Connect with us

GÜNDEM

The Economist ne diyor?

Peki, Agnelli’nin dergisi, ailenin yakın dostu Berlusconi’nin canciğer arkadaşı Recep Bey’e neden operasyon yapıyor?

Yayınlanma:

|

Geçen hafta 4 veya 6 hafta sonra diye yazmıştım. Bu hafta öğrendik ki 14 Mayıs’ta seçim olacakmış. Öyle anlaşılıyor ki, 14 Mayıs’ta yapılacak seçim de seçime giden süreç de hiç kimse için kolay geçmeyecek.

Seçimler Türkiye’de yaşayan 90 milyona yakın bireyi ilgilendirdiği kadar, belki de daha fazla, dünyaya yön verme iddiasındaki iktidar sahiplerini de ilgilendiriyor. Üstelik Türkiye’de yaşayanların seçimin sonuçlarını etkileme olanakları alabildiğine sınırlıyken, “dost ve müttefik” ülkelerin, ittifakların ve aslında bütün bunların ardında yatan uluslararası sermayenin bu konudaki yetenekleri daha geniş.

Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılacak seçimler geçen hafta “The Economist” dergisine konu oldu. Ürkütücü bir grafik içeren kapağı bir yana bırakırsak dergi içeriğinde ilginç unsurlar var. Buna geçmeden “The Economist”i neden önemsediğim hakkında kısaca bilgi vereyim.

Üniversite yıllarında mesleki İngilizcemi geliştirmek için okumaya başladığım bir dergi. Meslek hayatımın önemli bir kısmında da aboneydim. Emekli olduktan sonra, Akepe’nin müthiş ekonomi tercihlerinin de etkisiyle aboneliğimi sürdürmek uygulanabilir bir seçenek olmaktan çıktı elbette. “The Economist” bir İngiliz dergisi olarak bilinir. Londra merkezlidir. Geçmişte bu doğruydu ama bildiğim kadarıyla artık büyük hissesi Fiat’ın da sahibi olan Agnelli ailesinin bir şirketine ait.  Hani şu dünyaca ünlü Juventus futbol takımının da patronu olan ve Berlusconi ile de pek sıkı fıkı olan aile.

Bu bayrak değişimi derginin ana yönelimini değiştirmedi elbette. Eskiden olduğu gibi bugün de “The Economist” sermaye sınıfının en “zeki” dergisi olma niteliği taşıyor. Bu ne demek? Sermayenin bir sürü yayın organı var. Kimileri koyun gütme amaçlı çalışıyor. Daha açık bir deyişle emekçi sınıfların kafasını bulandırıp dikkatlerini sömürü düzeninden başka yerlere çekmek için faaliyet gösteriyorlar. Yazdıklarını, yaydıklarını eleştirel gözle ve sosyalist bir bilinçle incelerseniz bunu hemen fark ediyorsunuz. Sky TV Grubunu veya The Sun gazetesini ele alırsanız, kısa sürede “aptal yerine konduğunuzu” anlarsınız.

“The Economist” öyle değil zira hedef kitlesi emekçiler değil. Dergide yer alan çözümlemeler sermaye sınıfına yol gösterme konusunda önemli. Sömürü düzenini sürdürmek zorunda olanlara, holding sahiplerine, CEO’lara, onların bağışlarıyla ayakta duran “Düşünce Kuruluşları”na ve elbette hegemon devletlerin yöneticilerine sesleniyor ve Anglo-sakson dünyanın sevdiği deyimle “beyin gıdası” sağlıyor. Çok mu uzattım? Belki ama sabır.

Şunu anımsayalım önce. “The Economist” Akepe’nin iktidara yerleştirilme döneminde önemli işlevler üstlenmişti. O sürecin önemli köşe taşlarından biri olan AB’ne adaylık, müzakerelerin başlaması gibi süreçlerde “Avrupa sağı”nın genel kuşkucu çizgisinden farklı olarak birkaç haftada bir o süreci destekleyen ve Akepe’yi göklere çıkartan çözümlemelere yer verirdi. O sırada kamu diplomasisi kavramını yeni yeni keşfeden Akepe düzeni, özellikle de onun Fethullahçı bileşenleri kendi gündemlerini ilerletmek için bu makaleleri yere göğe sığdıramaz ve tepe tepe kullanırdı.

Dergide yayınlanan Türkiye konulu yoruma ve özel eke geliyoruz şimdi. “The Economist” özetle Akepe’nin bu seçimleri de kazanması halinde Türkiye’nin dikta rejimine geçişinin tamamlanmış olacağını söylüyor. Bunu yaparken de kısaca değindiği temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasından ziyade sermayenin kutsal ineği olan piyasa tanrısının arzuları hilafına serbest piyasaya yönelik müdahalelerin artmasına, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının ortadan kaldırılmasına dikkat çekiyor ve bunu da Akepe genel başkanının ekonomi danışmanlarının “solcu ve milliyetçi’ olmalarına bağlıyor. Buradan anlıyoruz ki “solcu” danışmanlar ülkedeki 13 kişinin toplam servetinin en yoksul kırkbeş milyonun servetiyle eşit haline gelmesini sağlayacak bir model kurmuşlar. Dergi bunun üzerinde bilinçli olarak duruyor bana kalırsa çünkü hitap ettiği kesim bakımından bu asla aşılmaması gereken bir tür Rubicon ırmağı.

“The Economist”in bu makalesine Akepe cephesinden gelen tepkiler “operasyon, sömürgeci zihniyet vs” gibi anahtar sözcüklerle özetleyebiliriz. Bir başka deyişle dergi yıllarca övgü yağdırırken değil de eleştirdiğinde “operasyon” yapmış oluyor. Peki, Agnelli’nin dergisi, ailenin yakın dostu Berlusconi’nin canciğer arkadaşı Recep Bey’e neden operasyon yapıyor?

Sorunun tek ve yüzde yüz isabetli bir yanıtını bulmak kolay değil. Olsa olsa, tahminler yürütebiliriz. “The Economist”in uluslararası Sermaye bakımından neye karşılık geldiğini yukarıda açıklamaya çalışmıştık. Dostluk başka, iş başka ve eski dostlar düşman olabiliyor demek ki. 20 yıllık iktidarı boyunca Cumhuriyet’in bütün varlığını nakite çevirip buharlaştıran, toplu sözleşmesiz, grevsiz bir sömürü cenneti yaratan Akepe’ye ne garezi var bu sermayenin? Saray şürekası şimdi dönüp “Gözünüze dizinize dursun, ne istediniz de vermedik?” diye sitem etse yeridir. Ediyorlar da zaten.

Birinci tahminim Akepe tarafından kurulmaya çalışılan rejimin niteliğiyle ilgili. Sermayenin planı emekçilerin üzerindeki  sömürünün maksimize edilmesi bağlamında şu an tıkır tıkır işliyor bile olsa tek kişilik bir yönetimin önemli bir zaafı var. Biyolojik ve giderilemez bir zaaf. İnsan denen organizmanın ömrü sınırlı. Böyle bir sistemin başındaki şu veya bir şekilde devre dışı kaldığında sistemin bekası da tehlikeye giriyor. Akepe rejimi tam da bu tanıma uygun. Erdoğan karizmatik bir siyasi lider ve görebildiğimiz kadarıyla toplumun en az üçte birinin desteğini elde tutuyor. Bununla birlikte kurduğunu iddia ettiği “Başkanlık Sistemi” için bu geçerli değil. Türkiye seçmeni parlamenter sisteme geri dönmek istiyor. Bunun en temel nedeni de “iktidara yakınlık” etkeni. Başkanlık sistemi uzak, iş takibi güç, milletvekili etkisiz ve yetkisiz. Bir tek kişi ne ihsan ederse ona razı olmak zorundasın. Türkiye seçmenin derdi bu olabilir pekâlâ ama uluslararası sermayenin kaygısı bu ideal görünen ama bir türlü kurumsallaşmayan sistemin Erdoğan sonrasında devam ettirilemeyeceği, bir çöküntü yaşayacağı ve ortaya çıkacak kaos sonucunda yerini hiç arzu etmedikleri bir başka düzene, maazallah halkçı, kamucu hatta sosyalist bir düzene bırakacağı olabilir. Bu yüzden de Biden, Sunak, Agnelli vs, Erdoğan’sız ve tek adamsız bir Akepe düzenini arzu ettiklerini dile getiriyorlar belki de “The Economist” aracılığıyla. O düzen de hazır: Ne zamandır düz koşularla kenarda hazırlanan Millet İttifakı.

İkinci tahminim ise uluslararası dengelere dair. Akepe düzeni ve lideri, emperyalist kamptaki bunalımın sağladığı olanaklarla atıldığı “özerk” emperyalizm kalfalığı macerasında Batı açısından pek de istenmeyen bir mecraya doğru gidiyor. Bu yolculuğun, rotanın ne kadarı iradî ne kadarı mecburiyetten tartışılır. Biraz daha açık yazmak gerekirse, benim düşüncem Erdoğan’ın kendi isteğiyle çıktığı bir yolda yokuş aşağı gidişi artık engelleyemediği yönünde. Ben bu oyunu bozarım diye diye başka bir oyunun piyonu olmaya giden bir yolda görünüyor Akepe ve lideri. Batı’ya çekilen her rest, yarattığı kayıplardan dolayı Doğu’ya mecburen verilen bir tavize dönüşmeye başladı sanki. Rol model benimsediği II. Abdülhamit’i bir  yana bırakın, daha çok Mahmut Nedim Paşa’yı anımsayın isterseniz. Uğraştırma bizi şimdi internet aramalarıyla diyorsanız ilgili yazı şurada.

Türkiye dünya dengeleri bakımından önemli bir ülke. Kaybının ağır bir bedeli var. Rusya’yla yakınlaşmanın geri dönüşün güç olacağı bir noktaya sürüklenmesi olasılığı Batı için ürkütücü. NATO genişlemesi bağlamında yaşanan krizin özellikle İsveç’le geldiği eşik Washington ve biraderleri bakımından tatsız sonuçlara gebe. İşte bu yüzden de “The Economist” temsil ettiği sınıf adına “haydi Abbas vakit tamam!” diyor olabilir.

Bu köşede çok yazdık, Akepe liderinin ABD, AB gibi başat uluslararası aktörler bakımından uzun yıllardır ideal bir seçenek olduğunu. Görünen o ki, ürünün niteliği, verimi ve özellikle de son kullanma tarihi konusunda kaygılar beliriyor ve çok klişe bir deyişle  kağıtlar yeniden karılıyor. Ya da ben fena halde yanılıyorum.

Engin SOLAKOĞLU-sol.org.tr

Okumaya devam et

BANKA ANALİZLERİ

QNB Finansbank Emekli Promosyonunu artırdı

Maaş Promosyon kampanyaları hızlanırken; QNB Finansbank Kmau Bankalarına alternatif olacak şekilde yeni bir Emekli Maaş Promosyon Kampanyası başlattı…

Yayınlanma:

|

Yazan:

Emekli Müşterilerimize Sunulan Ayrıcalıklar

  • 12.000 TL ‘ye varan nakit promosyon ve CardFinans Emekli kredi kartından yıllık 1.200 TL indirim olmak üzere toplamda  13.200 TL’ye varan emeklilik ödülü !
  • Emeklilikte Yaşa Takılanlar’a özel kredi QNB Finansbank’ta! Emeklilere özel avantajlı oranlardan yararlanmak ve detaylı bilgi için tıklayınız.
  • Yurtiçi diğer tüm banka ATM’lerinden Para Çekme, Para Yatırma veya Bakiye Sorgulama işlemlerini toplamda ayda iki defa ücretsiz gerçekleştirebilirler. (günlük para çekme – yatırma limitleri dahilinde)
  • Bireysel İnternet Şube ve QNB Mobil’den yapılacak EFT saatlerinde ve TL havale işlemlerinde işlem ücreti muafiyeti ( haftasonu ve resmi tatil günleri dışında 09:00-16:00 saatleri arasında)
  • QNB Finansbank şubelerinde yapacağınız işlemlerde sıra önceliği
  • Emekli Bankacılığı müşterilerimize özel 0850 222 11 00 numaralı QNB Finansbank Emekli Bankacılığı Hattı’ndan faydalanma imkanı
  • CardFinans Emekli kredi kartına sahip olunması durumunda; ilk yıl, yıllık üyelik ücreti tahsil edilmemektedir. Bu bir yılın sonunda, CardFinans Emekli kredi kartına bağlı ve düzenli ödenen en az bir otomatik fatura ödeme talimatı olduğu ve bu talimatların düzenli ödendiği sürece, bu kredi kartı için yıllık üyelik ücreti alınmamaya devam edecektir.
  • Emekli maaşını Bankamızdan alan CardFinans Emekli kredi kartı sahipleri, market ve eczane harcamalarında yılda 1200 TL’ye varan indirimlerden faydalanabilir. Detaylı bilgi için tıklayınız.

Okumaya devam et

EKONOMİ

TİM, Global Ekonomideki Talep ve Riskleri Takip Edecek

Türkiye’de bir ilk olan İhracat Pazar Monitörü içinde iki endeksin yer aldığını bildiren TİM Başkanı Mustafa Gültepe, İhracat Talep Endeksi ile pazarlardaki talebi, Pazar Dayanıklılık Endeksi ile de riskleri önceden görme imkânı bulacaklarını söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), önemli pazarlarda talebi yaratan koşulları ve riskleri artık İhracat Pazar Monitörü’nden (İPM) takip edecek. İlk sayısı yayımlanan İPM’ye göre ocak ayında İhracat Talep Endeksi yüzde bir artışla 101 puana yükseldi.

TİM Başkanı Mustafa Gültepe, yaptığı açıklamada Türkiye ekonomisinin itici gücü olan ihracatın seyrini belirleyebilme noktasında TİM’in hayata geçirdiği İhracat Pazar Monitörü’nün çok önemli bir misyon üstleneceğini vurguladı. Cumhuriyetin ikinci yüz yılına Türkiye’yi ihracatta ilk 10 ülke arasına çıkarma hedefi ile başladıklarını ve stratejilerini bu hedefe göre kurguladıklarını belirten Gültepe, şöyle devam etti:

“27 sektörümüzde, 61 birliğimizle ve 150 bine yakın ihracatçımızla dünyada adım atmadığımız ülke ya da bölge bulunmuyor. Türkiye’nin üretim gücünü, ürünlerimizin kalitesini tanıtmak için küresel ölçekteki sektörel fuarları, ticaret ve alım heyetlerini fırsata dönüştürüyoruz. Bütün bu çalışmaların yanı sıra pazarlarımızdaki tüm gelişmeleri hesaba katmamız gerekiyor.

TİM-İPM ALANINDA İLK VE TEK ENDEKS

İlkini  yayımladığımız TİM-İPM ile artık pazarlarımızdaki talep koşullarını ve siyasi-iktisadi risk konjonktürünü kolayca takip edebileceğiz. TİM-İPM, ülkemizde sektörel bazda talep ve risk koşullarını ölçen ilk ve tek endeks olma özelliğini taşıyor. Aylık olarak kamuoyu ile paylaşacağımız TİM-İPM içinde İhracat Talep Endeksi ve Pazar Dayanıklılık Endeksi yer alıyor. İhracat Talep Endeksi ile pazarlarımızdaki talebin hem genel durumunu hem de sektör ve ülke özelinde tabloyu görebileceğiz.

Pazar Dayanıklılık Endeksi ile de pazarlarımızda risklerin genel durumunun yanında sektör ve ülke bazında gidişatı takip edebileceğiz. Ocak ayı rakamlarına baktığımızda İhracat Talep Endeksi önceki aya göre yüzde 1 artış, önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,4 düşüşle 101 oldu. Bu rakam bize ihracat pazarlarımızdaki talep koşullarının iyileşmeye devam ettiğini gösteriyor. Pazar Dayanıklılık Endeksi ise Ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 0,6 artarken bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,7 düşüşle 99,7 seviyesinde gerçekleşti. Bu verilerin ışığında pazarlarımızdaki risk koşullarının da iyileşme eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz.”

Mustafa Gültepe, TİM-İPM kapsamındaki iki endeks sayesinde ihracatçı firmaların pazarlardaki riskleri ve talepleri çok daha daha kolay anlamlandırarak önceden pozisyon alma imkânı bulacaklarını sözlerine ekledi.

NOT: Şubat 2024 sayısı itibari ile TİM İhracat Pazar Monitörü her ayın son pazartesi günü yayınlanacaktır.

TİM İhracat Pazar Monitörü’ne buradan ulaşabilirsiniz.

 

TİM – Türkiye İhracatçılar Meclisi – TİM İhracat Pazar Monitörü (tim.org.tr)

tim_ihracat_pazar_monitörü_2024_subat TİMREPORT_229

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Serveti vergile(yeme)mek

Dev çok uluslu şirketlerin vergilendirilmesiyle ilgili bir yazı dizisi hazırlamıştım. Uluslararası sermayenin daha fazla vergi dışı kalmasına göz yumulmaması için küresel asgari kurumlar vergisi çalışmaları hızlanmış durumda. Bir yandan da toplum vicdanında sermayenin vergilendirilerek aklanması gerek.

Yayınlanma:

|

Tüm dünyada mali, ekonomik ve çevresel adaletsizlikler artarak devam ediyor. Küreselde pandemi sonrasındaki yeni servetin yaklaşık üçte ikisini en zengin yüzde 1’lik kesim elinde tutmaya başladı. Yoksulluk sona ermiyor, artıyor. Emek enflasyon altında ezilirken büyümeden aldığı pay sınırlı. Oxfam’ın araştırmasına göre dünyadaki en büyük şirketlerin sadece yüzde 1’inden daha azı çalışanlarına “yaşanabilir” bir ücret ödüyor. Diğer yüzde 99’unun böyle bir kaygısı var mı acaba?

Ama küreselde vergi reformları sermayeyle, dev çok uluslu şirketlerle ilgili yapılmaya çalışılıyor. Madem süreç başladı, bundan sonra zenginler için de devamı gelse iyi olur. Zaten en zenginlerin arkasında, kârın ortaklarına aktarıldığı ve genellikle beklenti üstü (!) kâr elde eden bu dev şirketler var. Üstüne vergi teşvikleri, indirimleri ile önemli bir kazanç alanına sahipler.

Sonra bu zenginler çeşitli yollarla nüfuz da elde edebiliyor. Bu nüfuz arttıkça ihalelerden medyaya kadar pek çok köşe başı tutulabiliyor.

Çünkü sadece servet değil, nüfuz da birikir. Servet, sahibine gelir sağlarken ve gelecekteki işsizlik, hastalık risklerine karşı güven verirken, sosyal mevki, ün, kudret, ekonomik bağımsızlık sağlayarak özel bir ödeme gücünü temsil eder.

Vergide adaleti sağlamak için ödeme gücüne göre vergileme gerekli, servet de ödeme gücünün göstergesi olduğuna göre vergilendirilmesi doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Zaten servet vergilerinin amacı, fırsat eşitsizlikleri dolayısıyla toplumdaki bireyler arasında oluşan gelir ve servet dağılımındaki dengesizlikleri en aza indirmek değil mi? O nedenle serveti olan ile olmayanı bu vergiyle birbirinden ayırmak gerekiyor. Emlak vergisi bir emlaka sahip olan ile olmayanı, ya da motorlu taşıtlar vergisi ona sahip olan (sahip olabilme gücüne sahip olan) ile olmayanı birbirinden ayırabiliyor örneğin. Ancak gelir ve servet dağılımında adaletsizliği en az indirecek servet vergisinde servetin tanımında sorun yaşıyoruz. Çünkü ülkemizde devlet hâlâ somut, gözle görülen servet unsurlarını vergilemeye çalışıyor.

Türkiye’de servet vergileri dört adet; Emlak Vergisi (EV), Değerli Konut Vergisi (DKV), Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) ve Veraset ve İntikal Vergisi (VİV). Bu vergilerin konuları gayrimenkul (EV ve DKV), motorlu taşıt (MTV) ve servetin ölüm ya da yaşayanlar arası karşılıksız intikaline (VİV) dayanıyor.

Oysa servet tanımına, her türlü taşınır taşınmaz mallar ile para ve alacaklar dahildir ve zaten servet kişinin beli bir anda sahip olduğu ekonomik değerlerin tümüdür. Her birinin fiyatı vardır ve mübadeleye de elverişlidir.

Ancak Türkiye’de servetin tanımı oldukça dar. Bir çok ülkede mevduat vb de servet olarak tanımlanıyor. Bizdeki tanım eksikliği vergide adalet arayışını tetikleyen ana unsurlardan biri. Servet vergilerinin sık sık gündeme gelmesi, yeni bir servet vergisine umut bağlanması hem mevcut kamu giderlerinin dağılımından ve israfından, hem de vergilerin gelir/servetin adil dağılımındaki rolünden hoşnut olunmadığını gösteriyor.

Uygulamadaki servet vergilerinin gelir ve servet dağılımı üzerindeki etkisi, tüm servet unsurlarının hangi gelir grupları arasında dağıldığı ile ilgili. İşte aslında toplum vicdanını rahatsız eden nokta da burası.

Servet edinimiyle artan nüfuz, üretim faktörü sahipliklerinde giderek derinleşen adaletsizlikler ekonomi politikalarının etkisiyle de büyüdü. Düşük faiz politikasıyla uygulanırken kredi çekerek döviz ve altına yönelenler tasarruf ve servet sahibi oldular. Aynı dönemde düşük gelir düzeyindekiler, yoksullar bu politikanın sonucunda ortaya çıkan enflasyonun altında ezildi. Üstelik yaşanan dolarizasyon sonucu kur yükselişinin önüne geçilmesi için yaratılan KKM’nin getirisinden bile gelir vergisi alınmadı. O nedenle hem vergide adaletsizliğin göstergesi dolaylı vergilerin vergi sistemindeki hakimiyeti, hem de böyle bir zenginleşme ve kâr akımının da tetiklediği enflasyonla devam ediyoruz.

Mevcut servet vergilerine ek yeni bir servet vergisi ihdas edilmesi kıymetli meslektaşım Prof.Dr. Murat Batı’nın dünkü yazısında açıkladığı gibi Anayasa’nın 2. (sosyal hukuk devleti), 10. (eşitlik), 13. (ölçülülük) ve 35. (mülkiyet hakkının ihlali) maddelerine aykırılık teşkil edecek. Ayrıca yeni servet vergisi vergi sistemine dahil olsa da bu vergilerin gelirlerinin örneğin deprem harcamalarına, sosyal transferlere vb tahsis edilmesi 5018 sayılı KMYKK m.13/g’ye göre mümkün değil. Bu durumda gerçekleşmeyecek olan; bir Robin Hood vergisi gibi zenginden alıp yoksula vermek.

Yeni servet vergisine kadar öncelikle gelir ve kurumlar vergisinde reform ile işe başlanmalı. Gelir-Kurumlar Vergisi beyannamelerinde görülmeyen ve servetin oluşumuna katkı sağlayan gelir kayıt ve kontrol altına alınabilir. Servet vergisi ile gelir getirmediğinden dolayı Gelir-Kurumlar vergisiyle kavranamayan servet unsurları kavranabilir.

Aslında Veraset ve İntikal Vergisi uygulaması, karar alıcılara yol gösterici niteliğe sahip. Bu vergiler “birbirini telafi eden”, “takip ve kontrol eden vergiler“dir. Şöyle ki Veraset ve İntikal Vergisi, içinde iki vergiyi barındırıyor. İlki veraset sonucu ortaya çıkan ikincisi yaşayanlar arası gerçekleştirilen servetin karşılıksız intikali, vergilendirmeye yönelik. Veraset vergileri yalnız başına uygulandığı durumda servetin intikali yaşayanlar arasında bağış yoluyla gerçekleştirilebilir. Bunun için yaşayanlar arası bağış yoluyla gerçekleştirilen karşılıksız intikaller de bu vergi kapsamındadır.

Türkiye de servet vergileri, servet üzerinden ve servet transferinden alınıyor. Ayrıca servet vergileri servet artışından da alınır. Serveti oluşturan unsurda sahibinin hiçbir kişisel emeği olmadan meydana gelen artışlar vergilendirilir. Almanya’da Birinci Dünya Savaşı’ndaki servet artış vergisi uygulaması var, hatta olağanüstü servet vergisi olarak da bilinir. Oysa Türkiye’de bu kapsamda Gayrimenkul Kıymet Artışı Vergisi uygunladı. Servet unsurlarından sadece biri olan gayrimenkulün değerindeki artışı vergilemek için yürürlükteydi. Hatta uygulanırken olağanüstü bir durum da yoktu. Ancak o vergi neoklasik ekonomi politikalarının vergi sistemini değiştiren, sermayeyi daha hafif vergileyen özelliği sonucu 1985 yılında kaldırıldı.

Dostoyevski’nin dediği gibi; “parasız düşünür, ama paralı iki misli düşünür”.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.