‘EKOTURİZM’ diyen inşaat simsarları Çanakkale genelinde talana hazırlık yapıyor
İşin içinde Beton var, inşaat var, doğaya zarar var, talan var, rant var ama adı : EKOTURİZM! Kelimesi olarak kulağa hoş gelse de şu an elini ovuşturan bir takım rant simsarları Başta Bozcaada, Gökçeada koyları olmak üzere Çanakkale’nin her tarafına çöreklenmek için hazırlık yapıyor. İşin içine Belediyeler de dahil edilerek yapılıyor üstelik bu hazırlık. Truva Savaşlarında bile alan edilemeyen bölge modern Truva Atları ile dolmuş durumda. Seçkin Sağlam Duvar gazetesinde yayınladığı bir yazı ile konuyu ele aldı.
Çevreciler, Çanakkale’de ‘ekoturizm’ adı altında, tarım alanlarının ve korunma alanlarının imara açılmak istenmesine tepkili. Bu projelerle kırsal alanların betonlaşacağı savunuluyor
Kuzey Ege’deki Ayvacık, Ezine ve Bayramiç bölgesinde, ‘ekoturizm’ yatırımları son dönemde öne çıkıyor.
Kuzey Ege, arkeolojik ve doğal SİT alanları, tarım ve ormanlık bölgeleriyle korunduğu için yoğun inşaat faaliyetlerine, büyük turizm yatırımlarına ya da yazlık, tatil köyü gibi kişisel ya da ticari yatırımlara izin verilmiyor. Ancak, “ekolojik turizm” ya da “kırsal turizm” adı altındaki imar düzenlemesiyle bu alanlar kullanıma açılıyor. Avukat Pervin Çelik, Çanakkale’deki ekoturizm dosyaları ile ilgili 8 dava açıldığını söyledi.
Projelerin bilimsel alt yapısının olmadığını belirten Çelik, “Öncelikle, çevre düzeni planına göre ekoturizme uygun alanların alt ölçekli planlardan önce bilimsel yöntemlerle belirlenmesi zorunlu. Biz bugüne kadar 8 dava açtık, ilk açtığımız 3 davada yürütmeyi durdurma alındı. Yürütmeyi durdurma kararlarının gerekçesi, tarım ya da orman alanı olan bu alanların ekoturizm potansiyeline sahip olup olmadığına dair bilimsel bir çalışma yapılmadığı, üst ölçekli planda bu alanların orman ya da tarım arazisi olduğu’ yönünde. Çanakkale İl Genel Meclisi’nin gündeminde 2020’nin sonundan itibaren devam eden ve hâlâ hızla artan ekoturizm dosyaları mevcut. Planlar ekoturizm adı altında yapılıyor ama çeşitli emlak ve gazete ilanlarından da görüyoruz ki, ‘ikinci konut’ gibi duyuruluyor. Yani gerçek anlamıyla ekoturizm mi, yoksa rant amaçlı konut projesi mi, bunu plan kararlarından göremiyoruz. Ancak proje hazırlanıp yapı ruhsatı düzenlendiğinde görebiliyoruz” dedi. Ekoturizm projesi içinde konut tapusu verilmesinin yasak olduğunu vurgulayan Çelik, “Yasak olduğu için bazı yerlerde şirket hissesi verildiğini duyuyoruz. Turizm tesislerine ilişkin yönetmelikte ekoturizm tesisi tanımı da yok. Kırsal turizm tesisi tanımlanmış durumda. O da çok dar bir çerçevede tanımlanmış” diye konuştu.
‘İL GENEL MECLİSİ, HUKUKSUZLUĞU SÜRDÜRMEKTE ISRAR EDİYOR’
Yeni ekoturizm plan başvurularının yapılmaya devam ettiğine dikkat çeken Çelik, “Çanakkale İl Genel Meclisi bu dosyaları onaylıyor, bunlara karşı da davalar açılmaya devam ediliyor. Ancak, bunlar sayısız bir biçimde artıyor. Oysa verilmiş yürütmeyi durdurma kararlarına göre İl Genel Meclisi’nin bilimsel çalışması olmayan planları onaylamaması gerekiyor. Biz ayrıca 1/100.000’lik Çevre Düzeni Planına da dava açtık, o da Danıştay’da devam ediyor. Eğer o dava sonuçlanırsa, ekoturizm dosyaları konusunda etkili olabilir. Burada asıl mesela açılan davalar ve alınan yürütmeyi durdurma kararları da değil. Asıl mesele, bu planları onaylayan siyasi iradenin tutumudur” ifadelerini kullandı.
‘KIRSAL ALANLAR EMLAK PİYASASINA SÜRÜLÜYOR’
İl Özel İdaresi’ne sunulan başvurular, beş dönümden, 200 dönüme kadar olan çeşitli ölçeklerde arazileri kapsarken, İl Genel Meclisi’nce bugüne kadar 229 eko turizm imar plan teklifi değerlendirilmiş. Hali hazırda 14 teklif değerlendirmeyi beklerken, 38 plan teklifi reddedilmiş, 25 adet yapı ruhsatı başvurusu yapılmış, bir adet yapı kullanma izin belgesi alınmış durumda.
Güneş Pehlivan
İl Genel Meclisi CHP Grup Başkanvekili Güneş Pehlivan da, ekoturizm ile ranta kapı açılmak istendiğini söyledi. Pehlivan, ekoturizm faaliyetlerinin Çanakkale’de hedefinden uzaklaşarak uygulandığını dile getirdi. Konut imar planı uygulamasına mevzuatın izin vermediği arazilerde ekoturizm görüntüsü altında konut siteleri yapıldığını ifade eden Pehlivan, devremülk girişimlerine işaret etti. Pehlivan, “Ekoturizm imar planlı yapılan sitelerden satışa sunulan bağımsız bölümlere ilişkin olarak, bağımsız tapu devri yapılamayacağı için kooperatif hissesi, arsa payı devri gibi yollara başvurulması, bu sitelerden konut alan kişilerin mülkiyet hakkı yönünden gelecekte çok ciddi mağduriyetler oluşturabilir” uyarısında bulundu.
‘BU TABLO TOPLUM REFAHINDAN ÇOK UZAK’
Çanakkale’de, plan başvurularına konu olan tarla vasfındaki arazilerin, çoğunlukla aileden miras yoluyla yörede yaşayanlara intikal eden alanlar olduğunu ifade eden Pehlivan, “Bu araziler köylüden düşük bedellerle satın alınarak, ekoturizm imar plan onayı alındıktan sonra yüksek bedellerle satışa sunuluyor. Çanakkale’nin bazı köylerinde köylülerin mülkiyetinde tarla ve arsa kalmamış durumda. Bu durumun bir sebebi de kötü tarım politikaları. Ne yazık ki, ülke ekonomisini üretime değil, üretim dışı yatırıma dayandırarak ayakta tutmaya çalışan yanlış politikalar, büyümede lokomotif sektör olarak inşaat sektörünü belirlemiş durumda. Zirai faaliyetle geçimini sürdüremeyen köylü, ailesinden kalan tarla ve arsaları satarak, tek seferlik gelir yaratıp günü kurtarmaya çalışırken, köylünün zirai faaliyet göstererek ailesini geçindiremediği aynı araziyi satın alıp imarlaştıran sektör büyük rant elde edebiliyor. Elbette ki bu tablo, toplum refahı ve sürdürülebilir kalkınma anlayışından çok uzak” dedi.
EKO TURİZM DOSYALARINA NEDEN KARŞI ÇIKILIYOR?
Mimarlar Odası Çanakkale Şube Başkanı Sevil Ural, 1/100.000’lik Balıkesir-Çanakkale Çevre Düzeni Planı’na yapılan itiraz ve dava süreçlerine değinerek, davalar sonuçlanmadan planın uygulamaya konmasını eleştirdi. Ekoturizm konusunda yapılan bir yanlışın bir başka yanlışa neden olduğunu ifade eden Ural, “İl Genel Meclis üyeleri ve eko turizm konusunda duyarlı olanlar endişelerinde tamamen haklılar.
Selvi Ural
Biz zaten Mimarlar Odası olarak bunu daha önceden görmüş ve eylemimizi yapmıştık. Eko turizm konusu, 1/100.000’lik Çevre Düzeni Planı’ndan sonra, onun altlık olarak tanımı verilen bir yatırım şekli” diye konuştu. Ekoturizme karşı çıkmadıklarının altını çizen Ural şunları söyledi: “Buradaki amaç, kırsal yerlerin yatırımla daha refah bir hale getirilmesini sağlamak. Oradaki köylünün arazisinin değerlendirilmesi, ekoturizm adı altında ürününü değerlendirmesi, misafir ağırlaması. Amaç bu iken, bir bakıyoruz ki parseller büyüyerek, yanındaki araziler de alınarak ve el değiştirerek, köydeki insanların olmadığı ekoturizm adı altında konutlar yapılıyor. Biz ekoturizm adı altında siteler yapılmasına, ikinci konut adı altında bu durumun kullanılmasına karşısındayız.”
‘EKOTURİZM, ÇANAKKALE’DE KIRSALIN YENİ BİR TALANI’
Kazdağı Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan da Kuzey Ege’deki ekoturizm dosyalarıyla ilgili “kırsalın yeni bir talanı” ifadesini kullandı. “Özellikle Ayvacık ve Bayramiç ilçelerinde son dönemlerde ekoturizm adı altında bir sürü proje ortaya çıktı.
Süheyla Doğan
Bu projelerin çoğu gerçekte ekoturizm projesi değil, konut amaçlı yatırımlar. Kırsalın betonlaşmasına yol açacak. Yeni lüks siteler yapılacak ve varlıklı insanlar kendilerine yeni yaşam alanları kuracak. Tarım alanları marjinal tarım alanına çevriliyor ve tarım alanları ekoturizm projeleri ile yok ediliyor” dedi. Dernek olarak bazı projelere itiraz ettiklerini ve dava açtıklarını ifade eden Doğan, “Assos yöresinde yaşayan vatandaşlarla birlikte açtığımız bazı projelerde yürütmeyi durdurma kararı aldık. Açtığımız bu davaların projelerin durdurulmasında etkili olacağını düşünüyoruz. Çanakkale yöresi zaten metalik madencilikle, termik santrallerle, jeotermal enerji santralleri ve rüzgar enerji santralleri ile yeterince tehdit altında iken, yeni tehdit de sözde ekoturizm projeleridir. Kırsalın talanına, betonlaşmasına, kirlenmesine yol açacak” diye konuştu.
Ekmek, binlerce yıldır sofraların temel besin kaynağıdır. Ancak günümüzde tüketilen ekmeklerin içeriği, üretim yöntemi ve hammaddeleri geçmişe kıyasla oldukça değişmiştir. Türkiye’de ekmek üretimi Tarım ve Orman Bakanlığı denetiminde yapılsa da, bazı katkı maddeleri ve endüstriyel yöntemler nedeniyle halk sağlığı açısından endişeler gündeme gelmektedir. Bu yazıda, Türkiye’deki ekmeklerde kullanılan katkı maddeleri, buğdayın genetik yapısıyla ilgili gelişmeler ve ekmek üretiminde uygulanan kimyasal işlemler ele alınacaktır.
1. Ekmeklere Katılan Maddeler Nelerdir?
Türkiye’de satılan ekmeklerin büyük bölümü, sadece un, su, maya ve tuzdan ibaret değildir. Özellikle endüstriyel üretimde yaygın şekilde katkı maddelerine başvurulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Askorbik Asit (E300): Hamurun dayanıklılığını artırmak için kullanılır.
Emülgatörler (E471, E472): Hacim artırıcı ve yumuşatıcı etki sağlar.
Enzimler: (amilaz, proteaz gibi) Ekmek içi yumuşaklığını ve raf ömrünü artırır.
Şeker ve Glikoz Şurubu: Renk ve tat verici olarak kullanılır.
Soya Unu ve Süt Tozu: Kıvam ve besin değeri açısından katkı sağlar.
Bu katkılar sayesinde daha hacimli, daha parlak ve uzun süre bayatlamayan ekmekler üretilmektedir. Ancak bunların sürekli tüketimi, özellikle hassas bireylerde sindirim sorunlarına neden olabilir.
2. Buğdayın Genetiği ile Oynandı mı?
Türkiye’de GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) buğday üretimi yasaktır. Ancak bu, buğdayın tamamen doğal olduğu anlamına gelmez. Modern tarımda yaygın olan hibrit ve ıslah edilmiş buğday türleri, genetik müdahale olmaksızın yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler oluşturmak amacıyla laboratuvar ortamında seçilmiştir.
Özellikle 1950 sonrası yaygınlaşan “cüce buğday” türleri, geleneksel buğdaylara göre daha kısa boylu, verimli ve glüten oranı yüksek çeşitlerdir. Bu tür buğdaylar, özellikle ekmeklik un üretiminde yaygın olarak kullanılmakta, ancak yüksek glüten içeriği nedeniyle sindirim sorunları ve gluten intoleransı gibi sağlık şikayetlerinde artışa neden olmaktadır.
3. Kimyasal İşlemler ve Endüstriyel Teknikler
Modern ekmek üretimi, geçmişin geleneksel yöntemlerinden oldukça uzaktır. Endüstriyel üretim süreçlerinde uygulanan bazı işlemler şunlardır:
Unun Beyazlatılması: Bazı ülkelerde (ve geçmişte Türkiye’de de) benzoil peroksit gibi kimyasallar kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye’de bu tür kimyasalların kullanımı kısıtlıdır.
Hızlandırılmış Fermantasyon: Geleneksel ekmeklerde maya 6-8 saatlik uzun fermantasyonla çalışırken, fabrikasyon ekmeklerde bu süre 30-60 dakikaya kadar indirilebilmektedir. Bu da sindirimi zorlaştırabilir.
Yüksek Isı ve Kısa Süreli Pişirme: Raf ömrünü uzatmak ve üretimi hızlandırmak için yüksek ısıda kısa sürede pişirme yöntemleri tercih edilir. Bu, besin değerini azaltabilir.
Yumuşaklık İçin Katkılar: Raf ömrünü uzatmak ve bayatlamayı geciktirmek için kimyasal yumuşatıcılar, enzim karışımları ve katkı maddeleri kullanılır.
4. Halk Sağlığı ve Eleştiriler
Halk ekmek gibi kamu kurumlarının ürettiği ekmekler daha güvenli kabul edilse de, katkı maddesiz değildir.
Ucuz ekmek üretiminde kalitesiz un, fazla katkı maddesi ve hızlı üretim döngüsü nedeniyle sindirim sorunları ve sağlık riskleri artabilir.
Özellikle çocuklar, yaşlılar ve hassas bünyeli bireyler için bu katkıların uzun vadeli etkileri dikkatle incelenmelidir.
5. Daha Sağlıklı Ekmek Tüketimi İçin Öneriler
Ekşi mayalı ve uzun süre fermente edilmiş ekmekler tercih edilmelidir.
Tam buğday unu veya taş değirmende öğütülmüş un kullanılarak yapılan ürünler besin değeri açısından daha zengindir.
Katkı maddesi içermeyen, güvenilir butik fırınlardan ya da köy fırınlarından alışveriş yapılabilir.
Etiket okuma alışkanlığı geliştirilmelidir. “Un, su, maya, tuz” dışında çok sayıda içerik varsa uzak durulmalıdır.
Ekmek, basit bir besin gibi görünse de üretim sürecinde kullanılan maddeler ve buğdayın yapısal değişimleri nedeniyle sağlık üzerinde önemli etkiler oluşturabilir. Türkiye’de GDO’lu buğday kullanılmıyor olsa da, modern tarım ve endüstriyel üretim süreçleri buğdayın doğallığını tartışmalı hale getirmiştir. Katkı maddeleriyle raf ömrü uzatılmış, hacim artırılmış, estetik olarak cazip hale getirilmiş ekmekler, besin değerinden ve sindirim kolaylığından uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle, bilinçli tüketici tercihi her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
Dijital inovasyonun hem ekonomik büyümenin temel itici gücü hem de yeni güvenlik tehditlerinin kaynağı haline geldiği bir dönemde, Yeni Nesil Veri Kaybı Önleme (DLP) çözümlerinin öncü sağlayıcılarından Zecurion, artan mesleki dolandırıcılık tehdidine karşı entegre siber güvenlik ekosistemini kararlılıkla güçlendiriyor. Güney Asya gibi yüksek riskli pazarlarda elde ettiği kanıtlanmış başarılar ve bölgesel içgörülerle donanmış olan Zecurion, şimdi stratejik odağını, sistemik dolandırıcılık risklerinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesine benzer şekilde tezahür ettiği Türkiye pazarına yöneltiyor.
Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Birliği (Association of Certified Fraud Examiners-ACFE) tarafından yayımlanan Mesleki Dolandırıcılık 2024: Uluslara Rapor araştırması, endişe verici bölgesel eğilimleri gözler önüne seriyor. Güney Asya, mesleki dolandırıcılık vakalarının %74’ünde yolsuzluk unsurlarının yer aldığını bildirirken bu oran, %48 olan küresel ortalamanın oldukça üzerinde bulunuyor. Bu durum, yapısal kırılganlıklara, gayri resmi işleyiş biçimlerine ve uygulama eksikliklerine işaret ediyor. Öte yandan Türkiye’nin hem coğrafi hem de ekonomik olarak konumlandığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesinde, vakaların %55’inde yolsuzluk tespit edilirken olay başına ortalama mali kayıp 181.000 ABD dolarına ulaşıyor. Bu rakam, küresel ortalama olan 145.000 doların oldukça üzerinde yer alıyor. Vakaların neredeyse yarısında iç denetim mekanizmalarının yetersizliğine dikkat çekilmesi, Türkiye’de de kapsamlı, proaktif ve sistem düzeyinde bir güvenlik yaklaşımının gerekliliğini açıkça ortaya koyuyor.
Zecurion’un etkisini gözler önüne seren çarpıcı örneklerden biri, Pakistan’ın önde gelen finansal teknoloji (fintech) girişimlerinden biriyle kurduğu stratejik ortaklıkta kendini gösteriyor. 2017 yılında kurulan bu girişim, 6.000’in üzerinde POS terminali işleterek, mobil uygulamalar ve çevrim içi platformlar aracılığıyla sunduğu geniş yelpazedeki finansal hizmetlerle Pakistan genelinde dijital ödemeler alanında köklü bir dönüşüm gerçekleştiriyor.
Ancak bu hızlı ölçeklenme süreci, beraberinde çeşitli operasyonel kırılganlıkları da gündeme getiriyor: Günlük işlem hacmindeki artışla birlikte veri maruziyeti riski yükseliyor; giderek sıkılaşan düzenlemeler daha sofistike uyum mekanizmalarını zorunlu kılıyor; içeriden gelen – kasıtlı ya da kasıtsız – tehditler hem itibari hem de finansal düzeyde ciddi riskler doğuruyor. Tüm bu karmaşık tehdit ortamında, müşteri güvenini sağlayabilmek için sürdürülebilir ve kanıtlanabilir bilgi güvenliği esnekliği kritik bir gereklilik haline geliyor. Şirket, bu zorluklarla etkin biçimde başa çıkabilmek adına Zecurion’un bütünsel siber güvenlik ekosisteminin temel bileşenleri olan Yeni Nesil Veri Kaybı Önleme (DLP) ve Veri Merkezli Denetim ve Koruma (DCAP) çözümlerinden yararlanıyor.
Uç nokta koruması, otomatik politika uygulaması, davranışsal analitik ve gerçek zamanlı anomali tespiti sayesinde, söz konusu fintech lideri hem risk duruşunu dönüştürüyor hem de uyumluluk kapasitesini güçlendiriyor ve böylece yoğun şekilde düzenlenen, aynı zamanda da son derece rekabetçi olan sektörde güvenilirliğini sağlamlaştırıyor. Zecurion’un yaklaşımı, dolandırıcılığa açık ortamlarda faaliyet gösteren kuruluşlar için özel olarak yapılandırılmış birleşik bir güvenlik mimarisi sunarak geleneksel, silo yapısındaki çözümlerin ötesine geçiyor. Platform, veri merkezli ve insan odaklı güvenlik kontrollerini ölçeklenebilir, bütünsel bir modelde bir araya getiriyor:
• Keşif ve Sınıflandırma: Platform, hassas verileri uç noktalardan veritabanlarına, SharePoint’ten bulut sistemlerine kadar geniş bir yelpazede tescilli dijital parmak izi teknolojileri ve düzenli ifadeler aracılığıyla envanterleyip kategorize ediyor.
• Yaşam Döngüsü Görünürlüğü: DCAP çözümü, dosyaların geçmişine ve hareketlerine dair ayrıntılı izlenebilirlik sağlayarak denetim süreçlerini ve yasal incelemeleri destekliyor.
• Erişim Yönetişimi: Kullanıcı izinlerini ve erişim haklarını, merkezi politika yönetimi ve gerçek zamanlı ihlal uyarılarıyla denetim altında tutuyor.
• Anomali Tespiti ve Otomatik Müdahale: Yerleşik yapay zeka ve makine öğrenimi motorları, olağandışı davranışları işaretliyor ve anında müdahale protokollerini devreye alıyor.
• Entegre Olay Yönetimi: 360° Soruşturma Modülü, işbirliğine dayalı analiz, müdahale planlaması ve olay sonrası raporlama süreçlerini entegre bir şekilde yönetiyor.
ACFE raporu Türkiye’ye özgü ayrıntılı veriler sunmasa da, ülkenin daha geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesine dahil oluşu, gelişmiş siber güvenlik çözümlerinden faydalanma potansiyeline dair güçlü bir gösterge sunuyor. Suistimallerle ilişkili yüksek maliyetler, iç kontrol mekanizmalarındaki zafiyetler ve yolsuzluğa karşı kurumsal kırılganlıklar, daha sağlam ve ileri düzeyde suistimal önleme stratejilerine duyulan ihtiyacın giderek arttığını ortaya koyuyor. Özellikle kamu ihaleleri, inşaat, sağlık ve finans gibi sektörler, sistemik suistimal risklerine daha açık görünüyor; bu da kurumsal altyapıyı güvence altına almaya yönelik proaktif adımların hem zamanında hem de zorunlu hale geldiğini düşündürüyor.
Zecurion’un kapsamlı siber güvenlik ekosistemi, bu gelişen ihtiyaçlara doğrudan yanıt vermek üzere konumlanıyor. Şirketin çözümleri, içeriden gelen tehditleri sürekli davranışsal izleme yoluyla en aza indirmeyi hedefliyor ve aynı zamanda kurumların Türk veri koruma mevzuatına ve ilgili uluslararası gizlilik standartlarına uyum sağlamalarına yardımcı oluyor. Sistem, ayrıntılı denetim izleri ve kullanıcı etkinliği analizleri aracılığıyla kurumsal şeffaflığı destekliyor; güvenli ve gizli ihbar mekanizmalarını kolaylaştırarak iç hesap verebilirliği güçlendiriyor.
Zecurion CEO’su Alexey Raevsky, Türkiye ve bölgedeki kuruluşların karşı karşıya kaldığı artan düzenleyici karmaşıklık ve gelişen dolandırıcılık risklerine dikkat çekerek şunları vurguluyor: “Kuruluşlar, yalnızca çevre tabanlı güvenlik önlemleriyle yetinmemeli; güvenliğe daha bütüncül, içgörü odaklı bir yaklaşım benimsemelidir. Zecurion olarak birleşik güvenlik ekosistemimiz, uçtan uca görünürlük, kontrol ve esneklik sağlayarak işletmelerin tehditleri yalnızca tespit etmekle kalmayıp, aynı zamanda gerçek zamanlı olarak bertaraf etmelerine de olanak tanıyor.”
Zecurion’un Türkiye pazarına stratejik girişi, dijital dönüşüm süreçlerini hız kesmeden sürdürürken güvenlik duruşlarını da ileri düzeye taşımak isteyen kurumlar için önemli bir fırsat sunuyor. Gelişmiş teknolojiyi durumsal farkındalıkla harmanlayan Zecurion, işletmelere operasyonel bütünlüklerini artırmaları ve dijital risk yönetimi stratejilerini yeniden yapılandırmaları için sağlam, entegre bir çerçeve sağlıyor.
Dijital dönüşümle birlikte iş dünyasında da köklü değişiklikler yaşanıyor. Özellikle şirketlerin yasal yükümlülüklerini yerine getirirken zaman ve maliyet tasarrufu sağlayan sistemlerden biri olan elektronik defter (e-defter) uygulaması, artık birçok şirket için zorunlu hale geliyor.
Elektronik Defter Nedir?
Elektronik defter, Türk Ticaret Kanunu ve ilgili tebliğler kapsamında şekil şartlarına bağlı kalmaksızın; pay defteri, yönetim kurulu karar defteri, genel kurul toplantı ve müzakere defteri gibi belirli ticari defterlerin elektronik ortamda tutulmasını ifade eder. Bu sistem ETDS (Elektronik Ticari Defter Sistemi) üzerinden yürütülür ve kayıtların güvenli bir şekilde oluşturulmasını, saklanmasını ve gerektiğinde ibraz edilmesini sağlar.
Neden Elektronik Defter?
Faydaları:
Zaman ve maliyet tasarrufu: Noter, kâğıt, arşiv gibi giderler ortadan kalkar.
Kolay erişim: Defterler internet üzerinden yetkililerce anında görüntülenebilir.
Veri güvenliği: Elektronik imza ile değiştirilemez, güvenli kayıtlar oluşturulur.
Denetim kolaylığı: Yetkili makamlarca hızlı erişim sağlanır.
Kimler Elektronik Defter Tutmak Zorunda?
📌 01.01.2026 itibarıyla tüm yeni kurulan şirketler elektronik ortamda defter tutmak zorundadır. 📌 01.07.2025 itibarıyla, kuruluşu ve esas sözleşme değişikliği Ticaret Bakanlığı iznine tabi şirketler için bu zorunluluk başlamaktadır. 📌 Örnek şirket türleri: Bankalar, sigorta şirketleri, bağımsız denetim şirketleri, SPK’ya tabi şirketler, finansal kuruluşlar vb.
Uymayan Şirketler İçin Riskler
Elektronik defter yükümlülüğü kapsamındaki şirketler, bu sisteme geçmedikleri takdirde hiç defter tutmamış sayılır. Bu durum;
Vergi cezası,
Ticari ihtilaflarda delil yetersizliği,
Hukuki sorumluluklar
gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.
Kullanım Nasıl Oluyor?
Giriş etds.ticaret.gov.trüzerinden e-Devlet, e-imza veya internet bankacılığı ile yapılır.
Sistemi kullanacak kişiler şirketin yönetim organı tarafından yetkilendirilmelidir.
Sistem ücretsiz olarak Ticaret Bakanlığı tarafından sunulmaktadır.
Dijitalleşme artık tercihten çok zorunluluk haline gelmiştir. Elektronik defter uygulaması, hem mevzuata uyum sağlamak hem de şirket içi süreçleri daha etkin yönetmek için kaçınılmaz bir adımdır. Özellikle 2025’in ikinci yarısından itibaren bu geçişi planlamayan şirketlerin ciddi yasal ve ticari sonuçlarla karşılaşabileceği unutulmamalıdır.
📌 www.bankavitrini.com olarak şirketlerin dijitalleşme sürecindeki tüm gelişmeleri yakından izliyor ve okurlarımıza anlaşılır şekilde aktarıyoruz.