Connect with us

GÜNCEL

MURAT BATI: Ek “deprem vergisi” Anayasa’ya aykırı mı?

T24 yazarı Prof. Dr. Murat BATI Deprem Vergisi’ni ele alan bir yazı kaleme aldı. Getirilen ek verginin geçmişe yürüyüp yürümeyeceği, belirlilik, hukuki güvenlik ve mülkiyet hakkını ihlal edip etmeyeceği soruları kafalarda yerini aldı

Yayınlanma:

|

7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m.10/27 ile kurumlar vergisi mükelleflerine 2022 yılı beyannameleri üzerinde uygulayacakları indirim ve istisna tutarları ile indirimli kurumlar vergisine tabi matrahları üzerinden yüzde 10; Kurumlar Vergisi Kanunu m.5/1.fkr-a bendinde düzenlenen istisna ile yurt dışından elde edilen ve en az yüzde 15 oranında vergi yükü taşıdığı tevsik edilen istisna kazançlar üzerinden ise yüzde 5 oranında ek vergi getirildi.

Basit bir örnek verirsek 2022 yılı kurum kazancı 3 milyon TL olan bir şirketin yararlanacağı indirim ve istisna tutarı 500 bin TL ise 500 bin TL’nin yüzde 10’u kadar ek kurumlar vergisi ödenecek. Bu ek vergi KKM gelirleri ve bazı gelir ve şirketlere uygulanmayacak.

Özetle getirilen ek vergi tüm kurumlar vergisi mükelleflerini kapsamadığını sadece 7440 sayılı Kanun m.10/27’de belirtilen koşullarda uygulanacağını ayrıca deprem bölgesindeki mükelleflere uygulanmayacağını da belirtmekte fayda var.

Bu ek verginin öncelikle depremin yaralarını bir nebze de olsa sarmak amacıyla getirildiğini söylemek lazım. Ancak bu da genel bütçeye doğrudan gelir yazılacağından daha önce defalarca yazdığım gibi halk arasında deprem vergisi olarak bilinen özel iletişim vergisiyle akıbetinin aynı olacağını şimdiden belirtmek isterim.

Hatta Anayasa Mahkemesi’nin 1999 depreminin yaralarını sarmak üzere getirilen 03.04.2003 tarih ve 4837 sayılı Ekonomik İstikrarı Sağlamak İçin Ek Vergiler Alınması Hakkında Kanun’un 1 ve 2’nci maddelerinin, Anayasa’nın 2, 10, 11 ve 73’üncü maddelerine aykırılığı gerekçesiyle açılan davanın[1] Karşı oylardan bir tanesi oldukça önemlidir. Şöyle diyor Karşı oy “Anayasa Mahkemesi, daha önce 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen deprem felâketi nedeniyle çıkarılan 26.11.1999 günlü, 4481 sayılı Yasa’nın motorlu taşıtlar, emlâk, gelir ve kurumlar vergisiyle ilgili benzer hükümleri hakkında verdiği red kararının gerekçesinde “deprem nedeniyle oluşan ekonomik kayıpların giderilmesi ve toplumsal dayanışmanın sağlanmasını” zorunlu neden olarak değerlendirip getirilen düzenlemenin kamu yararı amacına dayandığını kabul etmiştir. Oysa, gerekçesine göre dava konusu düzenleme, böyle zorunlu bir neden dışında kamu sektörü “faiz dışı fazla hedefinin gerçekleştirilmesi” gibi ülkenin uzun süredir içinde bulunduğu ve artık olağanüstü olarak nitelendirilemeyecek ekonomik sıkıntılara sınırlı da olsa çözüm bulmak amacıyla yapılmıştır. Bu mali sıkıntının, öngörülemeyen zorunlu bir nedenle değil, başarısız ekonomik politikalar sonucu ortaya çıktığı açıktır.”

Bu getirilen ek vergi de aynı amacı taşıyor mu bilemedim. Yorumu size bırakıyorum.

Ek vergi Anayasa’ya aykırı mı?

Getirilen ek verginin geçmişe yürüyüp yürümeyeceği, belirlilik, hukuki güvenlik ve mülkiyet hakkını ihlal edip etmeyeceği soruları kafalarda yerini aldı.

Öncelikle şunu söylememiz gerekiyor; bu getirilen ek (deprem) vergi 2022 hesap/takvim kazancına 2023 beyanname döneminde uygulanacak bir ek vergi olduğudur. Yani 2022 hesap/takvim dönemine ilişkindir.

Hukuk devleti ilkesinin alt ilkelerinden biri hukuki güvenlik ilkesidir. Devletlerin, bireylerin hak ve özgürlüklerine en fazla müdahalede bulunabileceği alanlardan birinin vergilendirme alanı olduğu düşünüldüğünde bu ilke vergi hukuku açısından ayrı bir önem kazanmaktadır.

Hukuki güvenlik ilkesinin önemli bir yönü, kanunların içeriği, yürürlüğü ve kolayca anlaşılması ile ortaya çıkmaktadır. Bu durum vergi kanunlarının rahatça anlaşılması, belirgin olması, geçmişe yürümemesi ve kıyasa yer vermemesi şeklinde tanımlanmalıdır. Bu nedenle vergilendirmede hukuki güvenlik ilkesinin kapsamına verginin belirliliği, vergi kanunlarının geriye yürümezliği ve kıyas yasağı ilkeleri girmektedir.

Geçmişe yürür mü?

Kanunların yürürlüğe girmelerinden önce gerçekleşen olaylara uygulanamamaları anlamına gelen kanunların geriye yürümezliği ilkesi, vergi hukukunda, vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerinin olaya uygulanmasını ifade etmektedir. Vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği tarihte hangi kanun yürürlükte ise o kanun hükümleri geçerli olmalıdır. Kural olarak kanunların yürürlüğe girmelerinden sonraki işlemler için uygulanmaları ve geriye yürümemeleri gerekmektedir. Ancak Anayasamızda vergi düzenlemelerinin geriye yürümeyeceğine ilişkin bir düzenlemenin bulunmaması nedeniyle bazı zamanlar ilkeye aykırı uygulamalar görülmektedir.

Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, kural olarak kanunların geriye yürütülmemesini gerekli” kılmaktadır[2]. Anayasa’da anılan yönde açık bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak Anayasa’nın hukuk devleti ilkesine ilişkin 2’nci maddesi hukuk güvenliği ilkesinin bir uygulaması olarak bu yönde bir güvence içermektedir. Vergilerin kanuniliği ilkesi gereği “vergi alanındaki düzenlemeler kanunlarla gerçekleştirildiğinden, geriye yürümezlik vergi kanunları için de doğal bir zorunluluk” arz etmektedir. Vergilendirmede hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuka olan güvenin zedelenmemesi, “vergi normlarının geriye yürümemesi“ni ve “vergi normlarının geçmişteki olaylara uygulanmaması“nı gerekli kılar. Doktrinde geriye yürüme, vergiyi doğuran olayın “tamamlanmış ve hukuki sonuçlarını doğurmuş hukuki durum, ilişki ve olaylara” uygulanmış olup olmamasına göre gerçek geriye yürüme ve gerçek olmayan geriye yürüme” ayrımı bağlamında irdelenmektedir. Hukuki sonuçlar doğduktan sonra vergi yükünün artırılması gerçek geriye yürüme; henüz hukuki sonuçlar doğmadan vergi yükünün artırılması ise gerçek olmayan geriye yürüme olarak kabul edilmektedir. Kural olarak gerçek geriye yürüme geçersiz, gerçek olmayan geriye yürüme ise geçerli sayılmaktadır[3].

Ancak deprem gibi olağanüstü olayların olduğu dönemler kamu harcamalarının finansmanı için bu tarz vergiler getirilebilmekte ve Anayasa Mahkemesi de kamu yararı gördüğünden bunun olabileceği yönünde karar(lar) vermiştir.

Mali Güç’e uygun mu?

Anayasa’nın 73’üncü maddesinin ilk iki fıkrası “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.” şeklindedir. İlk iki fıkrada mali güç ve genellik ilkeleri ile vergilendirmede eşitlik ve adaletin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır.

Ekonomi ve vergi hukuku alanında mali güce ilişkin göstergelerin gelir, sermaye ve harcamalar olduğu kabul edilmektedir. Mali güç, ödeme gücünün kaynağı, dayanağı, nedeni ve varlık koşuludur. Yasa koyucunun vergilendirmede, kişilerin sahip olduğu ekonomik değer ile mali güçlerini göz önünde bulundurması gerekir. Vergide genellik ilkesi, herhangi bir ayırım yapılmaksızın mali gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi ödemesini ifade eder. Mali güce göre vergilendirme, verginin, yükümlülerin ekonomik ve kişisel durumlarına göre alınmasıdır. Bu ilke, aynı zamanda vergide eşitlik ilkesinin uygulama aracı olup, mali gücü fazla olanın mali gücü az olana göre daha fazla vergi ödemesini gerektirir. Vergide eşitlik ilkesi ise malî gücü aynı olanlardan aynı, farklı olanlardan ise farklı oranda vergi alınması esasına dayanır. Diğer bir anlatımla, yükümlülerin genel vergi yüküne kendi ödeme güçlerine göre katılmalarıdır[4].

AYM, bu gerekçeyle 1999 sonrası depremin yaralarını sarmak üzere getirilen ek motorlu taşıtlar vergisini iptal etmiştir.

Bu noktada kurumlar vergisi mükelleflerinin son 5 yılda ödedikleri kurumlar vergisinin toplam vergi geliri içindeki payları aşağıdaki tabloda görülmektedir. Ortalama yüzde 11 ila yüzde 15 arası bir vergi yüküne sahip olmuştur. Ancak özellikle pandemi sonrası vergi yükünde bir artış olmuş ve enflasyon dolayısıyla da özellikle banka ve finans kurumlarının fahiş karlarından dolayı son iki yılda da bu oran artmıştır. Bu artış son iki yıla özgüdür. Önceki yıllarda kurumlar vergisi tahsilatının toplam vergi hasılatına oranı yaklaşık ortalama yüzde 11-12’dir.

7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m.10/27 ile kurumlar vergisi mükelleflerine 2022 yılı beyannameleri üzerinde uygulayacakları indirim ve istisna tutarlarına uygulanacak ek oran tüm kurumlar vergisi mükelleflerine uygulanmamakla beraber sadece istisna ve indirimlerine getirilmiş bir düzenlemedir. İndirim ve istisna tutarları ne kadar düşük ise ödenecek ek vergi de o kadar düşük olacak ya da hiç olmayacaktır.

Kurumlar vergisi tahsilatının yukarıdaki vergi yükü tablosunda da görüldüğü üzere özellikle 2021 öncesi yıllarda çok da matah değil. Hatta 2023 Bütçe Kanunu sayfa 143’te yer alan vergi harcama listesinde görüleceği üzere istisna ve muafiyetler ziyadesiyle bulunmaktadır. Kurumlar vergisi mükelleflerine uygulanacak muafiyet ve istisna tutarı 2023 yılı için 281 milyar TL’dir. Neredeyse 2023 bütçe gelirinin yüzde 10’una yakın bir tutarıdır.

Ayrıca 2023 Bütçe Kanunu’nda tahsil edilmesi hedeflenen kurumlar vergisi de 639 milyar TL’dirKurumlar vergisinde öngörülen 281 milyar TL vergi harcama tutarı tahsil edilmesi hedeflenen kurumlar vergisi tutarının yüzde 44’ü kadardır.

Bu kapsamda indirim ve istisna uygulamasından yararlanan şirketlerin bundan ek bir vergi vermeleri adalet ilkesini de zedelemeyeceği kanaatindeyim. Ödenecek bu ek vergi yukarıdaki vergi yükü tablosunda mali gücü hatırı sayılır bir şekilde zedelemeyecektir. Yani hissedilecek derecede vergi yükü oranı değişmeyecektir. Buna göre Kanun yayımlandıktan sonra AYM’ye taşınması durumunda mali güç kavramı gerekçe gösterilerek bu düzenlemenin iptal edileceğini sanmıyorum.

Ancak “Belirli Olma” ilkesi açısından değerlendirirsek

Hukuki güvenlik ilkesinin olmazsa olmazı olan belirlilik ilkesi, verginin miktarı, tarhı, tahsili ile ilgili düzenlemelerin önceden belli olmasını ifade eder. Diğer bir ifadeyle belirlilik ilkesi kanun veya diğer düzenleyici işlemlerin içeriklerinin açık ve anlaşılır şekilde belli olmasını sağlayarak hukuk güvenliğini sağlamaktadır[5].

Anayasa Mahkemesinin 14.10.2015 tarih ve Esas No: 2015/94 ve Karar No: 2016/27 sayılı kararında belirlilik ilkesi “Anayasa Mahkemesi kararında da ifade edildiği gibi, hukuk devletinin unsurlarından olan “hukuki güvenlik” ilkesi gereği devlet faaliyetlerinin önceden tahmin edilebilir, öngörülebilir olması gerekmekte olup, takdir yetkisini zorlayan ve keyfiliğe yol açacak kurallara yer vermemelidir. “Belirlilik” ilkesinin gereği ise, maddi hukuk ve usul kurallarının önceden öngörülebilir bir açıklıkta ve kişilerin haklı beklentilerini bariz şekilde bertaraf etmeyecek düzenlemeler yapılmasını gerektirir. Aksi takdirde, verilen yetkilerin sınırları belirsiz olup takdir keyfiliğe dönüşmesine neden olur ve yasanın verdiği ucu açık yetki kullanımıyla tesis edilen işlemlerin hukuki denetimi de yasa engeli sebebiyle gereği gibi yapılamaz.[6]” şeklinde ifade edilmiştir.

Buna göre Anayasa Mahkemesinin 18.06.2013 tarih, Esas No: 2012/157 ve Karar No: 2013/79 sayılı kararında da belirtildiği üzere belirlilik ilkesine göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.

Konuyla alakalı Anayasa Mahkemesinin 22.12.2011 tarih, Esas No:2010/7, Karar No:2011/172 sayılı kararında 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 04.06.2008 tarih, 5766 sayılı Kanun’un 8’inci maddesi ile eklenen geçici 73’üncü maddesi ile 29.01.2004 tarih, 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Kanunu kapsamında gelir vergisi stopajı teşviki uygulanan ücretlerin vergilendirilmesinde, asgari geçim indiriminin dikkate alınacağı öngörülmüştür. Düzenlemenin Anayasa Mahkemesine taşınması üzerine, AYM, soruna hukuk devletinde, kamusal yetkinin kullanılmasında, herkesi eşit biçimde kapsama alarak, öngörülebilir nitelikte düzenleme yapmak zorunluluğundan bahisle iptal etmiştir.

Benzer konu 1999 depreminin yaralarını sarmak üzere getirilen 03.04.2003 tarih ve 4837 sayılı Ekonomik İstikrarı Sağlamak İçin Ek Vergiler Alınması Hakkında Kanun’a ilişkin açılan iptal davasında da vardır.  

Ancak 7440 sayılı Kanun m.10/27 ile kurumlar vergisi mükelleflerine 2022 yılı beyannameleri üzerinde uygulayacakları indirim ve istisna tutarlarına uygulanacak ek oran 2022 hesap/takvim dönemi sona erdikten sonraki döneme ilişkindir.

Mükellefler 2023 yılında 2022 yılı hesap/takvim döneminde hangi oranda vergi ödeyeceklerini bilmekteydiler. Ancak gel gör ki 2022 dönemine ilişkin beyan vermeden hemen önce ve vergilendirme dönemi de kapandıktan sonra o döneme ilişkin ek vergilerin konulması belirlilik ve dolayısıyla da hukuki güvenlik ilkesinin ihlali olarak değerlendirilmelidir.

Bu yeni düzenlemenin geçmişe yürüyüp yürümemesi, mali güce uygun olup olmamasından ziyade belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerine aykırılıktan dolayı iptalinin mümkün olacağı kanaatindeyim.

Bu münasebetle bu düzenleme, Anayasa m.151 uyarınca Kanun’un yayımlandığı günden itibaren 60 gün içinde soyut norm denetimi yoluyla (iptal davası) Anayasa Mahkemesine taşınabilir.


[1] AYM, E.2003/48, K.2003/76, 23/07/2003 (https://normkararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/ND/2003/76?EsasNo=2003%2F48)

[2] AYM, E.2010/93, K.2012/20, 9/2/2012

[3] Yunus Emre Yılmazoğlu, İdari Yargıda Hak Eksenli Dönüşüm, Vergi Uyuşmazlığından Doğan İdari Davalarda Mülkiyet Hakkının Korunması, Onikilevha Yayınevi, İstanbul, 2021, s.281-282.

[4] AYM, E.2003/48, K.2003/76, 23/07/2003 (https://normkararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/ND/2003/76?EsasNo=2003%2F48)

[5] Abdullah Tekbaş; Vergi Kanunlarının Tabi Olduğu Anayasal İlkeler, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 12, Özel Sayı, 2010, s.134.

[6] https://www.anayasa.gov.tr/Kararlar/GenelKurul/Basvuru_Karari/2016-27.pdf

Okumaya devam et

GÜNCEL

AB, Anti-Greenwashing Düzenlemesini Askıya Alıyor

Yayınlanma:

|

Yazan:

Avrupa Birliği’nin, greenwashing vakalarını önlemeyi ve şirketlerin çevresel beyanlarının doğruluğunu sağlamayı amaçlayan “Green Claims Directive” (Yeşil Beyanlar Direktifi) teklifi, son dönemde oluşan siyasi gelişmelerin ardından durma noktasına geldi. Önce Avrupa Komisyonu’nun geri çekilme sinyalleri vermesi, ardından da İtalya’nın desteğini çekmesiyle birlikte, dosyanın ilerlemesi neredeyse imkânsız hale geldi.
Direktif Ne Getiriyordu?
2023 baharında önerilen ve müzakere süreci devam eden Green Claims Direktifi, şirketlerin “çevre dostu”, “karbon nötr”, “doğaya zararsız” gibi iddialarını bilimsel ve doğrulanabilir temellere oturtmayı hedefliyordu. AB içindeki “yeşil aklama” (greenwashing) vakalarının artması üzerine gündeme gelen düzenleme, şirketlerden bu tür iddialarını belgelemelerini ve kamuoyuna açık şekilde doğrulamalarını zorunlu kılacaktı.
Direktif, mikro ölçekli işletmeleri başlangıçta kapsam dışında bıraksa da, müzakereler ilerledikçe bu işletmelerin de düzenlemeye tabi olabileceği ihtimali doğmuştu. Bu durum ise, hem Komisyon hem de bazı üye ülkeler nezdinde siyasi temelli ciddi çekincelere yol açtı.
Ne Oldu da Süreç Askıya Alındı?
Geçtiğimiz hafta Avrupa Komisyonu, sürecin geldiği noktayı “basitleştirme gündemi” ile uyumsuz bulduğu gerekçesiyle direktifi geri çekme niyeti taşıdığını açıkladı. Bu açıklama, hem Avrupa Parlamentosu hem de üye ülkelerde kafa karışıklığına neden oldu. Zira müzakereler hâlâ devam ediyordu ve taraflar anlaşma arayışındaydı.
İtalya’nın hafta sonu verdiği kararla desteğini tamamen çekmesi, sürece son darbeyi vurdu. Bu kararla birlikte, müzakereleri yürüten AB Konseyi Dönem Başkanlığı, artık direktif üzerinde ilerlemek için yeterli siyasi desteğe sahip değil.
Şimdi Ne Olacak?
Aslında Komisyon’un resmi olarak çekilme kararı alıp almayacağı henüz netlik kazanmış değil ancak mevcut siyasi atmosfer, Green Claims Direktifi’nin bu haliyle yasalaşmasının zor olduğunu gösteriyor. AB içinde “yeşil yıkama” iddialarının düzenlenmesine yönelik kapsamlı ve bağlayıcı bir mevzuat arayışı, şimdilik rafa kalkmış görünüyor.
Değerlendirme
Green Claims Direktifi’nin askıya alınması, Avrupa Birliği’nin sürdürülebilirlik hedeflerine giden yolda önemli bir sapma olarak okunabilir. Kurumsal bazdaki çevre beyanlarının doğruluğunu sağlamak amacıyla hazırlanan bu düzenleme, yalnızca tüketici güvenini artırmayı değil, aynı zamanda çevre dostu üretim iddialarının gerçeklerle uyuşmasını amaçlıyordu. Dolayısıyla bu geri adım, hem şirketlerin iklim iddialarını şeffaflaştırma çabalarına hem de döngüsel ekonomi hedeflerine darbe vurabilir.
Özellikle AB Yeşil Mutabakatı’nın bir parçası olarak sunulan bu direktifin rafa kalkması, diğer sürdürülebilirlik politikalarını da dolaylı biçimde etkileyebilir. Zira Green Claims Direktifi, geniş bir eko-etiket sisteminin ve sürdürülebilir ürün piyasasının hukuki temelini oluşturacaktı. Bu boşluk, hem tüketicilerin güveninde aşınmaya hem de çevresel taahhütlerde geri kaymalara yol açabilir.
Türkiye Açısından Ne Anlama Geliyor?
Türkiye, 2021 yılında yayımladığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı’yla AB ile ticaretinde sürdürülebilirlik kriterlerini ana gündemine almış durumda. Özellikle ihracat odaklı sektörlerde çevresel beyanlar giderek daha fazla önem kazanıyor. Green Claims gibi düzenlemeler, Türk şirketlerinin AB pazarında nasıl konumlanacağını ve ne tür doğrulama süreçlerine tabi olacaklarını da belirliyordu.
Bu direktifin geri çekilmesi, kısa vadede Türk ihracatçıları için idari yüklerin artmasını engellemiş olabilir. Ancak orta ve uzun vadede AB’nin sürdürülebilirlik politikalarındaki bu tür belirsizlikler, yatırım kararlarını ve stratejik planlamaları zorlaştırabilir. Ayrıca kendi iç pazarını düzenlemeyi hedefleyen Türkiye için bu gelişme, benzer bir çevresel beyan düzenlemesinin ertelenmesine neden olabilir. Oysa küresel tedarik zincirlerinde daha şeffaf ve hesap verebilir sistemler kurmak, Türkiye gibi üretici ülkeler için bir rekabet avantajı yaratacaktır.
Bundan Sonrası
Green Claims Direktifi şimdilik durdurulmuş olsa da, yeşil iddiaların düzenlenmesine duyulan ihtiyaç ortadan kalkmış değil. Özellikle çevre duyarlı tüketicilerin ve yatırımcıların beklentileri, piyasa standartlarını yönlendirmeye devam edecek. Bu nedenle şirketlerin gönüllü doğrulama, şeffaflık ve izlenebilirlik araçlarına yatırım yapmaları, yalnızca regülasyonlara uyum için değil, aynı zamanda güvenilirlik ve itibar açısından da stratejik önem taşıyor.
Türkiye için bu gelişmeler, pasif bir izleyiciden çok, aktif bir politika geliştirici olmanın önemini bir kez daha gösteriyor. Yeşil geçişin, sadece mevzuat takibiyle değil, kendi iç normlarımızı oluşturmakla mümkün olduğunu unutmamak gerekiyor.

yeşilbüyüme.org

Okumaya devam et

GÜNCEL

Trump: “Çin ile ticaret anlaşması imzaladık, sorada Hindistan var”

ABD Başkanı Donald Trump, Çin ile ticaret anlaşması imzaladıklarını, Hindistan ile de “büyük” bir anlaşma yapabileceklerini söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Trump, Beyaz Saray’da düzenlenen etkinlikte, ekonomiye dair açıklamalarda bulundu.

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’ın ülkelerle ticaret anlaşması yapmak için “fazla mesai” yaptıklarını ifade eden Trump, “herkesin anlaşma yapmak istediğini” dile getirdi.

Trump, birkaç ay önce basının “Gerçekten ilgilenen birileri var mı?” diye sorduğuna işaret ederek, “Daha dün Çin ile imzaladık. Herkesle anlaşma yapmayacağız. Bazılarına sadece bir mektup gönderip ‘Çok teşekkür ederiz, yüzde 25, 35, 45 tarife ödeyeceksiniz.’ diyeceğiz.” ifadesini kullandı.

“Harika” anlaşmalar yaptıklarını belirten Trump, “Belki Hindistan ile çok büyük bir anlaşma yolda. Hindistan’ı açacağız. Çin anlaşmasında ise Çin’i açmaya başlıyoruz. Daha önce asla mümkün olmayan şeyler gerçekleşiyor. Her ülkeyle ilişkimiz çok iyi durumda.” diye konuştu.

Trump, tarifeler sayesinde yapılan yatırımlara ve kurulacak fabrikalara değinerek, çip şirketi Texas Instruments’ın de ABD’de 60 milyar dolar harcayacağını bildirdi.

“Fed’in faiz oranını düşürmesi faydalı olurdu”

Trump, ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell’a yönelik eleştirilerine de devam ederek, “Eğer Fed’de faiz oranlarını biraz düşürecek bir kişi olsaydı, bu faydalı olurdu. Bu adamla mücadele etmemiz gerekiyor, işini yapmıyor.” dedi.

2 puan faiz indirilmesinin 600 milyar dolar tasarruf sağlayacağını öne süren Trump, “Sadece bir kalem darbesiyle, bir cümleyle 1 trilyon dolar tasarruf edebilirsiniz. En yüksek faiz oranlarından birine sahip olmamız utanç verici. En düşük biz olmalıydık.” ifadesini kullandı.

Okumaya devam et

GÜNCEL

Şirketlerde Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Neden Şart Olmalı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Şirketlerin kâr ederek sürdürülebilir şekilde büyümek ve marka değerlerini artırabilmeleri için, kurumsal yönetim ilkelerini benimseyerek kurumsallaşma yolculuğuna çıkmaları artık bir zorunluluk.

Bu süreçte en önemli sermaye ise şüphesiz kaliteli insan kaynağı. İnsan kaynağı deyince şirketin her departmanında görev yapan çalışanlar akla gelse de, bu yazımda şirketin geleceğine yön verecek vizyon ve stratejiler ortaya koyması gereken, icra kuruluna hedef belirleyecek ve bu hedeflerin takibini yapacak Yönetim Kurulu üyeleri özelinde bağımsız üyelere değinmek istiyorum.

Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Nedir?

Malum şirketlerde genelde hissedar üyeler, işin doğası gereğince yönetim kurulu üyeleri olurlar. Hissedarların, şirket yönetim kurulu üyesi olabilmeleri için taşımaları gereken belirlenmiş özel şartlar yok. Ancak şirketin geleceğine yön verecek böylesine önemli bir kurulda yer alacak kişilerin günümüzün zorlu rekabet şartlarında asgari üniversite mezunu olması, en az bir yabancı dil konuşabilmesi, işin gerektirdiği deneyim ve bilgiye sahip olması beklenir.

Peki ama şirketi başarılı bir şekilde yönetmek, kurumsal bir yapıya evirerek daha da büyütmek, gelecek nesillere devredebilmek için sadece hissedar yönetim kurulu üyeleri yeterli mi? Maalesef hayır. Okuyucularımızın akıllarına, şirketlerin zaten profesyonel icra kurulları, genel müdürleri, direktörleri yok mu düşüncesi gelebilir. Tabi ki çoğu şirkette bu kişiler mevcut ama icra organları ile yönetim kurulunun görevlerinin net bir şekilde ayrılması ve icrada yer alan kişilerin aynı zamanda yönetim kurulu üyeliği şapkasını taşımaması gerektiğini artık hepimiz biliyoruz diye düşünüyorum. İşte bu nedenle şirketlerde bağımsız yönetim kurulu üyesi şart.

Her ne kadar Türk Ticaret Kanun’una göre bağımsız yönetim kurulu üyeliği yasal bir zorunluluk olmasa da Sermaye Piyasası Kanun’una göre halka açık şirketlerde bu bir zorunluluk. Nitekim, SPK tarafından yayımlanan Kurumsal Yönetim Tebliğinde de yönetim kurulu içerisindeki bağımsız üye sayısı toplam üye sayısının üçte birinden az ve her durumda bağımsız üye sayısı ikiden az olamayacağı düzenlenmiştir.

Konunun özüne değindiğimize göre, bağımsız yönetim kurulu üyesi nedir bu soruya cevap verecek olur isek, icrada görevli olmayan, üyelik haricinde şirkette başkaca herhangi bir idari görevi veya kendisine bağlı icrai mahiyette faaliyet gösteren bir birim bulunmayan ve şirketin günlük iş akışına ve olağan faaliyetlerine müdahil olmayan kişi olarak tanımlanabilir.

Kimler Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Olabilir?

Kurumsal Yönetim Tebliğine göre özetle aşağıdaki kriterlerin tamamını taşıyan yönetim kurulu üyesi bağımsız üye olarak nitelendirilir:

  • Şirket hissedarı olmamalı
  • Son beş yıl içerisinde, şirkete önemli ölçüde hizmet ve ürün sağlayan firmaların herhangi birisinde ortak, çalışan veya yönetim kurulu üyesi olmamalı
  • Son beş yıl içerisinde, başta şirketin denetimi (vergi denetimi, kanuni denetim, iç denetim de dahil), derecelendirilmesi ve danışmanlığı olmak üzere, yapılan anlaşmalar çerçevesinde şirketin önemli ölçüde hizmet veya ürün satın aldığı veya sattığı şirketlerde, hizmet veya ürün satın alındığı veya satıldığı dönemlerde, ortak (%5 ve üzeri), önemli görev ve sorumluluklar üstlenecek yönetici pozisyonunda çalışan veya yönetim kurulu üyesi olmaması.
  • Bağımsız yönetim kurulu üyesi olması sebebiyle üstleneceği görevleri gereği gibi yerine getirecek mesleki eğitim, bilgi ve tecrübeye sahip olması.
  • Bağlı oldukları mevzuata uygun olması şartıyla üniversite öğretim üyeleri hariç, kamu kurum ve kuruluşlarında üye olarak seçildikten sonra tam zamanlı çalışmıyor olması.
  • Gelir Vergisi Kanunu’na göre Türkiye’de yerleşik olması.
  • Şirket faaliyetlerine olumlu katkılarda bulunabilecek, şirket ortakları arasındaki çıkar çatışmalarında tarafsızlığını koruyabilecek, menfaat sahiplerinin haklarını dikkate alarak özgürce karar verebilecek güçlü etik standartlara, mesleki itibara ve tecrübeye sahip olması.
  • Şirket faaliyetlerinin işleyişini takip edebilecek ve üstlendiği görevlerin gereklerini tam olarak yerine getirebilecek ölçüde şirket işlerine zaman ayırabiliyor olması.
  • Şirketin yönetim kurulunda son on yıl içerisinde altı yıldan fazla yönetim kurulu üyeliği yapmamış olması.
  • Aynı kişinin, şirketin veya şirketin yönetim kontrolünü elinde bulunduran ortakların yönetim kontrolüne sahip olduğu şirketlerin üçten fazlasında ve toplamda borsada işlem gören şirketlerin beşten fazlasında bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak görev almıyor olması

Sonuç

Günümüz dünyasında eğer bir şirketin yönetim kurulu, şirketin yeni ufuklara yelken açmasını sağlayabilecek vizyona sahip, hızlı ve rasyonel kararlar alabilen, icra kuruluna şirketin vizyonu doğrultusunda yön verebilen, strateji belirleyen, tabiri caiz ise şirketin beyni olabilecek insanlardan oluşuyor ise o şirketin bir geleceği olması mümkün. Bu kurulun üyelerinin sadece hissedarlardan oluşması ise maalesef yeterli olmamakta. Mutlaka alanında uzman profesyonel yönetici, mali işler & finans uzmanı, hukukçu, mühendis veya akademisyen olan bağımsız üyelerin şirket yönetim kurulunda yer almaları bu anlamda son derece önemli ve değerli bir kazanım. Bu kişiler, çıkar çatışmasından uzak kalarak, icrada görevli olmayan yönetim kurulu üyeleri içerisinde görevlerini hiçbir etki altında kalmaksızın yapabilme olanağı ile de tüm paydaşlara ayrıca güven verebilirler.

Son söz olarak, gerek hissedar kökenli gerekse bağımsız olsun, şirketlerimizde kadın yönetim kurulu üyelerimizin sayısının artması da en büyük temennimiz.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.