
Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür
Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.