Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV : IMF’den dersler – Arjantin

‘Emperyalizmin siyasal önceliklerini pervasızca üstlenebilmekte; programları, “tiksindirici” olabilen kredileri, iktidarları alaşağı veya ihya etmekte kullanılabilmektedir. Uzak duralım.’

Yayınlanma:

|

Er veya geç Türkiye’de bir “IMF programı” uygulanacaktır.  IMF gözetimi altında olması gerekmeyebilir. Makro-ekonomik politikalar açısından liberallerde ve ana muhalefette görüş birliği var: Kamu maliyesinde disiplin ve (yüksek faiz, dalgalı kur ikilisine dayalı) enflasyon hedeflemesi…

“Arızalı” veya gayri meşru yöntemlerle iktidarı koruyabilirse, Saray da (elbette adını koymadan) bir IMF programına geçecektir.   

Solda yer alan iktisatçılar olarak bu tartışmalara katılıyoruz; olası bir IMF programının tuzaklarına dikkat çekiyoruz. Orta döneme odaklanmamız ve ayrıntılara girmemiz de gerekiyor.

Türkiye gibi IMF programlarıyla yakından tanışmış bir ülke daha var: Arjantin… Bugünlerde de iki yıl önceki IMF programının ağır uzantıları ile cebelleşmektedir. Bu programın ciddi bir eleştirisi de yayımlandı. Hem de doğrudan doğruya IMF tarafından…

Yüksek düzeyli krediler içeren IMF programları tamamlandıktan sonra kurum-içi bir değerlendirme (“evaluation”) raporu hazırlanırmış. 2018 Arjantin  programı için de böyle bir rapor 8 Aralık 2021’de yayımlandı: Argentina: Ex-Post  Evaluation of Exceptional Access under the 2018 Stand-by Arrangement.

Bugün bu raporu, öncesi ve sonrasıyla gözden geçirmek istiyorum. Türkiye için de öğretici, uyarıcı olabileceği beklentisiyle…

1998-2002: IMF Arjantin ve Türkiye’de…

1998-2002 döneminde Türkiye ve Arjantin’de benzer IMF programları uygulandı: Başlangıçta döviz kuru hedeflemesine dayalı (bir anlamda “deneysel”) anti-enflasyonist programlar… Her ikisi de sert krizlere yol açınca IMF’nin geleneksel “kemer-sıkma” programlarına geçildi.

Programlar Arjantin’de katı biçimde; Türkiye’de kısmen esnekleştirilerek uygulandı. Sonuçlar da farklılaştı: Türkiye’de kişi başına millî gelir bu beş yılda sabit kaldı. Ekonomi 1999 ve 2001’de (%3,4 ve %5,7 oranlarında) küçüldü; ikincisi ağır bir finansal ve toplumsal krize dönüştü. AKP iktidarına yol açtı.

Arjantin’de kriz çok daha ağır seyretti: 1998-2002 arasında ekonomi yüzde 28 oranında küçüldü; yoksulluk oranı yüzde 50’yi aştı. Aralık 2001’de IMF-karşıtı ayaklanma patlak verdi. Başkan, sarayından helikopterle kaçtı ve istifa etti.

Sonrasında Arjantin Türkiye’den farklılaştı. IMF reçeteleri reddedildi.  2003’te Peronist Parti’nin sol kanadından Nestor Kirchner Başkan oldu. Borç ödemeleri durduruldu; alacaklılarla müzakereler başlatıldı. Yüzde 93’ü ile anlaşıldı. Borç stokunun yüzde 70’i kırpıldı.

2003-2007 arasında Başkan Nestor Kirchner ve 2015’e kadar eşi Cristina Kirchner neoliberal yörüngeden uzaklaştı. Sermaye hareketleri denetlendi; Merkez Bankası’nın bağımsızlığına son verildi; rezervleri Hazine’ye intikal etti. 2010 sonuna kadar yüksek (%6,3’lük) bir büyüme temposu cari işlem fazlası koşullarında gerçekleştirildi.

Sonraki dört yılda Arjantin, finans kapitalin saldırısı ile cebelleşti. 2010’daki borç yapılandırmasının dışında kalan alacaklıların senetleri akbaba fonları tarafından devralındı; New York mahkemeleri Arjantin’in dolarlı dış hesaplarını dondurdu. Cristina Kirchner ödemeyi reddetti. 2015 seçimini finans kapitalin ve ABD’nin gözdesi, fanatik neoliberal Maricio  Macri kazandı.

Macri 2016’da “akbaba fonlar”ın alacaklarını ödedi. Dış kaynak kanalları açıldı; finansal kriz son buldu. Ama iki yılda yeni bir kriz patlak verecek; IMF devreye girecektir.

IMF Raporu, Arjantin’deki son IMF programını eleştiriyor

IMF’nin Macri yönetimi ile yaptığı Stand-by anlaşmasını, yukarıda açıkladığım iç-denetim raporuna dayanarak değerlendirelim.

Rapor açıklıyor ki 2018-2019’da Arjantin hükümetine ödenen 57 milyar dolarlık kredi, IMF tarihinde bir rekordur; Arjantin’in IMF kotasını 12 misli aşmıştır.

Rapor, Macri yönetiminin ilk iki yılında (2016-2017’de) sermaye hareketlerinin sınırsız açıldığını, bütçe açığının dış borçlanmayla karşılandığını belirtiyor. Dış finansmanı besleyen stand-by programı, malî disiplini gevşek tuttuğu; yapısal reformlarda ısrar etmediği için eleştiriliyor. Geleneksel IMF programlarında titizlikle içerilen, izlenen bu araçlar Arjantin’de niçin gözetilmedi? Rapor’daki açıklama ilginçtir:

“Ekim 2019’da yapılacak olan genel seçimler malî ve yapısal politikalarda hareket alanını kısıtlıyordu. IMF, hükümetin tercihlerine öncelik verdi; sermaye akımlarının denetimi ve borçlarla ilgili bir önlem bu nedenle peşinen dışlandı.”

“Program, IMF için yüksek finansal risk içeriyordu. Krediler programa güvenirlik sağlayamadı. Arjantin piyasalardan yüksek faizlerle, düşük vadelerle, fazlasıyla borçlandı. Sermaye kaçışı döviz kurunu baskı altına tuttu. Piyasalar Ağustos 2019’da tıkandı. Sonuçta programın büyüme ve enflasyon hedefleri gerçekleşemedi.

Bu ifadeler, IMF adına örtülü bir itiraftır.  Aslında Rapor’un yazarları da bilmektedir ki, 2018-2019’daki astronomik IMF kredileri, 2020 seçiminde başkan Macri’yi desteklemek için verilmişti. IMF’nin en büyük hissedarı ABD’nin ve Başkan Christine Lagarde’ın bilinçli tercihi ile…

On üç yıl boyunca Arjantin’de neoliberal politikaları ısrarla reddeden, uzunca süre başarılı olan; ABD’nin Latin Amerika’daki hegemonyasına da direnen solcu iktidar geri gelmemeliydi.  Rapor’daki    iddianın aksine Arjantin hükümeti IMF uzmanlarını yanıltmıyordu; tam aksine IMF Macri hükümetini iktidarda tutmak için çalışıyordu.

Sonunda IMF kredilerinin 45 milyar doları Arjantin burjuvazisi tarafından ülke dışına kaçırıldı. Program yeni bir krizi de tetikledi. Başkanlık seçimini sol Peronist aday Alberto Fernandez kazandı.

IMF Arjantin kredisinin peşine düşüyor.

Kirchner hükümeti, IMF’nin 2001 krizi öncesinde Arjantin’e açtığı kredilerin tümünü 2006’da ödemişti. IMF programının beş yıllık bir bunalıma katkı yaptığını bile bile…

IMF bugünlerde bu örneği izliyor. Macri yönetimine ödenen; ama program sayesinde “buharlaşan” 45 milyar doları solcu iktidardan talep ediyor. Bu kredi toplamı, aynı tarihlerde hesaplanan sermaye kaçışlarına eşittir. Yolsuzlukla Mücadele Dairesi (OA), Macri yönetimini bu nedenle suçlamıştır (Telesur, 13Mart 2021).

IMF kredileri nasıl geri ödenir? Kamu maliyesinde kemer sıkma yoluyla yaratılacak bir bütçe fazlası ile… Bu yöntem bir stand-by programı ile güvenceye alınır; adım adım denetlenir.

Şimdi Arjantin’e bu “acı ilaç” önerilmektedir. İşin tuhafı, bu öneri IMF’nin resmî doktrininde önemli bir revizyonla da eş-zamanlıdır: Korona salgını sonrasında Keynes’gil politikalara dönülmekte; bütçe açıkları saygınlık kazanmaktadır. Ne var ki bu yeni doktrinin, “Güney” coğrafyasının borçlu ülkelerine ve IMF programlarına taşınmayacağı da ortaya çıkmaktadır.

Yeni başkan   Fernandez, IMF ile müzakerelere başladı. Salgın koşullarında ağır kemer sıkma reçeteleri reddedildi. IMF’nin yeni başkanı Kristalina  Georgieva başlangıçta Arjantinli muhataplarını uyarmıştı: “Tango iki kişiliktir…” (Reuters, 6 Şubat 2021).

IMF borcu reddedilirse, Arjantin’in tüm dış borçları temerrüde sürüklenir; dış finansman kaynakları   tıkanır. İki yıl sonra seçim var. İki Arjantinli iktisatçıya göre Macri, stand-by anlaşmasında IMF kredilerinin geri ödeme programını, seçim takvimini dikkate alarak düzenlemiştir. (A. Giblis ve G.Pinaro, NACLA, 10 Aralık 2021).

Başkan Fernandez, IMF üzerinde etkili olmaları beklentisiyle Mayıs’ta Arjantin’den alacaklı Avrupa ülkelerinin başkentlerine ve Vatikan’a gitti; olumlu karşılandığı haberleştirildi.

Fernandez Eylül 2021’de Birleşmiş Genel Kurulu’nda konuştu. IMF’nin Macri yönetimine açtığı kredileri “zehirli ve ölçüsüz” olarak nitelendirdi ve ekledi: “Arjantin’e aktarılan kaynakların önemli bir bölümü sermaye hesabının sorumsuzlukla açılması sayesinde ülkeyi terk etti. Böylesine bir sapkınlığı haklı gösterebilecek herhangi bir teknik, ahlâkî veya siyasal neden söz konusu olamaz.” (Telesur, 21 Eylül 2021).

Kıssadan hisse:IMF tekin değildir. Emperyalizmin siyasal önceliklerini pervasızca üstlenebilmekte; programları, “tiksindirici” olabilen kredileri, iktidarları alaşağı veya ihya etmekte kullanılabilmektedir.  Uzak duralım.

sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek

Yayınlanma:

|

Şimşek’in olmayan programının “kamuda tasarruf” kısmı bu hafta açıklandı. Orta Vadeli Plan gibi bu paket de genel olarak dilek ve temennilerden müteşekkil gözüküyor olsa da kamuda tasarruf paketinin ve genel olarak kamuda tasarruf söyleminin arkasında yatanlara bir göz atıp önümüzdeki dönemde bizi nelerin beklediğine bakmakta fayda var.

1. Kamuda tasarrufla enflasyonun ilgisi ne?

Faiz artışları ve ücretlerin baskılanması gibi kamu harcamalarının azaltılması da yüksek enflasyon oranlarının aşağı çekilmesi için gerekli bir adım olarak sunuluyor. Ancak kamu harcamalarında yapılacak bu tasarrufun enflasyonu hangi kanaldan ve ne kadar düşürmesinin beklendiğine dair somut bir plan ya da açıklama tabii ki sunulmadı.

Standart iktisat teorisine göre, eğer bir ekonomide toplam talep toplam arzın üzerinde seyrediyorsa, bu ekonomide önce girdi fiyatları ardından da mal ve hizmet fiyatları yükselişe geçer. Bu modelin temel varsayımı, ekonominin halihazırda tam istihdamda olduğu ve kapasite kullanım oranının da daha fazla artırılamayacak kadar yüksek olduğudur.

Bu temel varsayım altında kısa vadede üretim artırılamayacağından ötürü, fiyatlardaki artış eğilimini durdurmak için talebin kısılması önerilir. Yüksek faizler, talebi kısmanın bir yöntemidir. Yüksek faizler, krediyi pahalı hale getirerek krediyle yapılan tüketim ve yatırım harcamalarını azaltabilir. Aynı zamanda, bugün tasarruf yapıp yarın daha fazla tüketme imkanı sunarak gelirlerin bir kısmının harcanmamasını sağlayarak da talebi sınırlayabilir. Ekonomideki toplam talebin toplam arzla uyumlu hale gelmesiyle de fiyatların artış eğilimi kontrol altına alınabilir.

Kamu harcamalarını azaltmanın da benzer bir mantığı vardır. Kamu harcamalarını azaltmak, toplam talebi düşüreceğinden ekonomideki “aşırı talebin” dizginlenmesine yardımcı olur ve dolayısıyla da enflasyonu düşürücü bir etkide bulunabilir.

Ekonominin tam istihdamda olmadığı (yani işsizliğin yüksek olduğu) ve şirketlerin üretim kapasitelerinin tamamını kullanmadığı koşullarda “aşırı talep” kaynaklı bir enflasyondan söz etmek mümkün değildir. İthal girdi ve özellikle de ithal enerji kullanımının yüksek olduğu bir ekonomide döviz kurlarının hızla artmasıyla tetiklenen ve yüksek kâr marjlarının sürüklediği bir enflasyondan söz ediyorsak bu basit ilişkinin çalışmayacağı açıktır. Hele ki enflasyon beklentileri kalıcılaşmış, gelir ve varlık eşitsizlikleri artmışken.

En azından kamu harcamalarının ithalat yaratan kısmı azaltılıyor olsaydı Türkiye ekonomisi için döviz açığını azaltacağı için dolaylı olarak enflasyon üzerinde negatif etkide bulunabileceğini söyleyebilirdik. Ancak bu olmadığı gibi kamunun döviz (ve altın) cinsinden iç ve dış borçlanmasına dair bile herhangi bir unsur görünmüyor tasarruf paketinde.

Yüksek faiz, ücretlerin baskılanması ve kamu harcamalarının azaltılması politikalarını enflasyonun düşürülmesi adına savunan iktisatçıların bir düşünce tembelliği içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak mesele bununla sınırlı da değil. Çünkü bu politikaların hem ideolojik bir yanı hem de değer üretimi ve bölüşümü ilişkilerine doğrudan ve dolaylı müdahale eden yanları mevcut.

2. Kamu bütçesi ve vergiler: Yeniden bölüşüm

Kamunun topladığı vergiler ve yaptığı harcamalar, en basit ifadesiyle, ekonomide üretilen toplam değerin bir kısmını yeniden dağıtma işlevine sahiptir. Bu anlamda da hem vergilerin kimden ve ne kadar toplandığı hem de harcamaların hangi alanlara yapıldığı bir toplumun önceliklerini ve o toplumdaki güç dengelerini doğrudan yansıtır.

Dolayısıyla vergilendirme ve harcama kalemlerinde yapılan her değişiklik de aslında öncelikle yeniden bölüşüm ilişkilerine yapılan bir müdahaledir. Ancak, müdahale genellikle sadece yeniden bölüşüm ilişkileriyle kalmaz, doğrudan üretim ve bölüşüm ilişkilerini de etkileyecek ve değiştirecek unsurlar içerebilir.

3. “Kamuda tasarruf”un esas amacı

Kamu harcamalarının kısılması, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin birçoğunun özel sektöre devredilmesi ve kamu varlıklarının özelleştirilmesi 1980’lerden bu yana IMF ve Dünya Bankası programlarının asli bir unsuru olarak karşımıza çıkıyor.

Şimşek’in bu hafta açıkladığı programın da bu bağlamda 3 ana amacı olduğu söylenebilir:

1. Dış sermayeye daha fazla kaynak ayırmak: Daha önce “Şimşek “programı”nın aritmetiği”nde yazdığım gibi içerideki talebi azaltacak her adım dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılabilecek kısmı yükseltmeye yaramaktadır. Çalışanların ve emeklilerin reel gelirlerini düşürmek, onlara yönelik kamu harcamalarını kısmak, onlardan daha fazla vergi almak ve onların borçlanmasını zorlaştırıp daha pahalı hale getirmek bu kesimin elindeki harcanabilir geliri düşürmek suretiyle milli gelirden bu kesime ayrılan payın düşük tutulması, dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılan kısmı artırır. Kemer sıkma politikalarını uluslararası finans için önemli kılan nedenlerin başında bu gelir. Dış sermayeye, bize döviz getirirseniz size yüksek faiz ve kâr payı ödemesi yapacağız ve bu ödemeleri yapabilmek için de kendi çalışanlarımızın boğazından kısacağız mesajı verilir. (1)

2. Krizi fırsata çevirmek: Çalışanların örgütsüz, güçsüz ve dağınık olduğu koşullarda “kamuda tasarruf” ya da “kemer sıkma” politikalarıyla sermayenin çıkarına adımların önü açılır. Ücretleri ve emekli aylıklarını düşürmek, esnek ve güvencesiz çalışmayı yaymak, kamunun sağlaması gereken temel hizmetleri giderek daha fazla özel sektöre devretmek, sosyal yardımları ve kamu hizmetlerini azaltarak çalışanları daha düşük ücretlerde çalışmaya mecbur etmek, kamuya ait varlıkları ucuza özel sektöre devretmek “kamuda tasarruf” paketinin ilerleyen dönemdeki versiyonlarından bekleyebileceğimiz gelişmelerdir. Bu haliyle de Şimşek ve “programı”nın sermayenin tüm kesimlerinin desteğini alması şaşırtıcı değildir. (2)

3. İdeoloji ve algı: Oğuz Oyan’ın oldukça yerinde tespitiyle “yoksullaşan halkın en büyük özveriyi yapması beklenirken iktidarın kamu harcamalarında da bir takım sözde tasarrufları zorunlu oldu. Dolayısıyla bu paket, programın psikolojik ve ideolojik zemininin hazırlanması, geniş halk kesimlerinin kendi aleyhlerine çalışacak bir programa razı edilebilmesi açısından da farz oldu”. (3) Açıklanan tasarruf paketi de “işte iktidar da üzerine düşeni yapıyor” algısının oluşturulması için şimdiden kullanılmaya başlandı bile.

4. Bu daha başlangıç

Aslına bakarsanız, göreve geldikten neredeyse bir sene sonra “kamuda tasarruf” paketini açıklayan Şimşek’in çalışmaya yeni başladığını söyleyebiliriz. Ücretlerin bastırılması, emeklilerin açlığa mahkum edilmesi, kamu çalışanlarının servislerinin, lojmanlarının ellerinden alınması gibi adımların hiçbiri enflasyonu tek haneli rakamlara indirecek adımlar değil.

Enflasyon, TL’nin reel değerlenmesi ve baz etkisiyle biraz inmeye başladığında “program”ın çalıştığı öne sürülecek ve enflasyonu daha fazla indirip ekonomiyi istikrara kavuşturmak için geniş kitlelerden daha fazla fedakarlık istenmekle de kalınmayacak kamunun elinde kalan varlıklar, araziler vs. yerli ve uluslararası sermayeye ucuza devredilecek. Nihayetinde Şimşek ve ekibinin bu konuda 2000’lerden oldukça fazla deneyimi var. Bu paketteki “değerli lojman ve sosyal tesisler”in sermayeye satılması maddesi bunun ilk adımı olarak görülebilir. (4) Benzer şekilde, Varlık Fonu adı altında tamamen denetim dışına çıkarılmış kamu varlıklarının akıbetinin ne olacağını da önümüzdeki dönem bize gösterecek.

5. Sonuç yerine

Esas amaç gerçekten kamuda tasarruf olsaydı yapılacak şeyler belliydi. Örneğin, “Şimşek sadece İstanbul Havalimanı’nın bir yıllık kirasını Cengiz ve Kalyon’dan alabilse, açıkladığı ‘tasarruf paketinin’ hedeflediği rakamın neredeyse yarısı kadar kaynağı bütçeye koyabilirdi.” (5) Ya da şirketlerden toplanmayan, affedilen vergiler, şirketlere tanınan çeşitli muafiyetler ve verilen teşvikler, bütçede artan faiz ödemeleri, kamu-özel işbirliği adı altında sermayenin belli kesimlerine aktarılan kaynaklar, askeri maceralar için harcanan paralar, iktidar sahiplerinin çoklu maaşları, astronomik huzur hakları vs. vs.

Ancak, yine Oyan’ın tespitiyle, kamuda gerçek bir tasarrufun ucu “sermayeye ve yolsuzluk ekonomisine dokunacağı için yasak alandır. Her durumda Şimşek’in boyunu ve meşrebini aşar.” (3)

Bu şekilde değerlendirildiğinde “kamuda tasarruf”un Şimşek “programı”nın iki hedefiyle de gayet uyumlu olduğu görülmekte. Tekrar hatırlatmak gerekirse bu iki hedef, Türkiye ekonomisinin kronik döviz açığı sorununu bir süreliğine de olsa gidermek ve Nebati programının emeğe saldırısının sonuçlarını kalıcılaştırıp daha öteye götürmek olarak belirlenmiş durumda.

Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, karşı karşıya bulunduğumuz program, nihayetinde, ülke kaynaklarının bir avuç finansal spekülatöre aktarılması ve ülkenin ücretli çalışanlar ve emekliler için bir cehenneme çevrilmesi programıdır.

Özgür Orhangaziozgurorhangazi.com

Notlar:

(1) Şimşek “program”nın aritmetiği

(2) https://www.gazeteduvar.com.tr/is-dunyasindan-kamuda-tasarruf-paketine-destek-haber-1691071

(3) https://haber.sol.org.tr/yazar/tasarruf-mu-dediniz-393343

(4) Özelleştirme İdaresi’nin Urla’daki taşınmaz ihalesi için hazırladığı reklam filmi, belki de önümüzdeki dönemde göreceklerimizin bir fragmanı olabilir: https://twitter.com/bahadir_ozgr/status/1790043345818968518

(5) https://www.gazeteduvar.com.tr/simsek-once-kalyon-ve-cengizden-milyar-euroluk-kirayi-alsin-makale-1691043

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

GARANTİ BBVA TÜRKİYE RAPORU

Yayınlanma:

|

Yazan:

TCMB ihtiyaç duyulduğu sürece sıkılığın korunacağı, yeni mali tedbirler ise politika bileşiminin daha koordineli olacağına işaret etmektedir. Politikaların gecikmeli etkisi göz önüne alındığında, hala sağlam olan tüketimi kontrol altına almak için ek makro ihtiyati önlemlere ihtiyaç duyulacağına inanıyoruz.

Önemli noktalar

  • TCMB, yılın ikinci enflasyon raporunda 2024 yılı ara enflasyon hedefini 2 puan yukarı yönlü revize ederek yüzde 38’e yükseltmiş, öngörülen aralığın üst sınırını değiştirmeyerek yüzde 42’de tutmuştur. Yılın ilk dört ayında enflasyonun beklenenden 4 puan daha güçlü gelmesi, Mart ayındaki ilave sıkılaştırma ile sapmayı telafi edemeyecekleri için bu revizyonu yapmalarına neden oldu.
  • TCMB, sıkılaştırmanın talep koşulları ve enflasyon beklentileri ve dolayısıyla enflasyon eğilimi üzerindeki gecikmeli etkilerini gözlemlemek istemektedir. Enflasyon eğiliminde belirgin bir bozulma olması durumunda ilave sıkılaştırma uygulanacağının sinyallerini vermeye devam etmektedirler.
  • İç talep, yüksek enflasyon beklentileri, servet etkileri ve kredi kartı harcamalarının kullanılabilirliği ile desteklenmeye devam etmektedir. Parasal aktarım mekanizmasını güçlendirmek amacıyla mevcut düzenlemeleri gevşetmek için sürdürülebilir bir yol başlatmak için finansal koşulların daha uzun süre sıkı tutulmasına ihtiyaç duyulacaktır.
  • En son açıklanan mali paket, 2024’te GSYİH’nın %0,2-0,3’ü civarında tasarruf anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde yeni tedbirler de alınacak ve bunların birçoğu orta vadede etkili olacaktır.
  • Enflasyon eğilimi, daha koordineli bir politika bileşimi ile yıl sonu enflasyonunun TCMB tahmin aralığının üst sınırı olan %42’nin altına düşecek bir düzeye yükselmesi durumunda, 4Ç24’te çok kademeli adımlarla gevşemeye başlamak için sınırlı bir alan olabilir. Ancak, gecikmeli mali etkiler ve perakendeci harcamaları üzerindeki makro ihtiyati politikalar, daha erken bir kesinti döngüsü olasılığını azaltıyor.

Raporun tam hali için:

https://www.bbvaresearch.com/wp-content/uploads/2024/05/Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24.pdf

Raporun tamamını okumak için buraya tıklayın

Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24

 

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Yabancılar Türkiye’ye Neden Yatırım Yapıyor

Yayınlanma:

|

Yazan:

Aralık 2023 itibariyle Türkiye’de doğrudan yabancı yatırım stoku 264 milyar dolara ulaştı. Toplam yabancı firma sayısı da 88 bin seviyelerine erişti. En fazla yatırım yapan ülkeler arasında Hollanda, Almanya, ABD, Fransa, Azerbaycan ve Katar gibi aktörler bulunuyor. Son dönemde atılan adımlarla birlikte yabancı yatırımcı meselesi tekrar ön plana çıkıyor. Özellikle yerel seçimler sonrası yabancıların Türkiye ilgisinin arttığı görülüyor. Uluslararası kuruluşların kredi not artırımlarına eşlik eden yabancı yatırımlar daha çok Avrupa ülkelerinden geliyor. Seçimlerden sonraki beş hafta incelendiğinde 6 milyar doları aşan bir miktarın swap, borsa ve devlet tahvilleri aracılıyla Türkiye’ye geldiği anlaşılıyor. Bu finansal girişe 1 Nisan-5 Mayıs arasında yerleşiklerin 7,84 milyar dolarlık dövizden TL’ye geçişi eşlik ediyor.

Doğrudan yabancı yatırım beklentisinin aylık 1,5 milyar dolar olduğu göz önüne alındığında dört aylık süreçte 5 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırımın geldiği söylenebilir. Yaşanılan döviz girişine eşlik eden diğer bir süreçte Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) döviz rezervi birikim politikası yer alıyor. Son iki haftada 17 milyar dolarlık rezerv arışı seçimler sonrası 20 milyar doları aşmış gibi duruyor. Yabancı yatırımların bir diğer etkisi de enflasyon beklentilerinin iyileşmesinde görülüyor. TCMB’nin beklenti anketlerinde Ocak-Mayıs ayları içerisinde 12 aylık enflasyon beklentisi yüzde 45’lerden yüzde 35’lere kadar geriledi. Yılın sonuna doğru yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 10’lar düzeyine kadar düşebilir. Bir çıktı olarak Türkiye’ye gelen yabancı yatırımlar enflasyonla mücadeleyi daha kolay hale getiriyor ve istihdam, üretim gibi alanlara pozitif katkı sunuyor.

Son yıllarda Türkiye’ye hangi ülkeler en fazla yatırım yaptı diye bakıldığında Hollanda’nın açık ara önde olduğu görülüyor. Hollanda’yı İngiltere, ABD, İsviçre ve Almanya izliyor. 2019-2023 döneminde 32 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırım çeken Türkiye’nin en fazla yurt dışı yatırımı Hollanda’da yer alıyor. İngiltere ile de benzer bir ikili ilişkinin olduğunu söylemek mümkün. 25 milyar doları aşan dış ticaret hacmine bir o kadar ikili yatırım hacmi eşlik ediyor. Diğer yatırım yapan ülkelerle de benzer ilişkilerin olduğu görülüyor. Ocak-Nisan 2024 döneminde de benzer aktörlerin Türkiye’ye yatırım yaptığı ve dış ticaretle bağlantılı şekilde hareket ettiği anlaşılıyor.

S&P, Citibank ve JP Morgan gibi uluslararası finans kuruluşların olumlu açıklamaları ve Türkiye’nin kredi notunu yukarıya taşımaları yabancı yatırımcı ilgisini hem miktar hem de fiziki olarak artırıyor. Diğer bölgelere kıyasla Avrupa ülkeleri önde gelen yatırımcılar olarak öne çıkıyorlar. Fakat Türkiye’nin denge politikası göz önüne alındığında Çin, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerden yatırımların artması muhtemel. Son yıllarda Batı Asya ülkeleri Katar, BAE, Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi aktörlerle yapılan yatırım anlaşmaları bu açıdan değerlendirilebilir. Özellikle Türkiye’nin imalat sanayi üretimi mevcut ülkeleri Türkiye’ye yatırıma yönlendiriyor. Genel olarak enerji ihraç eden Batı Asya ülkeleri kendi yerli sanayilerini tecrübe ve teknoloji transferiyle kuvvetlendirmek istiyor. Türk Savunma Sanayinin son yıllarda elde ettiği saha başarıları da (Irak, Ukrayna, Azerbaycan, Libya, Etiyopya ve Doğu Akdeniz) Türk sanayisine olan ilgiyi teşvik ediyor. Dünyanın en büyük 12. silah ihracatçısı haline gelen Türkiye’nin ilerleyen dönemlerde daha fazla yatırım çekmesi muhtemel.

Özellikle Türkiye’nin Araştırma ve Geliştirmeye (AR-GE) aktardığı ortalama yıllık 10 milyar dolar Türk sanayisini daha modern hale getirdi. 2003-2023 döneminde 166 milyar dolarlık AR-GE yatırımı Türk sanayi firmalarını teknoloji merkezli dönüştürdü ve dünyayla daha entegre yaptı. Dünyanın en büyük 13. sanayisini inşa eden ve 80 binden fazla üretim tesisiyle ürün çeşitliliğine sahip Türkiye’nin potansiyel taşıdığı ve daha fazla yatırımcı çekmesi beklenebilir. Sonuç itibariyle Ocak-Nisan 2024 dönemi mevcut potansiyel ve yatırım ivmesinin önemli bir göstergesi olarak okunabilir.

Deniz İSTİKBAL-WorldofTürkiye

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.