Connect with us

EKONOMİ

Hangi çekirdek?

Yayınlanma:

|

Para politikasının bir anlamda beklentileri yönetme sanatı olduğunu söyleyebiliriz. Bu sanat icra edilirken sıkça kullanılan iletişim araçlarından bir tanesi çekirdek enflasyon göstergeleri. Merkez Bankaları TÜFE enflasyonunu hedeflese de zaman zaman iletişimde vurguyu “öz” yani “çekirdek” enflasyon göstergelerine kaydırır. Özellikle enflasyondaki hareketin arızi (geçici) faktörlerden kaynaklandığı düşünüldüğünde çekirdek göstergeler ön plana çıkarılır. Böylelikle geçici unsurlar ortadan kalktıktan sonra enflasyonun yöneleceği ana trend konusunda bir netlik oluşturulmaya çalışılır. Bunu sisli havada farklı dalga boyları yayan farları açarak görüş mesafesini artırmaya benzetebiliriz.

Dünyada en sıklıkla kullanılan çekirdek gösterge gıda ve enerji kalemlerini dışlayan TÜFE. Ülkemizde TÜİK tarafından yayınlanan 6 adet özel kapsamlı (çekirdek) TÜFE göstergesi var: A, B, C, D, E, F. Merkez Bankası raporları ve politika iletişim metinlerinde en çok kullanılan göstergeler B ve C endeksleri. B endeksi TÜFE’den enerji, işlenmemiş gıda, alkol-tütün ve altını dışlıyor; C ise bunlara ilave olarak işlenmiş gıdayı da dışarıda bırakıyor.

Yakın dönem piyasa raporlarında ve tartışmalarında ise vurgunun biraz daha C’ye kaydığını söylemek mümkün. Ancak C’nin ne kadar sağlıklı bir çekirdek gösterge olduğu tartışılır.

Bir çekirdek göstergenin sağlaması gereken üç temel kriter var. Birincisi ortalamada TÜFE’ye yakın bir enflasyon oranına sahip olması, yani TÜFE’nin çekirdek gösterge etrafında dalgalanıyor olması. Gıda fiyatlarının yıllık ortalama artış hızı son 10 yıldır manşet enflasyonun 1,6 puan üzerinde olduğundan C endeksi bu anlamda yetersiz kalabiliyor. İkincisi TÜFE’yi temsil gücünün olabildiğince yüksek olması. C endeksi TÜFE’nin neredeyse yarısını dışlıyor. Yani C’nin ilk iki kritere göre gerçek yaşam maliyetini temsil gücü düşük.

Üçüncü kriter, dışlanan kalemlerin para politikasından bağımsız ve daha oynak olması. C endeksi bu konuda da iyi bir sınav vermiyor çünkü işlenmiş gıda gibi para politikasına oldukça duyarlı bir kalemi dışarıda bırakıyor. Oysa ki TCMB’nin 2021 Ocak Enflasyon Raporunda yaptığı bir çalışma gıda enflasyonunun toplam talep ve kura belirgin tepki verdiğine işaret etmekte. Örneğin TL’de %10’luk bir değer kaybı gıda fiyatlarını 2 puanın üzerinde artırıyor. Döviz kuru ve beklentilerin etkileşimine göre bu etki daha da yüksek olabiliyor. Para politikası temelde beklenti, kur ve talep kanalından çalıştığına göre gıdanın tamamının çekirdekten dışlanması ne kadar doğru tartışılır. Hadi bahsettiğim çalışmada da olduğu gibi taze sebze-meyve kısmı aşırı oynak deyip bu kalemi veya işlenmemiş gıdanın tamamını çıkaralım, ama her halükârda işlenmiş gıdanın dışarıda bırakılması makul olmayabilir. Çünkü işlenmiş gıda hem genel fiyatlama davranışına dair önemli bilgi içeriyor, hem de işlenmemiş gıda kadar oynak değil.

Dolayısıyla genel çekirdek tanımlamasına uygun, ama işlenmiş gıdayı dışlamayan bir gösterge kullanılması daha isabetli olabilir. B endeksi tam olarak bunu yapıyor: enerji, işlenmemiş gıda, tütün ve altını dışlıyor ama işlenmiş gıdayı dışlamıyor. Bu nedenle ülkemizde C’den çok B endeksinin ön plana çıkarılması daha sağlıklı olabilir. Hem temsil gücü daha yüksek (TÜFE’nin %70’ini kapsıyor) hem de işlenmiş gıda gibi para politikasının kontrol alanındaki makro değişkenlerden önemli derecede etkilenen bir kalemi dışlamıyor.

Nitekim TCMB, sunumlarında B ve C göstergelerini birlikte paylaşıyor. Fakat son dönemde Eylül ayı PPK kararına yönelik piyasa tartışmalarında, faiz indirimi beklentileriyle de daha uyumlu olduğundan (veya faiz indirimini meşrulaştırdığından olabilir), odağın C’ye kaydığını görüyoruz. Ağustos 2021 itibarıyla TÜİK’e göre TÜFE enflasyonu %19,25 iken B enflasyonu %18,46, C ise %16,76 düzeyinde. Son dönemde C endeksinin daha iyimser bir tablo çizmesine yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden dolayı temkinle yaklaşmak lazım. Nitekim enflasyon beklentilerinin bozulmaya devam ettiği, genele yaygın bir enflasyonist süreçten geçiyoruz. Önümüzdeki aylardaki baz etkilerini bir kenara koyduğumuzda, enflasyon eğiliminde yavaşlamaya dair halen net bir sinyal görülmüyor.

Aslında yakın dönemde tüm dünyada çekirdek göstergelere yapılan atıf güçlendi. Merkez bankaları kamuoyunu enflasyonun geçici olduğuna ikna etmeye çalışıyor, çünkü ederlerse erken faiz artırmak zorunda kalmayacaklar. Fakat uygun çekirdek gösterge bulmak hiç kolay değil çünkü pandeminin sıra dışı etkileri enflasyonun ana eğilimine dair resmi bulanıklaştırıyor. Geçici/kalıcı faktörleri ayrıştırmak daha zor. Ayrıca geçici olduğu düşünülen arz yönlü etkiler tahmin edilenden uzun sürmekte. Yani arz yönlü unsurlar beklentiler kanalıyla enflasyon üzerinde dolaylı etkiler oluşturabilir ve bu da merkez bankalarının tepki vermesini gerektirebilir.

Böyle bir konjonktürde döneme özgü farklı göstergelerin türetilmesi gündeme geliyor. Mesela ABD’de pandemi sonrası dönemde kiralık araç ve konaklama hariç enflasyona sıkça bakılmaya başlandı. Çünkü geçici olarak bu hizmetlere talep patladı. Bu faktörlerden arındırılmış TÜFE’yi izlemek enflasyonun ne kadar kalıcı olduğuna dair kısmen de olsa bilgi verebiliyor. Bu durum aynı zamanda tek bir göstergeye takılmamak gerektiğini de bize hatırlatmakta. Çünkü ekonomiye gelen geçici şokların kaynağı ve niteliği zaman içinde değişebiliyor.

Bütün bu tecrübelere baktığımızda çekirdek göstergelerle yapılan iletişimde iki hususa dikkat etmek gerektiği ortaya çıkıyor. Birincisi, merkez bankalarının tek bir çekirdek göstergeye bağlı kalmaması gerekiyor. İkincisi, dışlama yaklaşımına tamamlayıcı olarak, farklı yöntemlerle hesaplanan göstergelerin de kullanılmasında fayda var: örneğin medyan fiyat artışı, budanmış (trimmed) enflasyon oranı, yayılım endeksi, hizmet fiyatları, beklentiler. Enflasyonun genel fiyatlama davranışlarına ne kadar yayıldığına dair fikir vermesi açısından bu göstergelerin eş zamanlı olarak takip edilmesi gerekiyor. Elbette bazı dönemlerde bazı göstergeler daha fazla ön plana çıkacaktır ancak tercih edilen göstergenin neden ön plana çıktığına dair ikna edici teknik bir perspektif sunulması önemli. Aksi takdirde iletişimde yapılan anlık manevraların para politikası kredibilitesine zarar vermesi kaçınılmaz.

Şunu da belirtmeden bitirmeyelim: Ülkemizde son yıllarda genel enflasyon beklentilerindeki bozulma nedeniyle çekirdek enflasyon göstergelerinin bilgi değeri oldukça zayıfladı. Enflasyonla ciddi mücadele edilmediği için birçok sektörde fiyatlama davranışı kontrolden çıkmış durumda. Böyle bir konjonktürde gıda fiyatlarındaki artışın gerçekten arz yönlü mü yoksa genel enflasyonun bir uzantısı mı olduğunu ayrıştırmak çok zor olduğundan pratikte çekirdek göstergelerin de bir önemi kalmıyor. Aynen yoğun sisli havada görüş mesafesi sıfıra indiğinde hangi farı kullandığınızın artık fark etmemesi gibi.

Özetle, mevcut dönemde ülkemizde çekirdek enflasyonun ön plana çıkarılması ne kadar doğru tartışılır; ancak yine de bir çekirdek yaklaşımına ihtiyaç duyuluyorsa, B endeksinin bilgi değeri fiyatlama davranışına dair diğer tamamlayıcı çekirdek göstergelerle birleştirilerek makul bir iletişimle kullanılabilir. Bundan daha önemlisi ise para politikası ve iletişiminde zikzak yapmadan sistematik, veri odaklı ve şeffaf bir yaklaşımın tesis edilmesi.

Hakan KARA

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.