Connect with us

GÜNCEL

Prof. Dr. BORAYAV : Seçim ve sonrası

‘Halk sınıfları saflarında AKP’nin ideolojik hakimiyeti giderilmeden bu iktidar yenilgiye uğratılamaz. Son seçimde etkili olan İslamcı, milliyetçi karşı saldırıyı AKP örgütleri yaydı.’

Yayınlanma:

|

Seçim ortamı: Büyüyen bir ekonomide bölüşüm şoku…

Demirel’e atfedilen “boş tencere seçim kaybettirir…” öngörüsü seçim arifesinde Türkiye’de yaygınlaşmıştı. Muhalif çevreler aynı öngörüyü “yaşanan kriz …” tespitine dayandırmaktaydı. Ben farklı bir vurgulama yaptım: Türkiye’de kriz yok; toplumsal bunalım var.

Gelişimini, nicel göstergelerini hatırlatayım: AKP Haziran 2015 seçimlerini yitirdikten sonra ekonomi politikalarında büyüme birinci öncelik oldu; neoliberal istikrar reçeteleri çiğnendi. Şirketlere ucuz kredi pompalandı; Türkiye ekonomisi 2016-2022 döneminde yüzde 4,4 oranında büyüdü. Seçim ortamına odaklanalım: Millî gelir 2022’de yüzde 5,6; Ocak-Mart 2023’te yüzde 4 oranında büyüdü, yani Türkiye seçime bir ekonomik kriz içinde gitmedi.

Buna karşılık aynı dönemde Türkiye toplumu çok ağır bir bölüşüm şoku yaşadı. Göstergelerini inceledik. Sermayenin millî hasıladan payı Cumhuriyet döneminde benzeri görülmemiş boyutta sıçradı. Doğal uzantısı ücret payındaki çarpıcı aşınmadır.

Büyüyen bir ekonomide bölüşüm şoku seçimleri nasıl etkiledi? Seçmenlere yansıması ayrıntılı olarak araştırılacak, çözümlenecektir. Şimdilik mevcut bilgilerden hareket eden önermelerle yetinelim.

Ekonomik farklılaşma etkenleri

Mayıs seçimlerinde Türkiye hemen hemen tam ortadan ikiye ayrıldı. Bu ayrışma, emekçi sınıfların içinde de gerçekleşti. Diyalektik bir farklılaşmanın yaşandığını varsayabiliriz: Bölüşüm şoku, kriz algılaması yarattı. Ekonomik büyüme ise olağan bir geçim sıkıntısı algılamasına yol açtı.

Emekçi sınıf saflarında karşıt algılamalara yol açan etkenler incelenmelidir. Şimdiden bir bölümü akla geliyor. Büyümenin işçi sınıfına katkısı, istihdamın aynı dönemde 4,2 milyon artması oldu. Bir ekonomik kriz yaşansaydı, istihdam artışı gerçekleşemezdi. Niteliksiz emeğin yaygın olduğu inşaat ve hizmetlerde, üç buçuk milyon işçinin çalıştığı KOBİ’lerde “ekonomik kriz algılaması” herhalde yaygınlaşmadı.

“Pahalılık”, giderek “geçim sıkıntısı”, sıradan emekçilerin olağan sorunlarıdır. Telafi edici etkenler önemlidir. Asgari ücret artışları ve EYT uygulamasının sağladığı toplu ödemeler enflasyon algılamasını hafifletmiş olmalıdır. Erdoğan’a oy veren 27 milyonluk seçmenin önemli bölümleri işçi sınıfının en yoksul kesimlerinde aranmalıdır.

Buna karşılık bölüşüm şoku emekçi sınıfların tüm katmanlarını mağdur etmiştir. Algılamanın yoğunlaştığı insanlar, işçi sınıfının beyaz yakalı, nitelikli emeğin yaygın, enflasyona karşı savunma araçlarının zayıf olduğu katmanlardadır. 25 milyonluk muhalif seçmenin ana kitlesi… Onları “orta sınıf”; kavramı içinde toplamak yanıltıcıdır. Daron Acemoğlu ve bizim siyaset bilimciler gibi kullanılırsa özellikle…

Bazılarını sıralayalım: TTB, TMMOB üyesi yüzbinlerce hekim, mühendis, mimar, ücretli işçi sınıfının mensuplarıdır. İlköğretimden üniversitelere uzanan milyonu aşkın bir eğitim ordusu var. Artan bölümleri özel okul ve vakıflarda sözleşmeli olarak çalışıyor. Tüm merkezî, yerel kamu yönetimi vb kadrolarını ekleyin. Reel ücret, maaş gelirleri, hızla asgari ücret düzeylerine doğru eriyen “bordro mahkumları” söz konusudur. 13 milyonu aşkın emeklinin en “seçkin” katmanları dahi enflasyon baskısını ekonomik kriz olarak yaşamakta, algılamaktadır.

İdeolojik ayrışmalar, parti örgütleri

AKP iktidarının 20 küsur yıl boyunca halk sınıfı saflarında etkili ve yaygın örgütlenmesi ile kazandığı ideolojik, siyasal mevzilerin seçimleri etkilemesi kaçınılmazdı.

AKP’nin 11,2 milyon üyesi var; Erdoğan’a verilen oyların yüzde 40’ını sağlamış. CHP’nin üye sayısı 1,4 milyonun altında. Muhalif oyların yüzde 5’i… Bu tespit Mayıs seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığında birleşen 25 milyonun CHP ve Altılı Masa’da yer alan diğer parti örgütlerinden kaynaklanmadığını ima ediyor.

Halk sınıfları saflarında AKP’nin ideolojik hakimiyeti giderilmeden bu iktidar yenilgiye uğratılamaz. Son seçimde etkili olan İslamcı, milliyetçi karşı saldırıyı AKP örgütleri yaydı.

Mayıs seçimleri üzerinde Dağhan Irak’ın 30 Mayıs tarihinde Diken’de yayımlanan bir yazısı önemli tespitler içeriyor. Yorumlamadan aktarıyorum:

“AKP, bir siyasi parti değil, bir sosyal ağ. Camilerde, hemşeri derneklerinde, mahalle muhtarlıklarında, köy kahvelerinde oluşan toplumsal ağları içine aldı. Bu sosyal ağ, belediyeler üzerinden devletleşti, yoksullar üzerinde bir kontrol mekanizması olarak sadaka sınıfını yarattı.”

“Acaba CHP’nin kaç üyesi fabrika işçisi, kaç üyesi gecekonduda yaşıyor? Muhalefet AKP’nin oy depolarına girip toplumsal ağlarını kesip kendine bağlamadan kazanamaz. Bunu kim yapıyorsa yapsın. CHP, TİP, HDP, EMEP kim becerebiliyorsa… Temsilcisi, Allah’ın her günü, her mahallede insanlarla konuşan bir parti olmadan, örgütleme çalışması yapmadan bu iş olmaz. O mahalledeki hangi eve hangi gıdanın girmediğini; kimin işten yevmiyesini eksik aldığını bilmeden olmaz. Muhtarlık seçimlerine girmeden, muhtar seçtirmeden olmaz.”

Mayıs seçiminde AKP kalesi bir İstanbul semtinde bir sandık görevlisinin twitter (“Fulyemik”) iletileri de anlamlı:

“Bütün gün AKP kalabalığı ile baş etmeye çalıştık. Çünkü ailecek aktif işin içindeler: Anne müşahit, oğlan sandık kurulunda, baba okul görevlisi. Oy kullanmaya gelen hepsi mahalle arkadaşı. Sohbetlerinden, kadınların sosyalleştikleri tek alanın parti etkinlikleri olduğunu anlıyorsun: ‘Çay toplantısına neden gelmedin; kaynın geldi’ diyor biri. Öbürü, ‘bizim maaş hâlâ bağlanmadı’. Görevli, ‘hemen Cimer’i arayalım’…”

“Sözümün özeti: Seçimden üç ay önce ortaya çıkıp meydanlarda konuşarak bu insanları kazanmanın imkânı yok. Hayatlarına dokunman, mahalle örgütlenmelerini işletmen ve gençleri katman lazım.”

Meydanları dolduran yüzbinler ne arıyor?

Büyük kentlerde, örneğin İstanbul, İzmir, Ankara mitinglerinde Kılıçdaroğlu’nu destekleyen yüzbinlerin muhalif parti örgütlerinden kaynaklanmadığına yukarıda değindim. Gözlemciler ise mitinglerdeki yüzbinleri birleştiren yaratıcı dinamizmden etkilendi.

Bu yüzbinler kimlerden oluşuyor? Haziran 2013 kalkışmasına katılan öğrencilerin, Cumhuriyetçi saflara o tarihte katılan devrimci gençlerin, kent emekçilerinin bugünkü türevleri… 2019 İstanbul belediye seçimini de bunlar kazandı. Kendiliğinden örgütlenebilen dinamik, yaratıcı, önemli bölümleri sola, sosyalizme açık, aydınlanmacı (“Cumhuriyetçi”) bir güç…

Gezi kalkışmasını birleştiren ortak hedefi, Mustafa Kemal’in kalpaklı resmi simgeliyordu. 1980 sonrasının sosyalist partileri, Cumhuriyet değerlerini Gezi’ye katıldıklarında ilk kez tümüyle özümsediler. Bugün öyle bir dönemece geldik ki, güncel siyasete aydınlanma değerlerini taşıyan örgütler sosyalist, komünist partilerle sınırlıdır.

Haziran 2013’te gerçekleşmeyen bir liderlik, öncü örgüt, bugün aranıyor. CHP, geleneksel örgütlenme yöntemleri bir yana, Siyasal İslam’la uzlaşma nedeniyle “aykırı” düşmektedir. 2013’te ve bugün meydanları dolduran milyonların Cumhuriyetçi, ilerici, devrimci özlemlerini karşılayamaz. Düzen muhalefetinin yarattığı kritik boşluğu doldurmak, adeta kendiliğinden Sol’a düşüyor. Ergin Yıldızoğlu da “bugünkü durumun içindeki güçler dengesini değiştirme potansiyelinin sol harekette” olduğunu ileri sürüyordu (Cumhuriyet, 8 Mayıs 2023).

Bu potansiyeli, Türkiye Solu’nun yakın tarihinde, Üç Fidan’ın elli bir yıl önce idam sehpasındaki çağrıları simgelemişti. Öğrenip sahiplenmek, gereğini yapmak bugünkü sosyalist, komünist partilerin üyelerine, militanlarına düşüyor. Maraş depremi mağdurlarına gösterdikleri örgütlü dinamizm çarpıcıdır; bu görevi hak etmektedirler.

“Seçim depremi” sonrasında Sol örgütlerin hedefi, işyerlerinde, mahallelerde, köylerde AKP’nin ve gericiliğin ideolojik olarak “fethettiği” insanlar değilse kimlerdir?

Prof. Dr. Korkut BORATAV – sol.og.tr

Okumaya devam et

GÜNCEL

AB, Anti-Greenwashing Düzenlemesini Askıya Alıyor

Yayınlanma:

|

Yazan:

Avrupa Birliği’nin, greenwashing vakalarını önlemeyi ve şirketlerin çevresel beyanlarının doğruluğunu sağlamayı amaçlayan “Green Claims Directive” (Yeşil Beyanlar Direktifi) teklifi, son dönemde oluşan siyasi gelişmelerin ardından durma noktasına geldi. Önce Avrupa Komisyonu’nun geri çekilme sinyalleri vermesi, ardından da İtalya’nın desteğini çekmesiyle birlikte, dosyanın ilerlemesi neredeyse imkânsız hale geldi.
Direktif Ne Getiriyordu?
2023 baharında önerilen ve müzakere süreci devam eden Green Claims Direktifi, şirketlerin “çevre dostu”, “karbon nötr”, “doğaya zararsız” gibi iddialarını bilimsel ve doğrulanabilir temellere oturtmayı hedefliyordu. AB içindeki “yeşil aklama” (greenwashing) vakalarının artması üzerine gündeme gelen düzenleme, şirketlerden bu tür iddialarını belgelemelerini ve kamuoyuna açık şekilde doğrulamalarını zorunlu kılacaktı.
Direktif, mikro ölçekli işletmeleri başlangıçta kapsam dışında bıraksa da, müzakereler ilerledikçe bu işletmelerin de düzenlemeye tabi olabileceği ihtimali doğmuştu. Bu durum ise, hem Komisyon hem de bazı üye ülkeler nezdinde siyasi temelli ciddi çekincelere yol açtı.
Ne Oldu da Süreç Askıya Alındı?
Geçtiğimiz hafta Avrupa Komisyonu, sürecin geldiği noktayı “basitleştirme gündemi” ile uyumsuz bulduğu gerekçesiyle direktifi geri çekme niyeti taşıdığını açıkladı. Bu açıklama, hem Avrupa Parlamentosu hem de üye ülkelerde kafa karışıklığına neden oldu. Zira müzakereler hâlâ devam ediyordu ve taraflar anlaşma arayışındaydı.
İtalya’nın hafta sonu verdiği kararla desteğini tamamen çekmesi, sürece son darbeyi vurdu. Bu kararla birlikte, müzakereleri yürüten AB Konseyi Dönem Başkanlığı, artık direktif üzerinde ilerlemek için yeterli siyasi desteğe sahip değil.
Şimdi Ne Olacak?
Aslında Komisyon’un resmi olarak çekilme kararı alıp almayacağı henüz netlik kazanmış değil ancak mevcut siyasi atmosfer, Green Claims Direktifi’nin bu haliyle yasalaşmasının zor olduğunu gösteriyor. AB içinde “yeşil yıkama” iddialarının düzenlenmesine yönelik kapsamlı ve bağlayıcı bir mevzuat arayışı, şimdilik rafa kalkmış görünüyor.
Değerlendirme
Green Claims Direktifi’nin askıya alınması, Avrupa Birliği’nin sürdürülebilirlik hedeflerine giden yolda önemli bir sapma olarak okunabilir. Kurumsal bazdaki çevre beyanlarının doğruluğunu sağlamak amacıyla hazırlanan bu düzenleme, yalnızca tüketici güvenini artırmayı değil, aynı zamanda çevre dostu üretim iddialarının gerçeklerle uyuşmasını amaçlıyordu. Dolayısıyla bu geri adım, hem şirketlerin iklim iddialarını şeffaflaştırma çabalarına hem de döngüsel ekonomi hedeflerine darbe vurabilir.
Özellikle AB Yeşil Mutabakatı’nın bir parçası olarak sunulan bu direktifin rafa kalkması, diğer sürdürülebilirlik politikalarını da dolaylı biçimde etkileyebilir. Zira Green Claims Direktifi, geniş bir eko-etiket sisteminin ve sürdürülebilir ürün piyasasının hukuki temelini oluşturacaktı. Bu boşluk, hem tüketicilerin güveninde aşınmaya hem de çevresel taahhütlerde geri kaymalara yol açabilir.
Türkiye Açısından Ne Anlama Geliyor?
Türkiye, 2021 yılında yayımladığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı’yla AB ile ticaretinde sürdürülebilirlik kriterlerini ana gündemine almış durumda. Özellikle ihracat odaklı sektörlerde çevresel beyanlar giderek daha fazla önem kazanıyor. Green Claims gibi düzenlemeler, Türk şirketlerinin AB pazarında nasıl konumlanacağını ve ne tür doğrulama süreçlerine tabi olacaklarını da belirliyordu.
Bu direktifin geri çekilmesi, kısa vadede Türk ihracatçıları için idari yüklerin artmasını engellemiş olabilir. Ancak orta ve uzun vadede AB’nin sürdürülebilirlik politikalarındaki bu tür belirsizlikler, yatırım kararlarını ve stratejik planlamaları zorlaştırabilir. Ayrıca kendi iç pazarını düzenlemeyi hedefleyen Türkiye için bu gelişme, benzer bir çevresel beyan düzenlemesinin ertelenmesine neden olabilir. Oysa küresel tedarik zincirlerinde daha şeffaf ve hesap verebilir sistemler kurmak, Türkiye gibi üretici ülkeler için bir rekabet avantajı yaratacaktır.
Bundan Sonrası
Green Claims Direktifi şimdilik durdurulmuş olsa da, yeşil iddiaların düzenlenmesine duyulan ihtiyaç ortadan kalkmış değil. Özellikle çevre duyarlı tüketicilerin ve yatırımcıların beklentileri, piyasa standartlarını yönlendirmeye devam edecek. Bu nedenle şirketlerin gönüllü doğrulama, şeffaflık ve izlenebilirlik araçlarına yatırım yapmaları, yalnızca regülasyonlara uyum için değil, aynı zamanda güvenilirlik ve itibar açısından da stratejik önem taşıyor.
Türkiye için bu gelişmeler, pasif bir izleyiciden çok, aktif bir politika geliştirici olmanın önemini bir kez daha gösteriyor. Yeşil geçişin, sadece mevzuat takibiyle değil, kendi iç normlarımızı oluşturmakla mümkün olduğunu unutmamak gerekiyor.

yeşilbüyüme.org

Okumaya devam et

GÜNCEL

Trump: “Çin ile ticaret anlaşması imzaladık, sorada Hindistan var”

ABD Başkanı Donald Trump, Çin ile ticaret anlaşması imzaladıklarını, Hindistan ile de “büyük” bir anlaşma yapabileceklerini söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Trump, Beyaz Saray’da düzenlenen etkinlikte, ekonomiye dair açıklamalarda bulundu.

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’ın ülkelerle ticaret anlaşması yapmak için “fazla mesai” yaptıklarını ifade eden Trump, “herkesin anlaşma yapmak istediğini” dile getirdi.

Trump, birkaç ay önce basının “Gerçekten ilgilenen birileri var mı?” diye sorduğuna işaret ederek, “Daha dün Çin ile imzaladık. Herkesle anlaşma yapmayacağız. Bazılarına sadece bir mektup gönderip ‘Çok teşekkür ederiz, yüzde 25, 35, 45 tarife ödeyeceksiniz.’ diyeceğiz.” ifadesini kullandı.

“Harika” anlaşmalar yaptıklarını belirten Trump, “Belki Hindistan ile çok büyük bir anlaşma yolda. Hindistan’ı açacağız. Çin anlaşmasında ise Çin’i açmaya başlıyoruz. Daha önce asla mümkün olmayan şeyler gerçekleşiyor. Her ülkeyle ilişkimiz çok iyi durumda.” diye konuştu.

Trump, tarifeler sayesinde yapılan yatırımlara ve kurulacak fabrikalara değinerek, çip şirketi Texas Instruments’ın de ABD’de 60 milyar dolar harcayacağını bildirdi.

“Fed’in faiz oranını düşürmesi faydalı olurdu”

Trump, ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell’a yönelik eleştirilerine de devam ederek, “Eğer Fed’de faiz oranlarını biraz düşürecek bir kişi olsaydı, bu faydalı olurdu. Bu adamla mücadele etmemiz gerekiyor, işini yapmıyor.” dedi.

2 puan faiz indirilmesinin 600 milyar dolar tasarruf sağlayacağını öne süren Trump, “Sadece bir kalem darbesiyle, bir cümleyle 1 trilyon dolar tasarruf edebilirsiniz. En yüksek faiz oranlarından birine sahip olmamız utanç verici. En düşük biz olmalıydık.” ifadesini kullandı.

Okumaya devam et

GÜNCEL

Şirketlerde Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Neden Şart Olmalı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Şirketlerin kâr ederek sürdürülebilir şekilde büyümek ve marka değerlerini artırabilmeleri için, kurumsal yönetim ilkelerini benimseyerek kurumsallaşma yolculuğuna çıkmaları artık bir zorunluluk.

Bu süreçte en önemli sermaye ise şüphesiz kaliteli insan kaynağı. İnsan kaynağı deyince şirketin her departmanında görev yapan çalışanlar akla gelse de, bu yazımda şirketin geleceğine yön verecek vizyon ve stratejiler ortaya koyması gereken, icra kuruluna hedef belirleyecek ve bu hedeflerin takibini yapacak Yönetim Kurulu üyeleri özelinde bağımsız üyelere değinmek istiyorum.

Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Nedir?

Malum şirketlerde genelde hissedar üyeler, işin doğası gereğince yönetim kurulu üyeleri olurlar. Hissedarların, şirket yönetim kurulu üyesi olabilmeleri için taşımaları gereken belirlenmiş özel şartlar yok. Ancak şirketin geleceğine yön verecek böylesine önemli bir kurulda yer alacak kişilerin günümüzün zorlu rekabet şartlarında asgari üniversite mezunu olması, en az bir yabancı dil konuşabilmesi, işin gerektirdiği deneyim ve bilgiye sahip olması beklenir.

Peki ama şirketi başarılı bir şekilde yönetmek, kurumsal bir yapıya evirerek daha da büyütmek, gelecek nesillere devredebilmek için sadece hissedar yönetim kurulu üyeleri yeterli mi? Maalesef hayır. Okuyucularımızın akıllarına, şirketlerin zaten profesyonel icra kurulları, genel müdürleri, direktörleri yok mu düşüncesi gelebilir. Tabi ki çoğu şirkette bu kişiler mevcut ama icra organları ile yönetim kurulunun görevlerinin net bir şekilde ayrılması ve icrada yer alan kişilerin aynı zamanda yönetim kurulu üyeliği şapkasını taşımaması gerektiğini artık hepimiz biliyoruz diye düşünüyorum. İşte bu nedenle şirketlerde bağımsız yönetim kurulu üyesi şart.

Her ne kadar Türk Ticaret Kanun’una göre bağımsız yönetim kurulu üyeliği yasal bir zorunluluk olmasa da Sermaye Piyasası Kanun’una göre halka açık şirketlerde bu bir zorunluluk. Nitekim, SPK tarafından yayımlanan Kurumsal Yönetim Tebliğinde de yönetim kurulu içerisindeki bağımsız üye sayısı toplam üye sayısının üçte birinden az ve her durumda bağımsız üye sayısı ikiden az olamayacağı düzenlenmiştir.

Konunun özüne değindiğimize göre, bağımsız yönetim kurulu üyesi nedir bu soruya cevap verecek olur isek, icrada görevli olmayan, üyelik haricinde şirkette başkaca herhangi bir idari görevi veya kendisine bağlı icrai mahiyette faaliyet gösteren bir birim bulunmayan ve şirketin günlük iş akışına ve olağan faaliyetlerine müdahil olmayan kişi olarak tanımlanabilir.

Kimler Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Olabilir?

Kurumsal Yönetim Tebliğine göre özetle aşağıdaki kriterlerin tamamını taşıyan yönetim kurulu üyesi bağımsız üye olarak nitelendirilir:

  • Şirket hissedarı olmamalı
  • Son beş yıl içerisinde, şirkete önemli ölçüde hizmet ve ürün sağlayan firmaların herhangi birisinde ortak, çalışan veya yönetim kurulu üyesi olmamalı
  • Son beş yıl içerisinde, başta şirketin denetimi (vergi denetimi, kanuni denetim, iç denetim de dahil), derecelendirilmesi ve danışmanlığı olmak üzere, yapılan anlaşmalar çerçevesinde şirketin önemli ölçüde hizmet veya ürün satın aldığı veya sattığı şirketlerde, hizmet veya ürün satın alındığı veya satıldığı dönemlerde, ortak (%5 ve üzeri), önemli görev ve sorumluluklar üstlenecek yönetici pozisyonunda çalışan veya yönetim kurulu üyesi olmaması.
  • Bağımsız yönetim kurulu üyesi olması sebebiyle üstleneceği görevleri gereği gibi yerine getirecek mesleki eğitim, bilgi ve tecrübeye sahip olması.
  • Bağlı oldukları mevzuata uygun olması şartıyla üniversite öğretim üyeleri hariç, kamu kurum ve kuruluşlarında üye olarak seçildikten sonra tam zamanlı çalışmıyor olması.
  • Gelir Vergisi Kanunu’na göre Türkiye’de yerleşik olması.
  • Şirket faaliyetlerine olumlu katkılarda bulunabilecek, şirket ortakları arasındaki çıkar çatışmalarında tarafsızlığını koruyabilecek, menfaat sahiplerinin haklarını dikkate alarak özgürce karar verebilecek güçlü etik standartlara, mesleki itibara ve tecrübeye sahip olması.
  • Şirket faaliyetlerinin işleyişini takip edebilecek ve üstlendiği görevlerin gereklerini tam olarak yerine getirebilecek ölçüde şirket işlerine zaman ayırabiliyor olması.
  • Şirketin yönetim kurulunda son on yıl içerisinde altı yıldan fazla yönetim kurulu üyeliği yapmamış olması.
  • Aynı kişinin, şirketin veya şirketin yönetim kontrolünü elinde bulunduran ortakların yönetim kontrolüne sahip olduğu şirketlerin üçten fazlasında ve toplamda borsada işlem gören şirketlerin beşten fazlasında bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak görev almıyor olması

Sonuç

Günümüz dünyasında eğer bir şirketin yönetim kurulu, şirketin yeni ufuklara yelken açmasını sağlayabilecek vizyona sahip, hızlı ve rasyonel kararlar alabilen, icra kuruluna şirketin vizyonu doğrultusunda yön verebilen, strateji belirleyen, tabiri caiz ise şirketin beyni olabilecek insanlardan oluşuyor ise o şirketin bir geleceği olması mümkün. Bu kurulun üyelerinin sadece hissedarlardan oluşması ise maalesef yeterli olmamakta. Mutlaka alanında uzman profesyonel yönetici, mali işler & finans uzmanı, hukukçu, mühendis veya akademisyen olan bağımsız üyelerin şirket yönetim kurulunda yer almaları bu anlamda son derece önemli ve değerli bir kazanım. Bu kişiler, çıkar çatışmasından uzak kalarak, icrada görevli olmayan yönetim kurulu üyeleri içerisinde görevlerini hiçbir etki altında kalmaksızın yapabilme olanağı ile de tüm paydaşlara ayrıca güven verebilirler.

Son söz olarak, gerek hissedar kökenli gerekse bağımsız olsun, şirketlerimizde kadın yönetim kurulu üyelerimizin sayısının artması da en büyük temennimiz.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.