Connect with us

EKONOMİ

KRİZE ÇARE: ‘SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ’ Mİ? -I

Avrupa Genelinde, Almanya özelinde Ekonomide ana politika SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın ekonomik atağının teorik altyapısını oluşturan Sosyal Piyasa Ekonomisi kriz dönemlerinde kurtarıcı formül haline gelerek diğer ülkelere de yayıldı. AB’nin oluşmasında bu ortak aklın katkısı büyük oldu. Erol TAŞDELEN Sosyal Piyasa Ekonomisi koşullarının genel yapısı ve Türkiye’de uygulanabilirliği açısında bir yazı dizisi ele aldı…

Yayınlanma:

|

Sosyal piyasa ekonomisinin, ekonomik ve politik düşüncesinin ayrıntılarını incelemeden önce, onun ortaya çıktığı ortama kısaca bakmak yardımcı olabilir. 1936 yılından 1948 yılına kadar, gerek Hitler ve gerekse Müttefik İşgali dönemlerinde, Alman ekonomisi sıkı denetimlere tabi olmuştu. Fiyatların dondurulması, karne uygulaması ve umutsuz bir şekilde yetersiz olan para sistemi, yıkıcı ekonomik sonuçlar doğurmuştu: Üretim düşmüş, karaborsa yaygınlaşmış, normal parasal mübadelenin yerini takas almıştı[1].

Sosyal piyasa ekonomisinin uygulamadaki gelişimi üzerinde ileride durulacağı için, burada teorik çerçevenin Almanya’da oluştuğunu ve uygulamanın da Almanya’da gerçekleştiğini belirtmekle yetinelim.

Ekonomik politikanın başarılı olabilmesi için konseptler[2] şeklinde sunulması gereklidir. Zira, ekonomi politikası konseptleri, ekonomik politikasına ilişkin ilke, yöntem, amaç, araç ve amaca uygun kurumlarla, belirlenen önlemleri karşılıklı ilişkiler açısından tutarlı biçimde sunan temel çerçeve ve kurallar bütününden oluşmaktadır. Ekonomide belirlenen genel ekonomi politikası konseptinin,  özünde ekonomik sistem ve düzen konsepti yer almaktadır. Arzulanan ekonomik düzeni korumaya ve geliştirmeye yönelik olan ekonomik düzen politikasında, belirlenen temel ilke, amaç ve araçlarla önlem bütününün bir içsel tutarlılığa sahip olması gereklidir. Ayrıca ekonominin o andaki mevcut durumuna uygun olarak hazırlanması ve böylece dışsal tutarlılığa sahip olması zorunludur[3].

Oluşturulan ekonomik düzen politikası konseptleri, ekonomik düzenlerin temel yönlendirme ve koordinasyon ilkelerine uygun olarak, ya piyasa mekanizmasına ya da merkezden yönetime (bununla merkezi planlamaya) dayandığı görülmektedir. Konumuzun piyasa ekonomileriyle sınırlı olması nedeniyle burada sosyalist ekonomik düzen konseplerine girmiyoruz.

Piyasa ekonomisine ilişkin temel ekonomik düzen konseptlerinin ilk bilimsel analizleri, Freiburg Okulu olarak da  adlandırılan Ordo- liberalleri tarafından geliştirilmiştir.  Ordo- liberallerinin ekonomik düzen konsepti W. Eucken’in çalışmalarına dayanır.

Eucken, serbest piyasa ekonomisi içinde tam rekabetin bir “ordronaturel” (doğal-düzen) olarak kendiliğinden var olmayıp, bir “Ordro-Social” (Sosyal-Düzen) olarak devlet tarafından organize edilmesi ve yasal önlemlerle korunması gerektiğini savunmuştur. Bunun için devletin bilinçli olarak bir ekonomik düzen politikası izleyerek, ekonomik düzeni yasal ve kurumsal çerçeve  olarak yaratılması ve düzenlenmesi gereğini ortaya koymuştur. Eucken’e göre serbest piyasa ekonomik düzenin var olmasını sağlamak veya yaratmak için yedi temel ilke belirlenmektedir. Bunlar:

  1. Tam rekabet, (rekabet fiyatının oluşması),
  2. Para istikrarı,
  3. Açık piyasa,
  4. Özel mülkiyet,
  5. Sözleşme özgürlüğü,
  6. Özel birimlerin faaliyetlerinin sonucunda tam sorumlu olmaları,
  7. Ekonomi politikasının sürekliliği ve değişmezliğidir.

Serbest rekabet düzeninin işlerliğini sürdürebilmesi için dört düzenleyici ilke daha söz konusudur:

  1. Monopol denetimi,
  2. Piyasa gelir dağılımının maliye politikası ile düzeltilmesi,
  3. Üretim faktör ve kaynaklarının korunması (sosyal güvenlik),
  4. Asgari ücretin belirlenerek işgücünün konjoktür dalgalanmalarından korunması[4].

Eucken’in bilimsel düzeyde geliştirdiği bu ilk ekonomik düzen politikası konsepti, yetersiz ve ütopik bulunmuştur. Özellikle “tam rekabet” varsayımının pratik değeri olmadığı, bu yüzden Orda-liberallerinin[5] ekonomik konseptlerinin tarihsel bir değeri olduğu savunulmaktadır.

Ancak bu alandaki tartışmalar piyasa ekonomisi için pratik değeri olan sosyal piyasa ekonomisi konseptinin gelişmesini sağlamıştır. A. Müller-Armack’ın teorik olarak geliştirdiği; önce Erhard tarafından uygulanan ve sonra sosyal demokratlar dahil olmak üzere geliştirilerek B.Almanya’da savaş sonrası dönemden beri kesintisiz uygulanmaktadır[6].

Sosyal piyasa ekonomisinin bilimsel formülasyonu ilk olarak A. Müller-Armack (1945) tarafından gerçekleştirilerek, klasik liberalizm yada ilkel kapitalizmle sosyalizm arasında üçüncü bir yol ve yeni bir sentez olarak sunulmuştur.[7]

Sosyal piyasa ekonomisinin temel biçimi[8]:

  1. Çalışma ve başarı rekabeti (fonksiyonel rekabet), tüketici isteklerine daha iyi cevap vermekte ve aynı zamanda sosyal gelişmenin temeli olmaktadır.
  2. Özgür çalışmanın, özel girişimcilik ve özel mülkiyetin önkoşulu olan sosyal dengeleme. Sosyal güvenlik, çevrenin insalcıllaştırılması, eğitimin imkanlarının genişletilmesi gereklidir. Sosyal dengeleme aynı zamanda da, çalışma ve başarı rekabetinin düzenlenmesi ve geliştirilmesinin temelidir.

Böylece piyasa ekonomisi, rekabet düzeni olarak korunmakta ancak, bu düzen sosyal açıdan dengelenmektedir. Müller-Armack’a göre piyasa ekonomisinin temel formülü ancak ikisi ile birlikte ortaya konmaktadır.

Birinin ihmal edilmesi, sosyal piyasa ekonomisi dışında kalan ilkel kapitalizme ya da sosyalizme kayma tehlikesini yaratır. Bu yaklaşımda sosyal dengeleme ve sosyal güvenlik, ekonomik özgürlüklerinin ve rekabetin, dolayısıyla serbest çalışma, özel girişimcilik ve özel mülkiyetin önkoşulu ve garantisi olmaktadır. Rekabet sistemiyse ekonomik gelişmenin dinamik öğesidir. Bu ikisinin yarattığı “diyalektik sürecin birlikteliği” sayesinde ekonomik sistem canlı, dinamik ve gelişme yeteneğine sahip olur. Burada piyasa ve rekabet özgürlüğüyle sosyal dengeleme bağdaştırılmıştır. Böylece toplumda sosyal uzlaşma ve barış amaçlanmaktadır. Sosyal piyasa ekonomisi özde bir piyasa ekonomisidir, ancak bundan öte, “sosyal” bir piyasa ekonomisidir[9]. “Sosyallik ilkesi, bireyin piyasadaki özgürlüğünü sosyal dengeleme ile bağdaştıran bir yaklaşım olmaktadır. Bu nedenle Müller-Armack, Sosyal piyasa ekonomisini, sosyalizmin ve Sosyalist ekonomik sistem konseptinin seçeneği olarak görmektedir[10]. Piyasada bireysel özgürlükler savunulurken, piyasada sosyal sorumluluk da (Social- responsibility) savunulmaktadır[11].

Bu yaklaşımda piyasa ekonomisinin rekabetle düzenlenmesi gereği vurgulanmaktadır. Bu nedenle sosyal piyasa ekonomisinde şu politikalar izlenir[12]:

  1. Rekabet düzeni, çalışma ve başarı rekabeti olarak gerçekleştirilecek bir aktif rekabet politikası,
  2. Rekabetin tamamlanmasını sağlayacak ve etkin olmadığı alanlarda devletin müdahalesini düzenleyen, sektörel, bölgesel ve yapısal nitelikli aktif bir ekonomi politikası,
  3. Rekabetin istikrara kavuşması için aktif bir konjonktür, para ve büyüme politikası,
  4. Rekabet sonuçlarının düzeltilmesini sağlayacak bir gelir dağılımı ve sosyal güvenlik politikası şeklinde oluşturulan politikalar önerilmektedir.

Sosyal piyasa ekonomisinde toplumsal uzlaşma: Müller-Armack sosyal piyasa ekonomisinin, toplumsal uzlaşma ve barışa (Soziale İrenik, irenik: Yunancada barış sevgisi anlamına gelmektedir) dayanmaktadır. Katoliklerin ortaçağda geliştirdikleri korporasyon (ahilik benzeri mesleki, sosyal amaçlı organizasyonlar) ve düzen düşüncesi, prostanların sosyal ve çalışma ahlakı; sosyalizmin sosyallik düşüncesi ve liberalizm inceleme konusu olmuş, yaşanan dünyanın şekillendirilmesinde bunların uzlaşma sağlayabileceği alan ve ortak nokta olarak sosyallik düşüncesi belirlenmiştir. Sosyallik düşüncesi, sosyalizmin geleneksel isteği, katolikliğin düzen düşüncesi, protestanlığın mesleki dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma anlayışı ile yeni liberalizmin organizasyon düşüncesinin ortak temeli olmaktadır[13].

Rekabet içindeki dünya görüşlerinin yaklaşım ve uzlaşmasını sağlamaya yönelik olan sosyal piyasa ekonomisi, bu zıtlıkların birliğini gerçekleştirmeye yönelik olduğu için “diyalektik bir yöntem” olarak görülmektedir. Zira zıtlıkları gidermeyi veya bağdaştırmayı amaçlamakta, bunlardan bir bütün oluşturmaya çalışmaktadır.

Sosyal piyasa ekonomisinde birey yalnızca üretici veya tüketici fonksiyonunu yerine getiren bir ekonomik birim değildir. Aynı zamanda bireyin kişiliği ve bunun geliştirilmesine önem vermektedir. Genel toplumsal düzen içinde bireye ve kişiliğinin gelişmesine özel bir önem verilmektedir[14].

Sosyal piyasa ekonomisinin dayandığı temel toplumsal düzen düşüncesi, devlet, ekonomi, toplum ve hukuk alanlarını birlikte dikkate almaktadır. Sosyal piyasa ekonomisinde klasik liberallerde olduğu gibi “sınırlı” devlet düşüncesi değil; ancak fonksiyonel açıdan daha iyi işleyen devlet düşüncesi egemendir. Zira gerek piyasa düzeninde rekabetin korunup gelişmesi; gerekse “Sosyal” politika önlemlerinin alınması ve bunun ötesinde konjonktür ve büyüme politikalarının, rekabet ve sosyallik ilkeleriyle bağdaşır biçimde uygulanması ”daha az devlet değil, daha iyi işleyen devleti” gerektirmektedir. Fakat sosyallik ilkesini aşırı genişleterek, devletçiliğinin sistem değişimine yönelmesine karşıdır. Sosyal dengelemenin sınırı, -piyasa ekonomisinin korunması ilkesine uyularak- devletle, piyasanın veya özel ekonomik planlarının rekabete düştüğü yere kadar uzanmaktadır[15].

İşçi sınıfı partisinden halkın partisine dönüşmekle gururlanan sosyal demokrat parti tarafından öne sürülen liberal sosyalizm (treiheitticher sociatismus) Willy Brandt’ın şu sözleri ile bayrak açıyordu, “olabildiğince rekabet, gerektiği kadar planlama”[16]. Başka bir deyişle, Alman Sosyal demokrasisinin programında, piyasa ekonomisi kuraldır; planlama, daha doğrusu devlet müdahalesi, istisnadır. Bu müdahale, kapitalizmin eksiklerinin, çarpıklıklarını gidermekiçin ve ekonominin genel dengelerini, hatta özgür rekabetini sağlamak için öngörülmüştür[17].

Sosyal piyasa ekonomisinde, rekabete dayalı sistemin sosyal dengelenmesi olumsuz yan etkileri gidermeye yönelik olmalıdır. Devletin işlevi, kişilere daha çok kaynak aktarmak değil, bireye daha çok sosyal sorumluluk ve olgunluk imkanı yaratarak refahının artırılması şeklinde anlaşılmaktadır. Yani buradaki devlet endüstri toplumu öncesinin “devlet babası” değil, endüstri toplumunu “organize edici” ve “yönlendirici” devlettir[18].

Sosyal piyasa ekonomisi, piyasa düzeniyle toplumsal dayanışmayı bağdaştıran bir ekonomi politikası ya da politik ekonomi oluşturmuştur.  Rekabetle sosyal dayanışma, endürtri toplumunun ekonomik başarısıyla sosyal güvenlik sistemiçelişen değil, birbirini bütünleyen öğeler olarak ele alınmıştır. Bu yönleriyle klasik ve neo-klasik yaklaşımlardan ayrılmaktadır. Bu yaklaşım sayesinde eski tarzdaki sınıf kavramı ortadan kaldırılmış, uzlaşma, dayanışma ve sosyal barış içinde çözümler gündeme gelmiştir[19].

Sosyal piyasa ekonomisi toplumun organizasyon yapısının çok aşamalı ve merkezi olmayan, yani ademi merkeziyetçi bir özellik  göstermesini öngörür. Bağımsız ve özgür birimlerin ekonomik sürece olabildiğince katılımını amaçlayan sosyal piyasa ekonomisinin bunu sağlayacak bir organizasyon yapısı göstermesi öngörülmektedir. Sosyal piyasa ekonomisi doğmatik olmaktan çok pragmatiktir. Bu nedenle toplumdaki mülkiyet ve karar yapısında çoğulculaşmaya fırsat tanır. Açık toplum esas alınması, enformasyon yapısının herkese açık olmasını öngören bir politikaya dayanır. Rekabet süreciyle düzenlenen piyasalarda ekonomik birimler birbirini kontrol eder. Özetle, sosyal piyasa ekonomisi, ekonomi politikasıyla sosyal politikayı bütünleştirdiği gibi, bunlarla uyumlu bir kültür ve eğitim politikası, demokratikleşme, katılım ve açık toplum politikası izlemektedir[20].

Sosyal piyasa ekonomisinin varlık ve işleyisini belirleyen öğeleri şöyle özetleyebiliriz[21].

  1. Başarı rekabeti: Piyasa sisteminin varlığı ve işleyişini belirleyen temel öğe başarı rekabetidir. Burada rekabet, “bırakınız yapsınlar” ilkesine göre değil, ekonomik birimlerin başarı yarışı şeklinde düzenlenmesine bağlı olarak oluşmaktadır. Yani yasal ve kurumsal olarak düzenlenmiş rekabet söz konusudur.
  1. Sosyal dengeleme: Burada sosyal dengeleme, ihtiyaç içindeki insanlara yardım etmekten çok, çeşitli kurumsal organizasyonlar içinde onları ekonomik süreçle bütünleştirmek anlamına gelmektedir.
  1. Başarı rekabeti ve sosyal dengelemenin birlikteliği: Sosyal piyasa ekonomisinin varolabilmesi için başarı rekabetiyle sosyal dengeleme birlikte ve aynı ağırlıkta uygulanmalıdır. Sosyal piyasa ekonomisi, yalnızca kuru bir ekonomizme bağlanmayıp, toplumsal bütünün sosyal boyutunu da dikkate almaktadır. Piyasa ve devlet işlevsel bir bütün oluşturmakta, bu sayede sosyal anlaşma, sosyal barış, sosyal güvenlik, sosyal adalet ve sosyal refah gibi temel toplumsal amaçların gerçeleşmesi sağlanmaktadır.
  1. Yasal ve kurumsal düzenlemeler: Devlet anayasalarında belirlenen temel hak ve özgürlüklerden başyayarak, sözleşme özgürlüğü, açma ve yerleşim yeri özgürlüğü ve özel mülkiyet hakkı başta gelir. Rekabetin işleyişini düzenleyen yasalarla rekabet –karter- kurumunun düzenlenişi, sosyal güvenlik ve çalışmayla ilgili yasal düzenlemeler sosyal piyasa ekonomisinin önemli önkoşullarıdır. Öte yandan mali düzen ve para düzeni, yani bütçe, vergi, merkez bankası ve bunların işleyişinin düzenlenmesi, sosyal piyasa ekonomisi için gerekli önkoşullardır. Bütün bu yasalar ve kurumsal yapı, merkeziyetçi olmayan karar ve koordinasyon yapısının varlığını belirlemektedir.
  1. Ekonomi politikaları: Ekonomi politikaları sosyal politikalarla bütünleştirilmelidir. Uygulanan ekonomi politikası fiyat istikrarını sağlamalıdır. Çünkü fiyat istikrarının bozulduğu bir ortamda rekabet ve piyasa ilişkileri de bozulur. Fiyat istikrarıyla birlikte istihdam ve gelir dağılımı da dikkate alınmalıdır. Sosyal piyasa ekonomisinin sosyal boyutu, istihdam ve gelir dağılımıyla herkese “refah” sağlar. Herkese refah sağlanmasının en kolay yolunun büyümeden geçtiğinin bilincindedir. Gelir dağılımının yanında, serveti kitlelere yaygınlaştıracak bir servet politikası oluşturmak amacındadır.
  1. Başarı(çalışma) motivasyon ve kontrolü: Sosyal piyasa ekonomisinin “temel motivasyon sistemi” başarı ve başarıya eşdeğer bir ödüllendirilmeye dayanır. Bu da ancak, sosyal sıfatla bütünleşen rekabet süreci içinde gerçekleşir. Burada ekonomik birimlerin çaba ve başarısı, kar ve fayda olarak ödüllendirilirken, başarısızlıklarından da yine kendileri sorumludur. Ekonomik birimlerin kendi faaliyetlerinin sonucundan ancak kendilerinin sorumlu olması durumunda sistemin motivasyon ve kontrol mekanizması etkin işlemektedir.
  1. Ekonominin belirli düzeyde maddi, personel ve kurumsal altyapıyla donatılmış olması: Sosyal piyasa ekonomisinin etkin olarak varlığı için, mal ve faktör akışkanlığının, üretimin, tüketimin yeterli düzeyde gerçekleşebildiği maddi altyapı donatımı, bu sayılanların gerçekleşmesi için miktar ve nitelik olarak yeterli insan gücü (personel) donatımı gereklidir.
  1. Sosyal piyasa ekonomisine uygun kültür ve eğitim politikalarıyla çoğulcu demokrasinin varlığı: Sosyal piyasa ekonomisi çatışmacı değil uzlaşmacı bir kültür politikasıyla bağımsız kişiliğe sahip, başarıya yönelik, dinamik insanların bulunduğu bir ortamda varolabilir. Bu kültürel ortam da ancak çoğulcu parlamenter demokraside gerçekleşebilir. Sosyal piyasa ekonomisi açık bir toplum programıdır. Bu nedenle kültür, eğitim ve demokrasi politikasının bu anlayışa dayandırılması gereklidir.

Erol TAŞDELEN – Ekonomist      www.bankavitrini.com

[1] N.P.Barry, “Yeni Sağ”, Çeviren:Dr. C. Aykan, Tisamat, 1989, s.201.

[2] Ülkemizde “konsept” karşılığı olarak “Model” kavramı kullanılmaktadır. Oysa “model”, bir olgunun basite indergenmiş soyut düşünsel düzeydeki teorik yapısıdır. Sınırlı değişkenler arası ilişki basit ve kapalı bir sistem oluşturur.

Konsept ise, içerik olarak kapsamlı ve açık system oluşturan; kendi içinde ve mevcut durumla uyumlu ekonomi politikası paketlerinin oluşturduğu bütündür. Bu nedenle ikisi farklı anlam ve içeriğe sahiptir.(H.Erkan’ın notu)

[3] H.Erkan, “Sosyal Piyasa Ekonomisi – ekonomik sistem ve piyasa ekonomisine işlerlik kazandırılması –“, Konral adenauer Vakfı, İzmir, 1987,s.107.

[4] H.Erkan, a.g.e., s.108-109.

[5] Bu hareket  içindeki düşünürlere genellikle Alman Yeni-Liberalleri denilmiştir. Fakat bunlar için sık kullanılan isim, “Ordo”adı altında çıkardıkları yıllıktan dolayı, “Ordo-Liberaller” olarak adlandırılır.

[6] H.Erkan, a.g.e., s.109.

[7] H.Erkan-C. Erkan, “Ekonomide Sosyal Demokrat Alternatif”, Altın kit. Yay. 1989.

[8] H.Erkan, a.g.e., s.110.

[9] H.Erkan-C. Erkan, a.g.e., s.103-104.

[10] Daha geniş bilgiiçin bakınız, Müller-Armack, A. (1978), “Die Grund formen der Sozialen Marktwirtshaft”, Ludwig-Erhard- Vakfı: Symposion I: Soziale Marktwirtschaft  als nationale und internationale-Ordnung, Bonn-Aktuell, Stuttgart.

[11] H.Erkan, a.g.e., s.110-111.

[12] H. Erkan, a.g.e., s.111. H.Erkan-C. Erkan, a.g.e., s.104.

[13] H. Erkan, a.g.e., s.111.

[14] H.Erkan, a.g.e., s.112.

[15] H.Erkan, a.g.e., s.112-113.

[16] F.Fejtö, “herşeye Rağmen Sosyal Demokrasi”, Çeviri:T. Güneş-N.Güneş, Verso yay., Ank., 1989, s.158.

[17] İ.Cem, “Sosyal Demokrasi Nedir, Ne Değildir?”, Cem yay.1984.

[18] H.Erkan-C.Erkan, a.g.e., s.104-105.

[19] H..Erkan-C.Erkan, a.g.e., s.105-106.

[20] H..Erkan-C.Erkan, a.g.e., s.106-108.

[21] H..Erkan-C.Erkan, a.g.e., s.108-111.

 

Okumaya devam et

EKONOMİ

TİM, Global Ekonomideki Talep ve Riskleri Takip Edecek

Türkiye’de bir ilk olan İhracat Pazar Monitörü içinde iki endeksin yer aldığını bildiren TİM Başkanı Mustafa Gültepe, İhracat Talep Endeksi ile pazarlardaki talebi, Pazar Dayanıklılık Endeksi ile de riskleri önceden görme imkânı bulacaklarını söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), önemli pazarlarda talebi yaratan koşulları ve riskleri artık İhracat Pazar Monitörü’nden (İPM) takip edecek. İlk sayısı yayımlanan İPM’ye göre ocak ayında İhracat Talep Endeksi yüzde bir artışla 101 puana yükseldi.

TİM Başkanı Mustafa Gültepe, yaptığı açıklamada Türkiye ekonomisinin itici gücü olan ihracatın seyrini belirleyebilme noktasında TİM’in hayata geçirdiği İhracat Pazar Monitörü’nün çok önemli bir misyon üstleneceğini vurguladı. Cumhuriyetin ikinci yüz yılına Türkiye’yi ihracatta ilk 10 ülke arasına çıkarma hedefi ile başladıklarını ve stratejilerini bu hedefe göre kurguladıklarını belirten Gültepe, şöyle devam etti:

“27 sektörümüzde, 61 birliğimizle ve 150 bine yakın ihracatçımızla dünyada adım atmadığımız ülke ya da bölge bulunmuyor. Türkiye’nin üretim gücünü, ürünlerimizin kalitesini tanıtmak için küresel ölçekteki sektörel fuarları, ticaret ve alım heyetlerini fırsata dönüştürüyoruz. Bütün bu çalışmaların yanı sıra pazarlarımızdaki tüm gelişmeleri hesaba katmamız gerekiyor.

TİM-İPM ALANINDA İLK VE TEK ENDEKS

İlkini  yayımladığımız TİM-İPM ile artık pazarlarımızdaki talep koşullarını ve siyasi-iktisadi risk konjonktürünü kolayca takip edebileceğiz. TİM-İPM, ülkemizde sektörel bazda talep ve risk koşullarını ölçen ilk ve tek endeks olma özelliğini taşıyor. Aylık olarak kamuoyu ile paylaşacağımız TİM-İPM içinde İhracat Talep Endeksi ve Pazar Dayanıklılık Endeksi yer alıyor. İhracat Talep Endeksi ile pazarlarımızdaki talebin hem genel durumunu hem de sektör ve ülke özelinde tabloyu görebileceğiz.

Pazar Dayanıklılık Endeksi ile de pazarlarımızda risklerin genel durumunun yanında sektör ve ülke bazında gidişatı takip edebileceğiz. Ocak ayı rakamlarına baktığımızda İhracat Talep Endeksi önceki aya göre yüzde 1 artış, önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,4 düşüşle 101 oldu. Bu rakam bize ihracat pazarlarımızdaki talep koşullarının iyileşmeye devam ettiğini gösteriyor. Pazar Dayanıklılık Endeksi ise Ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 0,6 artarken bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,7 düşüşle 99,7 seviyesinde gerçekleşti. Bu verilerin ışığında pazarlarımızdaki risk koşullarının da iyileşme eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz.”

Mustafa Gültepe, TİM-İPM kapsamındaki iki endeks sayesinde ihracatçı firmaların pazarlardaki riskleri ve talepleri çok daha daha kolay anlamlandırarak önceden pozisyon alma imkânı bulacaklarını sözlerine ekledi.

NOT: Şubat 2024 sayısı itibari ile TİM İhracat Pazar Monitörü her ayın son pazartesi günü yayınlanacaktır.

TİM İhracat Pazar Monitörü’ne buradan ulaşabilirsiniz.

 

TİM – Türkiye İhracatçılar Meclisi – TİM İhracat Pazar Monitörü (tim.org.tr)

tim_ihracat_pazar_monitörü_2024_subat TİMREPORT_229

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Serveti vergile(yeme)mek

Dev çok uluslu şirketlerin vergilendirilmesiyle ilgili bir yazı dizisi hazırlamıştım. Uluslararası sermayenin daha fazla vergi dışı kalmasına göz yumulmaması için küresel asgari kurumlar vergisi çalışmaları hızlanmış durumda. Bir yandan da toplum vicdanında sermayenin vergilendirilerek aklanması gerek.

Yayınlanma:

|

Tüm dünyada mali, ekonomik ve çevresel adaletsizlikler artarak devam ediyor. Küreselde pandemi sonrasındaki yeni servetin yaklaşık üçte ikisini en zengin yüzde 1’lik kesim elinde tutmaya başladı. Yoksulluk sona ermiyor, artıyor. Emek enflasyon altında ezilirken büyümeden aldığı pay sınırlı. Oxfam’ın araştırmasına göre dünyadaki en büyük şirketlerin sadece yüzde 1’inden daha azı çalışanlarına “yaşanabilir” bir ücret ödüyor. Diğer yüzde 99’unun böyle bir kaygısı var mı acaba?

Ama küreselde vergi reformları sermayeyle, dev çok uluslu şirketlerle ilgili yapılmaya çalışılıyor. Madem süreç başladı, bundan sonra zenginler için de devamı gelse iyi olur. Zaten en zenginlerin arkasında, kârın ortaklarına aktarıldığı ve genellikle beklenti üstü (!) kâr elde eden bu dev şirketler var. Üstüne vergi teşvikleri, indirimleri ile önemli bir kazanç alanına sahipler.

Sonra bu zenginler çeşitli yollarla nüfuz da elde edebiliyor. Bu nüfuz arttıkça ihalelerden medyaya kadar pek çok köşe başı tutulabiliyor.

Çünkü sadece servet değil, nüfuz da birikir. Servet, sahibine gelir sağlarken ve gelecekteki işsizlik, hastalık risklerine karşı güven verirken, sosyal mevki, ün, kudret, ekonomik bağımsızlık sağlayarak özel bir ödeme gücünü temsil eder.

Vergide adaleti sağlamak için ödeme gücüne göre vergileme gerekli, servet de ödeme gücünün göstergesi olduğuna göre vergilendirilmesi doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Zaten servet vergilerinin amacı, fırsat eşitsizlikleri dolayısıyla toplumdaki bireyler arasında oluşan gelir ve servet dağılımındaki dengesizlikleri en aza indirmek değil mi? O nedenle serveti olan ile olmayanı bu vergiyle birbirinden ayırmak gerekiyor. Emlak vergisi bir emlaka sahip olan ile olmayanı, ya da motorlu taşıtlar vergisi ona sahip olan (sahip olabilme gücüne sahip olan) ile olmayanı birbirinden ayırabiliyor örneğin. Ancak gelir ve servet dağılımında adaletsizliği en az indirecek servet vergisinde servetin tanımında sorun yaşıyoruz. Çünkü ülkemizde devlet hâlâ somut, gözle görülen servet unsurlarını vergilemeye çalışıyor.

Türkiye’de servet vergileri dört adet; Emlak Vergisi (EV), Değerli Konut Vergisi (DKV), Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) ve Veraset ve İntikal Vergisi (VİV). Bu vergilerin konuları gayrimenkul (EV ve DKV), motorlu taşıt (MTV) ve servetin ölüm ya da yaşayanlar arası karşılıksız intikaline (VİV) dayanıyor.

Oysa servet tanımına, her türlü taşınır taşınmaz mallar ile para ve alacaklar dahildir ve zaten servet kişinin beli bir anda sahip olduğu ekonomik değerlerin tümüdür. Her birinin fiyatı vardır ve mübadeleye de elverişlidir.

Ancak Türkiye’de servetin tanımı oldukça dar. Bir çok ülkede mevduat vb de servet olarak tanımlanıyor. Bizdeki tanım eksikliği vergide adalet arayışını tetikleyen ana unsurlardan biri. Servet vergilerinin sık sık gündeme gelmesi, yeni bir servet vergisine umut bağlanması hem mevcut kamu giderlerinin dağılımından ve israfından, hem de vergilerin gelir/servetin adil dağılımındaki rolünden hoşnut olunmadığını gösteriyor.

Uygulamadaki servet vergilerinin gelir ve servet dağılımı üzerindeki etkisi, tüm servet unsurlarının hangi gelir grupları arasında dağıldığı ile ilgili. İşte aslında toplum vicdanını rahatsız eden nokta da burası.

Servet edinimiyle artan nüfuz, üretim faktörü sahipliklerinde giderek derinleşen adaletsizlikler ekonomi politikalarının etkisiyle de büyüdü. Düşük faiz politikasıyla uygulanırken kredi çekerek döviz ve altına yönelenler tasarruf ve servet sahibi oldular. Aynı dönemde düşük gelir düzeyindekiler, yoksullar bu politikanın sonucunda ortaya çıkan enflasyonun altında ezildi. Üstelik yaşanan dolarizasyon sonucu kur yükselişinin önüne geçilmesi için yaratılan KKM’nin getirisinden bile gelir vergisi alınmadı. O nedenle hem vergide adaletsizliğin göstergesi dolaylı vergilerin vergi sistemindeki hakimiyeti, hem de böyle bir zenginleşme ve kâr akımının da tetiklediği enflasyonla devam ediyoruz.

Mevcut servet vergilerine ek yeni bir servet vergisi ihdas edilmesi kıymetli meslektaşım Prof.Dr. Murat Batı’nın dünkü yazısında açıkladığı gibi Anayasa’nın 2. (sosyal hukuk devleti), 10. (eşitlik), 13. (ölçülülük) ve 35. (mülkiyet hakkının ihlali) maddelerine aykırılık teşkil edecek. Ayrıca yeni servet vergisi vergi sistemine dahil olsa da bu vergilerin gelirlerinin örneğin deprem harcamalarına, sosyal transferlere vb tahsis edilmesi 5018 sayılı KMYKK m.13/g’ye göre mümkün değil. Bu durumda gerçekleşmeyecek olan; bir Robin Hood vergisi gibi zenginden alıp yoksula vermek.

Yeni servet vergisine kadar öncelikle gelir ve kurumlar vergisinde reform ile işe başlanmalı. Gelir-Kurumlar Vergisi beyannamelerinde görülmeyen ve servetin oluşumuna katkı sağlayan gelir kayıt ve kontrol altına alınabilir. Servet vergisi ile gelir getirmediğinden dolayı Gelir-Kurumlar vergisiyle kavranamayan servet unsurları kavranabilir.

Aslında Veraset ve İntikal Vergisi uygulaması, karar alıcılara yol gösterici niteliğe sahip. Bu vergiler “birbirini telafi eden”, “takip ve kontrol eden vergiler“dir. Şöyle ki Veraset ve İntikal Vergisi, içinde iki vergiyi barındırıyor. İlki veraset sonucu ortaya çıkan ikincisi yaşayanlar arası gerçekleştirilen servetin karşılıksız intikali, vergilendirmeye yönelik. Veraset vergileri yalnız başına uygulandığı durumda servetin intikali yaşayanlar arasında bağış yoluyla gerçekleştirilebilir. Bunun için yaşayanlar arası bağış yoluyla gerçekleştirilen karşılıksız intikaller de bu vergi kapsamındadır.

Türkiye de servet vergileri, servet üzerinden ve servet transferinden alınıyor. Ayrıca servet vergileri servet artışından da alınır. Serveti oluşturan unsurda sahibinin hiçbir kişisel emeği olmadan meydana gelen artışlar vergilendirilir. Almanya’da Birinci Dünya Savaşı’ndaki servet artış vergisi uygulaması var, hatta olağanüstü servet vergisi olarak da bilinir. Oysa Türkiye’de bu kapsamda Gayrimenkul Kıymet Artışı Vergisi uygunladı. Servet unsurlarından sadece biri olan gayrimenkulün değerindeki artışı vergilemek için yürürlükteydi. Hatta uygulanırken olağanüstü bir durum da yoktu. Ancak o vergi neoklasik ekonomi politikalarının vergi sistemini değiştiren, sermayeyi daha hafif vergileyen özelliği sonucu 1985 yılında kaldırıldı.

Dostoyevski’nin dediği gibi; “parasız düşünür, ama paralı iki misli düşünür”.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

Türkiye’nin sınai haklar haritası çıktı!

Türk Patent ve Marka Kurumu 2023 yılına ait sınai haklar verilerini açıkladı. Verileri değerlendiren Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz; “Yabancı başvuru ve tescil sayılarındaki yükseliş dikkate değer. İller bazında her zamanki gibi şampiyon İstanbul olurken; Bayburt, Ardahan, Erzincan ve Bitlis illerimize ilişkin veriler, Sınai Haklar hakkındaki bilinçlendirilme çalışmalarının arttırılması gerektiğini gösteriyor. Bu veriler ışığında, ülkemizdeki bazı bölgelerin sınai haklar yönünden gelişmesi için yerel yönetimlerin ve kamu idarecilerinin daha fazla katkı koyması gerektiği görülmektedir” dedi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yerli yabancı toplam patent başvurularında %3,64’ lük artış!

2023 yılında Türk Patent ve Marka Kurumuna yerli ve yabancı 16.433 patent, 3.400 faydalı model, 183.149 marka ve 58.076 tasarım olmak üzere üzere toplam 261.058 başvuru yapıldı. Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz; “Ülke ekonomisindeki ticari aktörlerimiz artık marka, patent, tasarım, faydalı model tescili gibi kavramların önemini daha iyi kavradı ve buna göre hareket ediyor. Vekil firma olarak yıllar içinde gösterdiğimiz çaba neticesinde bu farkındalığı oluşturmayı başardığımızı görüyoruz. TÜRKPATENT verilerine göre 2023 yılında yerli yabancı toplam patent başvurularında %3,64’ lük yaşandı. Dünya genelinde her geçen gün ihracat fırsatlarının, markalara, AR-GE’ye yapılan yatırımların artması şirketlerin daha inovatif ve öncü olmalarını zorunlu kılıyor. Bu da aslında hem ülkemizde hem dünyada sektörümüzdeki pazarın büyüdüğünü kanıtlıyor” dedi.

Uluslararası patent başvurularında %25 artış!

“TÜRKPATENT’in açıkladığı güncel verilere göre Türkiye’de faaliyet gösteren yerli firmalar 2023 yılında 155’i PCT (uluslararası patent başvurusu), 234’ü EPC (Avrupa patent başvurusu) olmak üzere toplam 389 uluslararası patent başvurusu yaptı. 2022 yılında başvuru sayısı toplam 312 idi. Buna göre 2023 yılı başvuruları yaklaşık yüzde 25 (dörtte bir) oranında bir artış gösterdi. Bu da Türkiye’de yükselen fikri ve sınai haklar bilincinin küresel ölçekte yansımasını gösteriyor.”

Patent başvurularının zirvesinde yine İstanbul yer alıyor

TÜRKPATENT’ e göre geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi İstanbul tüm başvurularda ilk sırada. Patent başvurularında 3.526, başvuru ile ilk sırada yer alan İstanbul’u yine büyükşehirler takip ediyor. Patent başvurularında ikinci sırada 1.327 başvuru ile Ankara, üçüncü sırada 509 başvuru ile Bursa, dördüncü sırada 429 başvuru ile İzmir ve beşinci sırada 415 başvuru ile Kocaeli yer alırken; Hakkari, Sinop ve Kilis, sadece 1’er patent başvurusuyla listenin en sonlarında yer alan illerimiz oldu. Bayburt ise 2023 yılında hiç patent başvurusu yapılmayan tek il olarak dikkat çekiyor.

Marka başvurularında İstanbul liderliğini sürdürüyor

Marka başvurularının illere göre dağılımına baktığımızda ise; 71801 başvuru yapan İstanbul’u 14.368 marka başvurusuyla Ankara, 11.378 başvuruyla İzmir, 7.412 başvuruyla Bursa ve 6.179 başvuruyla Antalya izliyor. Ardahan ise 15 başvuruyla son sırada yer alıyor.

Tasarım başvurularında ise bir önceki yılın verilerine göre sıralamalarını ilerleten iller Kayseri ve Antep

Tasarım başvurularında ise 20623 başvuru ile İstanbul başı çekerken; Bursa 4.650 başvuru ile ikinci, Ankara 3.709 başvuru ile üçüncü, Kayseri 3.464 başvuru ile dördüncü, Gaziantep ise 2.754 başvuru ile beşinci sırada yer aldı. Erzincan ise 2023 yılında hiç tasarım başvurusu yapılmayan tek il oldu.

Faydalı modelin dikkat çekeni ise Konya

Faydalı model başvurularında 931 başvuru ile İstanbul başı çekiyor; 403 başvuruyla Ankara, 262 başvuruyla Bursa ve 246 başvuruyla İzmir izlerken, Konya’nın 174 başvuruyla beşinci sıraya yerleşmesi dikkate değer bir unsur oldu. Bitlis ve Ardahan ise 2023 yılında hiç faydalı model başvurusu yapılmayan iller olarak listenin son sıralarına yerleşti.

Yerli patent ve faydalı modelde en çok başvuru yapılan alan: Motorlu Kara Taşıtı

TÜRKPATENT NACE kodu verilerine göre 2023 yılında yerel patent ve faydalı model başvurularında motorlu kara taşıtı, römork ve yarı römork imalatı, büro makineleri ve bilgisayar imalatı, mobilya imalatı; başka yerde sınıflandırılmamış diğer imalatlar, tıbbi ve cerrahi teçhizat ile ortepedik araçların imalatı ve eczacılık ürünlerinin, tıbbi kimyasalların ve botanik ürünlerinin imalatı ilk beş sırada yer alıyor. Yurt dışından Türkiye’ye gelen yabancı patent ve faydalı model başvurularında ise; eczacılık ürünlerinin, tıbbi kimyasalların ve botanik ürünlerinin imalatı, diğer özel amaçlı makinelerin imalatı, ana kimyasal maddelerin imalatı, tıbbi ve cerrahi teçhizat ile ortepedik araçların imalatı ve genel amaçlı diğer makinelerin imalatı yer alıyor.

İhracatta yenilikçi atılımlar için katma değerli ürünlerle markalaşma şart!

Marka, patent ve tasarım sayılarının ülkemiz sanayisinin gelmiş olduğu gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılı olmadığını belirten Yamankaradeniz; “daha fazla katma değerli ürün üretimi, daha yüksek teknolojili üretim anlamına gelmektedir. Bu nedenle, bu yenilikleri patentle veya faydalı model başvuruları ile koruma altına almak ve değer oluşturmak, ülkemizi ve firmalarımızı zenginleştirir. Böylece, ihracaattaki tonaj rakamları aynı kalsa bile birim fiyatı artacağından yapılan toplam ihracaat rakamımızda artış olacaktır. Bu da cari açığın daha az oluşması ve enflasyon rakamlarının aşağıya doğru gelmesine olumlu katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla, bu yeni teknolojilerle dünya pazarlarına açılan markalarımızın Türk malı dolaşım miktarının artması, uluslararası markalaşmanın çok olumlu yansımaları olacaktır” dedi.

 

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.