Bankacılık devi şu anda 2 milyar dolarlık bir hisse geri alım programı yürütüyor
HSBC, olası Covid-19 kredi temerrütleri için ayırdığı 928 milyon doları serbest bıraktı
Bildirilen gelir, kısmen düşük küresel faiz oranları nedeniyle 50 milyar doların altına düştü
HSBC’nin karı, dünya ekonomisindeki toparlanmanın ardından 2021’de iki katından fazla arttı ve bankanın ikinci bir büyük hisse geri alım planı ortaya çıkarmasına olanak sağladı.
Banka, mevcut 2 milyar dolarlık hisse geri alım programını tamamladıktan sonra, hisse başına 18 sentlik bir temettü ile birlikte şimdi 1 milyar dolara kadar kendi hissesini satın alacağını söyledi.
HSBC, tüm bölgelerde önemli gelir artışı elde ettiği için vergi sonrası kazançlarının 2020’de 6 milyar dolardan geçen yıl 14,7 milyar dolara yükseldiğini gördü.
Ayrıca, potansiyel kredi temerrütleri için koronavirüs pandemisinin başlangıcında bir önceki yıl 8.8 milyar dolara mal olan 928 milyon doları serbest bırakarak desteklendi.
Aynı zamanda, kısmen İngiltere’deki ipotek kredilerindeki büyük artış, damga vergisi tatili, Britanyalılar arasında daha geniş konut ve düşük faiz oranları için daha büyük bir istek sayesinde, müşteri kredi bakiyeleri 8 milyar dolar arttı.
Yine de finansal hizmetler işletmesi, faiz oranlarındaki küresel düşüşün yanı sıra piyasalar ve menkul kıymetler bölümünün daha düşük performansının rapor edilen gelirinin 50 milyar doların altına düşmesine neden olduğunu kaydetti.
Ancak merkez bankaları, artan enflasyon oranlarıyla mücadele etmek için faiz oranlarını artırmaya başlayınca, HSBC net faiz gelirinin görünümünün ‘önemli ölçüde daha olumlu’ olduğunu söyledi.
Faiz oranlarındaki artışlar piyasaların halihazırda beklediği gibi devam ederse, banka beklenenden bir yıl önce en az yüzde 10 özkaynak getirisi hedefine ulaşacağına inanıyor.
Geliri ve kârı daha da artırmak için mavi çip listesindeki firma, anakara Çin, Hong Kong ve Hindistan gibi Asya’nın hızla büyüyen gelişmekte olan pazarlarındaki ticaretini artırmaya odaklanıyor.
Tazminat: HSBC patronu Noel Quinn geçen yıl 700.000 sterlin maaş artışı kazanarak maaşını 4.9 milyon sterline çıkardı. Bunun üzerine 4,1 milyon sterlinlik uzun vadeli performans payı ödülü aldı.
HSBC CEO’su Noel Quinn, “2022’ye girerken iyi bir ivmeye sahibiz ve stratejimize karşı uygulamaya devam edebileceğimizden eminiz.
‘Ayrıca, Covid-19 ile ilgili belirsizliğin ve devam eden enflasyonun biz ve müşterilerimiz üzerindeki potansiyel etkisinin de farkındayız.’
Quinn geçen yıl 700.000 sterlin maaş artışı kazanarak maaşını 4.9 milyon sterline çıkardı. Bunun üzerine, 4,1 milyon sterlinlik uzun vadeli performans payı ödülü aldı, yani toplam tazminat paketi 9 milyon sterlin oldu.
Daha geniş şirket için, şirketteki toplam bankacı ikramiyeleri yüzde 31 artarak 3.5 milyar dolara (2,6 milyar sterlin) yükseldi ve en büyük 500 yatırım bankacısı -‘maddi risk alanlar’ olarak bilinir – ortalama olarak fazladan 810.000 dolar kazandı.
NatWest Group ve Standard Chartered, yıllık kârlılıkta olağanüstü güçlü bir büyüme bildirdikten sonra, yakın zamanda ikramiye havuzlarında önemli artışlar ilan ettiler.
Geçen hafta, eski banka ikramiye ödüllerini 200 milyon sterlinden 298 milyon sterline çıkardı, ancak ikincisi personeli için toplam 1.4 milyar dolarlık ödeme açıkladı.
AJ Bell’in yatırım direktörü Russ Mold, “Genel olarak bankalar, dünyanın çeşitli yerlerinde artan faiz oranları sayesinde kazanç görünümleri konusunda daha iyimser.
‘Daha yüksek oranlar onlara net faiz marjlarını, kredilerden kazandıkları ile tasarruf mevduatlarında ödedikleri arasındaki farkı artırma şansı veriyor.
Ancak bunun ‘HSBC için kesin bir altın kaz olmadığı’ konusunda uyardı. Stratejisi Asya’da daha büyük bir pozisyon elde etmeye odaklanıyor ve Çin son zamanlarda faiz oranlarını düşürerek trendi aştı.
‘Çin emlak sektöründe daha fazla acı olabileceğine dair korkular da görünümünü gölgeliyor. Ayrıca, dünya genelinde enflasyon, nihai pazarları olan tüketiciler ve işletmeler için sorunlara neden oluyor.’
HSBC hisseleri Salı günü sabahın geç saatlerinde yüzde 0,4 düşüşle 544.8p oldu.
Garanti BBVA belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını yeni hedefinin ise 2029 yılının sonuna kadar 3,5 milyar dolar olarak açıkladı.
Garanti BBVA, 2018–2025 dönemi için belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını açıkladı. Bu başarının ardından banka, 2018–2029 yıllarını kapsayan yeni hedefini 3,5 trilyon TL olarak paylaştı.
Garanti BBVA bu taahhütle; iklim değişikliğiyle mücadele, doğal sermayenin korunması, döngüsel ekonomi, sosyal kalkınma ve finansal kapsayıcılık alanlarında güçlü etki yaratmayı amaçlıyor.
Bu rakam, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar arasında en yüksek sürdürülebilir finans taahhüdü oldu.
Garanti BBVA, 2029 yıl sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğini taahhüt ediyor
Garanti BBVA Genel Müdürü Mahmut Akten, bu performansta, sürdürülebilirliği stratejik öncelik haline getirmelerinin önemli bir rol oynadığını vurguladı. Akten, yeşil/sosyal kredilerden çevreci taşıt kredilerine, sürdürülebilir tahvillerden, çevresel ve sosyal yatırımlarda aktif danışmanlık hizmetlerine ve su verimliliğiyle ilgili projelere yönelik “mavi finans” gibi sürdürülebilir finansman ürünü sunduklarını söyledi.
Mahmut Akten, yeni hedefi ise şu sözlerle değerlendirdi: “Şimdi, bu başarıyı daha ileri taşıyarak 2029 yılı sonuna kadar 3,5 trilyon TL’lik sürdürülebilir finansman sağlamayı taahhüt ediyoruz. Bu yeni hedef, yalnızca hacim açısından değil, sürdürülebilir finansman hızımız açısından da çarpıcı bir sıçrama anlamına geliyor. 2025’in ikinci yarısından 2029 sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğiz. Bu taahhüdün büyüklüğü, Türkiye’nin düşük karbonlu ve kapsayıcı bir geleceğe geçişinde Garanti BBVA’nın giderek daha da etkin bir rol üstleneceğini gösteriyor.”
BBVA Grubu’nun küresel taahhüdü 1 trilyon euro
Garanti BBVA’nın ana hissedarı BBVA Grubu, 2018-2025 yılları için ilk etapta 100 milyar euro sürdürülebilir finansman hedefi koymuştu. Hedef önce 300 milyar euroya çıkarıldı ve 2024 yılı sonunda tamamlandı. Grup şimdi, 2025–2029 dönemi için 700 milyar euroluk yeni taahhütle toplam hedefini 1 trilyon euroya yükseltti.
BBVA’da Türkiye’nin Payı yüzde 9’a yükseldi
2025’in ilk dört ayında BBVA Grubu’nun sağladığı toplam sürdürülebilir finansmanın yaklaşık 140 milyar TL’si Garanti BBVA tarafından sağlandı. Bu rakamla Türkiye’nin BBVA Grubu içindeki payı sürdürülebilir finansman rakamların raporlanmaya başlandığı 2018 yıllarındaki yüzde 3 seviyesinden bugün yüzde 9’a yükselmiş durumda.
Türkiye’de reel sektörün finansman ihtiyacını karşılamak için en çok başvurduğu yöntem banka kredileridir. Oysa gelişmiş finansal sistemlerde şirketler, uzun vadeli ve daha uygun maliyetli fon sağlamak için sermaye piyasalarında borçlanma araçlarına, özellikle tahvil ihraçlarına yönelmektedir. Peki Türkiye’de reel sektör neden bu imkândan yeterince yararlanamıyor?
Tahvil İhracının Önündeki Ekonomik Engeller
Tahvil piyasasının gelişmesi; makroekonomik istikrar, faiz oranlarının öngörülebilirliği, düşük enflasyon, istikrarlı döviz kuru, düşük kamu borçlanma ihtiyacı ve yüksek kredi notu gibi birçok değişkene bağlıdır. Ancak:
Türkiye’nin ülke kredi notu düşüktür ve bu doğrudan özel sektörün notunu da sınırlamaktadır.
Yüksek enflasyon ve faiz oranları, borçlanma maliyetlerini tahvil piyasasında da yükseltmektedir.
Kamu kesiminin sürekli yüksek borçlanma ihtiyacı, özel sektörün tahvil ihraçlarını piyasadan dışlama etkisi (crowding out) ile sınırlamaktadır.
Hukuki ve Kurumsal Güven Eksikliği
Sadece ekonomik değil, hukuki ve politik güvensizlik de yabancı ve yerli yatırımcıların özel sektör tahvillerine ilgi göstermemesine yol açıyor. Güçlü bir ikinci el tahvil piyasası oluşmadığı için yatırımcılar uzun vadeli bağlayıcı enstrümanlara mesafeli durmaktadır.
Banka Kredilerine Bağımlılığın Sonuçları
Bu nedenlerle reel sektör, finansmana erişimde tek kanal olarak bankaları kullanmak zorunda kalıyor:
Yüksek maliyetli ve kısa vadeli kaynaklara mahkûm olunuyor.
Kredi sınırlamaları, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işletmeleri zorluyor.
Kredi vadelerinin kısalığı ve esneklik eksikliği, uzun vadeli yatırım planlarını zorlaştırıyor.
Finansman Araçlarında Çeşitlilik Şart
Türkiye’de reel sektörün daha güçlü, sağlıklı ve uzun vadeli kaynaklara erişebilmesi için:
Makroekonomik göstergelerin iyileştirilmesi,
Sermaye piyasalarının derinleştirilmesi,
Hukuki güven ortamının sağlanması,
Tahvil piyasası için ikincil piyasa likiditesinin artırılması büyük önem taşımaktadır.
Bankalar ekonomik sistemin en önemli finansal aktörleri olarak faaliyet gösterir. Her banka özünde kâr amacı güden bir ticari kuruluştur.
Kredi verirken öncelikle kendi risklerini ve menfaatlerini gözetmek zorundadır. Kullandırdıkları kredilerin faiz oranı veya kar payı, komisyon yapısı, vade şartları da bu doğrultuda belirlenmektedir.
Bugün piyasada bileşik faiz oranları TL cinsi kredilerde %60-65, döviz cinsi kredilerde ise %14-16 bandındadır.
Ayrıca bankaların sigorta, dosya masrafı, kredi tahsis ücreti ve banka ürün satışları gibi birçok kalemi kredi paketine dahil ettiği görülüyor.
Yani faiz veya kar payı dışında çok sayıda gizli maliyetle karşı karşıya kalınıyor.
Firmalar bu şartlar altında yalnızca finansmana erişmekle kalmıyor aynı zamanda ağır bir maliyet yükünü de sırtlanıyorlar.
Bankalar, firmalara kredi limitleri oluştururken sektörel karlılık oranlarına azami dikkat ederler. Ancak burada ciddi bir çelişki var. Bankalar kredi tahsisinde sektörün brüt kâr marjlarını esas alırken, mevcut kredi maliyetleri bu oranları çoktan aşmış durumdadır.
Brüt kâr marjı sektörlere göre ortalama %25-30 arasında değişirken, firmalar %65’in üzerinde bileşik faizle TL borçlanıyor.
Bu koşullarda, kâr eden değil borcunu çevirebilen firma başarılı kabul ediliyor. Bu ne finansal sürdürülebilirliğe ne de sağlıklı bir ekonomiye hizmet eder.
Şu an firmalar yalnızca yüksek faizle değil aynı zamanda yüksek enflasyon, düşük iç talep, yüksek maliyetler, düşük kâr, kur baskısı, iç ve dış pazarlardaki daralma, krediye erişim ve jeopolitik risklerle mücadele etmek zorunda kalıyor.
İhracatçı firmalar için döviz kuru reel anlamda destekleyici olmaktan çıkmış, rekabet gücünü zayıflatıcı bir unsura dönüşmüştür.
Bu koşullar altında firmaların ayakta kalması tesadüf değil direnç ve stratejik yönetimin bir sonucudur. Ama bu direncin ne kadar sürdürülebileceği ise meçhuldür.
Bugün konkordato alan, iflas eden şirketlere şaşırmak yerine bu ortamda hâlâ üretmeye, istihdam yaratmaya, ihracat yapmaya devam eden firmalara hayranlık duymalıyız.
Asıl konuşulması gereken, bu firmaların nasıl hayatta kaldığı ve ne tür stratejiler geliştirdiğidir. Zira bu firmalar sadece kendi faaliyetlerini değil aynı zamanda ekonominin can damarlarını da ayakta tutmaktadır.
Enflasyonla mücadele elbette gereklidir.Ancak bunu yaparken reel sektörü göz ardı etmek hastayı tedavi ederken organlarını iflas ettirmek gibidir.
Faiz politikaları ve sıkılaşma adımları kısa vadede enflasyonu aşağı çekebilir ama ardında üretim yapamayan, borç yükü altında ezilen ve finansmana erişemeyen bir özel sektör kalırsa bu başarı neye yarar?
Bugün geldiğimiz noktada reel sektörün sesine daha fazla kulak verilmesi gerekiyor.
Kredi maliyetlerinin düşürülmesi, finansmana erişimin kolaylaştırılması ve firmaların üzerindeki dolaylı maliyetlerin azaltılması şarttır.
Aksi takdirde sadece bugünü değil yarının üretim kapasitesini ve ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atmış oluruz.