GÜNCEL
İbrahim TURAHN yazdı: Temel İçgüdü
Önümüzde kalan süre iyi değerlendirilebilirse yeniden orta sınıf rasyonelliğine dayalı modern toplum olma umutları yeşertilebilir. Tabii bunlar, iflah olmaz bir iyimserin temennileri. Yoksa değil mi? Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı İbrahim Turhan Türkiye’nin ekonomik panoramasını yazdı.

Yayınlanma:
2 yıl önce|
Yazan:
BankaVitrini
Türkiye 2018 yılından beri, yoğunluğu zaman zaman değişse de süreğen hale gelmiş bir ekonomik kriz yaşıyor. “Siz iktisatçılar yıllardır ‘batarız’ diyorsunuz ama bakın hâlâ batmadık” diye itiraz edenler olabilir. Onlara, ülkelerin gemiler gibi ‘batmayacağını’ anlatmak kolay değil. Bir ülke yerin dibine ‘batmaz’ tabii ki. Dünyada en derin ekonomik krizlerde bile iktisadi faaliyet tamamen durmaz. O zaman ‘batmak’tan kastedilen nedir? Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hasılası 2022 yılında 800 milyar dolar civarında olacak. Bu da demektir ki küresel hasıla içindeki, bir başka deyişle küresel refah içindeki payımız yüzde 0,8’in altında olacak. Bu ise bu oranın 1976’daki ya da 1999’daki düzeyine eşit. Küresel refahtan aldığı, küresel hasıla içindeki payı bu düzeylere gerilemiş olan bir ekonomi için hangi nitelendirmeyi kullanırsanız kullanın.
Şu anda zincir marketlerdeki ürün fiyatlarından, bankaların kredilere ve mevduata uygulayacakları faiz oranlarına kadar birçok fiyata devlet karar veriyor ve yazılı bir kurala dayanmayan bu kararlarını ilgili taraflara dayatıyor. Dövizle işlem yapmak, döviz bulundurmak 1970’lerdeki gibi hapisle cezalandırılmıyorsa da Merkez Bankası’nın bu konudaki ‘telkinlerine ve tavsiyelerine’ gönüllü(!) olarak uymayanların başına, kredi kullanamamak da dâhil bir hayli dert açılabiliyor. Hazinenin ihraç ettiği uzun vadeli Türk lirası cinsinden tahvillerin getirisi, mucizevî bir biçimde benzer vadedeki ABD doları cinsinden tahvillerin getirisinin altında. Bu listeyi uzatmak mümkün ama sözün özü; 1980’lerin ortasından beri en zor koşullarda bile dışa açık bir serbest piyasa ekonomisi olmayı sürdürebilmiş Türkiye, bundan beş yıl önce kötü bir şaka ya da korkulu bir kabus olarak yorumlanabilecek bir modele yakınsamış durumda.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız gelişmeler adım adım, kademe kademe gerçekleştiğinden, “içinde bulundukları kaptaki su yavaş yavaş ısıtıldığı için farkına varamadan haşlanan kurbağalar” hikâyesindekine benzer bir algı sorunu yaşanıyor. Buna toplumsal/kitlesel duygu durum bozukluğu tanısı konsa yeridir. ‘Batma’ tartışmasını daha fazla uzatmak istemiyorum. Bu yüzden son bir veriyle bu parantezi kapatalım. Bu yıldan sonra ekonomi yönetimi düzelse, politikalar öngörülebilir olsa, güven yeniden sağlansa; kısacası her şey yolunda gitse ve bu arada küresel ekonomiden kaynaklanacak olumsuz bir dışsal şok da yaşanmasa bile Türkiye’nin ABD doları cinsinden reel olarak 2013 yılındaki kişi başına milli gelir düzeyine ulaşması beş yıl alır. Bir başka deyişle, on beş yıl sonra aynı gelir düzeyine gelmiş oluruz. Ülkenin, daha doğrusu ülkede yaşayan 80 milyon insanın yaşamından kaybedilen on beş yıl!… Artık siz nasıl adlandırırsanız…
Böyle bir ekonomik tablo dünyanın bütün demokratik ülkelerinde iktidar açısından ciddi sıkıntıya yol açar. Süleyman Demirel’in siyaset literatürümüze geçen; “boş tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur” sözü bu siyasal gerçeğin tespitidir.
Enflasyon liginde Zimbabve, Venezuela, Suriye, Lübnan, Arjantin ve Sudan’ın arkasından geliyoruz. Hükümetin “enflasyon düşecek” diye müjdelediği düzey yüzde 40’lı düzeyler. Gelir dağılımı bozulmuş, yoksulluk artmış. “Çamaşır makinesi, renkli televizyon, telefon ve otomobil sahipliği ile ekonomik olarak beklenmedik harcamaları yapabilme, evden uzakta bir haftalık tatil masrafını karşılayabilme, kira, konut kredisi ve faizli borçları ödeyebilme, iki günde bir et, tavuk, balık içeren yemek yiyebilme ve evin ısınma ihtiyacını karşılayabilme durumu ile ilgili durumu” yansıtan maddi yoksunluk göstergelerinden en az dördünü yaşayan hane sayısı, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan resmi verilere göre yüzde 27. Yani her dört haneden biri ciddi maddi yoksunluk içinde. İki kişinin asgari ücretle çalıştığı dört kişilik bir ailede gelir düzeyi, Dünya Bankası tarafından Türkiye’nin içinde bulunduğu ülkeler kategorisindeki yoksulluk sınırının sadece yüzde 9 üzerinde, o da bugünkü bastırılmış döviz kuru ile.
Böyle bir ekonomik tablo dünyanın bütün demokratik ülkelerinde iktidar açısından ciddi sıkıntıya yol açar. Süleyman Demirel’in siyaset literatürümüze geçen; “boş tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur” sözü bu siyasal gerçeğin tespitidir. Ekonomide yaşanan ağır tabloya karşın son dönemde iktidarın büyük ortağı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oylarında bir artış eğilimi olduğu nerdeyse bütün seçim anketlerinde gözleniyor. Aynı şekilde Haziran ayından beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan seçmen desteği sosyal bilimlere meydan okurcasına artıyor. Hayat pahalılığının can yakacak ölçüde hissedildiği bir ortamda iktidar partisinin hâlâ en fazla oyu alacağına işaret eden bulgular siyaset sosyolojisi açısından büyük bir muamma mı acaba?
Modern iktisat bilimi politik iktisat olarak başladı. Klasik İktisat okulunun kurucu isimlerinden Ricardo’nun 1817’de, liberalizmin en önemli isimlerinden Mill’in 1848’de yayımlanan kitaplarında iktisat bilimi “politik iktisat” olarak adlandırılmıştır. İktisat tarihçisi ve Karl Polanyi’nin çalışmalarından esinlenen bir grup akademisyen tarafından 1970’li yıllarda bağımsız bir disiplin haline gelen uluslararası siyasal iktisat, iktisadi analizde “ne üretelim, nasıl üretelim, kimin için üretelim” soruları kadar iktidar ve ekonomi arasındaki ilişkiler bağlamındaki temel sorularına da vurgu yapar. Bu yaklaşıma göre; iktidarın ekonomiyi şekillendirmek için nasıl kullanıldığına ve siyasal gücün faydayı-maliyeti, fırsatları-riskleri sistem içindeki sosyal gruplar, işletmeler ve kuruluşlar arasında nasıl dağıttığına dair temel sorulara açık ya da örtük cevaplar vermeden iktisadî analizin nihai sonucuna ulaşılamaz. Söz konusu akımın simge ismi Susan Strange bunu “cui bono” (kimin yararına) sorusuyla formülleştirmiştir. Bu bağlamda güç (siyaset) faydanın-maliyetin farklı kesimler arasında nasıl dağıtılacağını belirlerken ortaya çıkan ekonomik sonuç da bir sonraki aşamada siyasal gücün nasıl dağıtılacağını belirlemektedir. Siyaset güç, ekonomi enerjidir. Böylece siyaset ile ekonomi arasında sürekli ve karşılıklı bir etkileşim söz konusudur.
Türkiye siyasetini bu okuma üzerinden analiz etmek yakın zamana kadar mümkündü. 1990’lı yıllarda kamu açıkları vererek Türk lirası faizleri yüksek tutmaya, böylece iki, hatta bazen üç haneli enflasyona rağmen döviz cinsinden reel getiri sunarak sıcak para çekmeye, o dönemde büyümenin neredeyse zorunlu koşulu olan yurt içindeki tasarruf-yatırım açığını bu yolla finanse etmeye dayalı ekonomi politik model arka arkaya ciddi krizlere yol açmıştı. 2001 yılında Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 1990 yılındaki düzeyinin altına gerilemiş, finansal sistem ağır darbe almış, bütün toplum kesimleri sıkıntıya düşmüştü. Böyle bir dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi hem siyasal hem ekonomik olarak reformcu bir vizyonla ortaya çıktı.
Türkiye toplumu 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ardından yirmi yıl boyunca rahatlıkla şoven diye nitelendirilebilecek yoğun bir propagandaya, hatta indoktrinasyona maruz kamıştı. Muhalefetin bütün eleştirilerine karşın böyle bir topluma “özgürlük-güvenlik dengesi” çerçevesinde Avrupa Birliği hedefini, Kıbrıs’ta federal çözümü, küresel ekonomi ile bütünleşmeyi, demokrasi ve yargı reformlarını, Kürt açılımını vizyon olarak sunan Adalet ve Kalkınma Partisi ilk on iki yıllık dönemde her seçimde oyunu artırarak iktidarını korudu. Farklı kesimlerden muarızları, her biri kendi meşrebine göre; Avrupa Birliği’nin Hristiyan kulübü olduğunu ve Kıbrıs’ta şehit kanlarıyla kurtarılan vatan toprağının satıldığını öne sürdü, Kürt açılımının bölücülük olduğunu savundu, demokratikleşmeyi irticanın paravanı olarak yaftaladı ve küresel ekonomi ile bütünleşme yolunda atılan adımları mandacılık olarak mahkum etmeye çalıştı Üstelik o dönemde oldukça disiplinli bir maliye politikası izleyen Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetlerini gözden düşürmek için “çiftçiye 1 liraya mazot”tan herkese vatandaşlık maaşı bağlamaya kadar bir dizi popülist vaatte de bulundu. Bütün bu kimlik temelli eleştirilere ve popülist vaatlere karşın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin giderek güçlenmesinin arkasında yatan dinamik ekonomi politik vizyonunun toplum tarafından benimsenmesiydi. Küresel nüfus içindeki payı yüzde 1 olan Türkiye’nin küresel refahtan aldığı pay ilk kez yüzde 1,25’e yükselmişti. Bu, Türkiye’deki kişi başına düşen milli gelirin dünya ortalamasının üzerine çıkması anlamı taşıyordu.
Sonra tılsım bozuldu… Sebebi ister güç zehirlenmesi ister iktidarın sahip olduğu dünya görüşünün yapısal açmazları ister küresel ölçekte “zamanın ruhunun” değişmesi olsun, büyük ve korkunç bir siyasal metamorfoz yaşandı
Türkiye’deki kişi başına düşen milli gelirin ABD’deki kişi başına düşen milli gelire oranı 1961-2001 arasındaki kırk yıllık dönemde ortalama yüzde 10 olmuştu. Bir başka deyişle on Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının geliri, ancak bir ABD vatandaşının geliri kadar ediyordu. 2013’te bu oran yüzde 24’e, yani bire karşı dörde kadar yükseldi. Aynı zamanda kişi başına düşen gelir de milenyumun başındaki düzeyinin dört katından fazlasına ulaşmıştı. Türkiye’de bir “orta sınıflaşma” yaşanıyordu. El ya da beyin emeği ile çalışanlar, uzun vadeli ipotek kredileri ile ev sahibi olabiliyor, tüketici kredisiyle otomobil alabiliyor, çocuklarını özel okullara gönderebiliyor, yılda birkaç kez ailece tatile gidebiliyordu. Hatta yurt dışı tatil bile toplumun üçte biri için ulaşılabilir bir hedef haline gelmişti. Bu ekonomi politik gerçeklik karşısında ulusalcı hamaset ve kimlik temelli siyaset retoriği de bölünme ve irtica fobileri de rağbet görmüyordu.
Sonra tılsım bozuldu… Sebebi ister güç zehirlenmesi ister iktidarın sahip olduğu dünya görüşünün yapısal açmazları ister küresel ölçekte “zamanın ruhunun” değişmesi olsun, büyük ve korkunç bir siyasal metamorfoz yaşandı (Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı ve uzun bir analizi Perspektif’te yayımlanan “Neden Olmadı” makalemde paylaştım). İktidar, 1990’lı yılların adlandırmasıyla “derin devlet” güçleri ile ittifak kurarak geçmişte simgesi olduğu siyasetin -matematikteki deyimiyle- adeta “değili” konumunu aldı. Adalet ve Kalkınma Partisi topluma umut vadeden reformcu bir gelecek vizyonu sunmak yerine varoluşsal korkuları gerekçe göstererek oy isteyen bir statüko muhafızına dönüştü. Bunun sonucu olarak seçmenden oy isterken artık -dikiz aynasına bakarak otomobil süren bir şoför gibi- sadece geçmişte gerçekleştirdiklerini öne sürebiliyordu. Gelecek vizyonu diye sunduğu programların adlandırması bile 2053 ve 2071 hedefleri gibi, rasyonel ve çağdaş bir orta vadeli plana değil geçmişin altın çağını çağrıştıran simgesel tarihlere referans veren romantik hülyalardan ibaretti.
İktidardan ilkesel gerekçelerle ayrılan unsurları da içine alarak güçlenen muhalefet cephesi, yakın dönemin en ağır ekonomik kriziyle sarsılan topluma bir alternatif sunmaya çalışıyor. Anket sonuçlarından anlaşıldığı kadarıyla en azından bugün itibarıyla toplum, muhalefetin hak-hukuk-adalet, özgürlük ve demokrasi gibi değer temelli siyasal mesajlarını da vaatlerini de yeterince samimi ve inandırıcı bir seçenek olarak görmüyor. Bunun yerine, vizyonsuzluğa düşen iktidar cephesiyle birlikte sanki toplum da ekonomi politik duyarlılıklarını yitirmiş gibi. Cumhur İttifakının seslendiği ilkel dürtüler yirmi yıllık bir geri sıçrama ile temel içgüdüyü harekete geçirmiş görünüyor. Batı toplumunun geçirdiği tarihsel süreci deneyimlememiş olan Türkiye’nin, modern toplum davranışı sergilemekte zorlanması anlaşılabilir olsa da tarım toplumlarının modernleşmeye verdiği tepkilere bu kadar çabuk geri dönülmüş olması dikkat çekici. Bunu, tarihsel sebeplerle Türkiye’de çağdaş anlamda bir toplumsal yapı kurulamamış olmasıyla açıklamak mümkün. Kimlik ve aidiyet kamusal alanda hâlâ çok belirleyici. Bu, bir ölçüde bireyleşmenin gerçekleşememesi ile ilgili. Bireyleşemeyen, bireysel değer bulamayan topluluklar, değişim travmasına sağlıksız tepkilerle karşılık verir. Kısacası birey olmayınca modern toplum da olmuyor. Bu ise modern ekonomik ve siyasal yapıya uygun olmayan “kabile toplumu” kurgusunu kamusal alanda belirleyici hale getiriyor.
Yazının girişinde çizdiğimiz ağır ekonomik tabloya karşın iktidarın gücünü hâlâ şaşırtıcı bir ölçekte koruyor olması muhalefetin vizyonunun da toplumsal beklentileri harekete geçirecek nitelikte olmamasıyla ilgisi olabilir mi?
Bireyin siyasal karşılığı ‘eşit ve özgür yurttaşlık bilinci’ olduğu gibi kendi kendine yeten, ekonomik değer üretebilen rasyonel bireylerin siyasal kurgusu da anayasal kamu düzenidir. Evrensel insan hakları, devleti hesap vermeye zorlayan vergi bilinci, hukuk devleti gibi kavramlar bu ortamda yeşerir. Değer temelli siyaset, ve bunun bir yansıması olarak yurttaşların ekonomi politik güdüyle siyasal tercihte bulunması böyle toplumlarda doğal durumdur. Evrensel değerleri özümseyerek özgüven kazanamayan, yetişkinliğe geçemeyen topluluklar ise, bilimin ve teknolojinin getirdiği altyapı değişiminden korkar, kendini içinde güvende hissedeceği kimlik temelli informel gruplara sığınır. Modern dönemde de olsa bunlar kabile yapılarıdır. Bu sosyolojik hastalığın, kentleşmeyle birlikte kendisini gösteren semptomuna “mahalle taassubu/bağnazlığı” adı verilir. Modern toplum davranışı yerine kabilelerden oluşan topluluk şeklinde davranan toplumlar kimlik temelli ve aidiyete dayalı siyasal tercihlere yönelir. Bir başka deyişle siyasal tercihte bulunurken ekonomi politik güdüyle değil temel içgüdüyle davranmaya başlar.
Kabile toplumu kendisi gibi olmayandan korkar. Bu korku hızla önce öfkeye, sonra nefrete ve düşmanlığa dönüşür. Çünkü her farklılık kendi kapalı toplumlarının varoluşunu tehdit eden bir saldırı olarak tanımlanır. Aslında zenofobi (kendisi gibi olmayandan korkma) bütün canlılarda görünebilen, korunmaya yönelik içgüdüsel bir tepkidir ama modern toplumlarda siyasal tercihlerin içgüdülerle belirlenmesi faşizm ve yabancı düşmanlığı gibi büyük felaketleri doğurur. Kabileci zihin; dünyayı ve kendi dışındaki gerçekliği kavrayamadığı için hırçındır ve içe kapanmacıdır. Dünyanın büyüklüğü, yaşamın çeşitliliği fobilerini tetikler. Bu zihniyet, kendi kafa konforunu sağlayan kurgu ile çelişen her şeyi komplolarla açıklar, açık gerçekleri bile reddeder. Kendi içlerindeki mensuplarını kabilenin mutlak doğruları istikametinde biçimlendirmek yaşamsal önem taşır. Eğitimden anladıkları, gençlere evrensel değerler doğrultusunda çağdaş toplumun kendi kendine yeten ve katma değer üretebilen eşit ve özgür bireyleri haline gelmek için gereksinim duyacakları donanımı sunmak değil kolektif indoktrinasyondur. İmkanını bulduklarında kendi yaşam tarzlarını ve bunu meşrulaştıran dogmalarını dışlarındaki insanlara dayatmaya çalışırlar. Şablonlar ile düşünür, kalıplar ile yaşarlar. Amaçları eskinin güzel günlerine, altın çağa dönmek olduğundan termodinamiğin entropi yasası ile kavga edip dururlar. Varoluş gerçekliğini keşfetmeye çalışmak yerine bambaşka bir gerçekliği, adeta bir deli gömleği gibi bugüne giydirmek için zorlarlar. Sorgulamaktan korkarlar, birçok tabuları vardır. Acı olan ise mahalle taassubunun, kabileciliğin Türkiye’de sadece bir kesime mahsus olmamasıdır.
Acaba yazının girişinde çizdiğimiz ağır ekonomik tabloya karşın iktidarın gücünü hâlâ şaşırtıcı bir ölçekte koruyor olması muhalefetin vizyonunun da toplumsal beklentileri harekete geçirecek nitelikte olmamasıyla ilgisi olabilir mi? Adalet ve Kalkınma Partisi’ne alternatif olabilmek için çaba harcayan siyasal partiler, onu yirmi yıl iktidarda tutan 2002’deki ekonomi politik vizyonuna benzer ama onu da aşacak, yirmi yıl sonrasına seslenebilecek kapsayıcı ve reformcu bir vizyon sunmak yerine metamorfoz geçirmiş Adalet ve Kalkınma Partisi’nin mevcut sorunlu sürümünün sınırlarını çizdiği sahada ve onun kurallarıyla oynama yanılgısına düşmüş olabilir mi? Türkiye’ye ilişkin toplumsal araştırmalar halkın önemli bir kısmının kendisinden farklı olan kesimlerin özgürlüklerine karşı çıktığına, hatta farklılıklara tahammülü olmadığına dair bulgular sunuyor. Bir başka deyişle aslında öyle tabandan gelen güçlü bir özgürlük talebinin varlığı kuşkulu. Zaman zaman tanık olduğumuz gibi serbest piyasa ekonomisi ve küresel ekonomik bütünleşme de halk açısından olmazsa olmaz görülmüyor. Yani aslında Türkiye’nin fabrika ayarlarının özgürlükleri ve özgürlükçülüğü (liberalizm) ne ölçüde içerdiği tartışmaya açık. Toplumun kendiliğinden özgürlükçü olmasını beklemek hayalcilik olabilir ama en azından siyasal ve entelektüel liderliğin toplumun önüne ekonomi politik vizyon koyarak toplumu modernleştirmeyi amaçlaması önemlidir. Bu başarılamazsa, birbirinden kuşku duyan, geçmişin korkularına esir olmuş ve toplum olmayı beceremeyen bir kabileler topluluğu olarak mahallelerimizin sınırları elverdiğince bir o yana bir bu yana savrulup dururken siyasal elitin de siyaset yarışını “hangimiz temel içgüdüye daha iyi seslenebileceğiz” çerçevesine sıkıştırması riskiyle karşı karşıya kalacağız. Üstelik daha önce Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk yıllarıyla ilgili analizde değindiğim gibi siyasal elitin topluma öncülük etmesi ve toplumsal dinamikleri harekete geçirecek reformcu ama aynı zamanda gerçekçi bir vizyon çizmesi durumunda sonuç da alınabiliyor. Benzer biçimde 1965’te Süleyman Demirel’in “özgürlük içinde kalkınma”, “büyük Türkiye”, “mamur ve müreffeh Türkiye”, “şehirde ne varsa köyde de o olacaktır” sloganlarıyla örülen vizyonu da örnek verilebilir. Yine Bülent Ecevit’in 1970’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi’ni “devlet partisi”nden “emekçi partisi”ne dönüştürmek için koşulları zorladığı dönemde kullandığı “sanayiin ve tarımın bütün yurtta hızla geliştiği ve gelişme nimetlerinin tüm halkımıza hakça dağıtıldığı, tüm çalışanları refaha kavuşturan hakça düzen” vizyonu Cumhuriyet Halk Partisi’ni serbest bir seçimde aldığı en yüksek oy oranına ulaştırmıştır.
Hâlâ çok geç değil. Önümüzde kalan süre iyi değerlendirilebilirse yeniden orta sınıf rasyonelliğine dayalı modern toplum olma umutları yeşertilebilir. Tabii bunlar, iflah olmaz bir iyimserin temennileri. Yoksa değil mi?
İbrahim TUHAN
İlginizi Çekebilir
ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA
“Nasıl Yatırım Yapılır?” – Kitap Özeti

Yayınlanma:
11 saat önce|
25/06/2025Yazan:
BankaVitrini
Kitap Künyesi
-
Kitap Adı: Nasıl Yatırım Yapılır?
-
Alt Başlık: Kişisel Yatırımın Cesur ve Yeni Dünyasına Yolculuk
-
Yazarlar:
-
Peter Stanyer
-
Masood Javaid
-
Stephen Satchell
-
-
Çevirmen: S. Cem Çiloğlu
-
Yayınevi: The Economist Books / Türkçe baskı: Epsilon yayınevi
-
Dil: Türkçe (Orijinal dil: İngilizce)
-
Kapsam: Yatırımın temellerinden başlayarak kişisel finans, portföy yönetimi, risk dağılımı ve yeni nesil yatırım araçlarına kadar geniş bir perspektif sunar.
-
Hedef Kitle: Yatırıma yeni başlayacak bireyler, kişisel finansına yön vermek isteyenler ve stratejik portföy oluşturmak isteyen yatırımcılar.
İçerik Özeti
-
Yatırımın Temel İlkeleri
-
Risk ve Getiri Dengesi
-
Portföy Teorisi
-
Fon Seçimi ve Dağılımı
-
Alternatif Yatırım Araçları (ETF’ler, tahviller, emtialar, kripto varlıklar)
-
Yatırım Psikolojisi ve Karar Alma Süreçleri
-
Güncel Piyasa Gelişmeleri ve Etkileri
“Nasıl Yatırım Yapılır?” – Kitap Özeti
1. Yatırımın Temelleri
Kitap, yatırımın amacını net şekilde tanımlayarak başlar: paranın zaman içindeki değerini korumak ve artırmak. Yatırımcılar için temel kavramlar olan risk, getiri, zaman ufku, likidite gibi konular ele alınır.
📌 Ana fikir: Her yatırım bir risk içerir; önemli olan bu riski bilinçli şekilde yönetebilmektir.
2. Portföy Oluşturma ve Risk Dağılımı (Diversifikasyon)
Yazarlar, yatırımcılara tüm yumurtaları aynı sepete koymamaları gerektiğini anlatır. Portföy oluştururken farklı varlık türleri arasında dağılım yapmanın önemi vurgulanır: hisse senetleri, tahviller, nakit, emtialar, alternatif yatırımlar gibi.
📌 Ana fikir: Sağlam bir yatırım stratejisi; çeşitlendirme, maliyet bilinci ve hedefe uygunlukla mümkündür.
3. Varlık Sınıfları ve Araçlar
Bu bölümde yatırım yapılabilecek başlıca varlıklar detaylı şekilde anlatılır:
-
Hisse senetleri: Uzun vadede büyüme sağlayan ama dalgalı ürünlerdir.
-
Tahviller: Daha düşük riskli, ama sınırlı getirili.
-
Nakit ve mevduat: Güvenli ama enflasyona karşı kırılgan.
-
Alternatif yatırım araçları: Gayrimenkul, hedge fonları, özel sermaye ve son zamanlarda kripto varlıklar gibi yeni trendler.
📌 Ana fikir: Her varlık sınıfının risk-profili farklıdır ve yatırımcının hedeflerine göre seçilmelidir.
4. Zaman ve Psikoloji Faktörü
Yatırımcıların en büyük düşmanlarından biri kendileridir. Korku, açgözlülük, sürü psikolojisi gibi duygusal faktörlerin yatırım kararlarını nasıl etkilediği anlatılır. Piyasa zamanlamasının zor olduğu, uzun vadeli düşünmenin önemi vurgulanır.
📌 Ana fikir: Duygusal kararlar yerine disiplinli bir yatırım stratejisi başarı getirir.
5. Yatırım Stratejileri ve Yaklaşımlar
Pasif ve aktif yatırım farkı, endeks fonlarının avantajları, değer ve büyüme yatırımcılığı gibi farklı yatırım stratejileri açıklanır. Ayrıca, yaşa ve gelir seviyesine göre yatırım stratejileri örneklenir.
📌 Ana fikir: Herkesin yatırım stratejisi kişisel durumuna, hedeflerine ve risk toleransına uygun olmalıdır.
6. Geleceğe Hazırlık ve Yeni Trendler
Kitabın son bölümleri geleceğin yatırım dünyasına odaklanır. ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim kriterleri), yapay zeka destekli algoritmalar, robo-danışmanlar, fintech’ler gibi konular ele alınır.
📌 Ana fikir: Yatırım dünyası hızla değişiyor; bilgiye açık ve adapte olabilen yatırımcılar öne çıkacak.
Genel Değerlendirme
Bu kitap, yatırım dünyasına giriş yapmak isteyenler için bilimsel temellere dayalı, pratik ve anlaşılır bir kılavuzdur. Hem yeni başlayanlar hem de stratejisini geliştirmek isteyen yatırımcılar için değerli bilgiler sunar.
Dr. Abbas Karakaya
KÜÇÜKLERE/BÜYÜKLERE YAZ OKUMALARI-II

Yayınlanma:
13 saat önce|
25/06/2025Yazan:
Dr. Abbas Karakaya
Kitap okunan yerde sevgi ve umut vardır sloganımızı tekrarlayarak bu yazımıza başlayalım. Bu yazıda iki kitap var. Birincisi, Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık (Balaca Gara Balıg) adlı şaheseri. Sadece İran’da değil, dünyanın pek çok yerinde okunmuş ve çok sevilmiş bir kitaptır bu. Yaşadığı derede sıkılan, derenin sonunu merak eden Küçük Kara Balık annesinin ve çevresindeki büyüklerin tüm itirazlarına rağmen evinden, yani deresinden ayrılır ve dünyanın geri kalanının (ırmak, göl, deniz) keşfine çıkar. Engellerle, tehlikelerle karşılaşsa da yolundan vazgeçmez. Gördükleri, yaşadıkları mücadele etmenin, dayanışmanın, yeni şeyler öğrenmenin, zorluklarla karşılaşıp kendi gücü ve sınırlarını keşfetmenin mutluluğunu yaşatır Küçük Kara Balığa. Küçük Kara Balığın hayatı, yolculuğu onu tanıyana balıklara arasında dilden dile anlatılan bir efsaneye dönüşür. Öykünün sonunda ihtiyar bir balık KKB’ın hayatını ‘on iki bin torununa’ anlatır. Ve dinleyici yavru balıklardan birinin düşüne ‘deniz’ girer. Adı Küçük Kırmızı Balık olan bu yavru balık ‘Sabaha kadar denizi düşündü durdu’. Hikayemiz bu tümceyle biter.
İkinci kitabımız da bir evden ayrılış, kendini bulma hikayesi. Rusya’nın tanınmış çocuk kitapları yazarı Eduard N. Uspenski’nin Fedor Amca adlı kitabı. Fedor Amca öykünün ana kahramanı olan altı yaşında bir çocuk. Ailesi, çok sevdiği, konuşan kedisinin evde yaşamasına izin vermeyince evden ayrılır, bir köyde yaşamaya başlar. Köyde daha başka hayvan arkadaşları da olur. Doğayı, hayvanları, insanları birinci elden tanımak zorunda kalır. Gülmece türünde usta işi bir kitap. Küçük Kara Balık’a göre Fedor Amca’nın evden ayrılış sebepleri farklı olsa da iki karakter de aklına koydukları şeyi itirazlara rağmen gerçekleştirirler. Fedor Amca köyde yaşarken anne ve babasını mektupsuz bırakmaz. Ancak gelip eve götürmelerini önlemek için yaşadığı köyün adını, adresini bildirmez. Kitabı aslından çeviren Faruk ünlütürk’ün çevirisi de çok güzel. G. Kalinovski’nin sevimli, sade çizimleri de kitabın lezzetini artırıyor.
Karşı çıkmayı ve kararlı olmayı didaktizme düşmeden anlatan bu iki ölümsüz, güzel kitap kalbinizde ve zihninizde iz bırakacak. Okuması sizden.
ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA
Ateşkesle petrol geriledi. Faiz indirim umuduyla Türk piyasaları canlandı

Yayınlanma:
18 saat önce|
25/06/2025Yazan:
BankaVitrini
İran ve İsrail, 12 gün süren çatışmaların ardından Trump’ın aracılığıyla ilan edilen ateşkese büyük ölçüde uyarken, taraflar zafer ilan etse de ateşkesin kırılgan olduğu ve karşılıklı ihlâl suçlamalarının sürdüğü görülüyor. ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı’nın ön raporuna göre, Trump’ın “nükleer programı yok ettik” iddiasına karşın İran’ın nükleer kapasitesi yalnızca birkaç ay geriye itildi; yeraltı tesislerin girişleri kapansa da altyapı büyük ölçüde sağlam kaldı. Bu gelişme, Trump’ın İran’a yönelik hava saldırısının başkanlığının en büyük siyasi kumarı olarak görülmesine yol açarken, “sınırlı müdahale ile büyük diplomatik zafer” stratejisinin uzun vadede ters tepebileceği vurgulanıyor. Özellikle Trump’ın kampanya döneminde verdiği “sonsuz savaşlara son” sözleriyle çelişen bu adım, hem MAGA hareketinde kafa karışıklığına neden oldu hem de dış politikada kırılganlık yarattı. Nitekim Reuters/Ipsos anketine göre kamuoyunun sadece %36’sı saldırıyı destekliyor, Trump’ın genel onay oranı ise %41’e gerileyerek ikinci döneminin en düşük seviyesine inmiş durumda.
Dün ateşkesin kırılganlığına dair gelen haber akışlarına rağmen piyasalar, yaşananları bir belirsizlik değil, taşların yerine oturması için gereken bir geçiş süreci olarak yorumladı ve günü iyimser bir havada tamamladı. Jeopolitik tansiyonun düşmesi ve Hürmüz Boğazı’nın kapanmayacağına dair beklentiler, arz endişelerini yatıştırırken, tahterevalli misali hareket eden petrol fiyatları savaş öncesi seviyelere geri döndü. Brent petrolün varil fiyatı %12 gerileyerek 67 dolar seviyesini test etti.
Güvenli liman altın, geçtiğimiz hafta artan risklerle 3,450 doları görmesinin ardından, ateşkes haberiyle birlikte 3,295 dolara kadar geri çekildi ve bu sabah itibarıyla 3,330 dolar seviyesine toparlandı. Altındaki bu düzeltme, gümüş fiyatlarını da baskıladı. On üç yılın zirvesine yürüyen hareketin başlangıç noktası olan 35,25 dolar seviyesi dün bir kez daha test edilse de, bu sabah gümüşün yeniden 36 dolar seviyesine toparladığını görüyoruz. Öte yandan, fiat para sistemine olan güvenin sarsıldığı bu dönemde alternatif değer saklama aracı olarak öne çıkan Bitcoin, 107bin dolar seviyesine yükselerek direnç hattını zorlamaya başladı. Asıl ivmenin ise 113 bin dolar seviyesinin aşılmasıyla hız kazanacağı görüşündeyiz (bakınız grafik).
FED Başkanı Powell, Kongre’de yaptığı yarıyıl sunumunda, henüz faiz indirimine gitmek için acele etmeyeceklerini yineledi. Yaz aylarında gümrük tarifelerinin enflasyonu yukarı çekmeye başlayabileceğini belirten Powell, bu gelişmelerin para politikası kararları açısından belirleyici olacağını vurguladı. Güçlü seyreden işgücü piyasası ve tarifelerin nihai etkisine dair belirsizlik nedeniyle temmuz toplantısı dâhil, kısa vadede faiz indiriminin gündemde olmadığını açıkladı. Powell, FED’in Trump yönetiminin ticaret politikalarına destek ya da karşı durmak gibi bir amacı olmadığını, ancak bu politikaların enflasyon üzerindeki etkisinin dikkatle izlenmesi gerektiğini ifade etti.
Powell’ın ifadeleri, yatırımcıların temmuzda faiz indirimi beklentilerini azaltmasına, bunun yerine eylül ayında bir indirim olasılığını daha fazla fiyatlamasına neden oldu. FED’in mevcut para politikası duruşunu koruduğunu yineleyen Powell, enflasyonun gerçekten sınırlı kalması durumunda faiz indiriminin erkene çekilebileceğini de söyledi. Öte yandan, Trump’ın Powell’a yönelik eleştirileri yeniden gündeme gelirken, Başkan’ın FED’in politika faizini en az 2-3 puan daha düşük seviyeye çekmesi gerektiği yönündeki açıklamaları da dikkat çekti.
Vadeli kontralara göre, FED’den sene sonuna kadar 60 baz puan yani en az iki kez 25 baz puan faiz indirimi fiyatlanıyor. Powell’ın açıklamalarına rağmen son üç haftadır gerileyen 10 yıllık gösterge ABD tahvil faizi %4,30 seviyesini test etti. Dolar zayıflığı ise şiddetini daha da artırdı: DXY 97’li seviyelere kadar gerileyerek son üç yılın en düşük seviyesini test ederken, EURUSD paritesi ise 1,1640 seviyesini test ederek son dört yılın zirvesine yürüdü. Daha basit bir anlatımla, eğer dolar sene başı 100 seviyesinde ise bugün 90 seviyesine gerilerken, EUR ise 112 seviyesine yükseldi!
İsrail-İran savaşında taraflar ateşkesi resmî olarak kabul etmeleri ve petrol fiyatlarının savaş öncesi döneme geri gelmesi Türk mali piyasalarını belirgin derecede olumlu etkiledi. Jeopolitik riskler ve beraberinde artan enerji fiyatlarına paralel Haziran toplantısını pas geçen TCMB’nin Temmuz toplantısında 350 baz puan faiz indirimine gideceğine kesin gözüyle bakılınca, TL ve TL cinsi varlıklara alım geldi. Şöyle ki, savaş süresince negatif etkilenen hisse senetleri, dün de bültenimizde belirttiğimiz üzere alımlara sahne olarak günü %3,4 yükselişle tamamladı. Teknik mânâda yukarıda 9,800 endeks seviyesine kadar yükseliş isteğinin korunacağını düşünüyoruz. Bu da ilave %3 yükseliş potansiyeli demek. Öte yandan, faiz indirimlerinin ‘yarayacağı’ bankacılık sektörüne de alıcı gözle bakmak gerektiğini belirtmiştim. Dün XBANK günü %4,3 yükselişle günü tamamlarken, yine faiz indirimi beklentisi ile iki yıl vadeli gösterge bileşik faiz yaklaşık 2,5 puan düşüşle %42,5’e kadar geriledi. USDTRY kuru 39,70’li seviyelere kadar yükselmesi ardından yönünü hafifçe de olsa aşağıya çevirerek 39,58 seviyesini test etti. CDS risk primi yeniden 300 baz puanın altına geriledi.
Havanın olumluya dönmesi ile Hazine 2030 vadeli USD cinsi sukuk ihracı için bankaları dün yetkilendirdi. İhaleye gelep talep 5 milyar doları aşarken, Hazine 2,5 milyar dolar borçlandı; nihai getiri %6,85 oldu. Benzer bir şekilde bir önceki gün de Eximbank da %7 getiri ile 500 milyon dolar büyüklüğünde 3 yıl vadeli tahvil ihracı yapmıştı.
Dün Türkiye cephesinde açıklanan reel sektör güven endeksi ve finansal kesim dışındaki firmaların net döviz pozisyonu dikkatimizi çekti. Haziran ayında mevsimsellikten arındırılmış seriye reel sektör güveni son 10 ayın en düşük düzeyinde gerçekleşirken, enflasyon beklentilerindeki düzelme ise devam etti. Öte yandan, finansal kesim dışındaki firmaların net döviz pozisyonu Nisan ayında bir önceki aya göre yaklaşık 12 milyar dolar daha bozulurken, toplam açık pozisyon 172 milyar dolar seviyesine gelerek son yedi yılın en yükseğine ulaştı. Açıklanan İSO 500 verilerinde, şirketlerin yaptığı faaliyet kârın neredeyse tamamının finansman maliyetine gittiğini düşünürsek, şirketlerin yüksek TL faiz yerine faaliyetlerini sürdürmek adına riskli olsa da döviz kredisine baş vurduklarını görüyoruz!
ABD borsalar geceyi %1’in üzerinde yükselişle tamamlarken, yeni gün başlangıcında, Pasifik’in diğer ucunda iyimser havanın koruduğunu görsem de kazanımların çok da güçlü olmadığını not edelim. ABD borsalarının vadeli işlemlerinde de hafif de olsa eksiler göze çarpıyor. Öte yandan gözler Lahey’de toplanan NATO Zirvesini takip ediyor. Liderler, ABD Başkanı Trump’ın baskısıyla savunma harcamaları hedefini GSYH’nin %5’ine çıkarma konusunda uzlaştı. Bu yeni hedef, Trump’ın uzun süredir dile getirdiği müttefikler daha fazla ödemeli talebine yanıt niteliğinde ve 10 yıl içinde hayata geçirilmesi planlanıyor. Harcamaların %3,5’i doğrudan savunma (askerî harcamalar, silahlar vb.), %1,5’i ise siber güvenlik, altyapı ve enerji güvenliği gibi destekleyici kalemlere ayrılacak.
NATO Zirvesi kapsamında Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump bir araya geldiler. İkili ilişkiler, bölgesel ve küresel konular ele alınırken, Trump’ın Netanyahu’ya daha fazla ABD saldırısı beklememesi gerektiğini ilettiğini okuyoruz. Mali piyasaların makro gündemi bugün sakin görünüyor. ABD’de açıklanacak yeni konut satışları takip edilebilir. Her ne kadar küresel arenada haber akışı yoğun olsa da, gözler bir diğer taraftan 30 Haziran tarihinde CHP Kurultayına yönelik iptal duruşmasına çevrildi. İptal yönünde (mutlak butlan) bir karar ihtimalinin zayıf olmadığını özellikle Kılıçdaroğlu’nun basına yansıyan açıklamalarından düşünmeye başladık!
Bitcoin
Teknik mânâda Ters Omuz Baş Omuz (TOBO) görünümü hâkim olsa da, hareketin akım yönü biraz kafamızı karıştırıyor. Normalde TOBO için akım yönünün yani hareketin başlangıç kısmının aşağı yönlü olması gerekirdi. Yine de, 113bin dolar civarında olan boyun çizgisine dikkat edeceğiz. Üzerinde kapanış görmemiz durumunda, teknik mânâda 150bin dolar seviyesinin önünün açılacağını düşünüyoruz.
Emre Değirmencioğlu
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
KATEGORİ
- ALTIN – DÖVİZ – KRIPTO PARA (848)
- BANKA ANALİZLERİ (139)
- BANKA HABERLERİ (3.144)
- BASINDA BİZ (60)
- BORSA (453)
- CEO PERFORMANSLARI (36)
- EKONOMİ (2.853)
- GÜNCEL (3.232)
- GÜNDEM (3.198)
- RÖPORTAJLAR (48)
- SİGORTA (133)
- ŞİRKETLER (2.250)
- SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (475)
- VİDEO Vitrini (19)
- YAZARLAR (1.058)
- Ali Coşkun (24)
- Arif Öztan (7)
- Ayşe Muzaffer Sunguroğlu (7)
- ChatGPT (26)
- Dr. Abbas Karakaya (65)
- Erden Armağan Er (45)
- Erol Taşdelen (569)
- Gizem Taşdelen (7)
- Gülbeyaz Gergün (63)
- Kemal Emirhan Mendi (1)
- Murat Şenol (26)
- Mustafa Akpınar (41)
- Onur ÇELİK (35)
- Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz (80)
- Serhat Can (8)
- Süleyman Çembertaş (16)
- Tungay Dere (18)
- Uğur Durak (33)
- Zuhal KARABULUT (5)
YAZARLAR

“Nasıl Yatırım Yapılır?” – Kitap Özeti

KÜÇÜKLERE/BÜYÜKLERE YAZ OKUMALARI-II

Ateşkesle petrol geriledi. Faiz indirim umuduyla Türk piyasaları canlandı

Veri Okumayan Yönetici, Karanlıkta Yürür

Piyasa Beklemiyordu! Bitcoin Neden Patlama Yaşadı?

Finans Koltuğundan CEO Masasına

Hazine’den Kripto Para ile Suç Gelirlerine Sıkı Denetim Geliyor

Dolandırıcılık Davasında Şok Rapor: Banka Kusurlu!

DENİZBANK: Bir GMY istifası daha!

İsrail İran’a Neden Saldırdı?

Onur Çelik yazdı: İFLAS RİSKİ

Papara’dan açıklama: Özür diledi

Firma Finans Bilinci Neden Stratejik Bir Güçtür?

Finansın En Önemli 10 Formülü ve Önemi
- SON DAKİKA | Borsa günü düşüşle tamamladı 25/06/2025
- Bakan Kurum'dan İstanbul için müjde: Kiralık sosyal konut yapılacak 25/06/2025
- Türk Eximbank Genel Müdürlüğü yeni binasına taşındı 25/06/2025
- Garanti BBVA’dan 3,5 trilyon TL’lik sürdürülebilir finansman hedefi 25/06/2025
- İran-İsrail gerilimi: Türk gemileri güvende mi? Bakan Uraloğlu açıkladı... 25/06/2025
- Bakan Şimşek: Enflasyondaki düşüşle yurt içi finansal koşullar daha destekleyici olacak 25/06/2025
- Alman ekonomisi toparlanıyor: Enerji krizi ve durgunluğun ardından umut ışığı 25/06/2025
- İş Grubu Ateş Çelik’e ortak oluyor 25/06/2025
- Trump’ın politikalarıyla mali açıkta 11 trilyon dolarlık düşüş öngörülüyor 25/06/2025
- Hakan Aran: Temmuz'da 350 baz puanlık faiz indirimi bekliyorum 25/06/2025
- İSO Başkanı Bahçıvan: Yeşil dönüşüm farkındalığı hız kazanmalı 25/06/2025
- ABD mortgage başvurularında artış 25/06/2025
- AB'den sanayiye indirimli elektrik sunma hazırlığı 25/06/2025
- NATO üyeleri savunma harcamalarına yüzde 5'lik hedefte anlaştı 25/06/2025
ALTIN – DÖVİZ
BORSA
KRIPTO PARA PİYASASI
Popüler
-
GÜNDEM4 yıl önce
Sedat Peker’in bahsettiği otel: Günlüğü 106 bin TL
-
GÜNCEL2 yıl önce
Zara Ve Mango’ya Üretim Yapın Tekstil Devi Konkordato Talep Etti
-
BANKA HABERLERİ2 yıl önce
TCMB Başkanı için ismi geçen GAYE ERKAN First Republic Bank’tan ayrılma süreci
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
AKBANK çöktü : Dijital Bankacılık sorumlusu GMY CİVELEK ortada yok!
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
HSBC terbiyesizliği : “Sabancı alana “AKBANK bedava”
-
BANKA ANALİZLERİ3 yıl önce
YILIN İLK YARISINDA İŞBANK RAKİPSİZ LİDER AKBANK SONUNCU SIRADAN KURTULAMIYOR
-
GÜNDEM2 yıl önce
Bankacılığı bırakıp eskortluk yapmaya başladı: Haftalık kazancı dudak uçuklattı