Connect with us

EKONOMİ

MURAT ÜLKER katıldığı DAVOS Zirvesini yazdı

Yayınlanma:

|

“Yoksa Davos’a Geç mi Kaldık” Dedim Ama…Dünya Tarım ve Anti-Tröst Örgütleri  Kurulmalı başlığı ile MURAT ÜLKER’in yayınladığı izlenimleri şu şekilde oldu :

Davos 2022’de Ciddi Hesaplaşma

Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum, WEF), merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde yer alan uluslararası bir vakıf. 1971 yılından bu yana her yıl İsviçre’nin Davos kasabasında bu Forum toplantısı yapılıyor. Forumun amacı başlarda  uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için bir platform sağlamak ve vizyon genişletmekmiş. Siyasi liderler foruma ilk kez 1974 yılında davet edilmişti. Kaç yıldır “ha katılayım, ha gideyim, bu yıl tam sırası” derken ya bir iş çıktı, ya canım istemedi, ya seyahate denk geldi ve Davos toplantısına katılmak nasip olmamıştı. Bu yıl her şey denk geldi, nasip oldu Ali Ülker Bey’le birlikte Davos 2022ye katıldık. Hem Davos’un genel bir değerlendirmesini  hem de  katıldığım panellerin kısa bir özetini aldığım notlara dayanarak sizlerle paylaşmak istedim. “Yediğin içtiğin sana kalsın, sen gördüklerini anlat” denir ya, işte ben de dinlediklerimi anlatıp yine size faydalı olmaya çalışayım diyorum. Buyurun okumaya..

Dünya Tarım ve Anti-Tröst Örgütleri  Kurulmalı

Davos hala diriymiş!

Panelistlerin büyük çoğunluğu derslerine iyi çalışmışlardı. Bunun yanı sıra herkes ne yapılması gerektiğinin farkında, ancak nasıl yapılacağı konusunda hala çok eksiklik var ve bunu açıkça kabul edenler mevcut.

Globalleşme ile ciddi hesaplaşma var, globalleşmenin hatalarının analizi yapılamıyor, çoğunluk globalleşmeden vazgeçmek istemiyor.

Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum, WEF), merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde yer alan uluslararası bir vakıftır. 1971 yılından bu yana her yıl İsviçre’nin Davos kasabasında bu Forum toplantısı yapılıyor. Forumun kurucusu Cenevre Üniversitesi’nde  işletme profesörü olan  Klaus Schwab. Önce adı  Avrupa Yönetim Forumu imiş, daha sonra 1987 yılında şimdiki adını almış.

İlk Avrupa Yönetim Sempozyumuna; Batı Avrupalı firmalardan 444 yönetici davet edilmiş. Daha sonra Dünya Ekonomik Forumu kâr amacı gütmeyen bir kuruluş haline gelerek  Avrupalı iş liderlerini her yıl toplantılar için Davos’a çekmiş. Forumun amacı uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için bir platform sağlamak ve vizyon genişletmek iken, siyasi liderler foruma ilk kez 1974 yılında davet edilmiş. Forum bundan sonra, siyasi liderler tarafından tarafsız bir platform olarak kullanılmış. Davos’la ilgili çok sayıda rivayet var; kapitalist  düzenin devamı için iş insanlarının illuminati tarzı bir örgüt oluşturduklarından, salgının dünya nüfusunu azaltmak için Davos’ta planlandığına kadar… İnanmak isteyen için her türlü dedikodu bol, sosyal ağ toplumunda inanılmaz zırvaların sayısı iyice arttı.

Her neyse, kaç yıldır “katılayım, şimdi gideyim, bu yıl tam sırası” derken hep başka bir iş çıktı, denk gelmedi Davos toplantısına katılmak; ama bu yıl her şey denk geldi, nasip oldu. Ali Ülker Bey’le birlikte Davos 2022’ye katıldık. Aynı anda 70-80’den fazla oturum vardı. Bu nedenle seçici davranmak gerekti. Bazı oturumlara Ali Bey katıldı, bazılarına ben katıldım, bazılarına da ikimiz birlikte katıldık.  Açıkçası ilk gün “acaba online ve dijital dünyada Davos’un modası geçmiş mi?” sorusunu kendime sormadım değil. Ama 3 gün boyunca bir düzine panel, 40tan fazla panelist dinleyince, aralarda da sosyalleşme yemeklerine ve toplantılarına katılınca dedim ki “yok Davos hala diriymiş!”

Çok beğendiğim bölümlerden birini en önce yazayım. Bu “Gelecek On Yılın Ekonomisi” başlıklı akşam yemeği toplantısı idi. Toplantıyı London School of Economics and Political Science Üniversitesi,  Kamu Politikaları Fakültesi Dekanı, Andres Velasco sundu.  Her masaya bir konuşmacı oturtulmuştu, her konuşmacı ayrı millettendi. Velasco sırayla hepsine söz vererek, sorular sorarak toplantının çok verimli ve sıcak geçmesini sağladı. Benim seçtiğim masadaki sekiz kişi sekiz ayrı millettendi. Bu toplantıdan aldığım notlar şöyle:

Gelecek On Yılın Ekonomisi

Hükümetler kaçınılmaz bir şekilde akıllıca ve hızlı seçimler yapmak zorundalar. Neticede salgında başarılı olamadık. Tüm dünyada  6milyon kişi öldü, çok sayıda insan hastalığın sonuçları ile boğuşmak zorunda kaldı. Yaşanan korkular, endişeler, çaresizlikler de cabası oldu. IMF reçeteleri “faizleri arttır” der ama tedarik zinciri düzelmezse işler bozulur. Rusya- Ukrayna savaşı devam ederse global enflasyon olur, kriz olur ve gelişmekte olan ülkeler bundan ciddi zarar görür. Artık her şey çok hızlı ve çok büyük hacimde oluyor. İhtiyatlı davranmak ve “tersine düşünme” pratiği yapmak gerekir. Tabii şu andaki gelişmeler ticareti engelliyor, yatırım azalıyor ve resesyon ihtimali beliriyor. Çin 10 yıl %10, sonra %7 sonra %5 büyüdü, ve büyüme %2ye kadar düştü, acaba krize girer mi? Çin’in başarısı otoriter olmasına rağmen ekonomide devletçi yönlendirmeler yapmamasından kaynaklanıyor. Şahıs teşebbüslerine önem veriyor. Ancak covid’le birlikte Çin’de devletçi uygulamalar öne çıktı, eğer serbest pazar yerine ekonomide devletçi uygulamalara geçerse kriz çıkar. Tabi bu süreçte Çin kendi içinde çatıştı. Çinli elitler devletçi uygulamalara şüpheyle bakıyor. Bu ilk kez oluyor. Tek adam rejimi haliyle bir önyargı getiriyor. Bu bütün dünyada böyle, Putin’in uygulaması da farklı değil.

Prof. Stiglitz’in de yemekte söyledikleri ilginçti. Bizim ölçümlerimiz yanlış rakamlara bağlı,  dedi; şöyle örnek verdi: “ABD’de insanların %60ı kendi evinde yaşar, ama geçim standardı rakamlarında ev kiraları vardır”. Bu nedenle ekonomiler arasında bu tür rakamlarda büyük fark varsa kaale alın, yoksa bakmayın diye uyardı. Faizlerin artması niye tedarik zincirini etkilesin ki, diye sordu! Tedarik zincirine yatırım yapılması lazım, ama faizi yükseltiyoruz, yatırım nasıl yapılacak?… Niye ABD’li  çocukları  fakirlik içinde yetiştiriyoruz. Çünkü herkes kendi parasını ödemiyor. Enflasyondan değil resesyondan korkarım.  Düzgün vergi olmalı, çok uluslu firmalar vergilendirilmeli ve çevre vergilendirmesi yapılmalı.”

Diğer konuşmacıların notları; Sosyal ekonomiler, yeşil dönüşüm, yeşil yatırım önemli. Afrika’da 54 ülkede sera gazı etkisi %4 , bu ülkelerde iş ve istihdam artmalı. Gelecek 20 yılda bunlara ilave enerji lazım. Buralarda rakamlar aynı değil, sorunlar da aynı değil. Gelişmiş ülkeler 2009da Afrika’ya 100 milyar dolar yardım edeceklerini söylemişlerdi. Bugüne kadar 1 milyar dolar verdiler. Afrika size güvenmiyorum, diyor.  Avrupalıların aşı fazlası sorunu vardı ve Afrika’ya gönderemediler, çöp oldu. Çok yönlü ve her seviyede aksiyon lazım. Düşük gelirli ülkeler nereden kaynak bulacak? IMF mi verecek, jeopolitik problemler ne olacak?”

Aşağıda katıldığım diğer panellerin kısa bir özetini aldığım notlara dayanarak vereceğim.  Evet çok sayıda oturum, çok sayıda konu, çok sayıda panelist vardı ama kullanılan anahtar kelimeler birbirleri ile hayli benzerdi. Panelistlerin büyük çoğunluğu derslerine iyi çalışmışlardı. Bunun yanı sıra herkes ne yapılması gerektiğinin farkındaydı, ancak nasıl yapılacağı konusunda hala çok eksiklik var ve bunu açıkça kabul edenler mevcut. Çoğu panelist gelecek konusunda umutlu olduğunu söyledi, ancak bu umudun dayanağını yeterince ifade edemedi; belki de yeterli zaman yoktu. Yaşanılan krizlerin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin düşünce yapısını da birbirinden farklılaştırdığı aşikarGloballeşme ile ciddi hesaplaşma başlamış ama globalleşmenin hatalarının tam bir analizi yapılamıyor, çoğunluk globalleşmeden vazgeçmek istemiyor. Herkes bir dönüşüm yaşanması gerektiğinin farkında, ve bu dönüşümün sancılı olacağını da biliyorlar. Yine de sorunlar masanın altına süpürülmüyor, bu iç açıcı; ama liderler bu sorunları temizlerken epey toz kalkacağının farkında gibiler. Seneye hangi ülkelerin temsilcileri Davos’ta daha çok öksürürse onların kalkan tozdan daha çok etkilendikleri görülür. Şunu ekleyeyim bazı düzeltilmesi gereken hususlarla birlikte ben globalleşmeden yanayım. 

Katıldığım oturumlardan aldığım bazı notlar ve bunlara yönelik görüşlerim şöyle:

Globalizasyonun Geleceği

Ekonomi, teknoloji ve demografiler globalizasyonu destekleyen pozitif güçlerdir. Globalizasyon yoksulluğu azaltıyor. Hong Kong’daki yatırımcıların %50’si farklı ülkelerden. Batı ve Doğu’nun birleşip görevlerin net olarak tanımlandığı bir ekosistemin oluşturulması  önemli. Bioyakıt ve hidrojen kullanımı arttığında globalizasyon artacaktır. Çünkü bu yeni enerji türleri işi altüst eder.  Şu anda lojistik fiyatları artıyor, bu globalizasyonun sorunlu alanı, çünkü küçük ve orta ölçekli işletmeler için zor bir dönem. Nasıl çözüm üretiliyor göreceğiz.  Bugün yaşananlar bir “dönüşüm” sürecidir, globalizasyondan geri dönüş değil. Gelişen ülkelerin katılması büyük işgücü potansiyeli getirir piyasalara. Güneydoğu Asya ve Afrika’da hükümet güdümlü inovasyonların kimseye  faydası olmuyor, aksine kaynaklar heba ediliyor. Hükümetleri inovasyon önderliğinden çekmeliyiz. P&G Avrupa Başkanı Loic Tassel: “5 milyar tüketiciye ulaşıyoruz. Globalleşmenin avantajlarından biri budur.  Tüm tüketiciler aynı kaliteyi ucuza istiyor. Tüm tüketiciler daha iyi ürünleri ve sürdürülebilir çözümleri hak ediyorlar. Bunun için iş liderleri olarak ölçek ekonomisini gerçekleştirmek için eğitmek, iletişim kurmak ve güdüleyiciler sağlamak zorundayız” diyerek önemli bir noktaya değindi. Tedarik zincirinde  globalleşme değil yerelleşme olacak, tüketimin olduğu yerde üretimin olması esastır artık. Çağrı merkezleri, yazılımcılar, e-ticaret, servisler yerelleşmeden paylarını alacaklar.

Global Yiyecek Krizini Önleme

Gıda güvenliği ve tedariğinin  kapsayıcı, uzun dönemli ve sürdürülebilir bir yapıda dönüştürülmesi gerekiyor. Bunun için akıllı tarım sistemlerine yatırım gerekiyor. Afrika’da tarımdan elde edilen mahsulün üçte biri ziyan oluyor. Bu hem çiftçi hem devlet için çok büyük bir yük getiriyor. Bunu engellemek için tüm dünya ülkelerinin birlikte çalışması şart.

Dünyanın belli yerinde bazı yiyecekler var ki oradan elde edilmeleri şart. Mesela muz, dünyanın belli iklim bölgelerinde yetiştirilir, diğer bölgelere tedarik zinciri oluşturularak gönderilir. Bir nakliye şirketi alır ve dünyanın diğer yerlerine götürür. Bunun haricindeki   ürünlerde de, örneğin ananas, hindistan cevizi, aynı şekilde global tüketici analiz edilerek nasıl alacağı düşünülür ve geriye doğru tedarik zinciri kurulur ve bunun için büyük şirketler oluşturulursa bir çözüm olabilir. Bugün böyle yapılmıyor, bu tür tüm dünyanın yararına olacak aksiyonlar, lobilere kurban ediliyor. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü gibi, global manada etkili politika yapacak bir Dünya Tarım Örgütü olmalı ve talepten başlayarak dünya tarım kaynakları tüm insanlığa yarayacak şekilde akıllıcı politikalarla kullanılmalıdır. Bugün var olan global tarım örgütleri arzdan başlayarak sorun çözmeye çalışıyorlar.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın Ekonomik Görünümü

Bu oturumda ilk şok sanki aynı özelliklere sahip bir ülke gibi algıladığımız MENA denilen bölgenin bir mozaik olduğunu, farklı  bölgeleri içerdiğini anlamak oldu,. Zengini ve yoksulu var, etnik sorunu olan var, nasyonalisti var, kimi yiyecek ihraç ediyor, kimi ithal ediyor. Mısır’da enflasyon var, Suud’da zenginlik… MENA diye bölgeyi birleştirip, tek bir ülke gibi yönetmeye çalışmak tamam bir saçmalık anlayacağınız.  Peki Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki sorun ne, niye bu bu ülkeler hızla gelişmiyor? Anlayış problemi var…

Buralarda mutlakiyet var, nasyonalistlik var, hür teşebbüs mantığı yok, oturmuş demokrasi yok. Halka kolaylık sağlamak için elektrik faturalarını düşürürler, sübvanse ederler ama insanları müteşebbis olmaya güdülemezler. Suudlar 70 Amerikan dolarına petrolün varilini sabitliyorlar. Bu güzel bir şey ama ne üretilecek, tasarruf edilen para nasıl yatırıma dönecek, o yok! Oysa herkes kendi menfaati için üretirse o zaman gelir artar, refah artar.  Bu ülkelerde bir girişimi kamudan izin almadan başlatamazsınız. Türkiye de bu noktaya gelmek üzere, böyle devam edersek Türkiye kilitlenecek diye düşünüyorum. Avrupa’da da benzer bir durum var. Yeni sermaye girişini engellemek için eşikleri yükseltiyorlar, mevzuatı zorlaştırıp gelme diyorlar. 

Mena’dakiler hizmet sektörüne ve dijitale yatırım yapmak istiyorlar. “Ata nal çakılırken görmüş kurbağa ayağını uzatmış” misali bir durum bu. Eğer ekonominde üretim omurgan yoksa üretmediğin halde neyin hizmetini kime sağlıyorsun. Önce katma değerli bir şey üretmediğin sürece gelişmek mümkün değildir. Tamam turizme yatırım yapıyorsun, eskiden bacasız sanayi denirdi, bir şey üretmiyorsan gelenlere ne satacaksın? Hükümetler halkın parası ile devlet kalkınma fonları kuruyorlar, büyük projeler yapıyorlar. Sonu verimsizlik ve hüsran oluyor, çünkü arkada hür teşebbüs iradesini teşvik edecek bir şey yok. Bu yüzden de hayal kırıklığı oluyor. Oysa bu parayı doğrudan millete dağıtsalar ve “balık tutmayı öğretseler” çok daha fazla fayda sağlarlar. 

Bunlar gerçekleştirilirse  bölgenin tam potansiyeline ulaşabilmesi mümkün. Bu bölgede ekonomik reform şart,  yeni iş alanları yaratıyorlar ama yeterli değil, yatırımcılar için prosedürleri hızla basitleştirilmeli, stratejik projeleri hızlandırılmalı, öncelikli sektörlere odaklanılırsa tüm dünya bu bölgeden daha fazla yararlanır.

Demokrasinin Geleceği

Doğu ve Batı arasında giderek büyüyen fark demokrasinin geleceği için bir tehdit oluşturuyor ve gerçekten demokratik bir toplum yapısına ulaşmak için gelişmemiş/gelişmekte olan ülkelerin desteklenmesi gerekiyor. Aynı zamanda yeni gelişen sosyal ağlar insanların fikrini şekillendirmek/manipüle etmek konusunda etkili ve bu popülizme yol açıyor. Sosyal ağla sayesinde herkes kendi akvaryumunda yaşıyor, insanlar daha katı düşünen, bu düşüncelerinden vazgeçmeyen, bu düşünceler etrafında  gettolar oluşturan bir yapıda yaşıyorlar. Bir şey Twitter’da TT olunca hakikat sanılıyor. Eskiden “batıdakiler esrar eroin kullanıyor, 5-10 seneye varmaz, bunlar yıkılır” deniyordu, sonra ne oldu… Zaten öyle yaşıyorlardı, özgürleşmenin getirdiği noktaya geldiler.  Biz şimdi “Batının teknolojisi alıp ahlaksızlığını almayacağız” diyoruz. Ama sanal sosyal gettolar artık global, nasıl yaşıyorsan öyle oluyorsun.

Şimdi yaşayan çoğu insanın “gerçek demokrasi” ile henüz tanışmamış olması geleceğe dair var olan inancı zayıflatıyor ve demokrasiyi daha kırılgan bir noktaya . Bu sorunların çözümü için kullanılan anahtar kelimeler “kapsayıcılık”, “insan ve değer odaklılık” olarak nitelendirildi. Aynı zamanda Ukrayna- Rusya savaşının bir demokrasi, özgürlük savaşı olduğu ve mutlaka kazanılması gerektiği de söylendi. Ama ben başka bir açıdan bakıyorum eğer gelişmişlik seviyeleri ülkeleri “merhametli” yapacak bir gelişmişlik seviyesine getirmiyorsa “demokratik olmayan, kontrolsüz güç” ülkeleri savaşa sürükleyebiliyor.  

Global Vergi Sistemini  Yeniden Hayal Etmek

Daha adil ve kapsayıcı bir vergilendirme sisteminin oluşturulmasının sürdürülebilir büyüme ve gelişme için bir gereklilik olduğu kesin. Bu yeni sistemin bir yardım etme girişimi değil, en temelinde adaletle ilgili olduğu düşünülüyor. Tabii ki burada adalet konusu da irdelenmesi gereken bir konu. “Kim kazanır, kim kaybeder? Ve bu dönüşüm ne kadar adil?” soruları mutlaka üzerine mesai harcanması gereken sorular.

Esas konu daha “çok” vergi almak değil, daha “iyileştirilmiş bir sistem üzerinden” vergi almaktır. Daha fazla vergi değil, işe yarar şekilde vergilendirmektir. Vergiyi zenginden almak iş değil. Vergi herkesin derdi olmalı, herkesi germeli. Global vergi anlayışı niye lazım? Para bir yerlere kaçınca kullanılamıyor. Oysa paranın şeffaf olması gerekiyor. Afrika’da, şu ülkede  yeteri kadar vergi tahsilatı yok diyoruz. Halbuki burada servet transferi var, para başka ülkelere kaçıyor. Yerel finans sitemini desteklemiyor, üretime dönüşemiyor. Minimum global vergi olsa, genel mutabakat olsa… Zenginleri fazla vergilendirmek “vatandaş” kafasıyla makul geliyor, ama ekonomik olarak gelişme  açısından düşünürseniz onları paralarını harcamaya, yatırım yapmaya özendirmek lazımdır. O zaman bir katma değer oluşur. Tamamıyla dijitaleşmemiş, kayıt altına alınmamış toplumlarda herkesin yararına olan çözüm sosyo ekonomik statüye göre kişi başı vergi sistemine geçmektir. Kaynakta falan vergiler kesildiği yerde kalıyor.

Emtia Şokunu Gidermek

Bugünkü duruma baktığımızda, yıkıcı bir fırtına için gereken tüm etkenlere sahibiz. Bugünkü emtia krizi son derece karmaşık bir durum ve ucuz emtia devri artık bitti. Gerçi  her kriz bir fırsat olarak değerlendirilme potansiyeline sahiptir. Ancak bugün dünya tedariğini sürdürebilmek konusunda gerçekten büyük bir sorunumuz var. Gelişmiş ülkelerin panelistleri uzun vadede ayrışmanın (fragmantation)  problemleri beraberinde getireceğini ifade ediyorlar; gelişmekte olan ülkelerin panelistleri bu ayrışmanın faydalı olacağını düşünüyorlar.

Ve bu oturumda da açıkça görülüyor ki serbest ticaret engelleniyor özellikle gıda ticareti. Oysa bu engelleme çok tehlikeli. Herkes her şeyi üretmeli ve çeşitlilik olmalı. Fiyatların yükselmesi o kadar sorun değil. Fiyatlar böylelikle tüm dünyada eşitleniyor. Örneğin kağıt, ambalaj fiyatları bizde %400 arttı, ama dünya ile eşitlendi. Gemi navlunları önce yükseldi sonra düştü ama taşımacılar seviyeyi korumak istiyorlar.

Aslına bakarsanız dünya emtia piyasalarında oligopolistik bir yapı vardır. Her emtianın (petrol, kağıt, gaz, maden vb) piyasası “seven sisters” diye anılan birkaç şirketin domine ettiği oligopolistik piyasalardır. Bir araya gelerek ortak akılla piyasayı kontrol ederler. Mesela, birkaç fabrika aynı anda bakıma girerse o sektördeki talep düşmüşse arz da düşeceği için fiyat düşmez, daha doğrusu düşmesine izin verilmez.

Nasıl böyle bir şey olabiliyor? Çünkü ülkelerin kendi anti-tröst yasaları ya da Avrupa Birliği’nin  anti-tröst yasası var ama globalde, şirketleri kontrol eden bir anti-tröst yasası yok. Herkes her şeyi üretirse ancak bu yapılar kırılır. Orta gelirli ülkeler katma değerli emtia analizi yapıp bu piyasalara girmeliler ki oligopolistik yapıları kırsınlar.

Krizlerden fırsat çıkar. Koronavirüs krizine bakın, aciliyetten ne inovatif ürünler çıktı. Fırsatlardan yararlanmak için hem yatırım yapmak hem de teknoloji transferi lazım.  Mesela elektronikte müthiş miktarda atık var, geri dönüştürülemiyor, ama bir şey de yapılamıyor.

Bir global krizde önce  krizi çok  iyi tanımlamak lazımdır. Fiyatların inip çıkması kriz değildir. Fiyat artar ve mal bulunamıyorsa gerçek sorun başlar. Örneğin gıda bulunmamaya başlarsa çok ciddi sorun olur, çünkü gıda insan hayatıdır.

Gelecek Salgına Hazırlanmak

“Özel sektörün katılımı, hastalıklarla mücadele için inanılmaz derecede önemlidir.” Panelin ortak aklı buydu. Bill Gates, salgınların erken tespit edilebilmesinin işin en önemli kısımlarından biri olduğunu vurguladı. Salgının 0 bölgesi en zorlu alan; daha endişe verici olan şey ise, dünyada beklediğimiz pek çok pandemi riskinin, ilk etapta bununla başa çıkmak için yeterli kaynağa sahip olmayan ülkelerde olmasıdır. Bu problemin aşılabilmesi için de sürece müdahale edebilecek ve hızlandırabilecek bir “küresel kapasiteye” ihtiyaç vardır. Pandeminin etkilerini insani ve ekonomik maliyet olmak üzere madalyonun iki yüzü olarak hep birlikte gördük. Bu yüzden artık kapsayıcı bir yapıda herkese yardım etmemiz gerektiğini anlamamız gerekiyor. Aksi taktirde bu ve benzeri problemler yine olmaya devam edecek. Şunu da iyi anlamamız lazım bölgesel karantina  gibi önemler etkisiz kalıyor.

Kural şu: Kendini herkesten koruyacaksın, herkesi de kendinden koruyacaksın. Bu kişisel bir konu  ve yeni salgınlar da ancak böyle önlenir.

Milenyum Nesli İşin Başına Geçti      

Milenyum kuşağındakilerin katıldığı ilginç bir oturumdu. Paneli sunan bir portre  fotoğrafçısıydı.  Gayesi herkesi sarsmak ve yeniden düşünmeye teşvik etmekti. Katılımcılara değişik kelimelerin anlamlarını sordu. Korku ve umut,, dahil olmak mı ait olmak mı gibi… Sorulara verilen cevapların yaşanan olaylardan nasıl etkilendiği Ukrayna’dan katılan Uliana Avtonomova iyi bir örnekti; umut için, “liderler dahil insanların birlikte ve sevgiyle hareket etmeleri,” korku içinse, “Rusya’nın Ukrayna’yı ele geçirmesi” demesi ilginçti. 

Bizde de milenyum nesli, işin başına geçti ya da geçmek üzere. Mesela büyük oğlum Yahya da onlardan biri. Onlar  9/11’i yaşadılar, global krizi yaşadılar, pandemiyi yaşadılar, şimdi de enflasyonu yaşıyorlar. Ama asla kötümser değiller, sorduğun zaman iyi olacak diyorlar

Kendilerini güvende hissedebilmek adına her şeyi geride bırakmayı göze alıyorlar. Bizim gibi sürekli çalışmak yerine tercihleri, “dur bir mola ver.” Kendilerine mentor (yön gösteren) arıyorlar. Yalnız kalmak istemiyorlar ama yalnız kalacaklarsa da buradan bir güç yaratmaya çalışıyorlar. Günlük bir rutinlerinin olması hoşlarına gidiyor. Mesela bu namaz kılmak olabilir. Karl Schwab’ın bir söz var: “Başarısızlık kendine verdiğin sözü tutamamandır!”  Yeni nesil bu sözü benimsemiş görünüyor. Oturuma katılan Ganalı gence sordular: Nasıl seçildin buraya? Cevabı yine ilginçti: “Yeterince başarısız olduğum için! geldim”. Yani güçlü olmak için hatalarını anlamanın, onları düzeltmeye çalışmanın önemli olduğunu biliyor milenyum kuşağı. Hatalara reaksiyon vermenin  güçlülük olduğunu düşünüyorlar? Zayıf değil, dirençli olmak gerektiğini, bunun için de kendini tanımanın çok önemli olduğunu vurguluyorlar.

Uzun Vadeli Bakmak

Diğer oturumlarda savaşın bahsi “Rusya – Ukrayna Savaşı” olarak geçmişti. Bu oturumda ise savaş “Putin’in Savaşı” olarak etiketlendi. Uzağa doğru bakarken bugünü ve dünü kaçırmayan bir yapı kurmamız gerektiği vurgulandı. Bu vurgulamayı yapan da Atlantik Konseyi Başkanı Frederick Kempe idi. Kempe hükümetlerin bürokrasiyi ortadan kaldırıp kapasiteli ve yeterli olmaları gerektiğine de vurgu yaptı.

Dünyada bugüne kadar pek çok kriz oldu. 2019’da Avrupa Birliği’nde finansal kriz oldu, daha sonra Trump’ın ABD Başkanı olarak seçilmesi, daha sonra Brexit, daha sonra kovid salgını ve şimdi de Rusya-Ukrayna savaşı. Bu krizlere ne dünya toplumu ne de Avrupa toplumu hazırdı. Çünkü kimse sınırların dışında (out of box) düşünmüyor. Avrupa Birliği net değil, ne yapmak istediğini söylemiyor.  Moldavya, Gürcistan; Ukrayna Avrupa Birliği üyesi olmak istedi, hiçbir başvuruya net bir cevap vermediler. Avrupa Birliği aksiyoner değil. Uzun dönemli düşünce ve politika fikrini yerleştirmek lazım, bunu işe insan seçerken bile yapmak lazım.

Yine aynı oturumda iş insanı Lily Shen, “uzun dönemli düşünmek lazım, ama herkes kendini düşünüyor. Oysa tedarik zincirinin adı iş birliği zinciri olmalı. Biz bunun için Future Foundation isimli bir vakıf kurduk. Global stratejileri nasıl uyarlar ve uygulamaya koyarız, bunun öğrenilmesi çok önemli” dedi. Gerçekten de tedarik zinciri olsun, katma değer zinciri olsun değişiyor. Sonuçta hükümetlerin hızlı aksiyon alması, akademik dünyanın da düşünceyi şekillendirmesi lazım. Artık büyük bir iş birliği yapılması gerekiyor, yoksa herkes kendi silolarında yaşar. Gelecek için güçlerin birleştirilip çoklu enerjinin açığa çıkarılması gerekiyor.    

Özetle esneklik, çeviklik, hazır olmak, hesap verilebilirlik, kapsayıcılık ve sorumluluk oturumun anahtar kelimeleri idi. Çözümlerin çok paydaşlı çıkarımları içermesi ve kapsayıcı olması gerektiği ve karar vericilerin değişen koşullara adapte olabilmesinin ekonominin büyümesi açısından son derece hayati olduğu vurgulandı. Diğer oturumlarda özel sektör – devlet ikilisinin koordineli bir şekilde çalışması gerektiği ifade edilirken, bu oturumda akademi, devlet ve özel sektörün birlikte çalışmasının kritik olduğundan bahsedildi. Çünkü çok sayıda bilinmeyen, çok sayıda değişken anlamına gelir, bu yüzden farklı bakış açılarına sahip olmak bir elzemdir, dendi.

Global Yoksulluğun Üstesinden Gelmeyi Yeniden  Düşünmek

Gelişmekte olan ülkelerin temsilcileri kendi halklarının potansiyeline inanıyor. Diyorlar ki “bize gerekli araçları sağlarsanız, biz de gerekeni yapabiliriz”. Bu noktada yerli halkın tavsiyelerinin alınması da fırsatlar adına önemlidir. Kapsayıcılık ve inovasyon oturumun gündemindeydi. Kapsayıcılık için mutlaka çocukların eğitim alma hakkı üzerinde yoğunlaşılması gerektiği söylendi. İnovasyonların ve yatırımların sürdürülebilir başarıya ulaşabilmesi için ise vatandaşların verilerini kayıt altına alabilen bir dijital altyapının var olması gerekiyor. Yoksulluğun bitirilmesi için hayata geçirilecek  tüm uygulamaların “büyümeye” ket vurmaması hayati öneme sahip.

Bangladeş yoksulluğun üstesinden gelmekte iyi bir örnek. Bu ülke çok fakirdi. Bangladeş Doğu Pakistan’ın bir bölümü idi. 1970lerin başında ise ayrı ülke oldular. Karl Schwab’ın yine bir söz var: Devir kapitalizm değil, yetenek (capability) devridir. Bir ülkenin asıl sermayesi insanlarının yetenekleridir. Bangladeş de böyle düşünmüş. “Biz fakir bir ülke de olsak insanlarımızın bir meslek sahibi olmalarını sağlayabilirsek faydalı bir iş yapmış oluruz” diye düşünmüşler ve böylece  başarıya ulaşmışlar. Bu her ülke için önemlidir.

Yaşam süreleri uzuyor. İnsanların emekli olunca ne yapacaklarını iyi düşünmek lazım.

Biri fakirse diğerinin zenginliği tehlikededir.

Biri çalışmak isteyip iş bulamıyorsa diğerinin işi tehlikededir.

Bu yüzden insan sermayesine yatırım yapmak gerekir. Özellikle dijital enformasyonu eğitimde kullanmak ve fırsat eşitliği yaratmak gerekir.  

Ek 1: (özet)

Davos Dünya Ekonomi Forumu’na katılan IMF Başkanı Kristalina Georgieva son gelişmeler üzerine önemli açıklamalarda bulundu, “düşünülemeyeni düşünün” dedi. IMF Başkanı şunları söyledi:

2022’nin zor bir yıl olacağını düşünüyoruz. Birçok ülkede emtia fiyat şoku yaşanıyor. Özellikle dikkatinizi çekmek istediğim şok, geçen haftaki tarım fiyat şoku. Çünkü bu belki de ekonominin daha zorlu sulara girdiğinin işareti.

Yakıt/Petrol fiyatları indi ancak gıda fiyatları yükseliyor, yükseliyor, yükseliyor. Büyüme yavaşladığında petrol kullanımını yavaşlatabiliriz ancak her gün yemek zorundayız. Mantıklı fiyatta gıda bulabilme anksiyetesi küresel olarak zirvede.

Savaşla birlikte enflasyonu körükleyen düşünülemez şokların olabileceğini öğrendik. Bu anlamda şoka daha yatkın bir dünyada yaşadığımız yönünde ders aldık.

Üst üste gelen krizlerin ardından alabileceğimiz ders şu; düşünülemeyeni düşünün. Ekonominin durdurulması düşünülemezdi. Avrupa’da bir savaş ortaya çıkana kadar düşünülemezdi. Kaç kere daha düşünülemeyecek durumlar meydana gelecek?

İki önceliğimiz var; birincisi artan gıda ve enerji fiyatları altında ezilen toplumun en yoksul kesimlerini sübvanse etmek. İkincisi de Ukrayna’daki savaş nedeniyle en büyük zararı gören iş kollarına destek olmak.”

Ek 2: (özet)

Davos 2022 toplantısı küreselleşme için  kaçırılmış bir fırsattı

Joseph Stiglitz (*), 1 Haziran 2022 The Guardian

Dünya Ekonomik Forumu’nun iki yıldan fazla bir süreden sonraki ilk toplantısı, benim 1995’ten beri katıldığım birçok Davos konferansından önemli ölçüde farklıydı. Fark sadece Ocak ayının parlak kar ve berrak gökyüzünün yerini çıplak kayak pistleri ve çiseleyen yağmurla kasvetli bir Mayıs ayının alması değildi.

Aksine, geleneksel olarak küreselleşmeyi savunmaya kararlı bir forumun, öncelikle küreselleşmenin başarısızlıklarıyla ilgilenmesiydi: bozulan  tedarik zincirleri, gıda ve enerji fiyatları enflasyonu ve milyarlarca insanı Covid-19 aşısı olmadan bırakan, birkaç şirkete milyarlarca dolar ekstra kar fırsatı sağlayan bir fikri mülkiyet (IP) rejimi.

Bu sorunlara önerilen yanıtlar arasında “reshore” (üretimin ülkeye dönmesi) veya “friend- shore  üretimi” (Biden’ın ortaya attığı üretimin birkaç dost ülkede yapılması kavramı)  ve “ülkenin üretim kapasitesini artırmaya yönelik sanayi politikaları”nın yasalaşması yer alıyor. Herkesin sınırları olmayan bir dünya için çalıştığı günler geride kaldı; aniden herkes, en azından bazı ulusal sınırların ekonomik kalkınma ve güvenliğin anahtarı olduğunu kabul ediyor.

Bir zamanlar şartsız küreselleşmenin savunucuları için bu yüz seksen derece dönüş , bilişsel uyumsuzlukla sonuçlandı, çünkü yeni politika önerileri paketi, uluslararası ticaret sisteminin uzun süredir devam eden kurallarının yıkılacağını ima ediyor…

(*) Joseph E Stiglitz nobel ödüllü  Columbia University ekonomi profesörüdür.  Dünya bankası eski baş ekonomistidir.

Not: Açık kaynak niteliğindeki bu yazı yazar zikredilerek iktibas edilebilir. Telif gerektirmez.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.