Connect with us

EKONOMİ

MAHFİ EĞİLMEZ: AKP Ekonomisinin 20 Yılı

Yayınlanma:

|

20 yıldır iktidarda olan AKP’nin ülke ekonomisi nerede alıp nereye getirdiğini başlıca makroekonomik göstergeler yardımıyla ele alacağız. Çalışmanın sonunda da özellikle yaşanan depremler sonrasında kentsel dönüşüm konusunda nerede olduğumuza bakacağız.

GSYH Sıralamasında Dünyadaki Yerimiz

Türkiye, 2000 yılında dünya GSYH sıralamasında 17’nci sıradaydı. 2021 sonunda 21’inci sıraya gerilemiş bulunuyor (kaynak: IMF World Economic Outlook Database, October, 2022.) İran’ın GSYH’sini gerçek kur ile dolara çevirirsek İran bu listeye giremiyor. O nedenle Türkiye’nin 2021 sonu itibarıyla listedeki gerçek yeri 20’nci sıradır.

AKP’nin iktidarda bulunduğu 20 yıllık sürede Türkiye birkaç kez 16’ncı sıraya yükselmişse de özellikle 2018 yılındaki rejim değişikliğinden sonra yaşanan ivme kayıpları sonucu 20’nci sıraya gerilemiştir.

Büyüme ve Gelişmekte Olan Ülkeler Ortalamasıyla Karşılaştırma

AKP, iktidarının ilk 12 yılında oldukça iyi bir büyüme performansı yakalanmış, 2001 krizi sonrasında başlayan yüksek büyüme 2009 yılında küresel krizin yansımasıyla küçülmeye dönüşmüş görünüyor.

Küresel krizin etkisini bir yılda atlatan Türkiye, inişli çıkışlı bir büyüme eğilimiyle 2019 yılına kadar gelmiş 2019 ve 2020 yıllarında ivme kayıpları yaşamıştır. Grafikteki eğilim çizgisi (kırmızı kırıklı çizgi) bize AKP’nin 20 yıllık iktidar süresinde büyümenin düşüş eğiliminde olduğunu gösteriyor.

Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 2002’den 2022’ye kadar olan büyüme oranları, içinde yer aldığı Gelişmekte olan Ülkeler (GOÜ) grubunun ortalamasıyla karşılaştırmalı olarak sunuluyor (kaynak: IMF, World Economic Outlook Database, October 2022.)

(AKP dönemini değerlendirdiğimiz için ortalamalara 2002 – 2022 dönemini aldık.) Görüleceği gibi büyüme konusunda Türkiye, gelişmekte olan ülkeler grubu ortalamasının az da olsa üzerine çıkmış bulunuyor.

İşsizlik

AKP iktidarı öncesinde Türkiye’de işsizlik oranı ortalaması yüzde 7,5 – 8 arasında bulunuyordu. Ve bu oran uzun yıllar ortalaması olduğu için Türkiye açısından doğal işsizlik oranı olarak kabul edilebilecek bir düzeydi. AKP iktidara gelmeden hemen önce yaşanan 2001 kriziyle işsizlik oranı yüzde 11 düzeyine yükselmişti.

Grafikten de görülebileceği gibi AKP’nin 20 yıllık iktidarı süresince sağlanan yüzde 5’in üzerinde ortalama büyümeye karşın işsizlik oranı ortalama yüzde 10,6 oranında gerçekleşmiş böylece yüzde 8 olan doğal işsizlik oranı yüzde 10’lara yükselmiş bulunuyor.

Enflasyon ve Gelişmekte Olan Ülkeler Ortalamasıyla Karşılaştırma

AKP, siyasal iktidarına yüksek oranlı bir enflasyon devralarak başladı. 2001 Krizi sonrası başlamış bulunan IMF destekli Güçlü Ekonomiye Geçiş programını 2008 ortasına kadar aynen sürdüren AKP iktidarı, enflasyonu kısa sürede yüzde 10’un altına düşürmeyi başardı.

Grafikte bu düşüş açıkça görülebiliyor. Bu olumlu görünüm 2018 yılına kadar korunabildi. Rejim değişikliğiyle birlikte bu görünüm kayboldu ve enflasyon hızla yükselmeye başladı. Bu dönem, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını iyice yitirdiği ve faizlerin hızla düşürüldüğü dönemdir. Grafikte enflasyonun nasıl denetimden çıktığını izlemek mümkündür.

Başarının nasıl başarısızlığa dönüştüğünü net bir biçimde ortaya koyabilmek için Merkez Bankası faiziyle enflasyon arasındaki ilişkiye bakmak yeterlidir.

Grafikte mavi kırıklı çizgi Merkez Bankası’nın hükümetle ortaklaşa belirlediği enflasyon hedefini gösteriyor. Bu hedef yıllardır hiç değişmiyor (yüzde 5.) Siyah çizgi, Merkez Bankası’nın yüzde 5’lik enflasyon hedefine ulaşmak için uyguladığı faiz oranını kırmızı çizgi de gerçekleşen enflasyon oranlarını gösteriyor. 2020 yılında yapılan hızlı faiz düşüşlerinin enflasyonu nasıl denetimden çıkardığı açıkça görülebiliyor.

Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 2002’den 2022’ye kadar olan enflasyon oranları, içinde yer aldığı Gelişmekte olan Ülkeler (GOÜ) grubunun ortalamasıyla karşılaştırmalı olarak sunuluyor (kaynak: IMF, World Economic Outlook Database, October 2022.)

(AKP dönemini değerlendirdiğimiz için ortalamalara 2002 – 2022 dönemini aldık.) Tablo bize Türkiye2nin içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler grubunun iki buçuk katı daha fazla enflasyon yarattığını gösteriyor. 2013 yılında başlayan kopuş 2018 yılından itibaren hızlanarak artmış ve 2022 onunda Türkiye’de yıllık enflasyon GOÜ’nün 6 katına yükselmiş bulunuyor.

Bütçe Dengesi

AKP iktidarı, yüksek bütçe açıkları devraldı. Bununla birlikte yürürlükte olan IMF programı bu açıkların düşürülmesi için oldukça sağlam düzenlemeler getirmişti. AKP iktidarı bu düzenlemelere harfiyen uydu.

Grafik bize bütçe açığının denetim altında olduğunu gösteriyor. Ne var ki konu bütçe olunca yalnızca göstergelere değil onların arkasındaki çerçeveye bakılınca görünümün öyle parlak olmadığı anlaşılıyor. Özellikle 2022 yılında Türkiye resmen bir yılda iki bütçe kullandı. Yıl ortasında biten ödenekler ek bütçeyle değil o adı taşıyan ama ikinci bir bütçe büyüklüğünde olan bir bütçeyle yenilendi.

AKP iktidarının bütçe konusunda yaptığı ve önceki dönemlerden farklı olan en önemli şey bir seferlik gelirlerle bütçeyi finanse etmeye çalışmaktır. Bunların arasında vergi barışları, bedelli askerlik, imar affı için yapılan tahsilatlar, yurtdışı varlıkların belirli ödemeler karşılığı yurda getirilmesi gibi kalemler yer alıyor.  Bütçe açığının GSYH’ye oranını yüzde 3’ün altında tutma çabası ilerisi için sorun yaratacak birçok işlemin yapılmasına yol açmış bulunuyor. Bunların acısını getirilen imar aflarıyla depremlerde yaşamış bulunuyoruz.

Cari Denge ve Gelişmekte Olan Ülkeler Ortalamasıyla Karşılaştırma

AKP’nin iktidarı devraldığı 2002 yılı sonuna kadar Türkiye’de cari denge yüzde 1 dolayında açık veren bir görünümdeydi. 2003 yılından başlayarak cari açık büyümeye başladı. 2011 yılında yüzde 10 dolayında bir cari açık / GSYH oranıyla rekor kırılmış oldu.

Grafik bize AKP iktidarı döneminde cari açığın yüzde 4 – 5 arasında bir dengeye oturduğunu gösteriyor ki bu finanse edilmesi sıkıntılı bir dengeye işaret ediyor. Bu açığı finanse ederken ister istemez kur yükselişine boyun eğmek zorunda kalınıyor.

Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 2002’den 2022’ye kadar olan cari denge / GSYH oranları, içinde yer aldığı Gelişmekte olan Ülkeler (GOÜ) grubunun ortalamasıyla karşılaştırmalı olarak sunuluyor (kaynak: IMF, World Economic Outlook Database, October 2022.)

Tablo, bize Türkiye’nin, AKP’nin iktidarda bulunduğu 2002 – 2022 döneminde ortalama yüzde 4,6 oranında cari açık verdiğini buna karşılık içinde yer aldığımız gelişmekte olan ülkeler grubunun yüzde 1,4 oranında cari fazla verdiğini gösteriyor.

USD/TL Kurunun Gelişimi ve Dolarizasyon

AKP iktidarının ilk 12 yılında USD/TL kuru neredeyse sabit kur gibi gelişti. O dönemde kur ortalama olarak 1 USD = 1,5 TL düzeyindeydi.

Aşağıdaki grafik 2002 – 2022 arasında USD/TL kurundaki gelişlimi gösteriyor (grafik Bloomberg HT’nin USD/TL kuru verileri kullanılarak tarafımdan hazırlanmıştır.)

Grafik, 2016 yılında başlayan kur yükselişinin 2020 yılında faizlerde yapılan hızlı düşüşlerle nasıl hızlandığını açık biçimde sergiliyor.

Dolarizasyon ya da teknik ifadesiyle ‘para ikamesi’ bir toplumun kendi parası yerine bir başka ülke parasını tercih etmesi anlamına geliyor. Bunun oranını ölçmek için bankalardaki yabancı para mevduatı toplam mevduata bölüyoruz (Dolarizasyon = Yabancı Para Mevduat Toplamı / Toplam Mevduat.) Aşağıdaki grafik AKP iktidarı döneminde dolarizasyonun nasıl geliştiğini gösteriyor (Grafik; TCMB, Bloomberg HT verileri kullanılarak tarafımdan hazırlanmıştır.)

2002 yılında dolarizasyon oranı yüzde 57 idi. Yani bankalardaki her 100 TL’lik mevduatın 57 TL’si yabancı para, 43 TL’si Türk Lirasıydı. Uygulanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının öngördüğü bankacılık reformu, kamu mali disiplinin sağlanması ve borçlanmanın düşürülmesi ve 2005 yılı sonunda başlayan Avrupa Birliğine tam üyelik müzakereleriyle hızla gerileyen dolarizasyon oranı, sonrasında bütün bu reform havasının tersine dönmesiyle yeniden yükselişe geçti. Bugün başladığımız noktaya geri gelmiş durumdayız. Üstelik buna bankaların ‘opsiyon’ adı altında geçici olarak yabancı para mevduatını TL mevduat gibi gösterme operasyonlarındaki miktarlar dahil bulunmuyor. Onlar da katılırsa başladığımız noktadan çok daha yukarılarda olduğumuz ortaya çıkıyor.

Özetle söylemek gerekirse AKP iktidarı 20 yıllık yönetim süresinde başlarda çözer gibi olduğu dolarizasyon sorununu sonradan çok daha yüksek bir düzeye çıkarmış bulunuyor.

Dış Borçlar ve Gelişmekte Olan Ülke (GOÜ) Ortalamasıyla Karşılaştırılması

AKP, iktidara geldiğinde dış borçların GSYH’ye oranı yüzde 56 dolayındaydı. Bu oran hızla geriledi ve 2005 yılında yüzde 35’lere düştü. Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye’ye 2006 – 2010 arasında toplam 80 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girişi oldu (1923 – 2005 arası giren doğrudan yabancı sermaye toplamı 15,4 milyar dolardı.) Bu büyük giriş dış borç stokunu düşürdü. Bir başka deyişle Türkiye, dış borçların yerine doğrudan yabancı sermaye girişini koymayı başardı.

AKP iktidarı, 2013 yılından itibaren bu ivmeyi kaybetti. Bunun temel nedeni Avrupa Birliği ile olan ilişkilerin bozulması ve tam üyelik seçeneğinin neredeyse tümüyle masadan kalkmış olmasıdır. O tarihten sonra doğrudan yabancı sermaye girişi düşerken yerini yine dış borçlanmalar aldı ve dış borç yükü hızla yükseldi.

Bugün geldiğimiz noktada başladığımız yerden farklı bir konumda değiliz: Dış borç yükümüz hala 2002 sonundaki gibi yüzde 55. Buna karşılık GOÜ’lerin dış borç yükü yüzde 36,7’den yüzde 29,1’e gerilemiş bulunuyor.

Öte yandan son birkaç yılda dış borç yükünün düşmesinin nedeni Merkez Bankası ve bankaların borçlanma yerine swap işlemleriyle devam etmeleridir. Swap işlemleriyle altına girilen yükümlülükler dış borç olarak kabul edilmediği için borç stokunda yer almıyor.

Depremden Depreme, Krizden Krize

AKP, iktidara geldiğinde İzmit Depreminin üzerinden 3 yıldan biraz fazla, 2001 ekonomik krizinin üzerinden de 2 yıla yakın zaman geçmişti. 18 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği depremin yaraları tam olarak sarılamamış, yarattığı travma unutulmamışken yaşanan ekonomik kriz binlerce insanın işsiz kalmasına ve ülkenin GSYH’sinin dörtte birinin kaybedilmesine yol açmıştı. AKP’nin iktidarı kazanmasında 1999 depremi ve 2001 ekonomik krizi etkili olmuştu.

Türkiye, bu yılın Şubat ayında Kahramanmaraş merkezli depremlerle 10 ilde büyük bir yıkım yaşadı. Bu depremlerde 50 bine yakın insan hayatını kaybetti. Depremler, 1999 depreminden ders çıkarılmamış ve gerekli önlemlerin alınmamış olduğunu açık biçimde ortaya koydu.

Yapılan resmi açıklamalara göre İstanbul başta olmak üzere 6,5 milyon konutun acilen kentsel dönüşüme girmesi gerekiyor. Bu açıklamadaki acilen ifadesini en fazla beş yıl olarak anlarsak yılda 1.300 bin konutun dönüştürülmesi gerçeği çıkar karşımıza. Bu dönüştürülecek konutlara ek olarak Türkiye’de her yıl yeni 750 bin konuta ihtiyaç duyulduğunu da dikkate alırsak yılda 2 milyon konut üretilmesi gerektiği sonucuna ulaşırız. Türkiye’nin mevcut olanaklarla yıllık konut üretim kapasitesi 1 milyon olarak hesaplandığına göre ya yılda 2 milyon konut üretim düzeyine çıkılacak ya da bu plan beş yıl değil on yıla yayılacak ki o zaman da özellikle İstanbul açısından depremle dönüşüm tamamlanamadan karşılaşma riski artmış olacak.

Başlarda ekonomik sorunları çözmeye doğru yaklaşmasının temel nedeni uygulanan IMF programı ve onun verdiği ivmeydi. O program bitip ivme de bir süre sonra kaybedilince ekonomide geriye kayma başladı.

Sonuç

AKP’nin 20 yıllık uzun ve tek başına iktidarı ne yazık ki ülkeyi ekonomik olarak içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler arasında oldukça geri sıralara düşürmüş bulunuyor. Türkiye henüz 2001’deki gibi büyük çaplı işsizlik görmediği ve geçmişten beri yüksek enflasyonla yaşadığı için insanlar içinde bulunulan ve giderek kötüye giden ekonomik durumu bir kriz olarak görmüyorlar. Oysa enflasyonun bu kadar yüksek olduğu, cari açığın giderek arttığı, swap hariç net döviz rezervlerinin eksi 40 milyar doların üzerinde olduğu, faizlerin, kurun bastırıldığı bir durum kriz hali olarak tanımlanır.

Öte yandan AKP’nin iktidarda olduğu dönemde yalnızca özelleştirmelerden 63 milyar dolar gelir elde edilmiş bulunuyor. Bu paralar büyük çoğunlukla, lüks binalara, gereksiz havalimanı yapımları, kullanılmayan köprü yapımları gibi gösteriş tüketimine harcandı. Oysa bu dönemde AKP iktidarı, bu paraları kentsel dönüşüme harcamış olsaydı bugün yaşadığımız sorunların çoğu yaşanmayacaktı.

Bilimde mucize olmaz. Bilim; plana, programa ve liyakate dayanır. Bunlar olmayınca ekonomide kriz yaşamaktan kurtulma şansı kalmadığı gibi deprem gibi facialarla karşılaştığımızda binaların yıkılmasının ve insanların ölmesinin önlenmesi de imkânsız hale gelir.

Türkiye, 2023 seçimlerine her alanda çok büyük sorunlarla giriyor.

Okumaya devam et

EKONOMİ

S&P Türkiye’nin kredi notunu yükseltti

Yayınlanma:

|

Yazan:

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi notunu B’den B+’ya yükseltti.

S&P geçen Aralık ayında Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken not görünümünü durağandan pozitife revize etmişti.

Diğer derecelendirme kuruluşu Moody’s Ocak ayında görünümü durağandan pozitife çekmiş, Fitch Ratings ise Mart ayında Türkiye’nin kredi notunu yükseltmişti.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.