Connect with us

Dr. Abbas Karakaya

AMERİKA’DA SAZLI SÖZLÜ ŞÜKRAN GÜNÜ YEMEĞİ

Yayınlanma:

|

Kasım ayının dördüncü Perşembe günü Amerika’da Şükran Günü olarak kutlanıyor. Bu kutlamada, aileler, arkadaşlar bir yemek masası etrafında bir araya geliyor. Amerika’daki 4 Temmuz kutlamaları havai fişek gösterileriyle, Cadılar Bayramı kıyafetleriyle akla geliyorsa, Şükran Günü de en çok o gün yenen yemekle akla geliyor.

Şükran Günü kutlamasının ana yemeği fırında hindi, tatlısı da kabak tatlısı. Geleneksel menüde hindi etinin yanı sıra patates püresi, tatlı patates, ‘hindi içi’ (iç pilav yerine), Bürüksel lahanası da var. Ziyafet diye nitelenen bu aile yemeğinin iki de sosu var. Marmelat kıvamında, kızılcıktan yapılma, tatlı bir sos ki etin yanında yenmesi bizim damak tadımıza yabancı, ama güzel bir tat. Öbürüyse gravy denilen et ve patates püresinin üstüne dökülen sos. Buraya kadar bahsettiklerimiz tipik bir Şükran Günü menüsü. Amerika büyük bir ülke, bölgeden bölgeye küçük farklar illa ki vardır. Öğlen ya da akşamüzeri saat üç sularında yenen bu yemekte içki de içiliyor. Yemekten sonra maç ya da film izlemek de yaygın bir şey. 1997 yılında Amerika’daki ilk Şükran Günü kutlamamda böyle olmuştu. Yemek yenmiş ve televizyonun önündeki koltuklara geçilmişti. Ben o zaman buna çok şaşırmıştım. İçki eşliğinde sohbet, muhabbet edilir diye düşünürken…

Bu seferki yani 2022 yılındaki Şükran günündeyse Virginia’da kardeşimin evindeydik. Geçen haftaki yazımda Virginia’ya yaptığımız araba yolculuğunu anlattım. Bu seferki kutlama benim 25 yıl önceki kutlamamdan farklıydı. 24 Kasım 2022 Perşembe günü kardeşimin-eniştemin evi deyim yerindeyse tam bir dergâh gibiydi. Konuklar Virginia hariç, üç eyaletten (Indiana, Philadelphia, New Jersey) gelmişlerdi. Şükran günü menüsünde bulunan her şey en lezzetli halleriyle ve herkese yetecek şekilde, isteyene fazlasıyla sunuldu. Yirmi beş yıl önceki kutlamada olduğu gibi, bu sefer de yemekleri yine eniştem Laine yaptı. Hem de hepsini tek başına. Ana akım mutfak kültürü pizza, sandviç ve dondurulmuş gıdaların ötesine gitmeyen ABD’de bu gün yemek bakımından çok önemseniyor. Laine de böyle bir bu ziyafeti tek başına, kimseyi karıştırmadan yapmayı önemsiyor. Seve seve yaptığı, zevkli bir yorgunluk olarak görüyor herhalde. Yiyenlerden alkış beklemese de kendisini alkışladık ve yeni dönemin ilk ‘teşekkürünü’ ona ettik. Teşekkürler ‘emektar’ Laine!

Ev sahipleri (Ayfer, Laine ve kızları/yeğenlerim Ezgi, Bahar) dışında toplam on beş kişi aynı uzun masada oturduk. Yedik, içtik, şarkılar, nefesler, türküler söyledik. Yemeğimizin akşam başlaması, saz ve sözün olması benim 25 yıl önce katıldığım ilk Şükran günü kutlamasından ayrıldığı; bu iki kutlamanın arasındaki en büyük farktı. İçki olarak şarap ve rakı içildi. Rakının olduğu yerde rakı içilir, diyerek ben rakı içtim. İnsanın yeryüzündeki en büyük buluşunun müzik olduğuna inanıyorum. Müzik kadar insanları bir araya getiren, aynı frekansta ve ruh atmosferinde buluşturan başka bir şey yok bence. İşte, bizim bu gecemizde de bu havayı gitarıyla Anıl, sazıyla Ezgi ve darbukasıyla Suad sağladı. Uzun saplı bağlama olmasa da İbrahim Neşet Ertaş’dan çaldı söyledi. Bahar da flüt çaldı. Hepsine buradan bir kez daha teşekkür ederim.

Şükran Gününün Tarihçesi:

1620 yılı Eylül ayında yüz iki insan İngiltere’de Plymouth denilen liman kasabasından gemiye binerek rotalarını Amerika kıtasına çeviriyorlar. İki aylık bir yolculuk sonunda, Kasım sonu, Aralık başı 1620’de bugün Massachusetts diye bilinen yere ulaşıyorlar. Kuzey Amerika kıtasına gelen bu insanlara inançları sebebiyle göç edenler (hicret edenler) anlamında Pilgrims, yani hacılar deniyor. Hacılar kendi toprakları İngiltere’de dinlerini istedikleri gibi yaşayamadıklarından terk ediyorlar. Şükran Günü’nün doğuşuna dair ana akım anlatı şöyle devam ediyor: Kuzey Amerika’da karaya çıkan bu insanlar evlerini yapmaya girişiyorlar. Yeni Dünya’da (Kuzey Amerika kıtası) yaşadıkları ilk kış çok soğuk ve zorlu geçiyor. Karaya ayak basanların yarısı hastalanıp ölüyor. Plymouth’tan gelen Hacılar geldikleri topraklarda çoktandır başka insanların, yani yerli bir halkın yaşadığını görüyor. Aslında Hacılar Wampanoag kabilesinin köylerinden birine yerleşiyorlar. Wampanoag, kabilenin kendi dilinde ‘ilk ışığın insanları’ ya da ‘doğunun insanları’ anlamına geliyor. Bu kabileden Samoset ve Squanto adında, İngilizce bilen iki Yerli binlerce yıldır yaşadıkları topraklara yerleşen bu İngilizlere çok yardım ediyorlar. İngiliz hacılara nasıl ve nerelerde avlanacaklarını, neyin yenebilir, neyin zehirli olduklarını gösteriyorlar. Wampanoaglar nelerin, nasıl ekilip biçileceğini, toprağın nasıl verimli hale getirileceğine dair birçok bilgi ve görgülerini İngiltere’den gelen bu insanlarla paylaşıyorlar. Yerli halktan öğrendiklerinin sayesinde 1621 yılı hasat dönemi bolluk ve bereketle geliyor. Hacıların yüzü gülüyor. Bunu, yani hasadın sonunu kutlamak istiyorlar. Bu amaçla bir yemek düzenleniyorlar. Ve bu yemeğe Wampanoaglardan doksan kişi katılıyor. Wampanoaglar yenmesi için beş ceylan getiriyor. Sonradan, 1840’larda ilk Şükran Günü kabul edilecek bu yemekli, eğlenceli ve spor müsabakaları da yapılan kutlamaya toplam 140 kişi katılmış ve kutlamalar üç gün sürmüş.

1863 yılında zamanın ABD başkanı Abraham Lincoln Şükran Gününü, Kasım ayının son Perşembe günü tüm ülkede kutlanan bir bayram olarak ilan etmiş ve bu kutlama yetmiş yıl sürmüş. 1939 yılında başkan F. D. Roosevelt kutlamayı Kasım ayının üçüncü perşembesine çekmiş. Bu değişikliği, Amerika’daki Noel alışverişinin erken başlatıp esnafa daha çok kazandırmak için yapmış. Ancak Amerikan Senatosu 1941’de aldığı kararla Şükran Günü’nü Kasım ayının son Perşembesi, tüm ülkede devlet dairelerinin, okulların, bankaların ve birçok işyerinin kapandığı resmi bir tatil günü kabul ediyor. Şükran günü Amerika’da yolculukların, aile ziyaretlerinin en fazla yapıldığı ve evlerde mutfaklarda en çok zamanın geçirildiği gün olarak da biliniyor.

Şükran Gününü Yas Günü Olarak Geçirenler ve Başka Alternatifler

Amerikan Yerlilerinin acılı tarihi Şükran Günü’nü şen şakrak bir kutlama olarak görmekten ziyade bu toprakların en eski sahiplerini koyu bir sessizliğin içine çekiyor. Binlerce yıldır yaşadıkları ata-ana topraklarından neredeyse tamamen yok edilişlerini, çektirilen eziyetleri hatırlıyorlar bugün. Wampanoag kabilesinden olan tarihçi ve bağımsız araştırmacı Linda Coombos Şükran Günü etrafında oluşturulan mitin gerçekleri gizlediğini, tahrif ettiğini düşünüyor. 1621 yılında hasat sonu etkinliğinde bir araya gelen İngiliz Hacılarla Wampanoaglar’ın etkinlikten sonra hiçbir şey olmamış gibi ‘sonsuza dek mutlu ve kardeşçe yaşadıkları’ söyleminin gerçeklerle bağdaşmadığını söylüyor. Tarihçi Linda Coombos’la yapılan söyleşinin bağlantısı:  https://www.youtube.com/watch?v=2bs1WDDcMWQ&t=373s

Bazı Amerikalılar Şükran Günü oruç tutmayı yeğliyor. Oruç tutarak 1620’de Amerika kıtasına ayak basan İngiliz Hacıların çektiği zorlukları bu yolla hatırlamayı tercih ediyorlar. Başka bazı insanlarsa Şükran Gününü dünyadaki aç insanlar, özellikle aç çocukları hatırlamanın ve onlar için bir şeyler yapmanın fırsatı olarak görülmesini istiyor. Amerikan Yerlilerinin perspektifine benzer şekilde, bu insanlar da Şükran Günü’nün ‘karanlık bir tarihi’ olduğu savında: ttps://www.youtube.com/watch?v=n74hFmOc1yo

Black Friday Shopping (Kara Cuma Alışverişi)

Amerika’daki bayramlar aynı zamanda alışverişin canlandığı, canlandırıldığı günler. Şükran Günü’nden sonraki Cuma günü Noel alışverişinin ‘resmi’ başlangıcı kabul ediliyor. Ve bu Cuma gününe nedense Kara Cuma deniyor. Bugün insanlar alışveriş merkezlerine, dükkânlara hücum ediyor. Sözüm ona şeylerin fiyatları inanılmaz ölçüde indiriliyormuş. Kara Cuma alışverişlerine katılıp fiyatları karşılaştırılanlardan söyledikleri, bu derece indirimin olmadığını, bunun aslında bir şehir efsanesi olduğu yönünde. Efsane ya da gerçek ama geçen Cuma günü ABD’de tüketicilerin 9.12 milyar dolarlık, evet, yazıyla dokuz milyarlık internet alışverişi yaptıklarını, bunun bir rekor olduğunu okudum ve radyodan duydum.  Konuyla daha fazla bilgi için şu bağlantıya bakabilir.

https://www.npr.org/2022/11/26/1139274449/black-friday-sales-inflation-online-shopping

Abbas Karakaya – 29-30 Kasim 2022, Bloomington

 

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

ÇOCUKLAR/BÜYÜKLER İÇİN YAZ OKUMALARI-1

Yayınlanma:

|

Kitap sevgi ve umut demektir. Kitap okunan yerde hala sevgi ve umut var demektir. Yedi yaş ve üzeri çocukların okuyabileceği birkaç kitap tavsiye edebilirim. İyi bir çocuk kitabını yetişkinlerin de zevkle okuyabileceğini düşündüğümden başlığı öyle attım. İlk kitabımız bir şiir kitabı olsun. Şiir öğretilen bir şeydir. Öbür sanatlar gibi doğuştan gelmez. Mesela, müzik, resim yeteneği gibi değildir.

Şiiri sevdirecek müthiş bir kitap size: Şiir Gemisi; Ayla Çınaroğlu.

Bu kitaba MUK ile geçen yaz başladık. Kitap elimizde yıprandı. Alıp okuduğunuzda çocuk ya da torunlarınızla aynı heyecanı duyacağınıza bahse girebilirim. Kitaptaki sade, yalın resimler de Ayla Hanım’a ait.

İşte oradan bir şiir:

YAZ GELDİ

Sonunda yaz geldi işte
Şimdi her yerde güneş var
Havada, toprakta, suda
Gözlerimde güneş var

Uzun yolların tozunda
Kırların kokusunda
Denizlerin tuzunda
Yosununda güneş var

Suların şıpırtısında
Arının vızıltısında
Otların hışırtısında
Soluğumda güneş var

Gölgeye serilen kilimde
Karpuz çekirdeğinde
Kirazda, dutta, incirde
Şimdi her şeyde güneş var.

Ayla Çınaroğlu; Şiir Gemisi: sayfa 60

Abbas Karakaya-Akademisyen, Şair

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

HOLLANDA’DA NE GÖRDÜK, NE DUYDUK? : GEZİ NOTLARI…

Yayınlanma:

|

Karımın iş ziyaretini oğlanın dönem arası tatiliyle çakıştırıp uçtuk Hollanda’ya. 28 Mart- 5 Nisan arası oğlana ve bana dokuz gün tatil. Üç saatlik uçak yolculuğu ile beş asır ileriye gittik. (En azından) şehircilik pratikleri bakımından. Dönüş uçağını beklerken kendi kendime sordum: Bu ziyaretten ne öğrendin? Çok geri bir ülkede yaşadığımızı (bir kez daha) anladım.  Evler, yollar, sokaklar bu kadar düzenli, temiz ve bakımlı mı olur! Sanırsın legodan yapılma kentler. Kartpostallardaki resimler gibi yapılar, sokaklar.  Bu yorumum ne taraflı ne de sadece bana ait. Gidip gören her gözün kolayca yapabileceği tespitler. Ve dönüp kendimize baktığımızda, “çok kalitesiz bir hayatı çok pahalıya yaşamak” da bizim payımıza düşen.

HAYRANLIK UYANDIRAN ŞEHİRCİLİK

İmrendirici kentler kurmuş Hollandalılar. Kanallar ve bisikletliler ülkesi. Bisiklet bir eğlenme ya da spor aracı değil. Arazisinin dümdüz olması hasebiyle günlük hayatın bir parçası; yaşlı, genç, çocuk, kadın, erkek herkesin en yaygın ulaşım aracı. Araba yollarının iki yanında bisiklet yolu ve yaya kaldırımlar var. Sokaklar, kaldırımlar sadece sağlam insan için değil, engellileri de sokağa çağıran bir biçimde. Bisiklet kullanamayacak kadar yaşlı insanlar tekerlekli yürüteçlerle sokaklardalar. Parklar park, imara açılmamış. Sadece bank ve çöp tenekeleri var. Çocuklar için oyun donatıları. Genel olarak yapılar kaldırımlara sıfır yapılmıyor. Kaçak kat yok. Önlerinde boş alan ya da yeşil alan var. Yapı herhangi bir sebeple yıkıldığında yıkıntılar yolları kapatmasın diye. Oysa deprem ülkesi de değil Hollanda. Yeraltından geçen atık su sistemlerine, yeraltına döşenmiş kablolara vb. erişim için yapılmış kapaklar öyle özenli yerleştirilmişler ki yolla hemzemin olmuşlar. Var mı, yok mu belli değiller. Türkiye’dekiler nasıl?

Elli bir yıldır Hollanda’da yaşayan bir arkadaşımızın apartman dairesinde kaldık. Dairesinin iç tasarımı ve kimi ayrıntıları dikkatimi çekti. Kaldığımız dairenin bulunduğu dört katlı apartman dikdörtgenler prizması şeklinde olup yapı doğu batı yönünde konumlandırılmış. Böylece, dairlerdeki bir oda ve mutfak sabah güneşini; öbür iki yatak odası ve salon da akşam güneşini alıyor. Batı yönündeki salon ile bir yatak odasının hizalarına gelecek şekilde iki geniş balkon var. Derinliği bir buçuk metre yakın ve korkulukları insana güven veren balkonlar. İstanbul’da yaşadığım apartmanın korkulukları dayanırsan kendini aşağıda bulacağın cinsten.

Evin iç mekan kullanımında asıl ilginç olansa şu: evin girişi(antre) küçük tutulmuş. Eve girer girmez solunuzda bir kapı var ki bu, banyonun kapısı. Dışarıdan, yağmurdan kaçıp eve girdiniz, ıslak halinizle, şemsiyenizle banyoya atabilirsiniz kendinizi. Banyonun içinden geçip mutfağa giriyorsunuz. Yani banyo antre ve mutfak arasında. Banyoya hem mutfaktan hem de girişten hemen sonra, yani koridordan erişim var. Mutfakta bir şey döküldü, kırıldı, temizlik malzemesine ihtiyacınız var, süratle banyoya erişip müdahale edebilirsiniz. Ayrıca, diyelim misafiriniz var, salonda yatırıyorsunuz, ama mutfakta işiniz var. Salondakiler rahatsız etmeden banyoya, oradan mutfağa geçebiliyorsunuz. Küçük tutulmuş giriş alanından içeriye, koridora devam ederken/geçerken bir kapı var ki bu da evdeki ısı yalıtımına destekliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi banyonun içinde tuvalet yok. Tuvalet antreyi sınırlayan kapıyı geçtikten sonra sol tarafa düşüyor. Evin toplam üç odası ve salona da en yakın mesafede. Ayrıca, temiz ve atık su borularının geçtiği alanlar (banyo, mutfak, tuvalet) birbirlerine asgari mesafede tutulmuşlar.

EV TASARIMINDAKİ AYRINTILAR

Dokuz gün kaldığımız dairede bazı ayrıntılar var ki onlara da değinmek isterim. Daire kapısının eşiğinde mini bir rampa var ki bu eve tekerlekli sandalyeyle rahatça girmeyi sağlıyor. Mutfağın salona açılan kapısı ve antredeki bitişindeki kapının bir kısmı boylamasına, eni otuz santimlik şeffaf cam. Cam kısımdan içeriyi, kapıyı açmadan görebilmeyi sağlıyor bu cam kuşak. Evde üç duvarda, farklı derinliklerde gömme dolap var. Biri mutfak malzemeleri için. Pencereler geniş tutulmuş ve pencerelerin altında kaloriferlerin üstüne gelecek biçimde 25-30 cm genişliğinde raflar monte edilmiş. Yer kazandıran küçük ama etkili bir çözüm. Banyo ve tuvaletin kapı eşiklerinde hafif bir yükselti var ki bu, su basması halinde evin geri kalanına su yayılmasın diye. Tuvalet ve banyonun elektrik düğmeleri dışarıda değil, içerde.

Evleri daha kullanışlı ve güvenli hale getiren bu küçük dokunuşlardan bazılarına Anadolu’daki gezilerimde rastlamıştım. Mesela, Safranbolu’da, Mardin’de gezdiğim evlerde gömme dolap, pencere önlerine eşya konulacak raflar görmüştüm. Ancak şimdi yaşadığımız evlerde, yeni yapılan konut inşaatlarında neden böyle kullanışlı ayrıntılara yer verilmiyor? Bu soruya birçok açıdan cevaplar verilebilir. Herhalde bu denli kötü bir şehirlere ve kullanışsız ve güvenliksiz konutlara mahkum edilişimizin sebeplerinden biri de şehircilik, mimarlık alanlarında geleneğin kesintiye uğratılmasıdır. Tarihsel olarak bu alanlarda bilgi, birikim, tecrübeyi taşıyan insanları yok eder ya da ülkeden sürerseniz böylesi durumlara düşmek şaşırtıcı olmasa gerektir. Şimdi, bilgimiz de birikimimiz de yeterli seviyede, yurtdışında da o kadar inşaat yapıyoruz savunması yapılabilir, ama yurtdışında yapılan inşaatlarla, ülkede yapılanlar acaba aynı kalitedeler mi? Ya da kendi yurttaşına neden bu kadar kötü, kalitesiz, kullanışsız konutlar (mesela TOKİ konutları) yapıyorsunuz sorusu yanlış bir soru mu?

EMSAL BİR SOSYAL DEVLET

Buraya kadar anlattıklarım hemen hemen her gözün görebileceği şeyler. Şimdi de Hollanda’da yarım asrı devirmiş, orada emekliliğe hak kazanmış, evinde kaldığımız arkadaşımızdan duyduklarımıza kulak verelim. Türkiye’nin tersine, Hollanda sadece kağıt üstünde değil, uygulamalarıyla da gerçek manada bir sosyal devlet. Evinde kaldığımız arkadaş, sosyal devlet uygulamalarının zenginliği bakımından Hollanda’nın dünyadaki ilk üç ülkeden biri olduğunu söyledi. Örnekler verdi. Mesela, başka bir işte çalışıp emekli olsanız da olmasanız da 65 yaşına gelen herkese devlet emekli maaşı bağlıyor. İki emekli insan sadece devletten aldıkları emekli aylıklarıyla yaşayabiliyor. Ev kirası maaştan fazla değil. Arkadaşımızın kaldığı daire belediyenin. Mülkiyeti onun değil, ama ölene kadar evi kullanma hakkı var. Belediye evdeki onarım, düzenli bakım işlerini de üstleniyor. Tuvalet taşı, lavabo, bataryalar, mutfak tezgahı gibi parçalar, donatılar aralıklarla yenileniyor. Emekli insanlara belediye özellikle yardımcı olup ihtimam gösteriyor. Evlerine temizlik personeli gönderiyor düzenli aralıklarla. Diyelim evde büyük bir tamirat çıktı, evin boşaltılıp tamir edilmesi gerekiyor. Oturduğunuz ev tamir edilene kadar, belediye size yeni bir ev temin ediyor.

Ne yazık ki ve de pek de şaşırmayacağımız şekilde ne yazık ki oradaki bazı Türkiyeliler bu sosyal uygulamaları kötüye kullanıyor. Mesela, Hollanda’da oturmadığı halde sosyal yardım almayı başaranlar! Ya da Fethullahçılar adlı cemaatin Hollanda’daki ‘Siyah Okul’ projesi yoluyla Hollanda devletinden milyonlarca Euro teşvik alıp bu parayı eğitim ya da okula harcamak yerine ceplerine indirmeleri gibi. ABD’de ‘charter okullarında’ yaptıkları gibi.

GEZİP GÖRDÜĞÜMÜZ YERLER

Hollanda’da dokuz gün içinde ‘gördüklerim’ ve ‘dinlediklerimin’ böyle. Şimdi, yazımı biraz daha alışıldık bir gezi yazısına benzetmek istersem, gezdiğimiz yerlere kısaca değineyim. Gezip gördüğümüz yerler tahminim o ki bilinen, turistlerce de ziyaret edilen yerler. Bu yerler hakkında değişik mecralarda benzer bilgiler bulabilirsiniz. Bu yüzden, uzatmadan bir şeyler yazarsam, sırasıyla aşağıdaki yerleri gördük:

  1. Malieveld parkı: İlk gün Lahey’deki protestolara katıldık. Hollanda’da okuyan/yaşayan çoğu genç, büyük bir grup Erdoğan’ı Malieveld parkında protesto etti. Aynı gün Mini-Hollanda (Madurodam) denilen alanı ziyaret ettik. Hollanda’daki denizcilik, kanal yapımı ve tren taşımacılığına vurgu yapılmış. Zemini kumdan, içinde ahşap bir gemi de olan güzel bir oyun sahası var çocuklar için.
  2. Keukenhof lale bahçesi: On yedinci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndan götürülmüş lale çiçeğinin yurdu artık Hollanda. İçinde seyirlik bir yel değirmeni de olan, kanal gezintisi yapılabilen büyük bir lale bahçesini gezdik. Hem kapalı hem açık mekanlarda onlarca çeşit lale ve başka çiçekler gördük. Lale bahçesi üzerinden muazzam bir ekonomi yaratılmış. Mart’ın son haftasından Mayıs’ın ortasına kadar süren lale mevsiminde dünyanın dört yanından insan akıyor buraya. Biletler de ucuz değil.
  3. Rotterdam’da Euromast adındaki kuleye çıktık. Kanallar kentini bir de yükseklerden izledik. Ren nehri ve kanallar üzerine kurulu Avrupa’nın en büyük limanlarından biri Rotterdam’da. Nehir ve kanallar üzerinde yürüyen büyüklü küçüklü tekneler saat gibi çalışıyor. Kuleden sonra, Akdeniz ürünlerinin satıldığı bir semtte bir balıkçı dükkanında balık yedik. Buradaki düzen de dikkat çekici.
  4. Amesterdam’a da uğradık. Büyük kentlerde otopark hem büyük bir sorun hem pahalı. 3-4 saat kaldık, ayrılırken 32 Euro park parası ödedik. Büyük İstasyon (Amsterdam Central) çok güzel bir yapı. İstasyonun olduğu yer şehrin merkezi gibi. Feribotlardan çıkanlar, binenler, otobüs durakları, metrolardan inenler, binenler, bisikletliler; sanki herkes orada. Ancak bu kalabalığa, yaya, otobüs, taksi vs. trafiğine rağmen kaos ve karışıklık yok. Aynen yuvalarına yiyecek taşıtan karıncalarda olduğu gibi. Bir saate yakın süren dolmuş-tekneyle kanallar gezintisine katıldık. Kanal boylarındaki tarihi yapıların korunmuş olması ve bakımlı olmaları dikkat çekici.
  5. Kinderdijk adlı kasabaya gittik. UNESCO’nun 1994 yılında Dünya Kültürel Mirası olarak tescillediği yel değirmenlerin olduğu kasaba. Kanaldaki teknelerle ya da yürüyerek değirmenleri ziyaret ediyorsunuz. Değirmenler denizde su yükseldiğinde kabaran suyu denize doğru gönderiyor ve karanın sular altında kalmasını engelliyor. Bu işi yapan ve şimdi elektrikle çalıştırılan devasa pompalar var ama sitim ve elektrikli makineler bulunmadan önce farklı yönlere yerleştirilmiş değirmenler bu işi görüyormuş. Değirmenlerin gövdelerinin değirmenleri çalıştıran, bakımını yapan ailelerin evleri olduğunu öğrenmek ilginçti. Don Kişot’un değirmenlere açtığı savaşın hiç de kolay bir savaş olmadığını düşündüm gezerken. Değirmen kanatlarının biri çarpsa acillik olursunuz.
  6. Delft şehri de güzeldi. Burada da kanal gezisi yaptık. Üniversiteden mezun olan gençlerin bisikletlerini kanallara atmak gibi bir gelenekleri varmış. Teknede kaptanlık yapan 21 yaşındaki kadın her yıl kanaldan 500-600 bisiklet çıkardıklarını söyledi. Mahalle arasındaki bir parkı çok beğendik.
  7. Kaldığımız Rozenburg kasabasına yakın bir pazara da uğradık. Pazar Türkiye’de kurulan pazarlara benziyor. Nerdeyse her türlü ihtiyaç (yiyecek, giyecek, mutfak eşyaları vs.) var. Bir de fazlası var: çocuk kitapları satan bir tezgah gördüm pazarda. Pazarda kızarmış yağ kokusu eksik değildi. Ve iki şeyden geliyordu bu koku. Bizim sokaklarda en kolay, en yaygın bulduğumuz atıştırmalık simitse Hollandalıların Frits adını verdikleri patates kızartması. Pazardaki kokunun birinci kaynağı buydu. Sadece pazarda değil, kentin başka yerlerinde de patatesçiler önünde uzun kuyruklar gördük. Yağ kokusunun ikinci kaynağı ise kızartılmış nehir/deniz balıkları ve deniz ürünleriydi. Pazarcıların arasında Hollandalılar kadar, yabancılar da vardı. Türkiyelilerin satış yaptığı balık tezgahında levrek aldık. Çok lezzetli ve tazeydi. Levreğin lezzeti büyük olasılıkla deniz levreği olmasındandı. İnşallah bu yazımı okur ve onlara da teşekkür ettiğimi okurlar.
  8. Ev sahibimiz tam bir yemek ustasıydı. Yaşadığı yer Rozenberg yerel televizyonu için zamanında yemek programları yapacak denli usta bir aşçı. Sekiz gün boyunca hem gözümüzü hem midemizi doyurdu. Bir kez de buradan teşekkür ederiz. Yazımın ana temalarını da kendisi ve kıymetli hayat arkadaşıyla konuşmalarımızdan süzdüm. Ona da daveti, ev sahipliği için teşekkür ederiz ailecek.

Bitirirken….

Evinde kaldığımız arkadaşıma bodoslama bir soru da sordum: Hiç kötü şey yok mu bu ülkede? Soruma yalnızlık var, bir sürü insanın evinde kimsesiz, bir başına ölüsü bulunuyor, insanların çok bireyci, dedi. Ayrıca, ben de kasabayla şehirler arasında toplu taşımacılığın olmadığını, insanların arabaya bağımlı olduğu gözlemledim. Ancak yazımın başında da söylediğim gibi şehircilik pratikleri bakımından iki ülke arasında birçok şey kıyas bile kabul etmez. Bir de belediyenin bütçesini nerelere harcadığı konusu var, gerçek sosyal belediyeciliğin güzel örneklerini hala veriyor Hollanda.

İyi gezmeler, görmeler, düşünmeler…

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

ŞAİR HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL ÇEKMEKÖY’DE ANILDI

Yayınlanma:

|

Çekmeköy merkezli Şiirle Karşılaşmalar ekibi olarak 22 Şubat Cumartesi akşamı şair Hasan Hüseyin Korkmazgil‘i andık. Karlı, kışlı bir İstanbul akşamında bizi yalnız bırakmadı insanlar. Yerler kar, buz; insanlar gelemez sanıyorduk. Geldiler, dışarının soğuğuna aldırmadan. Çok mutluydu insanlar. Ülkenin şu halinde herkes kendi gibi düşünenlerle beraber olmak, içini dökmek istiyor. Müzik vardı, şiir vardı, söz vardı. Sanki 1984’te aramızdan ayrılmış şairin tabutunu taşıdık, elden ele geçirdik kolayca. Azime Korkmazgil‘i de unutmadık. Seyirciler de söz aldı, şiir okudu. Şiirle Karşılaşmalara ilk kez katılıp sahnede şiir okuyanlara kitap hediye ettik.

Salondaki en büyük şair (72 yaşında) ile en küçük şiir okuru/şair adayı (9 yaşında) yan yana çıktılar sahneye. Herhalde en çok buna sevinirdi görseydi Hasan Hüseyin. Ama duydu o bizi. Evet, biz de onun şiirden anladığı gibi, umudu diri tutmaya çalışıyoruz. Ben de bu yüzden Karagün Dostu adlı şiirini okudum. Acıyı Bal Eyledik adlı programımız başladığında saat 19.00 idi, bittiğindeyse saat 21.45’di. Daha ne olsun? Eksiğiyle fazlasıyla yaşıyor Hasan Hüseyin Korkmazgil. Yaşıyor Acıyı Bal Eyleyenler. Yaraları sarılmış bir ülke bırakacağız çocuklarımıza. And olsun, sözümüz olsun Hasan Hüseyin’e.

Şiirle Karşılaşmalar Ekibi adına

Abbas Karakaya

 

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.