Connect with us

EKONOMİ

CHP : Gıda krizi kapıdan içeri girdi!

CHP heyeti, kuraklığın ağır tablosunu çıkardı: Önlem alınmadı, topraklarımız susuzluktan kavruluyor! Bir süre önce gıda krizi kapıda diyorduk. Artık kapıdan geçti içeri girdi. Gıda egemenliğimiz ve gıda güvenliğimiz ithalata bağlı. Gıdaya zam gelecek!

Yayınlanma:

|

CHP, kuraklığın ağır tablosunu çıkardı: Gıda krizi kapıdan içeri girdi!

Kuraklık ile ilgili gereken önlemlerin alınmadığını vurgulayan CHP heyeti, “Gezdiğimiz bölgelerde kapkaranlık bir tablo ile karşılaştık. Birçok yerde hiç ürün alınmayacak. Borç yükü altındaki çiftçiye mutlaka destek verilmeli. Borçları faizsiz ertelenerek, dekar başına, üretim durumu gözetilerek, 200 ile 400 lira nakdi yardım yapılmalı” görüşünü dile getirdiler.

TBMM’deki basın açıklamasına Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal, Adana Milletvekili Ayhan Barut, Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu, Manisa Milletvekili Bekir Başevirgen ve Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan’ın katılırken, saha çalışmasında görev alan Mersin Milletvekili Cengiz Gökçel annesi vefat ettiği için, Karaman Milletvekili İsmail Atakan Ünver ise şehir dışında olduğu için katılamadılar.

Toplantıda ilk konuşmayı yapan Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, önlem alınmaz ise tarım topraklarının susuzluğundan kaynaklı olarak insanlarımızın açlık sorunu ile karşılaşacağını söyledi.

Gıda egemenliğimiz ve gıda güvenliğimiz ithalata bağlı

“Dünyayı ve ülkemizi etkisi altına alan küresel ısınma ve iklim değişikliği gıdamızı tehdit eder hale gelmiştir” diyen Sarıbal, Türkiye’nin tarımda ve gıdada dışa bağımlı, gıda egemenliği ve gıda güvenliğinin yabancıların elinde olduğunu söyledi.

Türkiye’nin bugün yaşadığı kuraklığın gereken tedbirler alınmadığı için afete dönüştüğünü kaydeden Sarıbal, “Türkiye’nin kuraklık sürecine gireceği biliniyordu. Ama gereken tedbirler bir türlü alınmadı. O yüzden yaşadığımız kuraklığın etkisi daha büyük oldu. Çünkü su politiktir, ekonomiktir, stratejiktir. Dünyada artık temel stratejik sektörler içerisinde ve yeni yüzyılın önemli alanları içerisinde gıda, su ve enerji yönetiminin yer aldığını bilinmektedir” dedi. 1 Ekim 2020 ile 30 Nisan 2021 tarihleri ülkemizin yağış miktarındaki azalmaları da aktaran Sarıbal, bu tarihler arasında İç Anadolu Bölgesinde 7 ayda 20.3, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yüzde 46, Akdeniz Bölgesinde yüzde 31, Doğu Anadolu’da yüzde 27.5 ve Karadeniz Bölgesinde yüzde 6 daha az yağış meydana geldiğini söyledi.

Ülkemizdeki ekilebilir toplan 230 milyon dönüm arazinin sadece yüzde 29’unun sulandığını kaydeden Sarıbal, şöyle devam etti:

Gereken yatırım yapılmadı

“Türkiye’de eğer bölgelere göre, iklime göre, üretim desenine göre yağmur varsa üretim varsa üretim var, yağmur yoksa üretim de yok. Geldiğimiz durum aynen böyle. Bu bir gerçeklik. 50 yıl önce de böyleydi, 30 yıl önce de böyleydi, şimdi de böyle. Ne yazık ki iktidarlar Türkiye’de sadece kar eden sektörlere yatırım yaparken, tarımsal sulamaya, tarıma yeterli kaynak ayrılmadığı için bugün geldiğimiz nokta karanlık ve acı.

Kanal İstanbul’a yatırılması düşünülen para, Devlet Su İşlerine, barajlara, tarıma yatırılsa Türkiye bugün bu krizi yaşamazdı. Yine buharlaştırılan 128 milyar doların çok az bir kısmı tarıma destek olarak verilseydi yine kuraklık bu kadar etkili olmazdı.

Elbette iklimsel kuraklık olabilir. Yağışlardan dolayı kuraklık olabilir. Ama Türkiye’nin temel sorunu sadece az yağış olması değil uzun yıllardır GAP, Doğu Anadolu Projesi, Konya Ovası Projesi ve diğer gölet, akarsular, su yönetimi, havza su yönetiminin doğru yapılmamasındandır. Politik olarak doğru işletilmemesindendir. Planlamanın olmamasındandır.”

Yaşanan kuraklığın buğday, arpa, mercimek üretimini, yeterli saman olmadığı için hayvancılık sektörünü de olumsuz etkilediğini kaydeden Sarıbal, “Yaşanan kuraklık bütünüyle tarımın bütün unsurlarını etkilerken aynı zamanda 84 milyonun gıda sorunun da etkilemekte. Bunun yansıması olarak gıda fiyatları düşmeyecek, artacak. Ve Türkiye daha fazla ithalata, daha fazla yabancı şirketlere ne yazık ki el açacak” diye konuştu.

Çiftçilerin taleplerini de aktaran Sarıbal, çiftçilerin;

  • Su ve elektrik borçları başta olmak üzere bütün borçlarının 1 yıl faizsiz ertelenmesini ve bir yıldan sonra da uzun vadeli faizsiz yapılandırılmasını,
  • Sulanabilir yerlerde ve sulanamayan yerlerde dekar başına 200 TL ile 400 TL arasında destekleme yapılması, tarım destek miktarının Tarım Kanununa uygun olarak 56 milyara çıkarılmasını,
  • İkinci ürün olarak ekilecek olan ürünlere tohum, ilaç, gübre ve mazot desteğinin sağlanmasını

Talep ettiklerini söyledi.

Sarıbal, devletin elini taşın altına koyarak çiftçiye nefes alacak hale getirecek desteklerin hayat geçirilmesi gerektiğini vurguladı.

Gaytancıoğlu: Gıdaya zam gelecek

Genel Merkezimizin görevlendirmesi ile birlikte Sayın Orhan Sarıbal ile Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır’da 3 günlük bir program yaptıklarını aktaran Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu da bölgede ‘siyah bir tablo’ gördüklerini söyledi.

İnceleme yaptıkları tarlalarda hiç ürün olmadığını aktaran Gaytancıoğlu, “Kuraklık bir doğa olayı, bir afet. Önlenemez ama önlem alınabilir. Hele Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 2 tane büyük uluslararası suyun, Dicle ve Fırat gibi büyük nehirlerin olduğu ve geçtiği toprakları cennete çeviren suyun. Tarlaların yanında su geçiyor. Ama kanal yok. 46 yıl önce GAP projesi denmiş AKP iktidarı bir çivi çakmamış. 18 yıllık iktidarı boyunca o suyu o tarlalarla buluşturmamış. O suyu o tarlalarla buluşturmuş olsa biz bu kuraklığı çok düşük miktarlarda yaşardık” dedi.

Türkiye’nin ithalat değil ihracat yapacak potansiyeli olduğunu vurgulayan Gaytancıoğlu, “10-12 milyar dolar ithalat değil hazineye 10-12 milyar dolar aktarabilecek potansiyeli var bu ülkenin. Ama yanlış yönetiliyor. 128 milyar dolar olsaydı tarıma ne ayrılabilirdi diye bir hesap yaptım. Sadece sulama göletleri, eski bakan açıklama yapmıştı ‘1000 köye 1000 gölet projesi’ vardı. Bunlar 9 milyar lira para ile tamamlanırdı. GAP ile birlikte 20 milyar lira para. TL bazında. Dolara çevirdiğinizde 2,5 milyar dolar yapıyor. Geriye 125 milyar dolar kalıyor’ diye konuştu.

Bütün bölgelerde kuraklık yaşandığını hatırlatan Gaytancıoğlu, “Türkiye zaten ithalatçı bir politika izliyor. Bu ithalat faturası artacak. Ekmeğe, makarnaya, hayvancılık ürünlerine zam gelecek. Çünkü saman fiyatları artacak. Saman bulunamayacak. Hükümet yeniden ithalata hazırlanıyor. Birçok ülke de ihracatı durdurdu, ürün satmıyor. Buradan bir çıkış var. Kuraklık yaşanan bölgeleri sulayabiliriz. Kesinlikle su ücreti alınmaması lazım. Elektrik faturalarını devlet ödesin. En azından bu yıl tarlalarımızı sulayalım, bir miktar ürünümüzü kurtaralım” görüşünü dile getirdi.

Sındır: Parasını aldıkları suyu vermediler

İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır ise Türkiye’de su yönetiminin yanlışlıklarına vurgu yaptı. Sındır, “Türkiye tarım topraklarını %70′, kuru tarımla yapılan üretime dayalı. Dolayısıyla bitkisel üretimde kültürü yapılan bitkinin ihtiyaç duyduğu zaman ve periyotlarda dönemlerde o suyla buluşabilmesi lazım. İşte o suyla bulaşamadığı için bugün Türkiye’de aynı zamanda kuraklık yaşanıyor. Peki bu yağışlar seller götüren yağışlar olduğunda bu suyu ne yapacağız işte orada devletin hükümetin doğru politikalarla suyu doğru yönetimi gerekiyor” dedi.

Coğrafyamıza özgü kuraklığa dayanıklı kültürlerin yok olduğunu belirten Sındır, Türkiye’de kuraklığa dayanıklı yeni bir üretim desen ve planlamasının ve kuraklığa dayanıklı çeşitler için gereken araştırma ve geliştirme çalışmalarının yapılması gerektiğini söyledi.

Kayyum atanarak yönetilen sulama birliklerinin çiftçilerden su parasını peşin aldığını kaydeden Sındır, “Dünyanın neresinde görülmüş, kullanılmamış suyun tarımsal sulamada kullanılmamış suyun parasının peşin ödendiği. Afyonkarahisar, Uşak, Denizli, Aydın, Muğla illerini kapsayan Büyük Menderes Havzasında yanlış su yönetimi, yanlış sulama ve politikaları yüzünden bugün Denizli çiftçisi üreticisi maalesef suyla buluşamıyor. Ve hatta parasını peşin alan sulama birlikleri çiftçiye şimdi diyorlar ki o suyu size vermeyeceğiz. Hadi buyurun bakalım. Yani çiftçisinin parasını bu birlikler tahsil edip o para üzerinden o para kazanmayı biliyorlar. Ama çiftçinin faizini sıfırlamayı bu devlet bu hükümet maalesef bilmiyor” diye konuştu.

Aygun: İthalat da yapamayacağız

Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun ise ülkemizin tarım ürünü ithalatçısı olduğunu, gelinen noktada artık ithalat yapmanın da zorlaştığını söyledi. “Buğdayda en çok ithalat yaptığımız ülke Rusya. Ayçiçekte en çok ithalat yaptığımız ülke Rusya olarak ön planda. Rusya geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Rusya, pandemi çıkan ilk günlerde “Buğday ve buğday türevlerinin ihracatını durduracağız” dedi.

Aynı şekilde ayçiçek ve türevlerinin ihracatını durdurdu. Çünkü önce kendi ihtiyacını görmek istedi” diyen Aygun, “Çiftçi perişan. Ektiği tohumu alamıyor, ektiği ürünün karşılığını alamıyor. Çiftçi, Türkiye’nin gıda güvenliğini sağlayan insanlar. Bu insanlar Başka ülkeden gelmedi. Üreticimize sahip çıkmalıyız. Hayvanlara yedirecek ot yok, saman yok. Paramız var alırız diyorlardı. Gıdadaki sıkıntıdan dolayı artık alma durumu da yok. Çiftçinin yeni ürün ekecek gücü yok. Acil olarak üreticiye nakdi destek verilmeli, kayıpları karşılanmalı ve yeni dönem için nefes alması için kaynak aktarılmalı” diye konuştu.

Barut: Bir süre önce gıda krizi kapıda diyorduk. Artık gıda krizi kapıdan geçti, içeri girdi!

Son olarak Konya ve Karaman’da saha çalışması yapan Adana Milletvekili Ayhan Barut, “Tahıl Ambarı” diye bilinen ovada karşılaştıkları durumun bir felaket olduğunu kaydetti. Sulanmayan alanlarda hiç ürün olmadığını, saman bile alınacak durumda olmadığını, sulanan alanlarda ise yüzde 30-40’dan fazla ürün kaybı olduğunu kaydeden Barut, hububatın ve çiftçinin halinin içler acısı olduğunu ifade etti. Barut, “Hububat ve bakliyattaki ürün düşüklüğü yeni bir krizi tetikleyecek. Tüketici ürün bulsa bile daha pahalıya ürün tüketecek. Gıda güvenliğimiz tehlikede. Bir süre önce gıda krizi kapıda diyorduk. Artık kapıdan geçti içeri girdi” dedi.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile grecve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.