Connect with us

GÜNCEL

Montajlı videolar, dezenformasyon: Seçim propagandasının sınırı nedir?

Yayınlanma:

|

14 Mayıs seçimlerine giden günlerde AKP’nin muhalefete karşı yürüttüğü propagandada, montajlı videoların Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yalnızca miting alanlarında gösterilmekle kalmadığına, ana akım medyada da yayımlandığına tanık olundu.

RTÜK’ün CHP’li Üyesi İlhan Taşcı’nın açıklamasına göre, 1 Nisan-11 Mayıs tarihleri arasında devlet kanalı TRT’de Erdoğan’a 48 saatten fazla yer verilirken diğer cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu için bu süre 32 dakikaydı.

Öte yandan Cumhur İttifakı’ndan milletvekili adayı olan bakanlar istifa etmediği için kamu gücünün seçim kampanyasında kullanılması da gelen eleştirilerdendi.

Peki seçim sürecinde tüm bunlar kabul edilebilir mi? Seçmen algısını değiştirmek adına bu tür araçlar kullanılabilir mi? Siyasal iletişimin sınırı nedir?

AKP’nin elinde kalan tek unsur: Güvenlik

BBC Türkçe’ye konuşan siyasal iletişim danışmanı ve Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği Başkanı Gülfem Saydan Sanver, Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın güvenlik politikaları üzerinden bir propaganda oluşturduğunu ve bunun seçmende karşılık bulduğunu anlatıyor:

“Ülkedeki ekonomik kriz çok ağır. Adalet ve Kalkınma Partisi uzun zamandır yeni bir politika üretemiyor. Yeni bir hikaye de yaratamıyor. İnsanların ilgisini çekecek yeni kadroları arasına katamıyor.

“Dolayısıyla elinde tek bir unsur kalmıştı, o da savunma sanayii üzerinden güvenlik politikaları. Güvenlik politikalarına girdiğinizde iki noktayı beraber yaptı, zaten öyle yapılmalıydı. Birincisi İHA’lar, SİHA’lar, askeri gemi ve uçaklarla bir yandan toplumsal gururu okşadı. Özellikle ekonomik kriz altında ezilen toplumun bir anlamda gururu da inciniyordu. Ancak bu tek başına işe yarayacak bir şey değil. Güvenlik politikalarının işlemesi için her zaman bir güvenlik tehdidinin olması gerekiyor. Bu güvenlik tehdidini de PKK üzerinden yaptı. Dolayısıyla iki unsuru beraber ve çok baskın kullandı. Bu güvenlik ve korku politikalarıyla kendi seçmenini ciddi anlamda konsolide etmeyi başardı”.

BBC Türkçe’ye konuşan, iletişimci ve gazeteci Ali Saydam ise Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın propaganda sürecinin iki boyutta incelenebileceğini, bunlardan birinin strateji, diğerininse taktik olduğunu belirtiyor.

Strateji konusunda iktidarın yaklaşımlarının doğru olduğunu düşündüğünü belirten Saydam, “Hedef kitlenin kültür ve değerleri esas alınarak yapılan bir strateji. Milli bağımsızlık, ülkenin bölünmez bütünlüğü konularında toplumda bir duyarlılık görmüş olmalılar ki bunları savunuyorlar. Üçüncü ayak da ‘biz yaptık yine yaparız’ şeklinde gelecekle ilgili vaatlerde bulunmaları” diyor.

Saydam, “Bağımsızlık meselesinde, milli enerji ve maden politikasında atılan adımlar, milli savunmada atılan adımları gösterebiliriz. Basit bir SWOT analiziyle muhalefetin zayıf ve güçlü taraflarına bakarak belirlemiş olmalılar” sözlerini ekliyor.

Taktik alanda, uygulamada ise “AK Parti’nin iletişim çalışmalarını çok zayıf bulduğunu” söyleyen Saydam, “İletişim evrensel bir iş değildir. Bir ülkede olan her ülkede geçerli değildir. Çok farklı müzikler kullanılmaz. Müzikte tekrar ve akılda kalıcılık çok önemli. Ama ben AK Parti’de 7-8 tane müzik saydım. Çok sayıda reklam filmi çekilmiş” diyor.

‘Güvenlik ve korku propagandası karşısında muhalefet zayıf kaldı’

Stratejide hata yaptığını söylediği muhalefetin taktik boyutunda daha disiplinli ve başarılı bulduğunu belirten Saydam, “Ben çok beğendim. Çok yalın ve iyi uygulandı taktikleri ama Anglosakson geldi bana. Anadolu’nun ruhuna uygun değildi. Seçim Anadolu’da kazanılıyor. Türkiye’nin ortak ruhi şekillenmesinin kabulleneceği, sempatik bulacağı şeyler değildi. Kıyı şehirlerde karşılığını bulmasına rağmen, Anadolu’da bulmadı. Stratejik hata, hedef kitlenin terör gibi hassasiyetlerine mesafeli olması”.

“Muhalefetin kampanyası daha pozitif ve umut odaklı. Ama pozitif kampanya biraz yanlış anlaşıldı muhalefette. Pozitif olmak demek söylemlerin sert olmaması demek değil” diyen Gülfem Saydan Sanver de, negatiflik kullanılmasa da belli yerlerde daha net, sert söylemler gerektiğini, muhalefetin kampanyasının daha çok büyük şehirlere yönelik olduğunu belirtiyor.

Sanver “Bir de çiçekler, umut, kalp işaretleri evet büyük şehirlerde ve Batı’da biraz daha keyiflendirdi muhalefet seçmenini. Ama bunlar İç Anadolu, Karadeniz seçmeni için, karşıda yaratılan güvenlik ve korku politikası karşısında zayıf kaldı. Muhalefet de buna tam olarak cevap veremedi” diyor ve ekliyor:

“Seçimden önce İç Anadolu’yu, Karadeniz’i gezdim. Hakikaten tek konuşulan konu CHP’nin PKK’yla iş birliği yaptığıydı. Bu kadar yaygınken buna yönelik kampanya yapmamak büyük bir eksiklik. Bir kampanyanın coşku getirmesi oy anlamına gelmiyor, nerede coşku getiriyor ona da bir bakmak lazım.”

Devlet imkanları iktidar tarafından nasıl kullanıldı?

erdoğan trt
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Nisan 2023’te TRT canlı yayınında soruları cevapladı.

Gülfem Saydan Sanver, devlet imkanlarının da iktidar tarafından birkaç aşamalı olarak kullanıldığına vurgu yapıyor:

“Cumhurbaşkanı’nın kampanyası aşağı yukarı bir buçuk yıldır seçim ekonomisine girmiş durumda. Yani ekonomiyi toptan düzeltemeyeceği için pansuman niteliğinde diyebileceğimiz sürekli ekonomik vaatlerde bulundu. Bunlar EYT’den tutun ücretsiz doğal gaz, su, asgari ücretin yükseltilmesine kadar… Bu da devlet gücü.

“Asgari ücretin yükseltilmesi belki İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde insanların hayatını bir anda rahatlatan bir meblağ değil ama Anadolu’ya gittiğinizde bu sosyal yardımların önemli olduğunu görüyoruz. Muhalefetin göremediği kadar seçim ekonomisi faydası yarattı.

İkincisi unsurun medya hakimiyeti olduğuna dikkat çeken Sanver şunları ekliyor:

“Bu inanılmaz bir boyutta. TRT eşitlik ilkesini geçtim yok sayma pahasında yayın yapıyor. E Anadolu’ya gittiğiniz zaman internet kullanımı zayıf ve TRT’nin çok yaygın seyredildiğini görüyoruz. Ayrıca diğer haber kanalları, A Haber, CNN Türk gibi oralarda da çok yaygın bir iktidar propagandası var. Teröre karşı olduğunu, elbette yer yer Kemal Bey söylüyor ama bunu duyurabilmesi de kolay değil. Çünkü özellikle televizyon en büyük haber alma kaynağı Anadolu’da ve orada çok büyük bir Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti hakimiyeti vardı.”

TRT’nin ve Anadolu Ajansı’nın iktidar lehine kullanılmasını “doğru bulmadığını” söyleyen Ali Saydam ise, 1954’ten beri seçimleri takip ettiğine, iktidarda hangi parti varsa devlet televizyonun da o partiye hizmet ettiğine dikkat çekiyor:

“VOA ne kadar ABD hükümetinin, TASS ne kadar Rusların etkisindeyse öyle. Böyle bir durum haksızlık mıdır? Evet, haksızlıktır. Ama reel politiktir”.

BBC Türkçe’ye konuşan Journo’nun proje editörü, Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) Başkan Yardımcısı Emre Kızılkaya, “Türkiye’de yasalar eşitliği sağlamak için yeterli. Radyo ve televizyon yasasının bir maddesi, sadece TRT değil bütün televizyonların bu anlamda adil yayıncılık yapma yolunda bir talimat aslında” diyor. Türkiye’de sorunun yasal mevzuattan çok uygulama olduğunu ekliyor:

“WhatsApp gruplarından bürokrat ve siyasetçilerin medyayı kontrol eden birtakım isimlere talimat verdiğini Reuters haberleştirmişti. Hal böyleyken TRT’nin ya da RTÜK’ün hükümet dışı bir denetim yapabileceğine inanılmıyor”.

Neden Google aramalarında daha çok hükümet yanlısı yayınlar çıkıyor?

Kızılkaya, kara propagandanın dijital platformlarla da yaygınlaştırıldığına dikkat çekiyor:

“Herkesin içerik üreticisi olduğu dijitalleşen dünyada, siyasi anlamda da her kesimden dezenformasyon, kara propaganda üretenler oluyor. Burada da asıl kritik nokta yeni eşik bekçileri olan dijital platformlar. Bunlar eskiden gazete ile televizyondu, hem öz denetimleri hem de RTÜK gibi kurumlar üzerinden denetimleri vardı. Oysa bugün herkes her şeyi üretebiliyor ve yayabiliyor”.

“Siyasi iktidarın mahsullerinden çıkan dezenformasyon, nefret söylemi, kara propaganda gibi içerikler en önemli dijital platform olan Google tarafından yaygınlaştırılıyor” diyen Kızılkaya, “Türkiye’de artık tek tipçi bir zihniyet tarafından ele geçirilen eskinin ana akım medya kuruluşları, dijital platformlarda güçlü bir geçmişten gelen güçlü bir varlığa sahip olduğu için aynı şekilde varlığını sürdürüyor. Kamuoyu tepkisi olmadığı için Google bu konuda tepki görmüyor. O yüzden onları öne çıkarmaya devam ediyor. Ancak bunlar artık ana akım değil, çünkü ana akımda her türlü görüşü bulmanız lazım, her kesime erişmeniz anlamına geliyor ana akım olmak” sözlerini ekliyor.

Gazeteciliğin ayırt edici özelliklerinden birinin kamu yararını gözetmek olduğunu ancak dijital platformlar için bunun geçerli olmadığını ifade eden Kızılkaya, “Türkiye’de bugün Google’ın bu kara propagandayı, nefret söylemini yaydığını görüyoruz. Taraflar o zaman siyasi olarak eşit yarış içerisinde olmuyorlar” diyor ve ekliyor:

“Google’a ‘Erdoğan’ yazdığınızda, onun açıklamalarının haberleştirildiğini görüyoruz. O nedenle Karayılan videosundaki gibi bir içerik üretildiğinde, Akit’in yalan haberini Google yaygınlaştırıyor, Erdoğan bunu mitinginde kullandığında bir kere de bütün büyük haber kuruluşları üzerinden bir kez daha yaygınlaştırılıyor. Türkiye’de haber ya da seçim araması yapan seçmene belirli bir siyasi görüşü, üstelik de kara propaganda üzerinden empoze etmiş oluyor.

“Google bunu Amerika’da yapamıyor. InfoWars gibi bir yalan haber sitesi, kamuoyu baskısı, bağımsız gazetecilerin üstüne gitmesi, Amerikan kongresinin devreye girmesi, düzenleme baskısının ardından yasaklanmıştı. Bütün Google sonuçlarından çıkarıldı.

“Şu an Türkiye’de Google yüzde 19’a 81 oranında iktidar medyasını öne çıkarıyor. Sivil toplumun veri temelli bir savunu hareketiyle hem kamuoyu bilinci artırması hem de bu dijital platformlardan hesap sorması gerekli. Çünkü seçmenin iyi bilgilendirilmediği yerde seçim olmaz”.

bbc

Okumaya devam et

GÜNCEL

AB, Anti-Greenwashing Düzenlemesini Askıya Alıyor

Yayınlanma:

|

Yazan:

Avrupa Birliği’nin, greenwashing vakalarını önlemeyi ve şirketlerin çevresel beyanlarının doğruluğunu sağlamayı amaçlayan “Green Claims Directive” (Yeşil Beyanlar Direktifi) teklifi, son dönemde oluşan siyasi gelişmelerin ardından durma noktasına geldi. Önce Avrupa Komisyonu’nun geri çekilme sinyalleri vermesi, ardından da İtalya’nın desteğini çekmesiyle birlikte, dosyanın ilerlemesi neredeyse imkânsız hale geldi.
Direktif Ne Getiriyordu?
2023 baharında önerilen ve müzakere süreci devam eden Green Claims Direktifi, şirketlerin “çevre dostu”, “karbon nötr”, “doğaya zararsız” gibi iddialarını bilimsel ve doğrulanabilir temellere oturtmayı hedefliyordu. AB içindeki “yeşil aklama” (greenwashing) vakalarının artması üzerine gündeme gelen düzenleme, şirketlerden bu tür iddialarını belgelemelerini ve kamuoyuna açık şekilde doğrulamalarını zorunlu kılacaktı.
Direktif, mikro ölçekli işletmeleri başlangıçta kapsam dışında bıraksa da, müzakereler ilerledikçe bu işletmelerin de düzenlemeye tabi olabileceği ihtimali doğmuştu. Bu durum ise, hem Komisyon hem de bazı üye ülkeler nezdinde siyasi temelli ciddi çekincelere yol açtı.
Ne Oldu da Süreç Askıya Alındı?
Geçtiğimiz hafta Avrupa Komisyonu, sürecin geldiği noktayı “basitleştirme gündemi” ile uyumsuz bulduğu gerekçesiyle direktifi geri çekme niyeti taşıdığını açıkladı. Bu açıklama, hem Avrupa Parlamentosu hem de üye ülkelerde kafa karışıklığına neden oldu. Zira müzakereler hâlâ devam ediyordu ve taraflar anlaşma arayışındaydı.
İtalya’nın hafta sonu verdiği kararla desteğini tamamen çekmesi, sürece son darbeyi vurdu. Bu kararla birlikte, müzakereleri yürüten AB Konseyi Dönem Başkanlığı, artık direktif üzerinde ilerlemek için yeterli siyasi desteğe sahip değil.
Şimdi Ne Olacak?
Aslında Komisyon’un resmi olarak çekilme kararı alıp almayacağı henüz netlik kazanmış değil ancak mevcut siyasi atmosfer, Green Claims Direktifi’nin bu haliyle yasalaşmasının zor olduğunu gösteriyor. AB içinde “yeşil yıkama” iddialarının düzenlenmesine yönelik kapsamlı ve bağlayıcı bir mevzuat arayışı, şimdilik rafa kalkmış görünüyor.
Değerlendirme
Green Claims Direktifi’nin askıya alınması, Avrupa Birliği’nin sürdürülebilirlik hedeflerine giden yolda önemli bir sapma olarak okunabilir. Kurumsal bazdaki çevre beyanlarının doğruluğunu sağlamak amacıyla hazırlanan bu düzenleme, yalnızca tüketici güvenini artırmayı değil, aynı zamanda çevre dostu üretim iddialarının gerçeklerle uyuşmasını amaçlıyordu. Dolayısıyla bu geri adım, hem şirketlerin iklim iddialarını şeffaflaştırma çabalarına hem de döngüsel ekonomi hedeflerine darbe vurabilir.
Özellikle AB Yeşil Mutabakatı’nın bir parçası olarak sunulan bu direktifin rafa kalkması, diğer sürdürülebilirlik politikalarını da dolaylı biçimde etkileyebilir. Zira Green Claims Direktifi, geniş bir eko-etiket sisteminin ve sürdürülebilir ürün piyasasının hukuki temelini oluşturacaktı. Bu boşluk, hem tüketicilerin güveninde aşınmaya hem de çevresel taahhütlerde geri kaymalara yol açabilir.
Türkiye Açısından Ne Anlama Geliyor?
Türkiye, 2021 yılında yayımladığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı’yla AB ile ticaretinde sürdürülebilirlik kriterlerini ana gündemine almış durumda. Özellikle ihracat odaklı sektörlerde çevresel beyanlar giderek daha fazla önem kazanıyor. Green Claims gibi düzenlemeler, Türk şirketlerinin AB pazarında nasıl konumlanacağını ve ne tür doğrulama süreçlerine tabi olacaklarını da belirliyordu.
Bu direktifin geri çekilmesi, kısa vadede Türk ihracatçıları için idari yüklerin artmasını engellemiş olabilir. Ancak orta ve uzun vadede AB’nin sürdürülebilirlik politikalarındaki bu tür belirsizlikler, yatırım kararlarını ve stratejik planlamaları zorlaştırabilir. Ayrıca kendi iç pazarını düzenlemeyi hedefleyen Türkiye için bu gelişme, benzer bir çevresel beyan düzenlemesinin ertelenmesine neden olabilir. Oysa küresel tedarik zincirlerinde daha şeffaf ve hesap verebilir sistemler kurmak, Türkiye gibi üretici ülkeler için bir rekabet avantajı yaratacaktır.
Bundan Sonrası
Green Claims Direktifi şimdilik durdurulmuş olsa da, yeşil iddiaların düzenlenmesine duyulan ihtiyaç ortadan kalkmış değil. Özellikle çevre duyarlı tüketicilerin ve yatırımcıların beklentileri, piyasa standartlarını yönlendirmeye devam edecek. Bu nedenle şirketlerin gönüllü doğrulama, şeffaflık ve izlenebilirlik araçlarına yatırım yapmaları, yalnızca regülasyonlara uyum için değil, aynı zamanda güvenilirlik ve itibar açısından da stratejik önem taşıyor.
Türkiye için bu gelişmeler, pasif bir izleyiciden çok, aktif bir politika geliştirici olmanın önemini bir kez daha gösteriyor. Yeşil geçişin, sadece mevzuat takibiyle değil, kendi iç normlarımızı oluşturmakla mümkün olduğunu unutmamak gerekiyor.

yeşilbüyüme.org

Okumaya devam et

GÜNCEL

Trump: “Çin ile ticaret anlaşması imzaladık, sorada Hindistan var”

ABD Başkanı Donald Trump, Çin ile ticaret anlaşması imzaladıklarını, Hindistan ile de “büyük” bir anlaşma yapabileceklerini söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Trump, Beyaz Saray’da düzenlenen etkinlikte, ekonomiye dair açıklamalarda bulundu.

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’ın ülkelerle ticaret anlaşması yapmak için “fazla mesai” yaptıklarını ifade eden Trump, “herkesin anlaşma yapmak istediğini” dile getirdi.

Trump, birkaç ay önce basının “Gerçekten ilgilenen birileri var mı?” diye sorduğuna işaret ederek, “Daha dün Çin ile imzaladık. Herkesle anlaşma yapmayacağız. Bazılarına sadece bir mektup gönderip ‘Çok teşekkür ederiz, yüzde 25, 35, 45 tarife ödeyeceksiniz.’ diyeceğiz.” ifadesini kullandı.

“Harika” anlaşmalar yaptıklarını belirten Trump, “Belki Hindistan ile çok büyük bir anlaşma yolda. Hindistan’ı açacağız. Çin anlaşmasında ise Çin’i açmaya başlıyoruz. Daha önce asla mümkün olmayan şeyler gerçekleşiyor. Her ülkeyle ilişkimiz çok iyi durumda.” diye konuştu.

Trump, tarifeler sayesinde yapılan yatırımlara ve kurulacak fabrikalara değinerek, çip şirketi Texas Instruments’ın de ABD’de 60 milyar dolar harcayacağını bildirdi.

“Fed’in faiz oranını düşürmesi faydalı olurdu”

Trump, ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell’a yönelik eleştirilerine de devam ederek, “Eğer Fed’de faiz oranlarını biraz düşürecek bir kişi olsaydı, bu faydalı olurdu. Bu adamla mücadele etmemiz gerekiyor, işini yapmıyor.” dedi.

2 puan faiz indirilmesinin 600 milyar dolar tasarruf sağlayacağını öne süren Trump, “Sadece bir kalem darbesiyle, bir cümleyle 1 trilyon dolar tasarruf edebilirsiniz. En yüksek faiz oranlarından birine sahip olmamız utanç verici. En düşük biz olmalıydık.” ifadesini kullandı.

Okumaya devam et

GÜNCEL

Şirketlerde Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Neden Şart Olmalı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Şirketlerin kâr ederek sürdürülebilir şekilde büyümek ve marka değerlerini artırabilmeleri için, kurumsal yönetim ilkelerini benimseyerek kurumsallaşma yolculuğuna çıkmaları artık bir zorunluluk.

Bu süreçte en önemli sermaye ise şüphesiz kaliteli insan kaynağı. İnsan kaynağı deyince şirketin her departmanında görev yapan çalışanlar akla gelse de, bu yazımda şirketin geleceğine yön verecek vizyon ve stratejiler ortaya koyması gereken, icra kuruluna hedef belirleyecek ve bu hedeflerin takibini yapacak Yönetim Kurulu üyeleri özelinde bağımsız üyelere değinmek istiyorum.

Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Nedir?

Malum şirketlerde genelde hissedar üyeler, işin doğası gereğince yönetim kurulu üyeleri olurlar. Hissedarların, şirket yönetim kurulu üyesi olabilmeleri için taşımaları gereken belirlenmiş özel şartlar yok. Ancak şirketin geleceğine yön verecek böylesine önemli bir kurulda yer alacak kişilerin günümüzün zorlu rekabet şartlarında asgari üniversite mezunu olması, en az bir yabancı dil konuşabilmesi, işin gerektirdiği deneyim ve bilgiye sahip olması beklenir.

Peki ama şirketi başarılı bir şekilde yönetmek, kurumsal bir yapıya evirerek daha da büyütmek, gelecek nesillere devredebilmek için sadece hissedar yönetim kurulu üyeleri yeterli mi? Maalesef hayır. Okuyucularımızın akıllarına, şirketlerin zaten profesyonel icra kurulları, genel müdürleri, direktörleri yok mu düşüncesi gelebilir. Tabi ki çoğu şirkette bu kişiler mevcut ama icra organları ile yönetim kurulunun görevlerinin net bir şekilde ayrılması ve icrada yer alan kişilerin aynı zamanda yönetim kurulu üyeliği şapkasını taşımaması gerektiğini artık hepimiz biliyoruz diye düşünüyorum. İşte bu nedenle şirketlerde bağımsız yönetim kurulu üyesi şart.

Her ne kadar Türk Ticaret Kanun’una göre bağımsız yönetim kurulu üyeliği yasal bir zorunluluk olmasa da Sermaye Piyasası Kanun’una göre halka açık şirketlerde bu bir zorunluluk. Nitekim, SPK tarafından yayımlanan Kurumsal Yönetim Tebliğinde de yönetim kurulu içerisindeki bağımsız üye sayısı toplam üye sayısının üçte birinden az ve her durumda bağımsız üye sayısı ikiden az olamayacağı düzenlenmiştir.

Konunun özüne değindiğimize göre, bağımsız yönetim kurulu üyesi nedir bu soruya cevap verecek olur isek, icrada görevli olmayan, üyelik haricinde şirkette başkaca herhangi bir idari görevi veya kendisine bağlı icrai mahiyette faaliyet gösteren bir birim bulunmayan ve şirketin günlük iş akışına ve olağan faaliyetlerine müdahil olmayan kişi olarak tanımlanabilir.

Kimler Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Olabilir?

Kurumsal Yönetim Tebliğine göre özetle aşağıdaki kriterlerin tamamını taşıyan yönetim kurulu üyesi bağımsız üye olarak nitelendirilir:

  • Şirket hissedarı olmamalı
  • Son beş yıl içerisinde, şirkete önemli ölçüde hizmet ve ürün sağlayan firmaların herhangi birisinde ortak, çalışan veya yönetim kurulu üyesi olmamalı
  • Son beş yıl içerisinde, başta şirketin denetimi (vergi denetimi, kanuni denetim, iç denetim de dahil), derecelendirilmesi ve danışmanlığı olmak üzere, yapılan anlaşmalar çerçevesinde şirketin önemli ölçüde hizmet veya ürün satın aldığı veya sattığı şirketlerde, hizmet veya ürün satın alındığı veya satıldığı dönemlerde, ortak (%5 ve üzeri), önemli görev ve sorumluluklar üstlenecek yönetici pozisyonunda çalışan veya yönetim kurulu üyesi olmaması.
  • Bağımsız yönetim kurulu üyesi olması sebebiyle üstleneceği görevleri gereği gibi yerine getirecek mesleki eğitim, bilgi ve tecrübeye sahip olması.
  • Bağlı oldukları mevzuata uygun olması şartıyla üniversite öğretim üyeleri hariç, kamu kurum ve kuruluşlarında üye olarak seçildikten sonra tam zamanlı çalışmıyor olması.
  • Gelir Vergisi Kanunu’na göre Türkiye’de yerleşik olması.
  • Şirket faaliyetlerine olumlu katkılarda bulunabilecek, şirket ortakları arasındaki çıkar çatışmalarında tarafsızlığını koruyabilecek, menfaat sahiplerinin haklarını dikkate alarak özgürce karar verebilecek güçlü etik standartlara, mesleki itibara ve tecrübeye sahip olması.
  • Şirket faaliyetlerinin işleyişini takip edebilecek ve üstlendiği görevlerin gereklerini tam olarak yerine getirebilecek ölçüde şirket işlerine zaman ayırabiliyor olması.
  • Şirketin yönetim kurulunda son on yıl içerisinde altı yıldan fazla yönetim kurulu üyeliği yapmamış olması.
  • Aynı kişinin, şirketin veya şirketin yönetim kontrolünü elinde bulunduran ortakların yönetim kontrolüne sahip olduğu şirketlerin üçten fazlasında ve toplamda borsada işlem gören şirketlerin beşten fazlasında bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak görev almıyor olması

Sonuç

Günümüz dünyasında eğer bir şirketin yönetim kurulu, şirketin yeni ufuklara yelken açmasını sağlayabilecek vizyona sahip, hızlı ve rasyonel kararlar alabilen, icra kuruluna şirketin vizyonu doğrultusunda yön verebilen, strateji belirleyen, tabiri caiz ise şirketin beyni olabilecek insanlardan oluşuyor ise o şirketin bir geleceği olması mümkün. Bu kurulun üyelerinin sadece hissedarlardan oluşması ise maalesef yeterli olmamakta. Mutlaka alanında uzman profesyonel yönetici, mali işler & finans uzmanı, hukukçu, mühendis veya akademisyen olan bağımsız üyelerin şirket yönetim kurulunda yer almaları bu anlamda son derece önemli ve değerli bir kazanım. Bu kişiler, çıkar çatışmasından uzak kalarak, icrada görevli olmayan yönetim kurulu üyeleri içerisinde görevlerini hiçbir etki altında kalmaksızın yapabilme olanağı ile de tüm paydaşlara ayrıca güven verebilirler.

Son söz olarak, gerek hissedar kökenli gerekse bağımsız olsun, şirketlerimizde kadın yönetim kurulu üyelerimizin sayısının artması da en büyük temennimiz.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.