Connect with us

Dr. Abbas Karakaya

KENTTEKİ RANTSAL DÖNÜŞÜM ÖLDÜRÜR

ABBAS KARAKAYA, İstanbul -Beşiktaş’taki Sadabat Sitesi örneğinden yola çıkarak Türkiye’deki Kentsel Dönüşüm uygulamasının nasıl işlediğini ve sonuçlarını tartışmaya açtı.

Yayınlanma:

|

Yıllardır, “Kentsel Dönüşüm” lafı duyuyoruz. Kentlerimiz daha mı yaşanır oldu? Havası daha mı temiz? Eve, işe giderken trafikte daha mı az zaman harcıyoruz? Yeşil alanlarımız mı arttı?  Fay hatlarının geçtiği bir ülke olarak şimdi depreme karşı daha güvenilir şehirlerde mi yaşıyoruz? Engelli kardeşlerimiz hala evlerinde hapis değil mi? Şehrinizi yürüyerek dolaşabiliyor musunuz? Gidebileceğiniz bir kütüphane var mı yakınınızda? Yağmurda, soğukta çocuklarınızın oyun oynayabilecekleri kapalı mekânlar var mı? Sorular çoğaltılabilir. Ne var ki, sorulara verilecek ‘hayır’ cevabı değişmeyecek. “Dönüşüm” sözcüğünün olumlu çağrışımına rağmen, kentlerimiz yıllar içinde iyiye doğru gelişmedi. 

Beşiktaş’taki Sadabat Sitesi Örneği

Yukarıda genel hatlarıyla çizdiğim durumun vahameti sitelere, tek tek bloklara uygulanagelen kent dönüşüm pratiklerine bakınca daha iyi anlaşılacaktır. Bakacağımız yer, İstanbul – Beşiktaş İlçesi sınırlarında bulunan Sadabat Sitesi. Site müstakil tapulu alanlar üzerine oturan dört bloktan ( her blokta 31 daire var ) oluşmakta. Projesi hakkında konuşacağım, içinde benim de bir dairem olan bu sitesinin üçüncü bloğu. Üçüncü bloğun kentsel dönüşüme sokulması aslında çok bilindik bir hikâye. İçeriden birinin müteahhitle Belediyeden birileriyle işbirliği yapıp Karot aldırıp bloğun riskli yapı ilan ettirilmesiyle başlıyor her şey. Tanığı olduğum kadarıyla bu kentsel/rantsal süreç başından beri şeffaflıktan uzak; zorlamalar, dayatmalar, yıldırmalar, yalanlarla yürütülüyor. Kentsel dönüşümü başlatan Mayıs 2018 tarihli toplantı esas ve şekil bakımlarından yanlış ve eksiklerle malul olduğundan iptal davası açıldı. Aynı toplantıda sahte imzalar da kullanıldığı için savcılığa kişiler suç duyurusunda bulunuldu.

Müteahhite “kat karşılığında” yeniden yaptırılacak blok inşaatı önce bahçeyi, ağaçları yok edecek. Eriğinden elmasına, elmasından kirazına, incirine bahçenin verimli toprağında, kendiliğinden bitmiş, yaz günleri insanlara gölge sunan, nispeten havasını serinleten, araba gürültüsünü emen bu meyve ağaçları bir daha dikilemeyecek. Çünkü bahçenin bulunduğu alanın altı toprak altı otopark yapılacak. Yani beton dökülecek. Betonun üstüne eklenecek 30-50 santimlik toprak tabakasına ise olsa olsa en çok süs bitkileri dikilebilir. Daha da önemlisi, yağmur suyu beton kaplamayı delip toprağa süzülemeyecek. Zemin katlardaki daireler sele, su baskına daha açık hale gelecek. Altı beton, üstü bir karışlık toprakla kaplı ‘bahçenin’ kullanımı da sorun kaynağı olacak. İş bunlarla bitmeyecek, otopark üstünden sızacak, otopark içine girecek, birikecek atık suların dışarı için mutlaka pompalar kullanılacak. Çünkü otopark seviyesi kanalizasyon seviyesinin altında kalacak. Ayrıca, otoparkta birikecek egzoz gazlarının dışarı atılması için fanlar yerleştirilecek. Atık su ve fan motorları da elektrik kullanacak. Kısacası, iklim krizi, küresel ısınma, kuraklıkla karşı karşıyayken, yeni bina iklim krizi yangınına odun taşımış olacak. İklime, ekolojik dengeye verilen bu geri dönülmez zararlardan başka daha tıkış tıkış, küçük, kullanışsız dairelerde yaşamak zorunda kalacağız. Hesap ortada. Söz konusu blokta 31 daire var. Bu sayıyı müteahhite verilecek 12-14 daire ile kırkın üstüne çıkacak. İmar artışı olmayacaksa, ki belediye olmayacak diyor, o zaman dairelerin küçülmesi kaçınılmaz. Daire büyüklüklerinden fire vermek istemezseniz, o zaman balkonlarınızı feda edeceksiniz. Ki öyle olacak. Özgün halinde ara dairelerin iki, köşe dairelerin üç balkonu var. Blok yeniden yapıldığında her daireye tek bir, o da çok küçük, kümesimsi bir balkon düşecek. Covid19 salgının ev mimarisinde balkonun önemini ve değerini hatırlatmış olmasına rağmen.

Projelere  mahkum muyuz?

Şüphesiz, bu tür projelere mahkûm değiliz. Başka çözümler tabii ki mümkün. Şimdilik şunu not ederek devam edeyim: Riskli yapı ilanından sonra binanın yıkılmasını durdurmanız neredeyse imkânsız. Çünkü 6306 numaralı kentsel dönüşüm yasası müteahhitleri kollayan, önceleyen bir yasa. Avukatlık, Bilirkişi ücretleri, yargının çok yavaş işleyişi alternatifler çözümler düşünenlerin önündeki ciddi engeller.

Şirket ve şirketle irtibat halindeki vekiller heyeti, yukarıda değerlendirdiğim projeyi insanlara göstermeden punduna getirip daire sahiplerinin çoğuna sözleşmeyi imzalattılar. “Projeyi göstermeden” diye yazdım, çünkü üçte ikiden biraz fazla daire sahibi  2019 sonbaharı itibarıyla sözleşmeye imza atarken ortada proje yoktu. Israrla talep etmemiz sonucunda, belediye benim de içinde olduğum, o zamana kadar imza atmamış altı kişiye projenin kopyalarından ancak 2020 Temmuz’unda verdi. Dolayısıyla, 2019’da imza atanların neye göre imza attıkları muamma. Çünkü bize verilen projenin üstündeki onay tarihi Haziran 2020. Ayrıca, 2017 yılında imzalanan ön protokole göre, sözleşmeyi imzalamadan önce, her kat malikinin kendine tahsis edilecek daireyi proje üstünde görmek hakkı; dahası, şirketin görsel araçlarla daireleri gösterme mecburiyeti vardı.

Halkın oyları ile seçilen Belediyeyi kimden yana

Şirket ve şirket elemanı gibi çalışan kat malikleri vekiller heyetinin göstermediği şeffaflık ve açıklığı belediye sağlayabilirdi. Bu yönde adımlar atabilirdi. Bunu belediyeden bekledik. Aslında beklemedik, belediyeye öneriler götürdük, dilekçeler sunduk. Hiçbiri dikkate alınmadı. Dilekçelerimize yasal süresi içinde cevap da verilmedi. Belediye başkanına ulaşma çabalarımız duvara tosladı. Belediye bildiğini okudu. Yaşayarak gördük ki belediyenin ekoloji, altyapıya binecek yük, ilçenin geleceği, yeşil alan, hak, hukuk, kanunlara uygun iş yapmak; yaptırmak gibi bir derdi yok. Aynen 6306 numaralı kanunu çıkaran, sürekli olarak müteahhitlerin lehine değişiklikler yapan Merkezi İdare gibi. Aksi olsaydı, Belediye İmar Müdürü, bir yıl boyunca projesi olmayan bir sözleşmeye imza atmamız konusunda, zaman zaman nezaketi elden bırakarak ısrar etmezdi. Aslında, ülkede belediyeciliğin imar rantı üzerinden zenginleşmenin, çok paralar yapmanın bir yolu olduğunu düşününce, her şey yerli yerine oturuyor. Dolayısıyla, şirketle belediyenin aynı tarafta olduklarını, buna göre davrandıklarını görmek zor değil.   

Süreç şeffaf da işlemede ahlaki de

Sürecin şeffaflıktan uzak, komşu haklarını hiçe sayan; usulsüzlükler, yıldırma ve yalanlar ve rant hesaplarıyla yürütüldüğünü gören biz altı kişi sözleşmeyi uzun bir süre imzalamadık. Yukarıda belirttiğim gibi, sahte imzayı, toplantıdaki kanunsuzlukları yargıya taşıdık. Kuvvetle muhtemel mahkemeler lehimize kararlar verecek. Komşu sandığımız insanlara apartman tamamen boşaltılmadan kalorifer kazanını devre dışı bırakmanın, tamir ettirmemenin gayri-ahlaki olduğunu, Sosyal Demokrat olduğunu söyleyen belediyenin salgında, soğukta insanları suyunu ve  doğalgazını kesme tehditlerinin insan hakkı ihlali olduğunu şifahen ve de yazılı olarak anlatmaya çalıştık. Biz altı kişi mücadele ettik. Bilinçli yurttaşlar olarak hakkımızı, hukukumuzu aradık. Böyle davranmanın haklı gururunu yaşadık. Ancak süreç yorucuydu. Karşı taraf daha çoktu. Kanun da müteahhitlerden yanaydı. Üçlü kuşatmayı yaramadık ve 3 Kasım 2020’de notere giderek sözleşmeyi imzaladık. İmza atmasaydık, evlerimiz komşularımızın tiksindirici gayretkeşliğiyle yok pahasına, değerinin çok çok altına satılacak, elimizden kanun marifetiyle alınacaktı.  

Komşum Selahattin Polat Can derdinde, müteahhit ve diğer komşular imza derdinde

Birlikte mücadele ettiğimiz komşularımızdan Selahattin Polat 3 Kasım 2020’de notere imza atmaya gelemedi. İki önce, yani 1 Kasım 2020 pazar günü akşamı Covid19 tanısıyla hastaneye yatırılmıştı. Eşi ve iki kızı evde karantinaya alınmıştı. Onu temsilen gelen avukatı sözleşmeye imza atamadı, çünkü vekâletname bu yetkiyi vermiyordu. Bunun farkına o gün varıldı. Bu durumda ne olacaktı? Polat’ın ailesi ile otura geldiği ev, kış ortasında satılıp aile sokağa mı atılacaktı?

Belediye satışı erteleme yetkisini tereddüte düşmeden kullanamadı. Bocaladı. “Önce sağlık, önce İnsan” diyemedi. Önceden imza atmış komşular, vekiller heyeti Polat’ın hastaneye yatırılmasını bir geciktirme taktiği olarak görmüş olmalılar ki  imzanın bir an önce alınması ya da Polat’ın evinin satılması için belediyeye baskı yaptılar. Kim, hangi akıl nasıl düşündü, bilmiyorum, hastaneye oğlu diye bir noter gönderilip imza almaya bile teşebbüs edildi. O zamana kadar ortalıkta görünmeyen müteahhit hastalıkla cebelleşen Polat’ı telefonla arayıp ‘geçmiş olsun’ diyecek kadar insanlık gösterdi! Polat’tan ‘ben can derdindeyim, siz evimin peşindesiniz’ cevabını aldı.

Kentler mi dönüştü İnsanlık mı?  

Selahattin Polat hastaneye yatırıldıktan birkaç gün sonra, yukarıda yazdıklarımdan haberli olarak, yoğun bakım servisine alındı, entübe edildi ve tedavi amaçlı uyutuldu. Ancak bir daha uyanamadı. Hastanede geçirdiği kırk gün sonra, 10 Aralık 2020’de aramızdan ayrıldı. Ruhu şad olsun. Polat’ın ölümü ile kentsel dönüşüm sürecinde yaşadıkları arasında bire bir, doğrudan bir ilişki var denemese de,  bu süreçte (evini kaybetme, sokağa atılma korkusuyla yaşamak) ve özellikle, hastaneye yatmak zorunda kalması, hastanedeki ilk üç dört  içinde yaşadıkları; maruz kaldığı haysiyet kırıcı davranışların hastalığının seyrini olumsuz etkilediği, ağırlaştırdığını; bağışıklık sistemini zayıflattığını, hastalıkla mücadele gücünü azalttığını ve dolayısıyla ölümünü hızlandırdığını söylemek yanlış olmayacaktır.   

Abbas Karakaya, 22 Aralık 2020, Çekmeköy- İstanbul

Dr. Abbas Karakaya

ŞİİRİM

Yayınlanma:

|

İğneyle kuyu kazan

Suyu arayan su

Ay ışığının kolunda

Irmaktır şiirim

 

Düşlere inanır, ahırda

İneğin gördüğü rüyadır

Kaplumbağa hızını sürer

İletkendir kedi gibi şiirim

 

Denizaltı güncesidir

Kumsalda ayak izleri

Hatırlamak üzerinedir

Gidenin unutmaz şiirim

 

Vefadır, pervanedir

Balta girmemiş ormanlarda ışığı arar

Güneşe tutkundur

Yağmurda şemsiyesiz

 

Çayırdaki otlar

Çocuklar oynasın üstünde

Çıkarıp baktığında çantandan

Tanık olsun güzelliğine şiirim

 

Bir atın uysallığı

Nefes nefese kalışı

Hapishane duvarlarında

Biten ot da olsun şiirim

 

Elini tuttuğunda acının

Cesaret olsun yazacağım şiirler

Aralasın yüreğinin kapısını

Ayağa kalksın aklın

 

İnsanın özgürlük davasında

Kabına sığmaz şiirim

Vakit eriştiğinde, balyozlardan

Yükselen güneşin sesine eşlik etsin şiirim

Abbas Karakaya

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

HAREKET HALİNDEKİ BÜYÜ: Çocuklara kitap okumanın faydaları

Yayınlanma:

|

Birkaç yıl önce bir yurtiçi TV kanalında bir programa katıldım. Programın konusu okul öncesi çocuklara kitap okumanın faydaları idi. Üç yaşında bir çocukları olan anne babanın evlerinde kamera karşısında ebeveynlerin çocuklarına neden kitap okuması gerektiğini anlatacaktım. Bu anne-baba küçük oğulları için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya istekliydiler, ancak ona çok nadir kitap okumuşlar ve çocuklara kitap okumanın öneminin farkında değillerdi. Çocukları tek kelime okuma yazma bilmiyordu.

Söz konusu gün ebeveynlerle sohbet etmeyeceğimi öğrenince şaşırdım. Bunun yerine yönetmen, programın başlarında savunduğum gibi, gürültülü, sevgi dolu, neşe yayan sesli okuma atmosferini gösterebilmem için çocuğa kitap okumamı istedi.

Bu çocuğu tanımıyordum. Onunla ilk kez karşılaşıyordum. Ezici kişiliğimle onu korkutacağım. O ve ben nasıl arkadaş olabiliriz ve daha önce hiçbir ilişkimiz olmadığı halde, şak diye nasıl birlikte mutlu bir şekilde okumayı öğrenebiliriz?

Hepimiz az biraz gergindik ve zaman darlığının baskısını hissediyorduk. Yine de Ben’i bir iki dakikalığına kamera ve ışıklardan kaçırmayı başardım; elinden tutarak arabama götürdüm ve ona getirdiğim hediyeleri verebildim. Ben’e (çocuğun gerçek adı bu değil) özel hediyeler getirmiştim: Yeni kitabım Time for Bed (Yatma Zamanı)’ndan bir poster ile kitabımın bir nüshası.

Birkaç dakika sonra kameraların önünde, evinin oturma odasında, yerde önce ben ona kitap okudum. Daha sonra onunla birlikte okudum. Sonra o bana okudu. Bütün bunlar 15 dakika sürdü.

Programın televizyonda yayınlanmasından önceki gece, neredeyse sinir krizi geçirecektim. Sinirlerimin bu denli bozulmasına TV’deki bir reklam sebep oldu. Reklam kabaca şöyle söylüyordu: “BU KADIN BEBEĞİNİZE ON BEŞ DAKİKADA OKUMA ÖĞRETECEĞİNİ İDDİA EDİYOR.” Şüphesiz, benim böyle bir iddiam yoktu. Böyle bir iddia mantıksızlık olurdu. Ama Ben’e (yüksek sesle) kitap okumamdan sonraki on beş dakika içinde parmağıyla doğru kelimeleri işaret ettiği, sevimli sevimli sırıttığı ve ‘yatma zamanı geldi’ dediği doğrudur. Kameraman nefesini tutmuş, sesçi daha iyi duymaya çalışır gibi öne doğru eğilmişti. Yönetmen dans ediyor gibiydi. Ebeveynlerse nefeslerini tutmuş, şaşkına dönmüşlerdi.

Hatta bunun kazara olan bir şey olduğunu düşündüm, bu yüzden başka bir sayfa çevirdim ve dedim ki: “peki bu sayfada ne var?” Bir kez daha Ben tombul küçük parmağını kelimelerin üstüne basarak ve gülerek şöyle dedi: “yatma zamanı.” Ve başka bir sayfa çevirdiğimde aynı şeyi yaptı. Kamera her şeyi kaydetti. Ben on beş dakika içinde okumayı öğrenmeye başlamıştı; daha önce hiçbir tanışıklığım olmayan, normal bir anne-babanın bu normal çocuğu.

Ben’in bu durumdaki başarısını açıklamak için üç basit resimli kitabı tekrar tekrar kullandığımı söyleyebilirim: Time for Bed (Yatma Zamanı) ve Hattie and the Fox (Hattie ile Tilki) adlı benim kendi iki kitabımla Pamela Allen’ın Who Sank the Boat? (Tekneyi Kim Batırdı?) adlı kitabı. Gerçek olan buydu. Ayrıca, her birinde aynı hayvanlar olduğu ve her birinde kafiye, ritim veya tekrar gibi önemli unsurlar bulunduğu için o kitapları seçtiğimi söyleyebilirim. Bu da gerçekti. Ama inanıyorum ki en önemli gerçek çocukla benim aramda yaşananlardı.

Çılgınca bir komiklik ve heyecan dolu bir oyun oynama vardı; ben bağırıp gülüyordum ve giderek daha yüksek tonlarda “Evet! Evet! Evet!” derken, bu okuma işi sanki hayatının en eğlenceli şeyiymiş gibi gülüp sırıtan Ben’e sarılıyordum. Kelimenin tam anlamıyla yerde yuvarlanıyorduk ve “yatma zamanı geldi” ifadesini her gördüğümüzde ellerimizle kitaba vuruyor, her sayfada bu sözler ortaya çıktıkça zafer çığlıkları atıyorduk.

Hiçbir zaman gergin değildik. Hiçbir zaman susmadık. Her kitapta aynı çiftlik hayvanlarını arayıp bulduğumuzda bile, keşiflerimizde ve beraber olduğumuz süre boyunca vahşi ve gürültücüydük.

Başka bir domuz var! Oh hayır! Başka bir at! Ve bakın, bu kitapta bir inek var, bu kitapta bir inek ve bu kitapta da bir inek daha var! İnanabiliyor musun? İnekler, inekler her yerde!”

Ben’in yüzü aydınlanmıştı. Onu yiyebilirdim, öyle sevimli ve öyle güzel bakıyordu ki… ve o da benim oldukça özel biri olduğumu düşünüyordu. Onu kucaklayıp yerden kaldırırken her defasında yüksek bir sesle “ooh, sen çok akıllısın” diyordum. Ben mutluluktan büyülenmişti. Kitaplarla saatlerce oynayabilirdik. Bitsin istemedik.

Görseydiniz, nasıl da mutluyduk!

Üç yaşındaki Ben’in 15 dakikada okumayı öğrenmeye başlayacak kadar rahat olması ve öğrenmeye devam etmek istemesi sizce şaşılacak bir şey mi?

Ben’in payına düşen ödüller çok çeşitliydi. Oynadığımız oyunu sevdi çünkü her zaman onun “kazanacağı” şekilde ayarladım. Kitaplar eğlenceliydi; ritmik, çın çın öten dilleri ve her sayfada çılgınca tekrar eden sözcükleri vardı. Ama hepsinden önemlisi yeni bir arkadaşıyla, yani benimle iyi vakit geçirdi. Arkada; olduk.

Çocuklarla bu tür planlanmış oyunlar oynamak belki de onlara (yüksek sesle) kitap okumanın en büyük faydasıdır. Bir kitabın sayfalarında aynı anda beraber karşılaştığımız kelimeleri ve resimleri, fikirleri ve bakış açılarını, ritimleri ve tekerlemeleri, acıyı ve rahatlığı, umutları ve korkuları ve hayatın büyük meselelerini paylaştıkça zihin ve kalp aracılığıyla çocuklarımızla bağlantılar kurarız ve paylaştığımız kitaplarla oluşan gizli bir topluluk üzerinden birbirimize bağlanırız. Okuma-yazma ateşi çocuk, kitap ve okuyan kişi arasındaki duygusal kıvılcımlardan doğar. Bu, tek başına kitapla, tek başına çocukla ya da çocuğa kitap okuyan yetişkinle başarılamaz; bu, üçünü de saran ve onları yumuşak bir uyum içinde bir araya getiren ilişkiyle başarılır.

(Yüksek sesle) kitap okumak, anneler ve babalar için yüz ekşitici bir Bu Çocuğunuz İçin İyidir etkinliği olarak düşünülmemelidir.

Bebeklerimize ve diğer çocuklarımıza yüksek sesle kitap okumaya başladığımızda, genellikle yüksek sesle okumamız gerektiğini tamamen unutuyoruz. O kadar canlı, iyi vakit geçiriyoruz ve birlikte kitap okurken çocuklarımızla o kadar sıcak bir bağ kuruyoruz ki bu lezzetli bir “çikolata” deneyimine dönüşüyor.

“Çikolata” kuaförümün başına geldi. Bitirim bir atom karınca olan kızı Tiffy, henüz altı yaşındayken tüm mahalleye büyük bir ifade ve şevkle kitap okuyordu ve herkes annesine “okumayı ona sen öğretmiş olmalısın. Yaşıtlarından çok ileride.” diyorlardı.

Ben mi öğrettim, elbette kızıma okumayı ben öğretmedim, diyordu annesi. “Okumayı öğretmeyi bilmiyordum, hem bunu yapmaya cesaret etmiş olsaydım bile yanlış bir şey yaptığımda yanlışımı nasıl düzelteceğimi de bilmiyordum ki. Tek yaptığım şey kızıma bebekliğinden beri kitap okumaktı.”

Arkadaşları söylediklerine inanmadılar. Çünkü çok kolay görünüyordu.

Çocuklara (yüksek sesle) kitap okusak da çocuklar her zaman okula başlamadan önce okumayı öğrenmezler, ancak bu kesinlikle sorunlu bir durum değildir. Öğretmenler, okuldan önce bizim tarafımızdan (ve dadılar veya günlük bakıcılar tarafından) sağlanan sesli okuma temelini büyük bir yürekle geliştirecekler ve bu çocuklar çok hızlı bir şekilde kendi başlarına okumayı öğrenecekler.

Ancak her ebeveyn, okumanın sağladığı büyük eğitsel yararları ve yoğun mutluluğu anlasa ve her ebeveyn- ve çocuğuna bakan her yetişkin- çocuklarına günde en az üç öykü okusa, muhtemelen bir nesil içinde okuma yazma bilmeyen kimse kalmaz.

Hadi deneyelim! Bizi ne durdurabilir ki?

Yazan: Mem Fox – Çeviren: Abbas Karakaya

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

The Foot Book (Ayak Kitabı) Mucizesi

Yayınlanma:

|

Kızımız Chloe 1975 yılında bir gün okuldan eve sevinçle geldi ve okuyabiliyorum, dedi. Chloe o zaman dört yaşındaydı, okula başlayalı ise sadece iki hafta olmuştu. Her anne baba gibi kızımızı sevinçle karşılayıp gülümsedik. Okumak mı? Kızımız şaka ediyor olmalıydı.

Odasına koşup o zamanlar en sevdiklerinden olan Dr. Seuss’un The Foot Book (Ayak Kitabı) adlı kitabını getirdi ve kitabı ifadeli bir biçimde sözcük sözcük okumaya başladı. Evde biz bizeydik.

Evet ama, kızımız gerçekten okuyabiliyor muydu? O kitabı kızımıza defalarca okumuştuk, bu yüzden ezberlemiş olabilir miydi? Önce duraksadık, coşkusunu kırmaktan korktuk; sonra kitabı baştan sona ezbere okumadan, herhangi bir sayfayı okuyup okuyamayacağını görmek için rastgele sayfalar açıp okumasını istedik. Gösterdiğimiz bütün sayfaları okudu kızım.

O zamanlar drama dersleri veren bir öğretim üyesiydim. Okuma-yazma öğretilmesi çalışma alanım değildi. Kendi nazarımda sadece bir anneydim. Ertesi gün Chloe’nin okuluna gittim ve ne olduğunu öğretmene söyledim.

Ne yaptınız, hangi metodu kullandınız, diye merakla sordum. Bu tam bir mucize!

Ben çok şey yapmadım, zaten ne yapabilirdim ki, okullar açılalı ancak iki hafta oldu, dedi öğretmeni. Okula başlamadan önce kızınıza çok kitap okumuş olmalısınız.

Tabii ki okuduk, dedim.

Hah, işte bu, dedi öğretmen, gerçekten öyleymiş gibi. O andan itibaren (yüksek sesle) kitap okumanın yararları beni büyüledi. Drama eğitiminden okuma-yazma öğretmeye geçmemin tohumları atıldı. Eğer kızıma (yüksek sesle) kitap okumak onun hayatına ve okumayı öğrenmesine bu denli etki yaptıysa bunu herkese anlatmalıydım. Bir sır olarak tutmanın anlamı yoktu.

Yirmi beş yılı boyunca, çocukların okuma ve yazmayı öğrenmeleri konusunda ve de çocuklara kitap okumanın olumlu etkileri hakkında çok şey öğrendim. Şimdi tüm dünyayı dolaşıp anne-babalar, öğretmenler, kütüphaneciler ve kitapçılarla konuşuyor; tanıştığım her insana çocuklarına kitap okumayı teşvik ediyor ve bunun nedenlerini açıklıyorum. Uluslararası okuryazarlık danışmanı olmanın yetkesi ve yazarlık tecrübemle konuşuyorum, ama sıradan bir anne olarak konuştuğumda daha tutkulu oluyorum. Çocuğuma kitap okumak muazzam bir deneyimdi. Her türden harika kitaplar sayesinde aramızdaki bağlar güçlendi. Paylaştığımız çeşitli hikayeler sayesinde birbirimiz daha iyi tanıdık ve birbirimize sevgimiz arttı. Chloe’ye düzenli kitap okumanın ona okumayı öğretmeden, kendi kendine okumayı öğrenmesini sağlayacağı aklıma gelmemişti.

Sadece onunla zaman geçirmek bile yeterliydi.

Yazan: Mem Fox,  Çeviren: Abbas Karakaya

 

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.