DİBS’lerin satışında kullanılacak yöntemin düşük maliyetli, senetleri geniş halk kitlelerine yayan ve kolay uygulanabilen bir yöntem olması, iç borç yönetiminin başarısı açısından önem taşır. Bu durum senetlerin farklı satış tekniklerinin varlığını gerektirir.
Hazine’nin en sık kullandığı DİBS satış yöntemi, ihale yöntemidir. İhale yöntemiyle senet ihracı 1985 yılının ikinci yarısından itibaren önem kazandığından DİBS’lerin daha düzenli ihracı ve yönetimi ortaya çıkmıştır.
Ancak iç borçlanmada ihale yönteminin yanında, Hazır Satış (TAP), Halka Arz ve Doğrudan Satış yöntemleri de bulunur ve bu ihraç yöntemlerine göre de DİBS’ler çeşitlenir.
1996 yılından bu yana kullanılan doğrudan satış yöntemi, her çeşit DİBS’in ihracı için kullanılmaz. Bu yöntem, özellikle Kira Sertifikası ve Döviz Cinsi Devlet Tahvilinin satış yöntemidir.
Kira Sertifikası, bir varlığa sahip olma ya da ondan yararlanma hakkını gösteren, sertifika sahibine belirli dönemlerde sabit veya değişken getiri sağlayan, ikincil piyasalarda alınıp satılabilen bir faizsiz menkul değerdir.
Dolayısıyla bir varlığın, bir gayrimenkulün veya bir hakkın menkul kıymet haline dönüştürülmesiyle bir finansal araç yaratılmış olur. Bu sayede de likit olmayan gayrimenkuller likit hale getirilir.
Kira Sertifikasının uluslararası piyasalardaki adı sukuk’tur. Sukuk, islami finans açısından faizin haram olarak kabul edilmesiyle, mütedeyyin kesimin yararlanabileceği şekilde yapılandırılmış bir menkul kıymet çeşididir. Hazine, Kira Sertifikasını ihraç ederek alternatif bir yatırımcı kesime ulaşmış olur. Ayrıca yurt dışı ihraçlarda özellikle Körfez sermayesine de ulaşmayı hedefler. Elbette Kira Sertifikalarına islami finans bakış açısına sahip olmayan yatırımcı da talep gösterir.
2012 yılı Ekim ayından itibaren Hazine, bünyesindeki Varlık Kiralama Şirketince ihraç edilen TL Kira Sertifikasının ardından bu menkul kıymetleri çeşitlendirdi ve Kira Sertifikaları TL yanında altın ve döviz ile de satılmaya başlandı.
Doğrudan satış yöntemiyle ilk başta yurt içi ve yurt dışı piyasada kurumsal yatırımcılara yönelik olarak ihraç edilen TL Kira Sertifikası, 2017’den itibaren Altın Tahvili ve Altına Dayalı Kira Sertifikası olarak bireysel yatırımcılara, Şubat 2019’da başta emeklilik ve yatırım fonları olmak üzere kurumsal yatırımcılara yönelik olarak da ihraç edilmeye başlandı.
Doğrudan satış yöntemiyle Kira Sertifikası dışında ihraç edilen Altın Tahvili ve Döviz Cinsinden Devlet Tahvillerinin de Hazine’nin ihraç listesine alınmasıyla, Aralık 2018’den itibaren Altın Tahvili ile Avro ve Dolar Cinsi Devlet Tahvillerinin doğrudan satış yöntemiyle ihracı başlamış oldu.
Doğrudan satış yöntemi, TCMB aracılığıyla ihale olmaksızın senet ihracını sağlar. TCMB, bu satışa ilişkin olarak Hazine’nin mali ajanlığını yapar. Hatta TCMB’nin bu idari işlemler nedeniyle yaptığı harcamaları da Hazine tarafından karşılanır.
Doğrudan satış yönteminde, Kira Sertifikalarının ve DİBS’lerin başlangıçta kime ve ne kadar satılacağı bellidir. Satışın yapılacağı kesimler; kamu kurumları, katılım bankaları, kamu/özel bankalar ile diğer finansal kuruluşlardır. Hazine bu kurumlara satışı doğrudan yapar.
Doğrudan satışın gerçekleştirildiği kurumlar, senet taleplerini doğrudan Hazine’ye iletir ve bu talep Hazine tarafından değerlendirilerek, piyasa koşulları çerçevesinde senedin getirisi belirlenerek ve karşı tarafla da mutabakat sağlanarak senet ihracı gerçekleştirilir (HMB, Kira Sertifikası Yatırımcı Kılavuzu).
Son yıllarda DİBS ihraç yöntemleri arasında doğrudan satış yönteminin ağırlığı giderek arttı. Çünkü tüm iç borçlanma araçları arasında Kira Sertifikası (TL, altın ve döviz) ve Altın/Döviz Cinsi Devlet Tahvili satışı hızlandı. Bu iki unsur arasında pozitif ilişki bulunuyor.
Söz konusu ilişkiyi rakamsal olarak kanıtlamak için, hem ihraç edilen DİBS’ler içindeki çeşitli Kira Sertifikalarının aldıkları paya hem de Kira Sertifikası/DİBS’lerin ihraç yöntemleri için doğrudan satış yönteminin payına bakmak gerekir (Tablo 1):
Tablo 1. İhraç edilen DİBS’ler içinde Kira Sertifikalarının Payı
Kaynak: İlgili Yıllar Kamu Borç Yönetimi Raporları’ndan derlendi.
Bulgular ve değerlendirme;
Kira Sertifikalarının tüm iç borçlanma araçları içindeki payı, ilk ihraç edildiği yıl olan 2012’de sadece %1,6 idi. 2015 yılında bu pay %4’e yükseldi.
Son üç yılda Kira Sertifikaları daha da çeşitlendi ve iç borçlanma araçları içindeki payı yükseldi. TL Cinsi Kira Sertifikasının son üç yılda satışında TL’deki değer kaybı nedeniyle durağanlık ortaya çıktı.
Son üç yılda Altın ve/veya Döviz Cinsi Kira Sertifikası/DİBS satışında sıçramalar yaşandı. Özellikle 2020 itibariyle Döviz Cinsi Tahvil ve Döviz Cinsi Kira Sertifikası tüm iç borçlanma araçları arasında %27,5’lik pay aldı.
Hem Altın ve Döviz Cinsi Devlet Tahvillerinin hem de Kira Sertifikalarının ihraç yöntemi doğrudan satış yöntemi olduğu için, bu yöntem ihale yönteminin yanında önem kazanmaya başladı. Hazine, 2018 sonrasında iç borçlanmada ihale yöntemi yerine doğrudan satış yöntemini yayınlaştırmış oldu.
2016 yılında tüm DİBS’lerin %6,6’sı doğrudan satış yöntemiyle ihraç edilirken bu pay 2018 yılında %8,6’ya, 2019’da %28,3’e çıktı.
2021 Ocak-Mart döneminde iç borçlanma araçlarının %49,2’si doğrudan satış yöntemiyle ihraç edildi.
DİBS’lerin ihale yönteminde ihracında, sektörün önde gelen bankalarının (üç tanesi kamu bankası olmak üzere toplam 11 banka) yer aldığı Piyasa Yapıcılığı Sistemi 2000’den bu yana alıcı olarak en önemli rolü oynuyor.
Faizsiz menkul kıymet olan Kira Sertifikası ihracında çoğunlukla faizsiz bankacılığın temsilcisi katılım bankaları rol oynuyor. Ancak katılım bankaları, ihale sisteminin temel taşıyıcısı piyasa yapıcılar arasında yer almıyor. O nedenle Kira Sertifikaları doğrudan satış yöntemiyle ihraç edilirken, piyasa yapıcılığı sistemi dışında kalan katılım bankaları Hazine’ye kaynaklık etmede doğrudan satış yöntemiyle devreye sokulmuş oluyor.
Hazine ihale yönteminde, kamuoyuyla DİBS ihale takvimini ve ihale sonuçlarını paylaştığından, bu yöntem oldukça şeffaftır. Oysa doğrudan satış yönteminde ihaleye çıkılmaz ve Kira Sertifikası gibi senetlerin başlangıçta kime ve ne kadar satılacağı bellidir. Dolayısıyla doğrudan satışın ihale yöntemi kadar şeffaf olduğu söylenemez.
Sonuçta Hazine son yıllarda artan Altın ve/veya Döviz Cinsi DİBS/Kira Sertifikası ihracı gerçekleştirirken ve özellikle kamu bankaları (ticari ve katılım) bu senetlerin alıcısı olurken, kamu bankalarının (ticari ve katılım) TCMB’deki hesaplarına döviz transfer etmekte ve senetler TCMB’deki teminat hesaplarına gönderilmektedir. Bu yolla hem kamu bankaları TCMB’den daha fazla TL borçlanarak piyasaya verdikleri kredi hacmini genişletmiş hem de TCMB kamu bankalarının döviz ve altın likiditesini almış olmaktadır.
Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?
Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak
Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.
Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.
Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:
Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.
Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.
Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.
Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.
Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:
Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.
Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:
Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmış. Haberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.
Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?
Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.
Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.
2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.
Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.
Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.
İçeride finansman koşulları sıkı, gelecek belirsiz, güven sorunu var. Dezenflasyon sürecinin devamı için para politikasına maliye politikasının katkı sunması gerekir. İhracatta yeni pazarlar ve içeride ekonomik güven inşa edildiğinde İmalat PMI bugünkü seviyenin bir miktar üzerine çıkabilir
Satın Alma Yöneticileri Endeksleri (PMI), ekonomik faaliyet koşullarının ölçümünde iç ve dış finansal piyasaların izlediği önemli bir ekonomik/finansal göstergedir.
İşletmelerin büyüme tahminlerini belirlemeye yönelik olarak satın alma yöneticileri için düzenlenen anketten elde edilen ISO Türkiye İmalat PMI, her ayın ilk iş gününde yayınlanır.
Bugün gelen veri ile İmalat PMI, 47,2 ile 14 aydır düşüş seyrini devam ettirdi.
İSO, geçen hafta açıkladığı Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması-2024 ile basında geniş yer tutmuştu. Son iki yıldır finansman giderlerindeki artışa, üretimdeki yavaşlamaya ve yeni siparişlerdeki daralmaya dikkat çekmişti.
Eylül 2024’te 44,3 ile pandemiden sonraki en düşük düzeyine inen PMI’da, 2024 yılı son çeyrekte dezenflasyon sürecinde alınan yol dikkate alınarak faiz indirim beklentisi oluşunca yükseliş ortaya çıktı. Dolayısıyla kredi olanaklarının artacağı ortamda imalat sanayi toparlanacaktı. Ekim 2024’te İmalat PMI 45,8 oldu, kasım ve aralık aylarında 48-49 civarına geldi. TCMB aralık ayında faiz indirimine başlasa da, Trump’ın yarattığı tarife belirsizlikleri dış talep koşullarını zorlarken içeride ekonomik ve hukuki belirsizlikler ard arda geldi.
Peki satın alma yöneticilerinin bir ay öncesine göre ve genel olarak üzerinde önemle durduğu riskler neler?
– Girdi maliyetleri, 19 mart süreciyle TL’de yaşanan değer kaybı nedeniyle artış gösterirken, girdi talebinde de zayıflama eğilimi artıyor.
– Firmalar hem girdi hem de nihai ürün stoklarını azaltıyor.
– Yeni siparişler yavaşladıkça, istihdam hacmi de daralıyor, işten çıkarmalar artış gösteriyor.
– Üretim, talep koşullarındaki durgunluktan ve enflasyonist baskılardan olumsuz etkileniyor.
– Rekabet gücü yüksek firmalar girdi maliyetlerindeki yükselişe bağlı olarak satış fiyatlarını artırabilirken, diğerlerinin fiyatlama gücü, özellikle talepteki durgunluktan olumsuz etkileniyor.
Dolayısıyla mayıs PMI verisinden satın alma yöneticilerinin tutumlarını görebiliyoruz. O nedenle geleceğe yönelik sinyal olumlu değil. Ancak mayıs ayında 10 sektörden -giyim ve deri ürünleri ile metalik olmayan mineral ürünler olmak üzere- yalnızca ikisinde üretim artışı ortaya çıkmış durumda.
Öte yandan kapanan firma sayısı da hızla artıyor. Nisan 2024’te 2.819 şirket kapanırken, bu yılın mart ayında kapanan şirket sayısı 3.100’e ve Nisan ayında da 3.607’ye ulaştı.
Özellikle tekstil ve giyimde son üç ayda kapanan firma sayısı 2.000’in üzerine çıktı. Kurban Bayramı tatili kapasite kullanımı ve ekonomik aktivite üzerinde olumsuz etki yaratacağı gerekçesiyle resmi olarak uzatılmadı ama çoğu firma bayram öncesi ve sonrası çalışmama kararı aldı, çalışanlarını da ücreti-ücretsiz izine gönderdi.
Küresel PMI verileri ne durumda, toparlanma var mı?
Euro Alanında Mart 2022’den bu yana en hızlı üretim artışı kaydedilince ve siparişlerde yaşanan düşüş yerini artışa bırakınca, PMI zirveye oynamaya başladı Ancak elbette bu iyi haber Euro alanındaki her ülke için geçerli değil. İmalat PMI Yunanistan ve İrlanda’da 53’ün üzerine çıkarken, Hollanda’da 49’un üzerinde tutunmaya çalışıyor.
Asya-Pasifik’te ise İmalat PMI Hindistan’da 58,2 ile rekor düzeyde. Pakistan, Avustralya, Kazakistan ve Çin’de de endeks 50’nin üzerinde. Bu görünüm söz konusu ülkelerde ekonomik faaliyet koşullarının iyi olduğunu gösteriyor. Ancak Tayvan, Güney Kore ve Endonezya’da hem küresel ticaret belirsizliği hem de üretimde ve yeni siparişlerdeki daralmanın göstergesi olarak bir önceki aya göre düşüşler söz konusu (47 düzeyinde).
Son olarak bir de ABD’ye bakalım. Tüm dünyayı gümrük vergileri ile tehdit eden ABD’de İmalat PMI mart ve nisan aylarında 50,2 düzeyinde değişmeden kaldı. Ancak geleceğe yönelik beklentiler bozuk ve tarifelerin yarattığı enflasyonist baskı fiyatları artırmaya başladı bile.
Gelelim ülkemiz gerçeğine. İçeride finansman koşulları sıkı, gelecek belirsiz, güven sorunu var. Dezenflasyon sürecinin devamı için para politikasına maliye politikasının katkı sunması gerekir. İhracatta yeni pazarlar ve içeride ekonomik güven inşa edildiğinde İmalat PMI bugünkü seviyenin bir miktar üzerine çıkabilir.
TÜİK’e göre işsiz sayısı sadece 2 milyon 807 bin kişi ama işsizlerin yüzde 80’i bir yıldan az süredir iş ararken, kalan yüzde 20’lik kesim 2-3 yıldır iş arıyorlar. Yakında bu nüfus iş aramaktan vazgeçerse, TÜİK onları da işsizlik oranına dahil etmeyecek
Son yıllarda birçok ülkede en rahatsız edici trendlerden biri, işsizlik oranındaki yükseliştir. Ama hangi işsizlik oranı? Birden fazla işsizlik oranı tanımı var. Doğal, yapısal, friksiyonel, geniş tanımlı, gönüllü-gönülsüz işsizlik gibi.
Bu tanımlardan biri olan doğal işsizlik oranının, sağlıklı işleyen bir ekonomide bir zamanlar yüzde 3-4 olması normaldi. Sıklaşan krizler sonrası (küresel kriz, pandemi krizi, demografik kriz, yönetimsel krizler vb.) yüzde 6 ve ötesi normal kabul edilmeye başlandı.
TÜİK mart ayına ilişkin işsizlik ve istihdam verilerini yayımladı. TÜİK’e göre işsizlik oranı bir önceki aydaki yüzde 8,2 seviyesinden gerileyerek yüzde 7,9 oldu. Geniş tanımlı işsizlik ise 28,5’ten 28,8’e yükseldi.
Erkeklerde işsizlik oranı yüzde 6,5 ve kadınlarda yüzde 10,6. Genç işsizlik oranı ise yüzde 15,1. Genç işsizlik oranında da kadın-erkek eşitsizliği devam ediyor. Genç erkeklerde bu oran yüzde 11 iken genç kadınlarda iki katı.
TÜİK istihdam oranını ise mart ayında yüzde 49,2 olarak açıkladı. Bu oran hâlâ yüzde 50’nin altında. Genç, kadın ve üniversite mezunu işsizliğinin yüksekliği nedeniyle istihdam oranı dar bir banta sıkışmış durumda.
Tüm bu oranların nüfustaki payı da şöyle: Türkiye’de Çalışabilir Nüfus 66.245 bin kişi olmasına rağmen İstihdam Edilenler 32.597 bin kişi. İşsiz sayısı 2.807 bin kişi.
Ancak Çalışabilir Nüfusun çok önemli bir kısmı daha var, onlar; İşgücüne Dahil Olmayanlar.
Formülü hatırlatalım:
Çalışabilir nüfus = İstihdam Edilenler + İşsizler + İşgücüne Dahil Olmayanlar.
Bu formüle göre İşgücüne Dahil Olmayanlar, 30.840 bin kişi ve çok büyük bir nüfustan bahsediyoruz.
Milyonlarca kişi neden iş gücüne dahil değil?
Acaba iş aramaktan vaz mı geçtiler? Gönülsüz işsizlik mi yüksek yoksa işsizlik gönüllü bir durum mu ya da umudu kırılmış iş arayanlar mı var veya emekli ya da hastalar mı?
Cevabı bulmak için geniş tanımlı işsizlik, potansiyel iş gücü oranı gibi verilere bakmak gerekiyor. İşgücü istatistiklerinde sadece manşet işsizlik oranına bakarak gerçekleri göremiyoruz.
İşgücüne dahil olmayan milyonlarca kişi arasında iş bulma ümidi olmayanlar, çalışabilir durumda olup iş aramayanlar ve iş arasa da çalışamayacak olanlar var (bu üçünün toplamıyla potansiyel işgücü oranı hesaplanıyor).
Ayrıca ev işleriyle meşgul olanlar, emekliler, hastalık ve yaşlılık nedeniyle çalışamaz durumda olanlar ve diğerleri de var.
Şimdi de İşgücüne Dahil Olmayanların kendi içindeki paylarına ve yıllar itibariyle ne kadar değişim gösterdiğine bakalım. (Bkz. Grafik)
Kaynak: TÜİK
Son verilere göre potansiyel işgücü oranı 4.750 bin kişi ve işgücüne dahil olamıyor. 2,5 milyon kişinin iş bulma ümidi yok, 2,1 milyon kişi iş başı yapabilir ancak iş aramıyor.
Ev işleriyle meşgul olduğu için işgücüne dahil olmayan 6 milyon kişi var. Burada kadın-erkek ayrımı var ama erkeklerin payı sıfır, kadınlar yüzde 100 olarak bu alanda yer alıyor.
Eğitim-öğretimde olduğu için işgücüne dahil olmayan kişi sayısı 2024’te 3,9 milyon oldu. Ancak 2023’te 4,5 milyondu. Mevcut ekonomik güçlükler nedeniyle gençler bir şekilde erken yaşta hayatın yükünü sırtlanmaya başlamışlar anlaşılan.
2024 yılında 4,1 milyon kişi emekli olduğu için işgücüne dahil olmamış, ama EYT ile emekli sayısının arttığı 2023’te emekli olduğu için işgücüne dahil olmayan emekli sayısı 5,1 milyondu. Emekli maaşlarının sosyal yardım gibi olduğu bir durumda emeklinin çalışmaktan başka çaresi kalmıyor.
Son olarak hasta ve yaşlı olduğu için çalışamaz halde olanlar, 2024 yılında 6,8 milyon kişiymiş. Ancak 2023’te 5,6 milyon kişi hasta ve yaşlı olduğu için çalışamıyordu. Bir yılda bir milyonun üzerinde kişinin hastalık ve yaşlılık nedeniyle istihdamdan kopması çok düşündürücü.
Bu arada TÜİK’e göre işsiz sayısı sadece 2 milyon 807 bin kişi ama işsizlerin yüzde 80’i bir yıldan az süredir iş ararken, kalan yüzde 20’lik kesim 2-3 yıldır iş arıyorlar. Yakında bu nüfus yukarıda anlattığım işgücüne dahil olmama nedenlerinden herhangi biri gerçekleşir ve iş aramaktan vazgeçerlerse, TÜİK onları da işsizlik oranına dahil etmeyecek, biliyorsunuz.
İşsizliğin boyutu ve nedenleri doğru ölçülmezse doğru kararlarla yönetmek ve ekonomiyi rayına sokmak zorlaşır.