OECD’nin son yıllarda üzerinde çalıştığı küresel asgari kurumlar vergisi düzenlemesi, Biden yönetiminden gelen destekle küresel ekonomi gündemindeki yerini yeniden aldı.
Biden yönetiminin desteğiyle Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD)asgari kurumlar vergisi çağırısının yeniden küresel ekonomi gündemine gelmesi ve Avrupa Birliği’nin (AB) de çağrıyı desteklemesiyle bu konuda bir anlaşma sağlanmasına yönelik beklentiler artıyor.
Dijital ekonomi devlerinin sadece merkez binalarının bulunduğu ülkelere vergi ödemesi toplumsal tepkilere neden olurken, büyük teknoloji şirketlerinin para kazandıkları ülkelerde vergi yükümlülüklerini azaltmak için kullandıkları yasal boşlukların yakında kapanması bekleniyor.
Dünya genelinde kurumlar vergisi oranları 1980’den bu yana düşüş eğilimine girerken, küresel ekonomi liderlerinin kurumlar vergisinde asgari bir oran belirlenmesine yönelik çağrılarını seslendirmeye başladığı görülüyor.
OECD’nin 2012’de bu yana üzerinde çalıştığı ve 140 ülke arasındaki müzakereleri koordine ettiği küresel kurumlar vergisi düzenlemesinin, Biden yönetiminden gelen destekle küresel ekonomi gündemindeki yerini yeniden alması dikkati çekiyor.
Uluslararası anlaşma ile oluşturulacak yasal zeminle, çok uluslu şirketlerin karlarını, “vergi cennetlerine” kaydırmasının önüne geçilebileceği ve bu şirketlerin adil olarak vergi yükünü paylaşacağı belirtiliyor.
Fransa’daki sarı yelekliler hareketi eylemlerinde de dijital ekonomi devlerinin vergilendirilmesi ve büyük firmaların vergi kaçırmalarının önlenmesi, taleplerden biri olarak öne çıkmıştı.
ABD’den küresel asgari kurumlar vergisi oranı için yüzde 15 önerisi
Konunun tekrar gündeme gelmesine ilişkin ilk açıklama ABD Hazine Bakanı Janet Yellen’den gelmişti. Yellen, 5 Nisan’da yaptığı açıklamada, çok uluslu şirketleri çekmeye yönelik kurumlar vergisini düşürme uygulamasını “dibe doğru yarış” olarak tanımlarken, G20 ülkeleriyle birlikte küresel asgari kurumlar vergisi üzerinde çalıştıklarını belirtti.
Yellen’ın küresel asgari kurumlar vergisi çağrısının ardından Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva da kurumlar vergisine ilişkin küresel bir anlaşma konusunda bu yıl iyimser olduklarını belirterek, bunun vergi veya ticaret savaşına girme riskinden kaçınmak için acilen gerekli olduğunu vurguladı.
Nisan ayı başında açıklanan Vergi Planı’nda ülkedeki kurumlar vergisini yüzde 21’den yüzde 28’e çıkarmayı öngören ABD Hazine Bakanlığı, geçen hafta da küresel asgari kurumlar vergisi oranının en az yüzde 15 olması gerektiğini bildirdi. Bu oranın bir taban olduğu belirten Bakanlık, yükseltilmesi gerektiğini vurguladı.
ABD’nin önerisi, daha önce OECD müzakerelerinde görüşülen yüzde 12,5 oranının üzerinde yer alırken, söz konusu uygulamayla çok uluslu şirketlerin karlarının ve vergi gelirlerinin vergi oranının düşük olduğu ülkelere kaydırılmasının önüne geçilmesi hedefleniyor.
Çok uluslu şirketlerin, özellikle dijital şirketlerin, karları konusunda ülkelerin tek taraflı olarak farklı uygulamaları benimseyerek hayata geçirmesi dikkati çekmişti. Fransa bu alanda öncü olurken, AB’nin de vergi kaçırmakla suçlanan büyük şirketlerin dijital gelirlerine yüzde 3 vergi getirme planı bulunuyordu.
AB ülkelerinde, özellikle dijital vergi konusunda, ABD’nin kendi şirketlerini korumak için misilleme yapacağı endişesiyle fikir ayrılıkları oluşmuştu. Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya, OECD’nin öncülüğünde bir uluslararası anlaşmayı bekleyeceğini açıklamıştı.
AB’den ABD’nin çağrısına destek
Fransa ve Almanya gibi AB ülkelerinden de ABD’nin küresel asgari kurumlar vergisi çağrısına destek gelirken, kurumlar vergisinin düşük olduğu ve “vergi cenneti” olarak adlandırılan İrlanda gibi ülkeler bu çağrıya karşı çıkıyor.
Fransa, Almanya ve İtalya, yeni önerinin uluslararası bir anlaşmayı temmuz ayına kadar imzalamak için iyi bir temel olduğunu savunuyor. Almanya ve Fransa’nın uluslararası şirketler için asgari yüzde 21 vergi uygulanmasını önerdiği biliniyor.
Öte yandan, OECD’nin yaklaşık 10 yıldır devam eden “küresel adil vergi” çalışmasının ardından G7 grubunun, Facebook, Apple, Amazon ve Google gibi dünyanın en büyük şirketlerinin vergilendirilmesi konusunda anlaşmaya yakın olduğu belirtiliyor.
Son olarak Financial Times’ta yer alan habere göre, G7 grubu, farklı ülkeleri kapsayan tek tip bir kurumlar vergisi konusunda anlaşmaya varmaya yaklaştığı kaydediliyor.
OECD tarafından gözden geçirilmesi beklenen nihai anlaşma üzerinde resmi yetkisi olmasa da G7 ülkeleri arasında anlaşmanın, yakın dönemde küresel bir anlaşmanın önünü açacağı belirtiliyor.
Vergi gelirlerinde yıllık 500 milyar doları aşan bir kaybın önlenmesi amaçlanıyor
Adil, sürdürülebilir ve modern bir uluslararası vergi sistemi için OECD, G20’nin tavsiyesiyle çok uluslu şirketlerin sınır ötesi işlemlerde vergi düzenlemelerini ihlal etmesinin önüne geçmeyi hedefleyen Matrah Aşındırma ve Kar Kaydırma Eylem Planı (MAKA) üzerinde 2012’den beri çalışıyor.
Google ya da Facebook gibi şirketlerin İrlanda gibi vergi avantajı olan ülkelere merkez binasını kurarak burada düşük vergi ödediği biliniyor. Bu firmalardan vergi alamayan hükümetlere kamuoyu baskısının ise her geçen gün artıyor.
Vergi gelirlerinde yıllık 500 milyar dolardan fazla kaybı önlemeyi hedefleyen MAKA Eylem Planı, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde çok taraflı çözüm üretme mekanizması oluşturarak vergi mevzuatını tek bir çatı altında toplamayı öngörüyor.
Eylem planı kapsamında oluşturulacak yasal zeminle, çok uluslu şirketlerin karlarını, “vergi cennetlerine” kaydırmasının önüne geçilebileceği ve bu şirketlerin adil olarak vergi yükünü paylaşacağı belirtiliyor.
Yasal zeminle birlikte, İrlanda gibi ülkelerin çok düşük kurumlar vergisi teşvikleriyle doğrudan yabancı yatırım çekmesinin zorlaşacağı da kaydediliyor.
Bunun yanında, OECD’nin çalışması anlaşma ile sonuçlanırsa gelişmekte olan ülkelerin uluslararası şirketlerden toplayamadıkları vergileri toplamaya başlayacağı belirtiliyor.
“Kabul edilirse, küresel asgari kurumlar vergisi oranı çok az fark yaratacaktır”
Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü (PIIE) Kıdemli Uzmanı Gary Hufbauer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, büyük ekonomilere sahip ülkelerin asgari kurumlar vergisine yönelik çağrılarının politikacılar için bir “uyanma” çağrısı olduğunu, bir başka deyişle popüler duygulara hitap ettiğini, tartışmanın “vergi kaçırmayı ortadan kaldırmaya” gittiğini söyledi.
Hufbauer, “Kabul edilirse, küresel asgari kurumlar vergisi oranı çok az fark yaratacaktır. Bir çokuluslu şirket tarafından ödenen verginin, vergi tabanı ile vergi oranının çarpılması ve tüm vergi indirimlerinin çıkarılmasına eşit olduğunu unutmayın. Küresel asgari vergi oranını kabul etmeyen ülkeler, vergi tabanını azaltmak için daha fazla kesinti yaratacak, örneğin, artan ücretler veya Ar-Ge için yüzde 150 kesintiye izin verecek veya yeni vergi indirimleri oluşturacaklar.” dedi.
Küresel asgari kurumlar vergisi uygulamasının gelişmekte olan ülkeleri etkileyip etkilemeyeceğine de değinen Hufbauer, şunları kaydetti:
“Bazı gelişmekte olan ülkeler için, çok uluslu şirketleri çekmenin en iyi yolu, düşük kurum vergileri dahil, iş dostu bir ortam sunmaktır. Bu ülkeler, ABD, AB veya Çin’in sunduğu sübvansiyon türlerini sunacak mali alana sahip değil. Küresel asgari kurumlar vergisi oranından memnun olmayacaklar ve etkisini dengelemek için yeni kesintiler veya vergi kredileri yaratacaklar. Bu ülkeler, OECD ülkelerinin ve IMF’nin çok az sayıdaki kalkınma araçlarından birini ellerinden alma girişimlerine kızacaklar.”
Alt Başlık: Kişisel Yatırımın Cesur ve Yeni Dünyasına Yolculuk
Yazarlar:
Peter Stanyer
Masood Javaid
Stephen Satchell
Çevirmen: S. Cem Çiloğlu
Yayınevi:The Economist Books / Türkçe baskı: Epsilon yayınevi
Dil: Türkçe (Orijinal dil: İngilizce)
Kapsam: Yatırımın temellerinden başlayarak kişisel finans, portföy yönetimi, risk dağılımı ve yeni nesil yatırım araçlarına kadar geniş bir perspektif sunar.
Hedef Kitle: Yatırıma yeni başlayacak bireyler, kişisel finansına yön vermek isteyenler ve stratejik portföy oluşturmak isteyen yatırımcılar.
İçerik Özeti
Yatırımın Temel İlkeleri
Risk ve Getiri Dengesi
Portföy Teorisi
Fon Seçimi ve Dağılımı
Alternatif Yatırım Araçları (ETF’ler, tahviller, emtialar, kripto varlıklar)
Yatırım Psikolojisi ve Karar Alma Süreçleri
Güncel Piyasa Gelişmeleri ve Etkileri
“Nasıl Yatırım Yapılır?” – Kitap Özeti
1. Yatırımın Temelleri
Kitap, yatırımın amacını net şekilde tanımlayarak başlar: paranın zaman içindeki değerini korumak ve artırmak. Yatırımcılar için temel kavramlar olan risk, getiri, zaman ufku, likidite gibi konular ele alınır.
📌 Ana fikir: Her yatırım bir risk içerir; önemli olan bu riski bilinçli şekilde yönetebilmektir.
2. Portföy Oluşturma ve Risk Dağılımı (Diversifikasyon)
Yazarlar, yatırımcılara tüm yumurtaları aynı sepete koymamaları gerektiğini anlatır. Portföy oluştururken farklı varlık türleri arasında dağılım yapmanın önemi vurgulanır: hisse senetleri, tahviller, nakit, emtialar, alternatif yatırımlar gibi.
📌 Ana fikir: Sağlam bir yatırım stratejisi; çeşitlendirme, maliyet bilinci ve hedefe uygunlukla mümkündür.
3. Varlık Sınıfları ve Araçlar
Bu bölümde yatırım yapılabilecek başlıca varlıklar detaylı şekilde anlatılır:
Hisse senetleri: Uzun vadede büyüme sağlayan ama dalgalı ürünlerdir.
Tahviller: Daha düşük riskli, ama sınırlı getirili.
Nakit ve mevduat: Güvenli ama enflasyona karşı kırılgan.
Alternatif yatırım araçları: Gayrimenkul, hedge fonları, özel sermaye ve son zamanlarda kripto varlıklar gibi yeni trendler.
📌 Ana fikir: Her varlık sınıfının risk-profili farklıdır ve yatırımcının hedeflerine göre seçilmelidir.
4. Zaman ve Psikoloji Faktörü
Yatırımcıların en büyük düşmanlarından biri kendileridir. Korku, açgözlülük, sürü psikolojisi gibi duygusal faktörlerin yatırım kararlarını nasıl etkilediği anlatılır. Piyasa zamanlamasının zor olduğu, uzun vadeli düşünmenin önemi vurgulanır.
📌 Ana fikir: Duygusal kararlar yerine disiplinli bir yatırım stratejisi başarı getirir.
5. Yatırım Stratejileri ve Yaklaşımlar
Pasif ve aktif yatırım farkı, endeks fonlarının avantajları, değer ve büyüme yatırımcılığı gibi farklı yatırım stratejileri açıklanır. Ayrıca, yaşa ve gelir seviyesine göre yatırım stratejileri örneklenir.
📌 Ana fikir: Herkesin yatırım stratejisi kişisel durumuna, hedeflerine ve risk toleransına uygun olmalıdır.
6. Geleceğe Hazırlık ve Yeni Trendler
Kitabın son bölümleri geleceğin yatırım dünyasına odaklanır. ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim kriterleri), yapay zeka destekli algoritmalar, robo-danışmanlar, fintech’ler gibi konular ele alınır.
📌 Ana fikir: Yatırım dünyası hızla değişiyor; bilgiye açık ve adapte olabilen yatırımcılar öne çıkacak.
Genel Değerlendirme
Bu kitap, yatırım dünyasına giriş yapmak isteyenler için bilimsel temellere dayalı, pratik ve anlaşılır bir kılavuzdur. Hem yeni başlayanlar hem de stratejisini geliştirmek isteyen yatırımcılar için değerli bilgiler sunar.
Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.
HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ
Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar. Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.
Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.
Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.
Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.
ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI
1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış
Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.
Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.
Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.
Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.
2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması
Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.
Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.
Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.
JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI
1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar
İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur. Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.
2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur
İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir. Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.
3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski
Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir. Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.
ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?
Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir. Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.
Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.
TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?
Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.
Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.
Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.
Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.
Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.
Asimetrik Bilgi Sorunu:
Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:
Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.
Sonuç Ne Olur?
Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
“Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”
Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?
George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.
Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye
Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.
Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.
Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?
Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.
Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür
Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.