Connect with us

GÜNDEM

PROF. DR. BORATAV: ÇKP’nin 20’nci Kongresi-II

Yayınlanma:

|

Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP’nin), 22 Ekim’de tamamlanan 20’nci Kongresi’nin kararlarını, ana mesajlarını geçen hafta bu köşede aktardım; değerlendirdim.

Kongre Raporu’nun, yüzyılın ortalarına uzanan bir Çin tasarımı içerdiğini de açıklamıştım. Bazı özelliklerine, uzantılarına ayrıca dikkat çekmek istiyorum.

21’nci yüzyılın iki hedefi

Bir önceki (19’ncu) Kongre, 21’nci yüzyılda Çin için iki tarihsel hedef belirlemişti: Çin 2021’de makul boyutlarda bir refah düzeyine ulaşacak; 2049’da her bakımdan modern sosyalist bir ülke olacaktır. Bu iki tarih ÇKP’nin ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin yüzüncü kuruluş yıldönümlerine denk gelmektedir.

İlk hedef, yoksullukla mücadeleye öncelik verdi. Üç yıllık yoğun bir kampanya sonunda Çin’de ağır yoksulluğun tümüyle yok edildiği ilan edildi. Bu sonuç, yüzyılın ilk hedefi olan “makul boyutlarda müreffeh bir ülke inşasının gerçekleştiği” olarak yorumlandı.

Buna karşılık, 20’nci Kongre’de 2035 için bir ara-hedef belirlendi: Sosyalist modernleşmenin büyük ölçüde tamamlanması…

ÇKP’nin bu yüzyılda Çin için belirlediği iki aşamalı gelecek tasarımının sosyalist nitelemesini sorgulamak gerekiyor. ÇKP Merkez Komitesi’nin Kongre’ye sunduğu Rapor’da üretim güçleri, üretim ilişkileri ve toplumsal sistem (üretim biçimi) düzlemlerinde “sosyalizm” var mıdır?

Önümüzdeki beş yıl: Özellikler, araçlar

Bir sonraki ÇKP Kongresi 2027’de toplanacak.  Rapor, ilk beş yıllık hedeflere öncelikle yer veriyor.

Kalkınma planlarında stratejik önceliğin yurt-içi piyasaya, özel tüketime kaydırılacağı vurgulanıyor. Kendine yeterlilik arayışı ve ortalama verimi sürükleyen teknolojik atılım ağırlık taşımaktadır. “Tedarik zincirlerini güçlendirmek, kentsel-kırsal dönüşümde, bölgesel gelişmede eşgüdüm” vurgulanıyor.

Geleneksel makro-ekonomik politikalarının benimsenmesi dikkat çekicidir: “Maliye ve para politikalarında eşgüdüm, merkez bankasının finansal istikrarı güvenceye alması…”

Kısa dönemde mülkiyet ilişkilerinde önemli bir dönüşüm öngörülmüyor. Bugünkü politika ilkelerine ışık tutan tespitler önemlidir: “Kaynak tahsisinde piyasanın belirleyici, devletin düzenleyici işlevleri… Devlet işletmelerinin rekabet gücünü gözeterek güçlendirilmesi… Özel işletmelerde mülkiyet haklarının yasal sınırlar içinde korunması, küçük işletmelerin desteklenmesi… Kişisel gelirler ekonominin büyüme temposunu, ücretler verim artışlarını izlemelidir…”

Sosyalist modernleşme aşaması

2035 hedefine, sosyalist modernleşme sürecine odaklanalım. Kongre Raporu, bu hedefin gerçekleşmesinde bilimsel, teknolojik atılımlara, yeniliklere odaklı; modernleşen tarımı da içeren yeni bir üretim yapısı hedefliyor. Bu dönüşüm, Çin’i kişi başına GSYH bakımından orta düzeyli gelişmiş ülkeler düzeyine çıkaracaktır.

“Çin, bilim ve teknolojide kendi ayakları üzerinde durabilmeli, birinci sınıf yenilikçiler yetiştirebilmeli; dünyanın en parlak insanlarını çekebilmelidir. İnsan-odaklı ve adaleti gözeten bir eğitim… Dünya-çapında üniversiteler ve kamu desteği… Eğitimin dijitalleşmesi ve herkes için ömür boyu öğrenme…”

Teknolojide, emeğin niteliğinde, kısacası üretim güçlerinde atılım hamlelerinin sürüklediği bir dönüşüm hedeflenmektedir.

Bu aşamada üretim ilişkilerinde devrimci, hatta radikal değişiklikler gündemde değildir: “Gelir dağılımı ortak refaha dayanacaktır.  Emeğe göre bölüşümü temel almayı sürdüreceğiz; diğer bölüşüm biçimleri buna refakat edecektir. Birincil ve ikincil bölüşüm ilişkilerinde birbirini tamamlayacak kurumsal bir çerçeve oluşturacağız. Orta gelirli grubun nüfustaki payının artması, temel kamu hizmetlerine hakkaniyet, kırsal yörelerde yaşam düzeyinin yükseltilmesi” hedeflenecektir.

“Birincil bölüşüm düzleminde emeğin payına daha fazla ağırlık verilecektir. Fırsat eşitliği gözetilecektir. Üretim faktörlerine dayalı bölüşüm sisteminde ıslahat gereklidir. Üretim faktörleri içinde düşük gelirli grupların payı yükseltilmelidir. Kent sakinlerinin gayri menkul gelirleri de artırılmalıdır.”

ÇKP metinleri, Çin’de bölüşüm kategorilerini “sınıfsal” ayrıştırmıyor; “üretim faktörleri” kavramı çerçevesinde betimliyor.  Bu neoklasik terminoloji, en azından Das Kapital, Cilt III, Bölüm 48’de Marx’ın sınıfsal analizden kaçan burjuva iktisatçılarına dönük “sermaye, toprak, emek üçlemesi” eleştirisine açıktır.

Aktardığım son paragraftaki ağdalı ifadelerden ilki, kapitalist ilişkilerde ücret/kâr karşıtlığının işçiler lehine düzeltilmesi olarak yorumlanabilir. Ve önümüzdeki beş yıl için yukarıda aktardığım “verimliliği izleyen ücretler” önerisine göre işçi sınıfı lehinedir. Kentsel kiralarla geçinen mülk sahipleri ise (nedense) gözetilmektedir.

Rapor’da “tekellere ve haksız rekabete karşı güçlü önlemler alınmalıdır” ifadesi de yer alıyor. Geçen yıl Ali Baba ve benzeri dev şirketlere dönük operasyonların sürebileceği ima ediliyor.

Şi Jinping’in, sermaye çevrelerinde tedirginlik yaratan Ortak Refah kampanyasının çelişkili boyutuna Rapor’dan bir örnek vereyim: “Kamu hastanelerinde reform hızlandırılacak; özel hastanelerin gelişimi daha iyi düzenlenecektir…”

Dünya halk sağlığı tarihine yalınayak hekimler düzenini armağan eden Çin devrimi, 2021’de yaşam beklentisini 78,2 yıla çıkarmış; ABD ortalamasının önüne geçmiştir. Bu arada özel hastanelere de kapı aralanarak… Ortak Refah söylemi ise bu süreçte oluşan eşitsizliklerin telafisini hedefliyor.

ÇKP ile sermayenin iktidar mücadelesi

Kongre Raporu, Çin’de sınıf mücadeleleri sorunu ile açıkça değil, yolsuzlukla mücadele vesilesiyle yüzleşiyor. Şi Jinping döneminde bu mücadelelerin bir bilançosu Rapor’un ilk bölümünde yer alıyor. Bu bilgileri geçen haftaki yazıda aktarmıştım.

Rapor’un Bölüm XV, Kesim 7’sine bakalım. Önümüzdeki dönemde yolsuzlukların sınıfsal yansımaları öngörülüyor:

“Yolsuzluğu besleyen temel koşullar süregeldikçe onunla mücadeleyi gevşetemeyiz. İş insanları ile görevliler arasında siyasal eko-sistemi baltalayan herhangi bir muvazaa affedilemez.” Yolsuzluğu besleyen temel koşullar, elbette kapitalist üretim ilişkilerdir. Rapor, “adını açıklamamayı” yeğliyor.

Kongre arifesinde ÇKP Yüksek Disiplin Komitesi, yozlaşmanın kaynağını “sermaye” olarak adlandırmıştı: “Zhejiang Eyaleti Parti yöneticilerinden Zhou Jiangyong, sermaye ile işbirliğine girdiği ve sermayenin başıboş genişlemesini desteklediği için Parti’den ve görevlerinden atılmıştır.” (Global Times, 24 Ekim 2022).

Sermaye, sadece ekonomik çıkar peşinde değil, iktidarı etkileme, giderek fethetme çabasındadır. ÇKP organı Global Times’ın başyazarı Hu Şijin, geçen yıl sermaye ile ÇKP arasındaki iktidar mücadelesini şu ifadelerle özetliyordu: “Çin’e özgü sosyalizm Batı’dan farklıdır. Sermaye Çin’e hâkim olamaz; siyaseti etkileyemez; toplumun yönetimini, ideolojiyi ve değer sistemlerini biçimlendiremez.” (Global Times, 3 Ağustos 2021).

Şi Jinping yönetimi, bence, Çin sosyalizminin iki güvenceye dayandığını düşünüyor: İşçi, köylü sınıflarını ve halkı temsil eden ÇKP iktidarı ve üretim güçlerinin çok dinamik bir tempoyla gelişmesi…

ÇKP toplumsal sistemi iktidarın sınıfsal niteliğine göre tanımlamaktadır. Çin’de ise “öncü” konumu pekiştirilen ÇKP iktidarı belirleyicidir. Parti programında yer alan “sınıfsal temsiliyet” ilkesi, bir “iddia” olduğu için eleştirilecektir.

Şi’nin, üretim güçlerindeki gelişimin sürükleyeceği devrim potansiyelini de önemsediğini düşünüyorum. Marx’ın tarihsel maddeciliğe ilişkin önermesini hatırlayalım: “Gelişmelerinin belli bir safhasında maddi üretim güçleri, mevcut üretim ilişkileriyle çatışır.  O zaman bir sosyal ihtilal devri başlar.” (Ekonomi Politiğin Eleştirilmesine Katkı’ya Önsöz)

Toplumsal devrimin örgütlü, Leninist bir sınıf mücadelesiyle değil, “kendiliğinden, barışçı olarak” gerçekleşeceği beklentisi mi söz konusudur? Sosyalizm tarihinde bu beklentiye ağırlık veren akımların, düşünürlerin, Şi’nin galiba benimsediği “teknolojik determinizm” anlayışı ile sınırlı olmadığını hatırlayalım.

***

ÇKP Merkez Komitesi Raporu 2049’daki Çin sosyalizmini şu ifadelerle öngörmekle yetiniyor: “Müreffeh, güçlü, demokratik, kültürel olarak ileri, ahenkli, güzel; bileşik ulusal güç ve uluslararası etki bakımından önde gelen sosyalist bir ülke…”

Hegemonya arayışını itinayla dışlayan; buna karşılık dünyayı etkileyebilecek bir Çin vurgulaması… Nasıl etkileyecek? Kongre Raporu’ndan bir alıntıyla yetinelim: “Çin asla hegemonya aramayacak, genişlemeye kalkışmayacak; güce dayalı politikalar izlemeyecektir. Gelişmekte olan ülkelerin ortak çıkarlarını güvenceye alacak; uluslararası ilişkilerde demokratikleşmeyi savunacaktır.”

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

IBAN’ını kullandırana hapis cezası

Bankaya gidip bildirimde bulunmamış ve IBAN’ını kullandırdığı anlaşılan kişi için ya bir yıla kadar hapis cezası ya da beş bin güne kadar adli para cezası kesilecek

Yayınlanma:

|

Yazan:

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek kayıt dışılıkla mücadele kapsamında tüm tuşlara aynı anda basmaya başladı. Bastığı bu tuşlardan bir tanesi de kendi banka hesabını başkalarına kullandıranlarla alakalıdır.

Bakan Şimşek, kişisel hesaplara (IBAN) gelen paraların nereden ve niçin geldiğinin sorgulanma süreci için vergi idaresine talimat verdi. Ve böylece bir tür kazıma yöntemiyle vergi idaresi kayıp ve kaçakla mücadele etmek adına binlerce hesabı takibe aldı.

Ne oluyor?

Vergi idaresi, şu aralar mal ve/veya hizmet satışı yapan kişilerin/şirketlerin, bu satış dolayısıyla alması gereken parayı kredi kartı ya da nakit olarak al(a)madığı durumlarda ilgisiz kişilerin banka hesaplarına transfer yoluyla gönderilmesi sonucu ortaya çıkan kaybı sorgulamakta. Örneğin bir tüccar, bir malı ya da hizmeti birine satarken ürünün parasını ya nakit ya da kredi kartıyla alabilmektedir. Bunun karşılığında da tüccar, yasaların izin verdiği hadler ve koşullar doğrultusunda ya fiş ya da fatura düzenlemek zorundadır.

Buraya kadar bir sorun yok ancak satıcı bazen sattığı ürünü kredi kartı komisyonundan ve dolayısıyla da gelir/kurumlar vergisi ile KDV’den kaçmak için alıcıdan, verdiği bir IBAN numarasına parayı göndermesini istemektedir. Böylece mal/hizmet satışı görüntüde olmamış sayılacak ve vergi de ödenmemiş olacaktır.

Paranın geldiği IBAN ise ya o işletmede çalışan birine ya işletme sahibinin çocuğu, eşi gibi yakınlarından birine ya da güvendiği başka birine ait olabilmektedir. Hatta işletme sahibiyle hiçbir akrabalık bağı olmayan başka birine de ait olabilmektedir.

Tam da bu noktada Hazine ve Maliye Bakanlığı, bu şekilde para gelen IBAN sahiplerini incelemeye başladı. Bu IBAN denetim işlemi, Vergi Dairesi Başkanlıklarının olduğu yerde vergi dairesi başkanlığı ­-29 ilde vergi dairesi başkanlığı bulunmaktadır- olmayan yerlerde ise defterdarlıklar vasıtasıyla yapılacak.

Malı/hizmeti satan için idari para cezası var

Malı ve/veya hizmeti satan kişilerden öncelikle alınmayan ­kurumlar, gelir, KDV gibi vergiler alınacak. Akabinde alınmayan bu vergilerin bir (1) katı kadar da vergi ziyaı cezası ile düzenlenmeyen faturalar için düzenlenmesi gereken fatura tutarının yüzde 10’u kadar da özel usulsüzlük cezası kesilecek. Ancak kesilecek bu yüzde 10’luk tutar 2024 yılı için 3 bin 400 TL’yi geçmiyorsa 3 bin 400 TL, şayet üstünde ise o tutar kesilecek. Örneğin, bu şekilde satılan ancak faturası kesilmeyen ürünün fiyat 25 bin TL ise bunun yüzde 10’u 2 bin 500 TL olacak ama 2024 yılı için asgari 3 bin 400 TL’yi geçmediği için 3 bin 400 TL kesilecek. Ya da satılan ürünün fiyatı 60 bin TL ise 60 bin TL’nin yüzde 10’u 6 bin TL’dir ve bu tutar da asgari ceza tutarı olan 3 bin 400 TL’nin üstünde olacağından bu işlem için 6 bin TL özel usulsüzlük cezası kesilecektir. Bu şekilde kesilecek özel usulsüzlük cezası da 2024 yılı için en fazla 1 milyon 700 bin TL olacaktır. Ayrıca alınmayan vergiler üzerinden her ay için aylık yüzde 3,5 gecikme faizi de alınacak

IBAN’ını kullandıran için idari para cezası var

IBAN’ını kullandıran için ise daha vahim bir durum var; hem vergi ve idari para cezası hem de hapis cezası. Daha vahim olan ise basında dolaşan haberlere göre IBAN’ını kiralayan binlerce kişinin olmasıdır.

Zaten hiç kimse de IBAN’ını bir karşılık olmadan “tanımadığı” birine kiralamayacağına göre IBAN sahiplerinin komisyon aldığı varsayılacak ve aldığı varsayılan ya da gerçekte aldığı komisyon dolayısıyla gelir ve katma değer vergisi ile idari para cezaların yanı sıra gecikme faizi de istenecek.

Aldığı komisyon tutarının ne kadar olduğu belli olmadığı için Danıştay ve vergi idaresi nezdinde genel olarak en az yüzde 2 olarak uygulanmaktadır. Yani IBAN’ını kiraladığı varsayılan kişinin hesabında -normalin dışında- 20 milyon TL’lik bir işlem hacmi varsa bunun en az yüzde 2’si kadar (en az 400 bin TL) komisyon aldığı varsayılıp bu tutar üzerinden ödemesi gereken vergiler ile cezalar kesilecektir.

IBAN’ını kullandıran için hapis cezası da var

IBAN’ını kullandıranların akıbetini öğrenmek için önce 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’sonra da Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Tedbirler Hakkında Yönetmelik’e bakmak lazım.

Buna göre 5549 sayılı Kanun’un 15’inci maddesine göre IBAN’ını başkasına kullandıracak kişinin bunu gidip yükümlüye bildirmesi gerekiyor. Kanun’da geçen yükümlü kavramından bankacılık, sigortacılık, bireysel emeklilik, sermaye piyasaları, ödünç para verme ve diğer finansal hizmetler ile posta ve taşımacılık, talih ve bahis oyunları alanında faaliyet gösterenler; döviz, taşınmaz, değerli taş ve maden, mücevher, nakil vasıtası, iş makinesi, tarihi eser, sanat eseri ve antika ticareti ile iştigal edenler veya bu faaliyetlere aracılık edenler ile noterler, spor kulüpleri ve Cumhurbaşkanınca belirlenen diğer alanlarda faaliyet gösterenler anlaşılmalıdır.

Süreç şöyle işleyecek

Bu inceleme/kazıma işlemi genel olarak vergi dairesi nezdinde işleyecek. Ancak konuya vergi müfettişleri de dahil edilip incelemenin boyutu genişletilecek. Bu arada vergi dairesi müdürlerinin de inceleme yetkisi olduğundan inceleme açısından hukuken bir sorun bulunmamaktadır.

İncelemeye yetkili kişi yani vergi dairesi müdürü ya da vergi müfettişi, IBAN’ını başkasına kullandırtan kişiyi tespit edip incelemeye alacak ardından düzenlediği vergi suçu raporuyla önce savcılığa sonra da MASAK’a bilgi verecek.

Savcılık ise gelen bu raporu baz alarak iddianameyi oluşturacak. Bu kişilerin suçlanacağı madde ise 5549 sayılı Kanun’un 15’inci maddesidir. Bu maddeye göre yükümlüler nezdinde veya aracılığıyla yapılacak kimlik tespitini gerektiren işlemlerde, kendi adına ve fakat başkası hesabına hareket eden kimse, bu işlemleri yapmadan önce kimin hesabına hareket ettiğini yükümlülere yazılı olarak bildirmediği takdirde altı aydan bir yıla kadar hapis veya beş bin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

Bu maddenin gerekçesinde ise işlemin esas sahibinin kimliğinin gizli tutulmasının önlenmesi amaçlanmıştır cümlesi bulunmaktadır. Ve böylece IBAN’ını kullandıran kişi, bankaya (yükümlüye) gidip kim için kullandırdığını yazıyla bildirirse bu bildirim sonucunda bu madde uyarınca ceza işlemi uygulanmayacaktır. Ama hesaptaki para hareketinden sonra bildirmenin pek bir önemi maalesef bulunmamaktadır.

Özetle bankaya gidip bildirimde bulunmamış ve IBAN’ını kullandırdığı anlaşılan kişi için ya bir yıla kadar hapis cezası ya da beş bin güne kadar adli para cezası kesilecek.

Ayrıca IBAN’ı kullanan iş yeri sahibi de (tüccar vs) TCK madde 38 uyarınca bu suçu azmettiren olarak işlenen suçun cezası ile cezalandırılacaktır.

Verilecek adlî para cezasının miktarı, bir (1) gün karşılığı olarak en az 20 ve en fazla 100 Türk Lirasıdır.

Nihayet; hapis cezasının süresi 1 yılın altında olduğu için burada CMK madde 171 uyarınca kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilebilecektir. Yine söz konusu ceza TCK madde 50 kapsamında seçenek yaptırımlara çevrilebilecek, TCK madde 51 kapsamında ertelenebilecek ve yine sanık hakkında CMK madde 231/5 uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecektir.

Murat BATI-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

GÜNCEL

Performans ile Başarı Arasındaki Zayıf Bağlantı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Dünya üzerinde güce ulaşmak için neredeyse her şey mümkündür. Güç, politikanın en belirgin özelliğidir. Performans bir noktaya kadar getirirken politika ve güç başarıya ulaşmada çok etkili bir araçtır. “Başarılı olmak için ekseriyetle performans göstermek gerekir.” Burada iki anahtar kelime olan “Başarı” ve “Performans” sözcüklerinin zıt hikayesinden bahsetmek istiyorum.

Yapılan bir çalışmada yöneticilerin motivasyonlarının ilk öncülü ve kariyer başarıları araştırılmış. Üç grup olan bu çalışmada birinci grup öncelikle örgüte bağlılıkla motive olmuş, işleri yapmaktan öte sevilmekle uğraşmışlar, ikinci grupsa başarı ve performansla ile motive olmuş, hedeflere odaklanmışlar, üçüncü grupsa öncelikle güç ile motive olmuşlar ve sadece güçlü olmakla ilgilenmişler. Bu doğrultuda kanıtlar üçüncü gruptaki yöneticilerin örgütte en etkili pozisyonlara geldiğini aynı zamanda da işleri başarmada da en etkili olan yöneticiler olduğunu gösterdi. Başka bir çalışmadaysa Florida Eyalet Üniversitesinden Gerald Ferris ve arkadaşları on sekiz unsurdan oluşan bir siyasi kabiliyet envanteri geliştirmiş ve Amerika’nın orta batısında otuz beş okul yöneticisiyle ulusal olarak finans hizmeti veren bir firmanın 474 bayi yöneticisi ile yapılan araştırma, siyasi becerisi yüksek olanların daha yüksek performans puanları aldığı ve daha etkili lider olduğunu ortaya koymuştur.

Bu araştırmaya, “güç sahibi ve politik becerilere sahip olanlar aynı zamanda başarılı olarak nitelendiriliyor” şeklinde bir yorum yapsak herhalde yanlış olmaz. O halde gerçek dünyaya hoş geldiniz. Bir okulda bir müdür vardır, bir bölgede bir bölge müdürü vardır, şirketin bir CEO’su vardır, bir ülkede bir tane cumhurbaşkanı vardır. Yöneticiler arasındaki rekabet daha da yukarı çıktıkça çok daha çetin bir hal alır burada da adaylar etik kuralları, adil oyun kuralları esnetir ya da tamamen görmezden gelebilir. Güçlü olanlar gücünü performansa borçludur dediğinizi duyar gibiyim, kısmen haklısınız ama performansın gücü koruduğunu ya da işi garanti ettiğini düşünüyorsanız şu hikayeye bir bakalım; Miami – Dade County okul yönetim kurulu hem mali hem de başarı sorunlarıyla mücadele ederken yönetim okulu toparlaması için eski bir rektör olan Rudy Crew’i müfettiş pozisyonunda göreve getirdi. Crew, okulun not ortalamasını yükseltti, akademik performansı artırdı, eksik sınıflar olduğu için sınıflar inşa etti. Bu performansı takdirle karşılayan Amerikan Okul Yöneticileri Derneği Rudy Crew’ı yılın müfettişi seçti. Evet burada performans başarı getirmiş gibi görünebilir ama bu ödülden altı ay gibi kısa bir süre sonra Crew’den kurtulmak için oy kullanan bir okul yönetimiyle karşılaştı ve kendini okulla kıdem paketini istişare ederken buldu. Türkiye’de bir bankada işe alım sürecinde mülakata giren bir kişiyi şube müdürü kabul etmezken insan kaynakları, şartları sağladığını ve işe alınmasının uygun olacağına karar vermiştir. İşe alınan personel yüksek bir performans sergilemesine rağmen altı ay sonra istifa etmek zorunda kalmıştır. Burada yapılan hata performansın, güç elde etmek, yöneticiyi yönetmek ve politik problemlerden kaçınmak için yeterli olduğunu düşünmektir. Yani işe alım sürecinde rol alan bir yöneticinin kendisinin istediği ve istemediği kişinin performansını değerlendirirken onların çabasından bağımsız bir şekilde değerlendirdiğini görebiliriz.

Bu yazının amacı, başarının performansla ilişkisini doğru anlamak ama şuraya da dikkat çekmek isterim “performansı tamamen bırak ve güce odaklan” gibi keskin bir anlam ifade etmiyorum. Yüksek performans bir işin tamamen geleceğini garanti etmezken, düşük performansta işin kaybedileceği anlamına gelmez. Başarılı olmak için performansla birlikte güç inşa etme ve politik beceriye de sahip olmak gerektiğini unutmamak gerekir.

Ömer ATEŞÇİ-HBR

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.