Connect with us

Dr. Abbas Karakaya

“Taşıran Damlanın Cesareti”

Yayınlanma:

|

DOĞAYI KUCAKLAYAN VE SAVAŞ KARŞITI ŞİİRLERİYLE ABBAS KARAKAYA
“Taşıran Damlanın Cesareti”

“İTHAF

Küçük karabalıklara
Tarçın ve kekiğe
Kendilerine tırmanan dağlara

Şiir sanatının önemli yanı yaşadığı çağı bütünlüğü içinde çelişkileriyle gösterebilmesidir. Sanatın kalıcılığı ve sanatçının toplumsal bağ kurması için yaşadığı çağın sorunlarını hissettirme arasında diyalektik bir bağ vardır. Bir diğeri ise sanat eserinin ileride kalması ve gelecek yüzyılda da etkili olmasıdır. Sanat eserinin bilinç taşıması hele tarihsel bilinç bu olgularla iç içedir. Üretilen bir sanat eserinin estetik nesne olarak önemi o eserin tartıştırdığı toplumsal bilinç ve kalıcılığını sağlayan tarihsel bilinçtir. Sanatçının büyüklüğü bu sorunsallıkla ilgilidir. Bu sorun sanatçının özne olarak toplumsal bağ kurmasıyla ilgilidir. Bütün bu söylediklerim Abbas Karakaya’nın şiirindeki özelliklerden dolayıdır. Karakaya’nın şiirinde iki tema öne çıkar. Savaş karşıtlığı teması ve doğaya yabancılaşma. Bu iki tema şiir geleneği içinde şimdiye kadar çok az işlenmiştir. Günümüzün bu toplumsal gerçekliğini şiirleriyle önümüze taşır Karakaya.
Şimdi doğaya yabancılaşmayı gösteren şiirlerine bakalım.                                                 

PAZAR GÜNÜ

Sokaklar tenha
Dükkânlar kapalı
Bankalar, borsalar
Kapalı Pazar günleri

Ağaçlar kapalı değil
Deniz kapalı değil
Pazar günleri
Yüzüyor balıklarıyla

Bu kısa şiir doğaya hissetmenin veya doğaya yönelmenin küçük bir nüvesi olarak görülebilir. Oysa Karakaya’nın insan doğa çelişkisi üzerinden devam eder. İnsanın doğaya yabancılaşmasını ve insanla doğa arasındaki mesafeyi gösterir Karakaya.

AKSAZ’da
Dağlar, dağlara tutunmuş
Çalılar, ağaçlar bir yaz günü
Bir başına demlenen deniz
Sessizliklerine aldılar beni de

Nasıl oldu bilemedim
Parmağımı derin çizdi bıçak
Fışkırdı kanım göle
Nilüferlerin üstüne

Karanlık denizin derinliğinde
Ağzıma saplanan zıpkın
Gözlerimden boşalan ateş
Gölü, nilüferleri de örttü sis

Yeni doğmuş, yavru bir arının
Sesi kadar duydu mu beni?
Doğanın haşin, sonsuz belleği
Bastırırken otları parmağıma

Bu şiiri üstteki çağrı özelliği taşıyan şiirle koparmamak lazım. Doğayla insan arasındaki ilişkiyi göstermesi açısından güzel bir şiir. Fakat bu şiire insan merkezli bakışın dışına çıkarak doğa merkezli bir şiir olarak görürüz. Doğaya dair ise onun bir canı, ruhu olduğunu gösterir bize bu şiir. Doğa insanın bir parçası doğa varlığımızın nedeni, doğanın varlığı bizim varlığımız olur böylece. Akan kan doğanın kanıdır.  Bu diyalektik bakış Karakaya’nın doğa algısını gösterir. Sabaha Doğru şiirinde şöyle diyor.
Sabaha yürü
Pürenlerin salınışı içine
İlk öpüşün hatırasını düşürecek
Ayak bileklerinden tanıdığın
Senden hoşlanan kız gelecek aklına

Bu şiir doğayla hafıza arasındaki ilişkiyi gösterir. Şiir geleneği içinde bu tarz bir imgelem pek göremeyiz.  İnsanın bir özelliğini önümüze sererken, sanatın içerik olarak genişlemesi de diyebiliriz. Hafıza sorununu sadece insanın doğaya yabancılaşması olarak görmek yetmez. Aynı zamanda insan doğa uyumunu da gösterir. Bu şiirle içselleştiremediğimiz bir olgu önümüze çıkar; doğa belleği diriltir, insanın hafızasını canlı tutar olay ve olgulara derinlikli bakmasını sağlar. Bellekle doğa arasındaki ilişki milyonlarca yıl içinde oluşmuş ilişkidir. İnsanın kendi benliğini hissetmesi kendi ve doğasıyla ve dış doğayla uyumuyla ilgilidir. Kentleşme ve sanayi toplumu bu uyuma darbe vurmuştur. Belleğin oluşması doğanın değiştirip dönüştürülmesi süreciyle ilgilidir. Gerçekten insan doğadan uzaklaştıkça, doğa içinden edindiği belleğinden uzaklaşır. Bu şiiri yeniden insanı yabancılaşmasını aşması için güzel bir gerekçedir.  İnsanlığın evrensel bir sorununu doğaya yabancılaşmanın farklı bir nüansını, hem de hiç irdelenmemiş bir nüansını görürüz.

SINIR TANIMAYAN LEYLEKLER

Göğü güzelleştiren siz
Sınır tanımayan leylekler
Uçtukça genişletiyorsunuz
Yeryüzünü hepimiz için

Hepimizin başlangıcı su
Bağlıyız geceyle gündüze
Kemik, kas, sinir ve kan
Derimizin altı da aynı

Kurşuna bağışıklığı
Yok hiçbir canlının
Çok şeyimiz ortak
Çok şeyimiz tanıdık

Utanç duvarları
Mayın tarlaları
Dikenli teller
Kalekollar kim için

Acıyla bakıyorlar bize
Sınır tanımayan leylekler
Süzülüp geçerken mezarsız
Yoksul ölülerin üstünden

Gerçekten de kendine düşman kendi doğasına düşman insan dışında başka canlı var mıdır? Diğer canlılar ne kendi doğasına düşman ne doğaya. Onlar doğayla uyum içinde yaşarken bu uyumu insan paramparça eder. Bu leyleğin bilinci olsa insanın doğaya yabancılaşmasını anlayamaz. Kimin için bu Kalekollar, Dikenli teller. Çalınan Park şiirinde şöyle diyor. “Söktüler parkın ağaçlarını/ Orman içi villalarda yaşıyor/ Ağaçları söktürenler” Kapitalizmin doğayı bir meta, kar nesnesi olarak görür. Karakaya şiirinde kapitalizmin doğa tahribatını gösterdiği güzel dizeler bunlar.

İşte bu doğa sorgulanması, doğa tahribatını gösterilmesi Karakaya’nın şiirinde uç veren şiirler. Aynı zamanda çağın içinde yaşamanın, çağın sorunlarını anlamanın getirdiği bir sonuç bu. Şiirlerinde doğaya yabancılaşmanın ve kapitalizmin yarattığı doğa tahribatının öne çıkma nedeni, doğa sorununu doğru algılanmasından dolayıdır. Bu sorun günümüzün evrensel sorunudur. Bu sorunun şiir alanında fazla öne çıkmamasının nedeni, bu sorunun yakıcı olarak yeni görülmeye başlanması ve postmodern sanatın veya burjuva edebiyatın toplumsal sorunları dışlamasıyla ilgilidir. Sanatın toplumdan uzaklaşması, siyasallığını kaybetmesi toplumsal sorunları sahiplenen gerçekçi edebiyatın yeterli gücü olmamasıyla ilgilidir.

Bunun dışında günümüzün bir başka evrensel sorununu tema olarak işler Karakaya. Bu tema savaş temasıdır. Karakaya’nın şiiri içinde savaşla doğa arasındaki ilişkiyi gösteren şiirler de var. Savaşın doğada yarattığı tahribat günümüzde daha çok görülüyor. Doğaya yabancılaşma ile savaş arasındaki ilişki pek irdelenmemiştir. Bunun dışında savaş ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi şiirlerinde gösterir Karakaya.

GİTMİYORLAR SAVAŞA

Kuzey’i askere çağırıyorlar
Kulak asmıyor çağrıya Rıfat Ilgaz
Hamsiler de karşı savaşa
Sırtlarını dönüyorlar sese

Güney’i itiyorlar savaşa
“Fakirin kanını satacaklar yine”
Diyor Orhan Kemal
Hürü Ana, İnce Memed
Onlar da karşı savaşa

Akdeniz’in sedir ormanları
Bütün katlarıyla Toroslar
Asi nehri ve kolları
Gitmiyorlar, gitmiyorlar savaşa

Diyarbakır’da Tahir Elçi
Dilinden düşürmedi savaşı
Vazgeçmedi, eğilmedi
Dicle’de atıyor nabzı şimdi

Babasız büyüyen çocuklar
En iyi onlar bilir
Babalarını göndermiyorlar savaşa.

Savaşın olumsuzluklarını ve kapitalizmin kendi varlığını devam ettirmenin bir yolunun savaş olduğunu şiirlerinde gösteriyor Karakaya. Savaş karşı olmanın yolunu şiirleriyle önümüze seriyor. Bu hümanist tutum şiirlerinde genelleşmiştir diyebiliriz. Savaş kültürünün yarattığı militarist tutuma da karşıdır diyebiliriz. Bu militarist tutum ile faşizm arasında ilişkiyi gören hisseden biridir. Karakaya’nın şiiri savaş karşıtlığıyla, az da olsa savaşma güdüsünden uzaklaşılacağına dair inanç vardır. Bu inanç ve düşünce günümüz şiirinde yoğun işlenmeli bence. Bu bakış aynı savaş ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi gösterir. Bu anlamda kapitalizmin sürekli hale getirdiği savaş ideolojisinin görünür hale getirir Karakaya’nın şiiri. Abbas Karakaya’nın şiiri, sanatın toplumsal sorgu özelliğini nasıl yitirildiğini gösterir. Postmodern  sanat, sanatın temel işlevi olan sahicilik duygusunun yitimini sağlamıştır. Sanatla toplumsal mücadele arasındaki ilişkiyi tarumar etmiştir. Savaşın yarattığı tahribatı, insanın insana yabancılaşmasını, kapitalizmin insanda, doğada yarattığı tahribatı göstermeyen şiir, ne işe yarar. Bu anlamda Karakaya’nın şiiri, sanatla toplumsallığı ve toplumsal bağı yeniden kurar.

Karakaya’nın bu kitabı aynı zamanda 2017 2020 arasındaki olguları, sınıf savaşımını gösteren bir çeşit kılavuzdur. Toplumcu gerçekçi şiir içinde yaygın bir gelenektir bu. Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin Korkmazgil’de bu durum çok öne çıkar. Yaşadığın anı kavrayarak o anın psikolojisini şiire taşımaya görev edinmek, toplumcu gerçekçi bir tavırdır. Bir anlamda kitaptaki şiirlerin çeşitliliği bu tutumu karşılar. Bu anlamda sanat sanat için yapılmaz bir toplumsal sorumluluk üzerinde yapılır. Kapitalist sanat ister istemez sanatı, toplumsal sorumluluğun dışına atarak sanatı sanat için uygulayan bir alana dönüştürür. Bu sanatta toplumsal sorumluluk bulunmaz, sanat bir tekniğe dönüşür. Vicdandan, sorumluluktan uzaklaşır, sanatçı ve sanat eseri bir kapitalist kar marjı olur.

Abbas Karakaya’nın şiiri soru sordurma daha doğrusu insanı düşündürme üzerine şekillenir. Nesnelliği kavramanın yolu insanda merak dürtüsü ile ortaya çıkan soru sorma yani düşündürme pratiğiyle ilgilidir. Günümüz topluma soru sormayan, fazla düşünmeyen tüketici bir toplumdur. Şiirin böyle bir eğitme yanını işaret ederken, ortaya koyduğu şiir didaktik bir şiir değildir. Bu sorular sorarak dünyayı anlama biçimi genel şiir geleneğinin sorgulanması üzerinden ortaya çıkarılmıştır.

Şiirlerinde bir çocuksuluk varken, kendi çocuğunu da şiirine katar. Buradaki anlam farklı bir şekilde çocuksulluğu geniş tutmakla ilgilidir. Genel olarak sanatçının yaratma güdüsünü tetikleyen çocuksuluğun yarattığı oyun güdüsüdür. Şiire can katan katharsis duygusunu ortaya çıkartan bu çocuksu oyun güdüsüdür.

Karakaya şiirinde ironiyi geniş bir şekilde kullanıyor. Bu durum şiirine tatlı bir hale kazandırırken. Sorularla hayatı kavrama, ironi, çocuksuluk ve oyun güdüsü şiirlerinde rahatça girmemizi sağlıyor. Sağladığı haz dönüşüp değişmemizi sağlıyor.
Son olarak Karakaya’nın Vasiyet şiirine bakalım.

VASİYET
Ağaçlara özenirdi desinler
Yaprakların fısıltısını duymaya çalıştı
Razı gelirse dalı olayım bir ağacın
Su taşıyayım köklerinden en tepeye
Çayıra uzanayım yorulduğumda
Cırcır böceği de olabilirim çalılarda

* Bu şiirinde varlığının nedeni doğaya dair büyük saygıyı görürüz. Ben de Abbas Karakaya’nın şiirine ‘ithaf’ şiiriyle başladım ‘Vasiyet’ şiiriyle bitirdim.

İsmail Alıcı – nicin.biz

Dr. Abbas Karakaya

ŞİİRİM

Yayınlanma:

|

İğneyle kuyu kazan

Suyu arayan su

Ay ışığının kolunda

Irmaktır şiirim

 

Düşlere inanır, ahırda

İneğin gördüğü rüyadır

Kaplumbağa hızını sürer

İletkendir kedi gibi şiirim

 

Denizaltı güncesidir

Kumsalda ayak izleri

Hatırlamak üzerinedir

Gidenin unutmaz şiirim

 

Vefadır, pervanedir

Balta girmemiş ormanlarda ışığı arar

Güneşe tutkundur

Yağmurda şemsiyesiz

 

Çayırdaki otlar

Çocuklar oynasın üstünde

Çıkarıp baktığında çantandan

Tanık olsun güzelliğine şiirim

 

Bir atın uysallığı

Nefes nefese kalışı

Hapishane duvarlarında

Biten ot da olsun şiirim

 

Elini tuttuğunda acının

Cesaret olsun yazacağım şiirler

Aralasın yüreğinin kapısını

Ayağa kalksın aklın

 

İnsanın özgürlük davasında

Kabına sığmaz şiirim

Vakit eriştiğinde, balyozlardan

Yükselen güneşin sesine eşlik etsin şiirim

Abbas Karakaya

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

HAREKET HALİNDEKİ BÜYÜ: Çocuklara kitap okumanın faydaları

Yayınlanma:

|

Birkaç yıl önce bir yurtiçi TV kanalında bir programa katıldım. Programın konusu okul öncesi çocuklara kitap okumanın faydaları idi. Üç yaşında bir çocukları olan anne babanın evlerinde kamera karşısında ebeveynlerin çocuklarına neden kitap okuması gerektiğini anlatacaktım. Bu anne-baba küçük oğulları için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya istekliydiler, ancak ona çok nadir kitap okumuşlar ve çocuklara kitap okumanın öneminin farkında değillerdi. Çocukları tek kelime okuma yazma bilmiyordu.

Söz konusu gün ebeveynlerle sohbet etmeyeceğimi öğrenince şaşırdım. Bunun yerine yönetmen, programın başlarında savunduğum gibi, gürültülü, sevgi dolu, neşe yayan sesli okuma atmosferini gösterebilmem için çocuğa kitap okumamı istedi.

Bu çocuğu tanımıyordum. Onunla ilk kez karşılaşıyordum. Ezici kişiliğimle onu korkutacağım. O ve ben nasıl arkadaş olabiliriz ve daha önce hiçbir ilişkimiz olmadığı halde, şak diye nasıl birlikte mutlu bir şekilde okumayı öğrenebiliriz?

Hepimiz az biraz gergindik ve zaman darlığının baskısını hissediyorduk. Yine de Ben’i bir iki dakikalığına kamera ve ışıklardan kaçırmayı başardım; elinden tutarak arabama götürdüm ve ona getirdiğim hediyeleri verebildim. Ben’e (çocuğun gerçek adı bu değil) özel hediyeler getirmiştim: Yeni kitabım Time for Bed (Yatma Zamanı)’ndan bir poster ile kitabımın bir nüshası.

Birkaç dakika sonra kameraların önünde, evinin oturma odasında, yerde önce ben ona kitap okudum. Daha sonra onunla birlikte okudum. Sonra o bana okudu. Bütün bunlar 15 dakika sürdü.

Programın televizyonda yayınlanmasından önceki gece, neredeyse sinir krizi geçirecektim. Sinirlerimin bu denli bozulmasına TV’deki bir reklam sebep oldu. Reklam kabaca şöyle söylüyordu: “BU KADIN BEBEĞİNİZE ON BEŞ DAKİKADA OKUMA ÖĞRETECEĞİNİ İDDİA EDİYOR.” Şüphesiz, benim böyle bir iddiam yoktu. Böyle bir iddia mantıksızlık olurdu. Ama Ben’e (yüksek sesle) kitap okumamdan sonraki on beş dakika içinde parmağıyla doğru kelimeleri işaret ettiği, sevimli sevimli sırıttığı ve ‘yatma zamanı geldi’ dediği doğrudur. Kameraman nefesini tutmuş, sesçi daha iyi duymaya çalışır gibi öne doğru eğilmişti. Yönetmen dans ediyor gibiydi. Ebeveynlerse nefeslerini tutmuş, şaşkına dönmüşlerdi.

Hatta bunun kazara olan bir şey olduğunu düşündüm, bu yüzden başka bir sayfa çevirdim ve dedim ki: “peki bu sayfada ne var?” Bir kez daha Ben tombul küçük parmağını kelimelerin üstüne basarak ve gülerek şöyle dedi: “yatma zamanı.” Ve başka bir sayfa çevirdiğimde aynı şeyi yaptı. Kamera her şeyi kaydetti. Ben on beş dakika içinde okumayı öğrenmeye başlamıştı; daha önce hiçbir tanışıklığım olmayan, normal bir anne-babanın bu normal çocuğu.

Ben’in bu durumdaki başarısını açıklamak için üç basit resimli kitabı tekrar tekrar kullandığımı söyleyebilirim: Time for Bed (Yatma Zamanı) ve Hattie and the Fox (Hattie ile Tilki) adlı benim kendi iki kitabımla Pamela Allen’ın Who Sank the Boat? (Tekneyi Kim Batırdı?) adlı kitabı. Gerçek olan buydu. Ayrıca, her birinde aynı hayvanlar olduğu ve her birinde kafiye, ritim veya tekrar gibi önemli unsurlar bulunduğu için o kitapları seçtiğimi söyleyebilirim. Bu da gerçekti. Ama inanıyorum ki en önemli gerçek çocukla benim aramda yaşananlardı.

Çılgınca bir komiklik ve heyecan dolu bir oyun oynama vardı; ben bağırıp gülüyordum ve giderek daha yüksek tonlarda “Evet! Evet! Evet!” derken, bu okuma işi sanki hayatının en eğlenceli şeyiymiş gibi gülüp sırıtan Ben’e sarılıyordum. Kelimenin tam anlamıyla yerde yuvarlanıyorduk ve “yatma zamanı geldi” ifadesini her gördüğümüzde ellerimizle kitaba vuruyor, her sayfada bu sözler ortaya çıktıkça zafer çığlıkları atıyorduk.

Hiçbir zaman gergin değildik. Hiçbir zaman susmadık. Her kitapta aynı çiftlik hayvanlarını arayıp bulduğumuzda bile, keşiflerimizde ve beraber olduğumuz süre boyunca vahşi ve gürültücüydük.

Başka bir domuz var! Oh hayır! Başka bir at! Ve bakın, bu kitapta bir inek var, bu kitapta bir inek ve bu kitapta da bir inek daha var! İnanabiliyor musun? İnekler, inekler her yerde!”

Ben’in yüzü aydınlanmıştı. Onu yiyebilirdim, öyle sevimli ve öyle güzel bakıyordu ki… ve o da benim oldukça özel biri olduğumu düşünüyordu. Onu kucaklayıp yerden kaldırırken her defasında yüksek bir sesle “ooh, sen çok akıllısın” diyordum. Ben mutluluktan büyülenmişti. Kitaplarla saatlerce oynayabilirdik. Bitsin istemedik.

Görseydiniz, nasıl da mutluyduk!

Üç yaşındaki Ben’in 15 dakikada okumayı öğrenmeye başlayacak kadar rahat olması ve öğrenmeye devam etmek istemesi sizce şaşılacak bir şey mi?

Ben’in payına düşen ödüller çok çeşitliydi. Oynadığımız oyunu sevdi çünkü her zaman onun “kazanacağı” şekilde ayarladım. Kitaplar eğlenceliydi; ritmik, çın çın öten dilleri ve her sayfada çılgınca tekrar eden sözcükleri vardı. Ama hepsinden önemlisi yeni bir arkadaşıyla, yani benimle iyi vakit geçirdi. Arkada; olduk.

Çocuklarla bu tür planlanmış oyunlar oynamak belki de onlara (yüksek sesle) kitap okumanın en büyük faydasıdır. Bir kitabın sayfalarında aynı anda beraber karşılaştığımız kelimeleri ve resimleri, fikirleri ve bakış açılarını, ritimleri ve tekerlemeleri, acıyı ve rahatlığı, umutları ve korkuları ve hayatın büyük meselelerini paylaştıkça zihin ve kalp aracılığıyla çocuklarımızla bağlantılar kurarız ve paylaştığımız kitaplarla oluşan gizli bir topluluk üzerinden birbirimize bağlanırız. Okuma-yazma ateşi çocuk, kitap ve okuyan kişi arasındaki duygusal kıvılcımlardan doğar. Bu, tek başına kitapla, tek başına çocukla ya da çocuğa kitap okuyan yetişkinle başarılamaz; bu, üçünü de saran ve onları yumuşak bir uyum içinde bir araya getiren ilişkiyle başarılır.

(Yüksek sesle) kitap okumak, anneler ve babalar için yüz ekşitici bir Bu Çocuğunuz İçin İyidir etkinliği olarak düşünülmemelidir.

Bebeklerimize ve diğer çocuklarımıza yüksek sesle kitap okumaya başladığımızda, genellikle yüksek sesle okumamız gerektiğini tamamen unutuyoruz. O kadar canlı, iyi vakit geçiriyoruz ve birlikte kitap okurken çocuklarımızla o kadar sıcak bir bağ kuruyoruz ki bu lezzetli bir “çikolata” deneyimine dönüşüyor.

“Çikolata” kuaförümün başına geldi. Bitirim bir atom karınca olan kızı Tiffy, henüz altı yaşındayken tüm mahalleye büyük bir ifade ve şevkle kitap okuyordu ve herkes annesine “okumayı ona sen öğretmiş olmalısın. Yaşıtlarından çok ileride.” diyorlardı.

Ben mi öğrettim, elbette kızıma okumayı ben öğretmedim, diyordu annesi. “Okumayı öğretmeyi bilmiyordum, hem bunu yapmaya cesaret etmiş olsaydım bile yanlış bir şey yaptığımda yanlışımı nasıl düzelteceğimi de bilmiyordum ki. Tek yaptığım şey kızıma bebekliğinden beri kitap okumaktı.”

Arkadaşları söylediklerine inanmadılar. Çünkü çok kolay görünüyordu.

Çocuklara (yüksek sesle) kitap okusak da çocuklar her zaman okula başlamadan önce okumayı öğrenmezler, ancak bu kesinlikle sorunlu bir durum değildir. Öğretmenler, okuldan önce bizim tarafımızdan (ve dadılar veya günlük bakıcılar tarafından) sağlanan sesli okuma temelini büyük bir yürekle geliştirecekler ve bu çocuklar çok hızlı bir şekilde kendi başlarına okumayı öğrenecekler.

Ancak her ebeveyn, okumanın sağladığı büyük eğitsel yararları ve yoğun mutluluğu anlasa ve her ebeveyn- ve çocuğuna bakan her yetişkin- çocuklarına günde en az üç öykü okusa, muhtemelen bir nesil içinde okuma yazma bilmeyen kimse kalmaz.

Hadi deneyelim! Bizi ne durdurabilir ki?

Yazan: Mem Fox – Çeviren: Abbas Karakaya

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

The Foot Book (Ayak Kitabı) Mucizesi

Yayınlanma:

|

Kızımız Chloe 1975 yılında bir gün okuldan eve sevinçle geldi ve okuyabiliyorum, dedi. Chloe o zaman dört yaşındaydı, okula başlayalı ise sadece iki hafta olmuştu. Her anne baba gibi kızımızı sevinçle karşılayıp gülümsedik. Okumak mı? Kızımız şaka ediyor olmalıydı.

Odasına koşup o zamanlar en sevdiklerinden olan Dr. Seuss’un The Foot Book (Ayak Kitabı) adlı kitabını getirdi ve kitabı ifadeli bir biçimde sözcük sözcük okumaya başladı. Evde biz bizeydik.

Evet ama, kızımız gerçekten okuyabiliyor muydu? O kitabı kızımıza defalarca okumuştuk, bu yüzden ezberlemiş olabilir miydi? Önce duraksadık, coşkusunu kırmaktan korktuk; sonra kitabı baştan sona ezbere okumadan, herhangi bir sayfayı okuyup okuyamayacağını görmek için rastgele sayfalar açıp okumasını istedik. Gösterdiğimiz bütün sayfaları okudu kızım.

O zamanlar drama dersleri veren bir öğretim üyesiydim. Okuma-yazma öğretilmesi çalışma alanım değildi. Kendi nazarımda sadece bir anneydim. Ertesi gün Chloe’nin okuluna gittim ve ne olduğunu öğretmene söyledim.

Ne yaptınız, hangi metodu kullandınız, diye merakla sordum. Bu tam bir mucize!

Ben çok şey yapmadım, zaten ne yapabilirdim ki, okullar açılalı ancak iki hafta oldu, dedi öğretmeni. Okula başlamadan önce kızınıza çok kitap okumuş olmalısınız.

Tabii ki okuduk, dedim.

Hah, işte bu, dedi öğretmen, gerçekten öyleymiş gibi. O andan itibaren (yüksek sesle) kitap okumanın yararları beni büyüledi. Drama eğitiminden okuma-yazma öğretmeye geçmemin tohumları atıldı. Eğer kızıma (yüksek sesle) kitap okumak onun hayatına ve okumayı öğrenmesine bu denli etki yaptıysa bunu herkese anlatmalıydım. Bir sır olarak tutmanın anlamı yoktu.

Yirmi beş yılı boyunca, çocukların okuma ve yazmayı öğrenmeleri konusunda ve de çocuklara kitap okumanın olumlu etkileri hakkında çok şey öğrendim. Şimdi tüm dünyayı dolaşıp anne-babalar, öğretmenler, kütüphaneciler ve kitapçılarla konuşuyor; tanıştığım her insana çocuklarına kitap okumayı teşvik ediyor ve bunun nedenlerini açıklıyorum. Uluslararası okuryazarlık danışmanı olmanın yetkesi ve yazarlık tecrübemle konuşuyorum, ama sıradan bir anne olarak konuştuğumda daha tutkulu oluyorum. Çocuğuma kitap okumak muazzam bir deneyimdi. Her türden harika kitaplar sayesinde aramızdaki bağlar güçlendi. Paylaştığımız çeşitli hikayeler sayesinde birbirimiz daha iyi tanıdık ve birbirimize sevgimiz arttı. Chloe’ye düzenli kitap okumanın ona okumayı öğretmeden, kendi kendine okumayı öğrenmesini sağlayacağı aklıma gelmemişti.

Sadece onunla zaman geçirmek bile yeterliydi.

Yazan: Mem Fox,  Çeviren: Abbas Karakaya

 

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.