GÜNCEL
Seçim Sonrası: Riskler, Fırsatlar ve Potansiyeller

Yayınlanma:
1 yıl önce|
Yazan:
BankaVitrini
Bu pazar seçim olsa Erdoğan kazanır mı? Bu soru, Türkiye’nin siyasi haritasının önemli oranda değiştiği 31 Mart 2024 seçimleri sonrası ortaya çıkan yeni durumu ve sonrasını analiz etmek için iyi bir başlangıç sorusu olabilir.
Mayıs seçimlerinden bu yana ne değişti? Mart seçimlerinde değişimi yaratan dinamikler neler? Her geçen gün ağırlaşan iktisadi ve siyasi kriz seçmenlerin siyasi tercihlerinde kalıcı bir değişim mi yarattı? Yoksa seçmen stratejik oy mu kullandı, yerel seçimler olduğunu dikkate alarak iktidarı cezalandırdı mı? Ümit Akçay’ın Gazete Duvar’da ileri sürdüğü gibi Mayıs seçimlerinden bu yana halkın kemerini daha da sıkan iktidar kaybetti ve kemer sıkmanın yarattığı yaraları sarmayı vaat eden muhalefet kazandı mı?
Bu sorular sıkça tartışılıyor. Bu yazıda Mart seçimlerinin ortaya çıkardığı riskleri ve fırsatları tartışıp potansiyellere işaret etmek istiyorum. Yazının ana tezi şu: 2024 yerel seçimlerinin sonuçlarını belirleyen ana aktörler seküler-milliyetçi seçmenler ile dindar-muhafazakâr seçmenler. Bu durum sanıldığının aksine Türkiye’nin değişim yönünde sınırlı bir potansiyele sahip olduğuna işaret ediyor.
Riskler, fırsatlar ve potansiyellere geçmeden önce biraz uzun bir durum tespitiyle başlayalım.
Durum tespiti: Herkes oy kaybederken CHP oylarını artırdı
Öncelikle, durum tespiti yaparken yöntemsel olarak iki hususun altını çizmeliyim. İlki, karşılaştırmalarda yerel meclis seçimlerini baz aldım. Yerel meclis seçimleri dediğimizde 30 büyükşehirde ilçe belediye meclis seçimlerini, kalan 51 küçük şehirde ise il genel meclisi seçimlerini kastediyorum. Bu tercihin temel gerekçesi genel seçimlere kıyaslama açısından daha doğru sonuçlar vermesi; belediye başkanı gibi kişisel faktörlerin görece daha az etkili olması ve parti tercihinin daha fazla belirleyici olması.
İkinci olarak, katılım oranında 2019 yerel seçimlerine kıyasla %6; 2023 genel seçimlerine kıyasla %8,5 azalma olduğundan, oy oranları değil normalize edilmiş seçmen sayılarını baz aldım. Bu noktada 2019 yerel seçimlerine kıyasla 2024 yılında seçmen sayısı yaklaşık %7,597 oranında arttı. Tüm parti oylarını değerlendirirken katılım oranının düşüşünün yanı sıra seçmen sayısındaki artış göz ardı edilmemeli. Bu değişimler dikkate alınmadan tek başına oy oranları üzerinden yapılan analizler bizi yanlış sonuçlara götürür.
Seçim sonuçlarına baktığımızda, son birkaç seçimde en fazla oyu alan ve öne çıkan 5 parti içerisinde CHP 2019 yerel seçimlerine kıyasla oy sayısını artırdı. Buna karşın AK Parti, MHP, İYİ Parti ve DEM Parti’nin oylarında dikkate değer düzeyde azalma meydana geldi.
2019 yerel seçimlerindeki performansı göstermesi durumunda, seçmen sayısındaki artışla birlikte CHP’nin 2024 yerel seçimlerinde 14,22 milyon oy alması beklenirdi. Oysaki 10 seçmenine 1 seçmen daha eklemeyi başararak reel olarak 15,79 milyon oy aldı.
AK Parti’nin 2019 yerel seçimlerindeki performansı göstermesi durumunda 21,26 milyon oy alması beklenirdi. Yaklaşık 10 seçmenden üçünün desteğini kaybeden AK Parti 14,85 milyon oy alabildi.
Yaklaşık 4,04 milyon oy alması beklenen MHP 4 seçmenden 1’ini kaybetti ve aldığı oy 3,02 milyon ile sınırlı kaldı.
İYİ Parti en fazla seçmen kaybeden parti oldu. Yaklaşık olarak 10 seçmenin 4’ünü kaybetti ve 3,63 milyon oy alması beklenirken 2,10 milyon oy aldı.
DEM Parti 2,91 milyon oy alması beklenirken, 2,65 milyon oy aldı ve yaklaşık olarak 100 seçmenden 9’unun desteğini kaybetti.
AK Parti’nin kaybının kaynakları: Küskünler
Seçimlere ilişkin eksiksiz bir tablo sunmaktan ziyade yerellerde özgün durumların olduğunu da bilerek genel eğilimi anlamak için oluşturduğum Tablo 1’deki verileri analiz etmeden önce, AK Parti–MHP koalisyonunun kaybedip CHP’nin uzun yıllar sonra birinci çıktığı bu seçimde ilk olarak katılım oranındaki düşüşün altını çizmeliyiz. Zira, AK Parti liderliğindeki iktidar blokunu destekleyen seçmenlerin muhtemelen büyük çoğunluğunu oluşturduğu, sandığa gitmeyen seçmen sayısı yaklaşık 3,74 milyon. Protesto oy olma ihtimali yüksek olan ilave geçersiz oylarla birlikte bu rakam yaklaşık 4 milyonu buluyor.
2019 yerel seçimlerinde 57,09 milyon seçmenin 48,27 milyonu oy kullandı ve oyların yaklaşık 46,26 milyonu geçerli sayıldı. 2024 seçimlerinde seçmen sayısı 61,43 milyon; kullanılan oy sayısı 48,20 milyon, geçerli oy sayısı ise 45,80 milyon. İki seçim arasındaki seçmen sayısı değişimini dikkate aldığımızda, 2019 seçimlerine benzer bir katılımın olması durumunda kullanılan oy sayısının 51,94 milyon; geçerli oy sayısının ise 49,77 milyon olması beklenirdi.
Bu rakamlar dikkate alındığında, 2019 yerel seçimlerine kıyasla oy kullanması beklenen tam olarak 3.738.337 kişi sandığa gitmemiş durumda. 2019 seçimlerine kıyasla 229.707 daha fazla oy geçersiz sayılmış aynı zamanda. Bu geçersiz oylar hatalı oy kullanımından olabileceği gibi bilinçli bir tercih sonucu da gerçekleşmiş olabilir. Başka bir ifadeyle 2019 seçimlerine benzer bir katılım ve benzer bir geçersiz oy oranı olsaydı, muhtemelen büyük çoğunluğu iktidar blokundan yana yaklaşık 3.97 milyon daha fazla oyun geçerli sayılacağı beklenirdi.
Detaylı bir analizi gerektirse de iktidar blokundaki yaklaşık 7,49 milyon seçmen kaybının önemli bir kısmı katılım oranının düşüklüğü ve protesto oylardan kaynaklandı. CHP ve DEM Parti seçmeni içerisinde de katılımın düştüğünü varsaysak bile, mevcut iktisadi ve siyasi krizden kaynaklı olarak esas olarak iktidar bloku seçmeninin katılım göstermediği söyleyebilir.
Dindar-muhafazakâr seçmenler: “Anadolu’da (kısmi) miras değişimi”
Seçime katılımın düşüklüğünün yanı sıra, ikinci olarak, AK Parti’nin dindar-muhafazakâr tabanının önemli bir kısmı 2024 yerel seçimlerinde Yeniden Refah Partisi’ni (YRP) tercih etti. Kasım 2018 tarihinde kurulan YRP, 2019 yerel seçimlerine girmedi. Bundan dolayı kıyaslamalar için Mayıs 2023 seçimlerini baz alabiliriz. YRP, 2023 Mayıs seçimlerinde %2,8’e denk düşen, 18.689’u yurtdışı seçmenlerinden olmak üzere toplam 1.529.119 oy aldı. 2024 yerel seçimlerinde ise meclis seçimlerinde %7,0’ye denk düşen 3.190.511 oy aldı. Mayıs seçimlerindeki yurt dışı seçmeni dışarıda bırakıldığında, YRP’nin oy sayısını net olarak 1.677.081 artırdığı görülüyor.
Bahadır Özgür’ün Gazete Duvar için kaleme aldığı Millî Görüş Hareketi’nin en fazla oy aldığı 25 ildeki AK Parti ve YRP oyları kıyaslaması, YRP oylarının büyük oranda AK Parti’den geldiğini ve “Anadolu’da (kısmi) miras değişimi” gerçekleştiğini gösteriyor. Özgür’ün ifadesiyle “AKP’nin 2004’ten beri neredeyse hiç gedik açtırmadığı, yüksek oylarla seçim kazandığı” bu 25 ilde AK Parti toplamda yaklaşık 4,53 milyon oy alırken, YRP 1,76 milyon oy aldı.
Dindar-muhafazakâr blokun (YRP, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi) aldığı toplam oylar kıyaslandığında, AK Parti dışındaki dindar-muhafazakâr seçmenlerin oyları 2019 yılında 1,31 milyon civarındayken 2024 seçimlerinde 4,05 milyona yaklaştı. Büyük çoğunluğu YRP’ye akan yaklaşık 2,63 milyon oy artışının esas olarak AK Parti’den geldiği açık.
CHP içinde güçlenen seküler milliyetçiler
Üçüncü olarak, CHP’nin AK Parti ve MHP tabanında aldığı oy sayısı sanıldığının aksine çok fazla değil. CHP’nin oy sayısındaki artışın kaynağını esas olarak seküler-milliyetçi taban oluşturuyor.
Seküler-milliyetçi oyların Mayıs seçimlerindeki ana adreslerinden biri olan İYİ Parti bu yeni desteğin ana kaynağını oluşturuyor. AK Parti ve Erdoğan karşıtlığının en yüksek olduğu seçmen tabanının İYİ Parti tabanı olduğu dikkate alındığında, İYİ Parti’den ayrılan seçmenlerin CHP’ye yöneldiği söylenebilir. İYİ Parti’nin yerel meclis bazındaki oy kaybı yaklaşık 1,53 milyon. Bu neredeyse CHP’deki artışa denk bir oy sayısı.
Ultra-nasyonalist (İYİ Parti, Zafer Partisi, MHP ve BBP) partilerin toplam oylarına baktığımızda, ultra nasyonalist 5 seçmenden birinin tercihini değiştirdiği görülüyor. Bu değişim ya sandığa gitmeme ya da başka partiye yönelme şeklinde oldu. AK Parti’nin oy kaybettiği ve CHP’nin oylarını artırdığı dikkate alındığında, -partiler arası oy geçişlerine ilişkin detaylı araştırmalarla teyit edilmesi gerekmekle birlikte- ultra-nasyonalist partilere oy veren seçmenin CHP’ye yöneldiğini öngörebiliriz.
Zafer Partisi, Demokratik Sol Parti (DSP), Memleket Partisi gibi CHP ve İYİ Parti geleneğinden kopan ya da bu geleneklere yakın partilere baktığımızda, seküler-milliyetçi blok oylarının 2019 seçimlerine kıyasla toplamda %5,04 puan arttığı ve 920 bin yeni seçmenin bu partilere yöneldiği görülüyor. Bu seçmen tabanının da önemli oranda AK Parti ve MHP içindeki seküler-milliyetçi gruplardan olduğu söylenebilir. Zira tek başına MHP içindeki oy kaybı 1 milyonu aşıyor. CHP’nin Bolu, Afyonkarahisar, Aydın gibi illerdeki ultra-nasyonalist adaylarının aldığı yüksek oylar, Mansur Yavaş’ın Ankara’da elde ettiği büyük başarı da seküler-milliyetçi seçmen desteğini teyit ediyor. CHP’deki oy artışının yaklaşık 400 bini tek başına Ankara’da gerçekleşti.
Yukarıdaki veriler dikkate alındığında, dördüncü olarak, AK Parti’nin esasında dindar-muhafazakâr ve içindeki seküler-milliyetçi tabanından oy kaybettiği görülüyor. Başka bir ifadeyle AK Parti seçmen çekirdeğinin ve çeperinin bir kısmını aynı anda kaybetti.
DEM Parti ve yenilen kayyım siyaseti
Beşinci olarak, HDP’nin halefi DEM Parti 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana süregelen oy kaybını önemli oranda geriye çevirmeyi başardı. 2023 Mayıs seçimlerinde 2018 genel seçimlerine kıyasla ortalama 4 seçmeninden birini kaybeden DEM Parti, küskün seçmenlerinin büyük bir kısmının desteğini yeniden kazandı. Özellikle Van’da mazbatanın ikinciye verilmesi kararı sonrası sokağa taşan toplumsal tepkiler, yaklaşık 8 yıldır de-mobilize olan DEM Parti seçmeninde yeni bir heyecanın oluştuğunu gösteriyor.
DEM Parti’nin bu başarısı AK Parti liderliğindeki iktidar blokunun kayyımlara dayalı siyasetinin başarısız olduğunu ortaya koyuyor. DEM Parti’ye yönelik tüm “güvenlikleştirici siyasete” rağmen, Kürt itirazı canlılığını koruyor. 2024 Newroz kutlamalarında ilk sinyallerini veren yeniden canlanma ve mobilizasyon seçim sonuçlarına da yansıdı.
Detaylı bir analizi gerektiren DEM Parti performansına genel olarak baktığımızda 8 yıllık kayyım uygulamalarından sonra Kürt siyaseti yerel meclis seçimlerinde 12 ilde birinci oldu; belediye seçimlerini 10 ilde kazandı (ki buna taşıma seçmenlerle MHP ve AK Parti’nin kazandığı Kars ve Şırnak da eklenmeli); Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediyelerinin de içinde olduğu 7 ilde oyunu artırdı.
Bu tablo seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldıran kayyım siyasetinin Kürt sokağında beklenen rızayı üretmediğini gösteriyor. Kayyımlara dayalı siyaset Kürt meselesini ertelemekten öteye Kürt sahasında bir etki yaratmadı. Aksine AK Parti Kürt illerinin neredeyse tamamında oy kaybetti. Doğu Anadolu Bölgesinde %43,3’ten %32,5’e gerileyen AK Parti, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde %44,0’ten %28,6’a geriledi. DEM Parti ise ilk bölgede oy oranını %25,0’dan %25,4’e; ikinci bölgede ise %31,7’den %32,7’e çıkardı.
Fırsatlar
Yukarıda tablo bir bütün olarak değerlendirildiğinde, altı çizilmesi gereken en önemli husus şu: Türkiye’de büyüyen bir değişim arzusu var. Sayısal verilerden öteye bu değişim arzusu CHP için büyük bir fırsat sunuyor. Türkiye’nin 30 büyükşehrinden 14’ünü, 51 il belediyesinin 21’ini, 973 ilçe belediyesinin 337’sini ve 390 belde belediyesinin 61’ini kazanan CHP, bir önceki yazıda tartıştığım üzere barınma, beslenme, eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, kültürel hizmetler, ulaşım gibi alanlarda sosyal-demokrat bir belediyecilikle iktisadi kriz karşısında kent ve kır yoksullarını koruyan, kamucu bir siyaset inşa edebilir, bu değişim dalgasını daha da büyütebilir. Sosyal-demokrat belediyecilikle ayrıca din/mezhep, etnisite/ulus, yerellik/göçmenlik, hayat tarzı gibi kimlikler üzerinden yarılmış Türkiye toplumu için kapsayıcı, çoğulcu ve özgürlükçü bir kimlik siyaseti sunabilir, ortak bir gelecek ufkunun yolunu yerellerden açabilir, buralarda ilk deneyimleri inşa edebilir. Seçimi önde kapattığı 35 il ve büyükşehir belediyesinin nüfus büyüklüğü ve bu illerin sahip olduğu ekonomik kaynakların payı dikkate alındığında, Mart seçimleri CHP’ye Türkiye genelinde yeni bir hikâye yaratmak, yeni bir yol inşa etmek için büyük bir fırsat penceresi sundu. Sembolize etmek gerekirse İstanbul İttifakı, Türkiye İttifakı olabilir.
Bu değişim mesajını AK Parti de alabilir. İktisadi ve siyasi alanda derinleşen krizler karşısında hızlı bir normalizasyon sürecine yönelebilir. Türkiye’de büyük bir sermaye transferi sürecine dönüşen ve büyük bir bölüşüm şokuna neden olan iktisadi kriz çerçevesinde kaynakların bölüşümünde yeni bir siyasete yönelebilir. Önümüzdeki 4 yıllık seçimsiz süreç ekonomiyi düzeltmenin yanı sıra, yeni anayasa, ittifak politikası, Kürt meselesi, dış politika gibi alanlarda yeni bir siyaset inşası için Erdoğan’a önemli bir fırsat penceresi sunuyor.
Seçimler öncesinde başlayan ve Van mazbata krizinin çözümüne de olumlu yansıyan Kürt siyasetiyle temas arayışları AK Parti’nin bu fırsatı değerlendirip değerlendirmeyeceğini izleyebileceğimiz ilk alan olacak. Bu teması birçok göstergeyle izlemek mümkün. Bununla birlikte Leyla Zana’nın yaklaşık 8 yıllık sessizlikten sonra DEM Parti çalışmalarına dahil olması ve seçimler boyunca yaptığı konuşmalar; yine Selahattin Demirtaş’ın Kobani savunmalarından başlayarak ve en son Van mazbata krizinde yaptığı açıklamadaki açık sözleri AK Parti ile DEM Parti arasında temasların olduğunu gösteriyor. Şu sözler özellikle dikkat çekiciydi:
“Buradan sizler aracılığıyla Sayın Cumhurbaşkanı’na seslenmek istiyorum. … Bu gidişata daha en başından dur demenizi bekliyoruz. Tüm sorunların diyalog ve karşılıklı güven çerçevesinde çözümüne dönük iradeyi boşa çıkaran bu hukuksuz girişime, ülkenin Cumhurbaşkanı olarak dur demenizi bekliyoruz.”
Riskler, Tehditler, Potansiyeller
Öte yandan, Erdoğan iktidar blokunu muhafaza ederek otoriter merkezileşmeyi daha da ileri safhalara taşıyabilir. Sekiz yıllık kayyım siyaseti devam edebilir. Bunu, belediyelerin yetkilerinin ve kaynaklarının merkezde bakanlıklara ve yerellerde valiliklere devredildiği yeni bir merkezileşme ve de-konsantrasyon siyaseti izleyebilir. Merkezi hükümetin önemli oranda kaynakları tükettiği bir bağlamda, 18 büyükşehir başta olmak üzere yerel yönetimlerde muhalefetin kaynak dağıtan yeni bir aktör olarak güçlenmesi AK Parti tarafından bir risk olarak okunabilir.
Böylesi bir eğilim muhtemelen 2028 seçimlerinde AK Parti’nin daha büyük bir siyasi kayıp yaşamasına neden olacaktır. Bununla birlikte, AK Parti içerisindeki rasyonalite kaybı, kurulan ittifaklar, kurumsal yapıların zayıflaması, teşkilatın altının önemli oranda kazılması gibi faktörler dikkate alındığında bu seçeneğin gerçekleşme ihtimali düşük değil. Bu seçeneğin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin ilk sinyalini kayyım politikası üzerinden izlemek mümkün olacaktır. Van mazbata krizi şimdilik iyimser bir tablo ortaya çıkarmış olsa da bu konuda net bir politika değişiminin olduğunu iddia etmek için biraz beklemek gerekiyor.
CHP açısından en büyük riski içinde büyüyen seküler-milliyetçi siyaset oluşturuyor. İYİ Parti’nin bir tür CHP’nin içine yerleştiği bu yeni durum Türkiye’yi seküler ve dindar renkleriyle milliyetçi-muhafazakâr bir siyasete mahkûm edebilir. CHP içerisindeki sosyal-demokrat siyasetin zayıflaması ve seküler-milliyetçi siyasetin güçlenmesi durumunda iktidar bloku içerisinde de dindar milliyetçi-muhafazakâr siyaseti sürdürmek kolaylaşacaktır.
Mayıs seçimlerinden bu yana seküler-milliyetçi siyaset kilit aktör olarak Türkiye’nin siyasi tablosunu şekillendiriyor. Kilit aktör tartışmaları DEM Parti üzerinden yürürken, asıl kilit aktör rolünü farklı siyasi partiler içerisinde, yine bürokraside hacminden büyük bir etkiye sahip seküler-milliyetçi siyaset oynuyor. 2028 seçimlerinde toplumun çoğunluğunun rızasını almaya aday CHP’nin büyük bir imtihanla karşı karşıya olduğu söylenebilir: Seküler-milliyetçi tabanını sosyal-demokrat bir siyasetle dönüştürmek.
Tüm bu tablo içinde Kürt siyasetinin ve YRP’de temsilini bulan dindar-muhafazakâr siyasetin alacağı pozisyonlar kritik bir öneme sahip. Sadece iktisadi krizden dolayı değil, AK Parti’nin en son Gazze meselesinde daha da artan “normatif güç kaybı”, YRP üzerinden dindar-muhafazakâr siyaseti büyütebilir, bu da AK Parti’yi değişime zorlayabilir. Saadet Partisi, DEVA Partisi ve Gelecek Partisi gibi dindar-muhafazakâr siyaset hattında duran partilerin YRP etrafında kümelenmesi, belki birleşmesi hem yerel yönetimlerde hem de parlamentoda bu siyaseti beklenmedik şekilde büyütebilir; kısmi miras değişimi tamamlanabilir. Türkiye’de AK Parti ve CHP arasındaki oy geçişlerinin sınırları dindar-muhafazakâr siyaset için önemli bir potansiyel sunuyor.
DEM Parti’nin liderlik ettiği Kürt siyaseti ise ikili bir imtihanla karşı karşıya. Bir yandan AK Parti ile diyalog ve müzakere zemini oluşturmak ve Kürt meselesinin çözümüne dönük yeni bir sayfa açmak; bir yandan da AK Parti’nin ana rakibi olan CHP ile yerellerde uzlaşı inşa ederek CHP içindeki sosyal-demokrat siyaseti desteklemek zorunda. Sanıldığının aksine bu iki siyaset birbirine karşıt değil, destekleyici siyasetler. Zira, AK Parti ile diyalog zemininin kurulamaması ve bunu takip edecek bir kayyım uygulaması İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya gibi şehirlerde CHP’nin yapabileceklerinin de sınırlarını çizecek, var olan sınırları daha da daraltacaktır. Bu noktada DEM Parti “Büyük Kürt Barışı”nı CHP ve AK Parti arasında bir siyasi rekabet unsuru haline getirebildiği ölçüde Türkiye’deki değişim dalgasına katkı sunabilir, bu dalganın bir parçası olabilir. Bu, DEM Parti için büyük bir meydan okuma, ama Türkiye için büyük bir değişim potansiyeli demek.
Cuma Çiçek-Birikim Dergisi
İlginizi Çekebilir
Erol Taşdelen
Türkiye’de Sıfır Atık Hibe Programı: 6.3 Milyon Avroluk Fırsat

Yayınlanma:
3 saat önce|
27/06/2025Yazan:
Erol Taşdelen
♻️ Türkiye, çevresel sürdürülebilirliği güçlendirmeye yönelik yeni bir adım atıyor. Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ve toplam 6.300.000 Avro bütçeye sahip olan Sıfır Atık Hibe Programı, yerel düzeyde atık oluşumunu azaltmayı, kaynak verimliliğini artırmayı ve karbon salımını minimuma indirmeyi amaçlıyor.
🌍 Programın Amacı
Giderek büyüyen çevresel sorunlar karşısında, Sıfır Atık Hibe Programı şu hedeflere odaklanıyor:
-
Karbon salımının azaltılması
-
Atık oluşumunun önlenmesi
-
Sıfır atık yaklaşımının yaygınlaştırılması
Bu hedefler, sadece çevreye duyarlı politikaların hayata geçirilmesiyle sınırlı değil. Aynı zamanda yerel yönetimlerin ve toplumun farklı katmanlarının bu dönüşüme aktif şekilde dahil edilmesi hedefleniyor.
🎯 Öncelikli Alanlar
Programın odaklandığı başlıca öncelikler şu şekilde sıralanıyor:
-
Yerel yönetimlerin altyapı ve kurumsal kapasitesini geliştirmek
-
Sıfır atık uygulamalarının farklı sektörlerle entegre şekilde yaygınlaştırılması
-
Atık yönetim planlarının hazırlanması ve karar destek araçlarının geliştirilmesi
-
Kaynak verimliliği, geri dönüşüm ve yeniden kullanım konularında farkındalık yaratılması
Bu sayede hem çevresel fayda sağlanması hem de döngüsel ekonomiye geçişin hızlandırılması amaçlanıyor.
👥 Kimler Başvurabilir?
Hibe programı, aşağıdaki kurumları hedef kitle olarak belirlemiştir:
-
Belediyeler
-
İl özel idareleri
-
Katı atık yönetim birlikleri
Bu kurumların hazırlayacakları projeler, yerel düzeyde sıfır atık stratejilerinin etkin biçimde uygulanmasına katkı sağlayacaktır.
📅 Başvuru Takvimi
Program kapsamında proje fikirleri için ön tekliflerin son başvuru tarihi:
🗓 15 Eylül 2025
Başvuruların çevresel etki, uygulanabilirlik, sürdürülebilirlik ve ortaklık yapısı gibi kriterler doğrultusunda değerlendirileceği öngörülmektedir.
🔍 Detaylı Bilgi ve Başvuru
Başvuru rehberi ve ayrıntılı bilgiye Avrupa Komisyonu’nun resmi web sitesi üzerinden ulaşmak mümkündür:
➡️ https://ec.europa.eu → Funding → Call for Proposals → Zero Waste Grant Programme (ZWGP)
♻️ Neden Önemli?
Türkiye’de sıfır atık vizyonu, yalnızca çevre koruma politikası değil; aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmanın, ekonomik verimliliğin ve sosyal bilinçlenmenin de önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu program, kaynakların daha verimli kullanılmasını ve atıkların ekonomik değer zincirine tekrar kazandırılmasını teşvik ederek hem çevresel hem de finansal anlamda katma değer yaratacaktır.
Ali Coşkun
Gayri Resmi İşlemler ve Finansal Tablolara Etkisi: Görünmeyen Riskler
Yayınlanma:
5 saat önce|
27/06/2025Yazan:
Ali Coşkun
Birçok firmada geçmişe kıyasla azalmış olsa da, gayri resmi ticari işlemler hâlâ yaygın şekilde sürmektedir. Özellikle nakit yoğun sektörlerde ve KOBİ ölçeğindeki firmalarda, bu durum daha belirgin şekilde gözlemlenmektedir.
Bu kapsamda yapılan bazı ödemeler banka kanalları yerine doğrudan elden gerçekleştirilmekte; bu da işletmenin resmi mali tablolarını doğrudan olumsuz etkilemektedir.
Gayri resmi ödemelerde kullanılan resmi gelirler, muhasebe sisteminde denge bozulmalarına yol açar. Bu bozulmalar en çok dönen varlık kalemlerinde kendini gösterir:
-
🧨 Yüksek kasa bakiyeleri
-
🧨 Ortaklara ait alacak senetleri
-
🧨 Ortaklardan alacaklar
-
🧨 İş avanslarında ortaklara ait tutarlar
Bu kalemlerde zamanla meydana gelen olağandışı artışlar, finansal tablo kullanıcıları için önemli risk sinyalleri taşır.
Başlangıçta küçük görünen bu tutarlar, süreç içinde büyüdükçe bilanço üzerinde ciddi baskı yaratır. Bu durum, kredi veren bankaların da dikkatinden kaçmaz.
Bankaların Yaklaşımı
Kredi değerlendirme süreçlerinde bankalar, bu tür şişirilmiş kalemleri tespit eder ve analiz aşamasında bu tutarları mali düzeltmeye tabi tutar. Yani:
Bu bakiyeler, özkaynaklardan düşülerek şirketin gerçek finansal durumu ortaya konur.
Bu düzeltmeler sonucunda:
-
Özkaynaklar ciddi şekilde azalır
-
Borç/özkaynak oranı önemli ölçüde bozulur
-
Finansal kaldıraç artış gösterir
Bazı firmalarda bu tür düzeltmelerin ardından özkaynaklar negatif seviyeye dahi gerileyebilir. Bu da:
-
Yasal olarak kredi kullanımı önünde engel oluşturur
-
Krediye erişimi zorlaştırır, hatta imkânsız hâle getirir
-
Firmanın sektörel itibarı ve ticari ilişkileri üzerinde olumsuz etki yaratır
Kredi Notuna Etkisi
Kredi veren kurumlar tarafından oluşturulan kredi risk puanı (raiting) da bu tabloya göre şekillenir.
Gayri resmi işlemler kaynaklı mali dengesizlikler:
-
Raiting notunun düşmesine
-
Kredi maliyetlerinin artmasına neden olur
Neler Yapılmalı?
Firmaların, özellikle 31 Mart, 30 Haziran, 30 Eylül ve 31 Aralık bilanço tarihlerinde bu tür kalemlerdeki bakiyeleri minimuma indirmesi büyük önem taşır.
Aksi takdirde:
-
Bankalar,
-
Bağımsız denetçiler,
-
Yatırımcılar ve
-
Potansiyel iş ortakları
firmanın güvenilirliğini sorgulamaya başlayabilir.
Kısa Vadeli Kazançlar, Uzun Vadeli Riskler Yaratır
Kısa vadede pratik ve kolay gibi görünen gayri resmi ödemeler, uzun vadede firmaların büyüme kapasitesini, yatırım alabilirliğini ve finansmana erişimini ciddi biçimde sınırlar.
Kurumsallaşmak ve finansal yapısını güçlendirmek isteyen her işletme:
Bu tür uygulamalardan uzak durmalı, mali disiplini ve kurumsal itibarını öncelik haline getirmelidir.
Ali COŞKUN-Finans Danışmanı
0 530 787 84 39
[email protected]

İş Dünyası Ne Kadar Hazır? Türkiye’de durum nasıl?
Günümüz iş dünyası, hızla değişen dinamiklerin ve artan belirsizliklerin ortasında, çalışan esenliği konusunda ciddi bir sınav veriyor. Pandemiyle birlikte önemi daha da anlaşılan çalışan zihin sağlığı, ne yazık ki hala birçok kurum için “ekstra” bir kalem olarak görülüyor. Oysa kapımızda bekleyen zihin sağlığı krizi, sadece bireylerin yaşam kalitesini değil, şirketlerin verimliliğini, bağlılığını ve nihayetinde kârlılığını da doğrudan tehdit ediyor. Peki, şirketler bu kritik dönüşüm için ne kadar hazır?
Sessiz Salgın: Durgunluk ve Görünmeyen Maliyetler
Elkin Consultancy Kurucusu Elif Elkin, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Çalışan esenliği denince genellikle fiziksel sağlığa odaklanılır, ancak buzdağının görünmeyen kısmı çok daha büyük ve yıkıcıdır: languishing (durgunluk) ve presenteeism (işte verimsiz bulunma). Klinik olarak depresyonda olmasalar bile, çalışanların önemli bir bölümü durgunluk haliyle boğuşuyor; motivasyonsuz, enerjisiz ve tükenmiş hissediyorlar. Bu durumdaki çalışanlar fiziksel olarak işte olsalar da, zihinsel olarak bağlantısız, yaratıcılıktan uzak ve düşük verimlilikle çalışıyorlar. Bu “sessiz istifa” hali, şirketlere yüksek görünmeyen maliyetler çıkarıyor; çünkü işgücünüzün tam potansiyelini kullanamadığı her an, kaçırılmış bir fırsat ve doğrudan bir kayıptır.”
Stresin Yıkıcı Etkisi ve Türkiye’nin Gerçekleri
Zihin sağlığının belki de en somut ve yaygın göstergesi olan stresin, iş performansına yönelik en büyük tehditlerden biri olduğuna dikkat çeken Elif Elkin, “Gallup’un Küresel Duygu Durumu araştırması, Türkiye’nin bu konuda çarpıcı bir tablo çizdiğini gösteriyor: Ülkemiz, yüzde 64’lük ‘Önceki gün stresli hissettiniz mi? Evet’ oranıyla dünya sıralamasında Afganistan ve Lübnan’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Aynı araştırmada ‘Önceki gün öfkeli hissettiniz mi?’ sorusuna verilen yanıtlarda da ikinci sıradayız.
Araştırmalarda, kadınların her kategoride erkeklere göre daha fazla stres yaşadığı da dikkat çekici. Bu yüksek stres seviyesi, sadece bireysel tükenmişliğe yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda şirketlerin iş-yaşam dengesini destekleme konusundaki yetersizliğini de ortaya koyuyor. Genç profesyonellerin yalnızca yüzde 32’si, deneyimli profesyonellerin ise yüzde 46’sı şirketlerinin iş ve özel hayat dengesine önem verdiğini belirtiyor. Pazartesi sendromunun ötesine geçen bu durum, çalışanların işe enerjik başlama oranlarındaki ciddi düşüşlerle de kendini gösteriyor” dedi.
Bütünsel Esenliğe Geçiş: Neden Artık Bir Lüks Değil?
Elif Elkin, çalışan esenliği programlarının bir ekstra değil, gereklilik olduğuna da değindi: “Global Wellness Institute’un 2024 raporu, küresel esenlik ekonomisinin 2023’te 6.3 trilyon dolara ulaştığını ve 2028’de 9.0 trilyon dolara yükseleceğini öngörüyor. Bu raporun altını çizdiği gibi, esenlik artık tüketiciler için bir lüks veya isteğe bağlı bir harcama değil, sağlıklı bir yaşam sürdürmek, bağışıklığı güçlendirmek, uzun ömürlülüğü artırmak ve zihinsel dayanıklılığı geliştirmek için temel bir gereklilik haline geldi.
İş yerleri için bu, bütünsel bir esenlik yaklaşımını benimsemek anlamına geliyor. Sadece fizyolojik ihtiyaçlara odaklanmak yeterli değil; zihinsel ve duygusal esenlik (stres yönetimi, psikolojik destek), finansal esenlik (finansal okuryazarlık, ücretlendirme adil politikaları) ve sosyal esenlik (güçlü ekip kültürü, iş-yaşam dengesi, adil yönetim) de bu bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Çalışanlar, hayatlarındaki stres faktörlerinin (finansal kaygılar, ailevi sorunlar, zihinsel yorgunluk) doğrudan iş performanslarını etkilediğinin farkındalar. Dolayısıyla, esenlik programları bir “ekstra” değil, çalışan verimliliğinin ve bağlılığının temelini oluşturan stratejik bir yatırımdır.”
Liderlerin Rolü: Dönüşümün Anahtarı
Zihin sağlığı krizine karşı iş yerlerini hazır hale getirmenin anahtarının, liderlerin proaktif yaklaşımında yattığının altını da çizen Elkin, “Öncelikle, ihtiyaç analizi yaparak çalışanların gerçek sorunlarını ve beklentilerini anlamak gerekiyor. Her şirketin dinamikleri farklıdır ve tek tip çözümler yerine, şirkete özgü, kapsayıcı programlar tasarlanmalıdır.
En kritik adım ise liderlik taahhüdü ve katılımıdır. Esenlik programları sadece İnsan Kaynakları departmanının sorumluluğu olmaktan çıkarılmalı, üst yönetimden başlayarak tüm liderler bu kültürü benimsemeli ve desteklemelidir. Çalışanlar, yöneticilerinin kendilerinin ve ekip üyelerinin zihinsel sağlığına ne kadar değer verdiğini ve bu konuyu ne kadar ciddiye aldığını görmelidir. Liderlerin kendi kırılganlıklarını paylaşması, destekleyici bir dil kullanması ve empati göstermesi, güven ortamının oluşmasında ve çalışanların yardım isteme cesaretini bulmasında hayati önem taşır.
Ayrıca, programların etkisi ölçümlenmeli ve sürekli iyileştirilmelidir. Katılım oranları, devamsızlık verileri, çalışan memnuniyeti anketleri ve hatta sağlık giderlerindeki değişimler gibi metrikler takip edilmeli, geri bildirimlerle programlar dinamik olarak güncellenmelidir. Ölçülemeyen bir şeyi yönetmek mümkün değildir” dedi.
Sonuç: Esenlik Odaklı Bir Gelecek İnşa Etmek
Elif Elkin son olarak, “Zihin sağlığı krizi kapıda değil, zaten içindeyiz” diyerek sözlerini şöyle noktaladı: “Ancak bu kriz, aynı zamanda şirketler için bir dönüşüm fırsatı sunuyor. Çalışanların zihinsel ve bütünsel esenliğine yatırım yapmak, artık sadece insani bir sorumluluk değil, aynı zamanda verimliliği artıran, yetenekleri çeken, mevcut yetenekleri elde tutan ve sürdürülebilir büyümeyi destekleyen akıllı bir iş stratejisidir.
Liderler, bu “kusursuz fırtına” döneminde eski alışkanlıklarından vazgeçme ve ezberleri unutma cesaretini göstererek, krizden bir dönüşüm yaratabilirler. Çalışanlarını sadece birer kaynak değil, potansiyelleri beslenmesi gereken değerli bireyler olarak gören kurumlar, geleceğin rekabetçi iş dünyasında yalnızca ayakta kalmakla kalmayacak, aynı zamanda gelişecektir. Zihin sağlığının önceliklendirildiği, esenlik odaklı bir şirket kültürü inşa etmek, hem insanlar için daha iyi bir dünya hem de işletmeler için daha parlak bir gelecek anlamına geliyor.”
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
KATEGORİ
- ALTIN – DÖVİZ – KRIPTO PARA (848)
- BANKA ANALİZLERİ (139)
- BANKA HABERLERİ (3.144)
- BASINDA BİZ (60)
- BORSA (453)
- CEO PERFORMANSLARI (36)
- EKONOMİ (2.853)
- GÜNCEL (3.239)
- GÜNDEM (3.202)
- RÖPORTAJLAR (48)
- SİGORTA (133)
- ŞİRKETLER (2.255)
- SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (477)
- VİDEO Vitrini (19)
- YAZARLAR (1.061)
- Ali Coşkun (25)
- Arif Öztan (7)
- Ayşe Muzaffer Sunguroğlu (7)
- ChatGPT (26)
- Dr. Abbas Karakaya (65)
- Erden Armağan Er (45)
- Erol Taşdelen (570)
- Gizem Taşdelen (7)
- Gülbeyaz Gergün (63)
- Kemal Emirhan Mendi (1)
- Murat Şenol (26)
- Mustafa Akpınar (41)
- Onur ÇELİK (36)
- Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz (80)
- Serhat Can (8)
- Süleyman Çembertaş (16)
- Tungay Dere (18)
- Uğur Durak (33)
- Zuhal KARABULUT (5)
YAZARLAR

Türkiye’de Sıfır Atık Hibe Programı: 6.3 Milyon Avroluk Fırsat

Gayri Resmi İşlemler ve Finansal Tablolara Etkisi: Görünmeyen Riskler

ZİHİN SAĞLIĞI KRİZİ KAPIDA!

AB, Anti-Greenwashing Düzenlemesini Askıya Alıyor

Trump: “Çin ile ticaret anlaşması imzaladık, sorada Hindistan var”

Şirketlerde Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Neden Şart Olmalı?

CGTN: Çin ve Orta Asya ülkeleri iş birliğini pekiştirme sözü verdi

Dolandırıcılık Davasında Şok Rapor: Banka Kusurlu!

DENİZBANK: Bir GMY istifası daha!

İsrail İran’a Neden Saldırdı?

Firma Finans Bilinci Neden Stratejik Bir Güçtür?

Finansın En Önemli 10 Formülü ve Önemi

Firmanızı Kurtaracak Bilmeniz Gereken 10 Finansal Formül

SÖZCÜ: Bankalar 12 milyarlık borç sattı
- SON DAKİKA | Borsa günü yükselişle tamamladı 27/06/2025
- Kamu işçilerinde ikinci zam teklifi belli oldu! Türk-İş Başkanı Atalay'dan açıklama geldi 27/06/2025
- SON DAKİKA | Kamu işçilerinin zam pazarlığında ikinci teklif belli oldu 27/06/2025
- Doğal gaz ithalatı nisanda rekor artış gösterdi 27/06/2025
- Fed'in yakından izlediği enflasyon verisi tahminleri aştı 27/06/2025
- Türkiye'nin lisanslı elektrik üretimi nisanda yüzde 11 arttı 27/06/2025
- Türkiye ile Rusya arasında yeni ekonomik iş birliği anlaşması 27/06/2025
- DB: Çatışma ve istikrarsızlık aşırı yoksulluğu artırıyor 27/06/2025
- Erdoğan: Küresel ekonomide lojistik hatların önemi hızla artıyor 27/06/2025
- Bessent: Eylül'e kadar ticaret anlaşmalarını tamamlayabiliriz 27/06/2025
- Allianz: İşletme sermayesi gereksinimi 17 yılın zirvesinde 27/06/2025
- Araç muayene süreci artık "Turka" markasıyla yürütülecek 27/06/2025
- Fed'in izlediği enflasyon göstergesi beklentinin üzerinde 27/06/2025
- Kamu işçileri için hükümetin ikinci teklifi belli oldu 27/06/2025
ALTIN – DÖVİZ
BORSA
KRIPTO PARA PİYASASI
Popüler
-
GÜNDEM4 yıl önce
Sedat Peker’in bahsettiği otel: Günlüğü 106 bin TL
-
GÜNCEL2 yıl önce
Zara Ve Mango’ya Üretim Yapın Tekstil Devi Konkordato Talep Etti
-
BANKA HABERLERİ2 yıl önce
TCMB Başkanı için ismi geçen GAYE ERKAN First Republic Bank’tan ayrılma süreci
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
AKBANK çöktü : Dijital Bankacılık sorumlusu GMY CİVELEK ortada yok!
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
HSBC terbiyesizliği : “Sabancı alana “AKBANK bedava”
-
BANKA ANALİZLERİ3 yıl önce
YILIN İLK YARISINDA İŞBANK RAKİPSİZ LİDER AKBANK SONUNCU SIRADAN KURTULAMIYOR
-
GÜNDEM2 yıl önce
Bankacılığı bırakıp eskortluk yapmaya başladı: Haftalık kazancı dudak uçuklattı