Connect with us

EKONOMİ

Ticaret savaşlarının ekonomik ve siyasi kodları

Sanayisizleşme, bir yandan gelir dağılımındaki eşitsizlikleri artırırken, diğer yandan geniş toplum kesimlerinin karar alma mekanizmalarından dışlanmasıyla sonuçlanmış ve sonuçta geniş çaplı bir meşruiyet krizine neden olmuştur. Bir başka ifadeyle, ABD’de demokrasiyi koruyacağına umut bağlanan ‘kurumlar’ içi boş bir kabuktan ibarettir. Batıdaki ana-akım siyasetin de bu meşruiyet krizine yanıtları yok.

Yayınlanma:

|

ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gelir gelmez açıkladığı ve uygulanmasını bir ay ertelediği Çin, Meksika ve Kanada’ya yönelik ek gümrük vergileri bugün itibariyle hayata geçti. Geçtiğimiz ay açıklanan vergiler ertelendiğinde, esasında Trump’ın gümrük duvarlarını yükseltmek gibi bir politikası olmadığı, gümrük vergilerini bir yaptığım aracı olarak kullandığı ve ekonomik değil siyasi bir amacı olduğu ileri sürülmüştü.

Elbette bir iktisat politikası aracı olan gümrük vergileri, ekonomik ve siyasi amaçlar için kullanılabilir. Siyasi amaçların, gümrük vergilerinin ikili ilişkilerde bir pazarlık kozu olarak kullanılması olduğunu biliyoruz. Bu durumda, gümrük vergilerinin gerçekten bir ekonomik amacı yok mu? Eğer varsa, Trump yönetiminin ekonomik amacı ne? Bu yazıda bu soruları ele alacağım.

SANAYİSİZLEŞME

Dolayısıyla Trump politikalarının neden ortaya çıktığını anlamamız için, Batının üretim alanındaki göreli gerilemesinin hangi koşullarda ortaya çıktığını ve bugün bunun neden bir sorun haline geldiğini anlamamız gerekiyor. Literatürde bu konu sanayisizleşme kavramı etrafında tartışılıyor. Bu tartışmanın konumuz açısından önemli üç temel boyutu var. Aşağıda sırayla bunlara değineceğim.

KÜRESEL DEĞER/META ZİNCİRLERİ

İlk boyut olan sermayenin uluslararasılaşması, 1970’lerin krizine karşı Batı’da geliştirilen kârlılık stratejilerinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Elbette kapitalizm ortaya çıktığı süreçlerden itibaren küresel eğilimli bir sistem. Ve tarihsel olarak da çeşitli küreselleşme dönemleri var. 1970’li yıllardaki kriz sonrasındaki dönem, sermayenin uluslararasılaşması açısından kritik bir dönüm noktasını ifade ediyor. İletişim teknolojilerinin ve lojistik imkanların gelişmesiyle birlikte üretimin parçalara ayrılması ve her bir parçanın, o parçayı üretmeye en uygun olan firmaya alt-sözleşme ilişkileriyle sipariş verilmesi ve sonrasında bu parçaların birleştirilmesi, günümüzde küresel değer/meta zincirleri olarak ele alınıyor.

Küresel değer/meta zincirleri olarak şekillenen sermayenin uluslararasılaşması sürecinin Batı ucunda bir yandan sanayisizleşme yaşanırken, bir yandan da firmaların yönetim merkezlerinin burada olması nedeniyle, Batıya sürekli olarak akan bir kâr transferi söz konusu. Demek ki sanayisizleşme, doğrudan eski tip sanayi işlerinin azalmasını, sendikalaşmanın gerilemesini ve düşük ücret veren hizmet sektörü işlerinin artmasını beraberinde getiriyor. Aynı zamanda, sürekli kâr transferi ise, çok uluslu firmaların ve bunların yöneticilerinden oluşan bir sınıfın giderek daha da zenginleşmesine neden oluyor.

Bu anlamda sanayisizleşme, gelir dağılımının giderek bozulmasını destekleyen bir dinamik olarak görülebilir. Bir diğer sonuç ise, araştırma ve geliştirme ya da dizayn sektörlerinde çalışan beyaz yakalı işçilerin artması. Kısacası sanayisizleşme, bizzat Batılı firmaların 1970’li yılların krizine karşı geliştirdikleri kârlılık stratejisinin yani küresel değer/meta zincirlerinin kurulmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı.

İŞÇİ SINIFININ GERİLEMESİ

Sanayisizleşmenin ikinci boyutu, Batıdaki sınıf mücadelesiyle ilgili. 1960’lı yıllara gelindiğinde pek çok ülkede güçlü sendikalar ve toplumsal gelirden aldığı payı artıran bir işçi sınıfı vardı. Bu dönem, aynı zamanda 1945 sonrasında, İkinci Dünya Savaşı’nın oluşturduğu yıkım sonrasında yeniden yapılanma ve inşa dönemiyle gelen güçlü büyüme zamanlarının da sonuna gelindiği yıllardı.

1970’li yıllarda petrol şokları geldiğinde ve krizin maliyetini kimin ödeyeceği sorusu ortaya çıktığında, kılıçlar çekildi ve emeğin siyasal, toplumsal, ekonomik ve kurumsal gücü sistematik olarak ezilmeye başlandı. Sermayenin bir saldırısı olarak işleyen bu süreç başta Birleşik Krallık ve ABD olmak üzere, pek çok ülkede hayata geçti. Sonuçta, Batıdaki sermayenin işçi sınıfının giderek güçlenmesine karşı bir strateji olarak geliştirdiği sermayenin uluslararasılaşması süreci, kendileri açısından başarılı oldu ve bir iş modeli olarak kârlı bir şekilde sürdü.

JEO-EKONOMİ

Sanayisizleşmenin üçüncü boyutu ise jeo-ekonomik (jeopolitik ilişkilerin ekonomik boyutu). 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ve 2000’li yıllarda Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne dahil olması, son küreselleşme dalgasının zirvesi olarak görülebilir. Bu aşamada çok uluslu firmalar açısından, gerçekten de gümrük duvarlarıyla ve soğuk savaş gibi siyasi sınırlarla bölünmemiş bir dünya pazarı oluşmuştur.

Gümrük vergilerinin sınırlandığı ve serbest ticaretin büyük ölçüde hakim kılındığı bu dönem, aynı zamanda sermaye hareketlerinin de büyük ölçüde serbestleştirildiği ve finansallaşma olarak aldandırılan dinamiklerin de hareket geçtiği bir dönemdi. Bu jeo-ekonomik boyut, bütüncül bir dünya pazarı yarattığı ölçüde Batıdaki sanayisizleşmeyi hızlandırmıştır.

TOPLUMSAL MEŞRUİYET KRİZİ

Yukarıda kısaca özetlediğim üç boyuttan oluşan sanayisizleşme stratejisi, yani 1970’lerin krizine yanıt olarak geliştirilen çözüm, şimdi sorun haline gelmiş durumda. 20. yüzyıldaki temel toplumsal ilişki olan sanayi toplumu ve onun üzerine inşa edilen siyasi ve sosyal kurumlar, sanayisizleşme stratejisiyle birlikte yerle bir olmuştur. Bir başka ifadeyle, ABD’de demokrasiyi koruyacağına umut bağlanan ‘kurumlar’ içi boş bir kabuktan ibarettir. Sanayisizleşme, bir yandan gelir dağılımındaki eşitsizlikleri artırırken, diğer yandan geniş toplum kesimlerinin karar alma mekanizmalarından dışlanmasıyla sonuçlanmış ve sonuçta geniş çaplı bir meşruiyet krizine neden olmuştur.

Batıdaki ana-akım siyasetin (ABD özelinde Demokratlar ya da Avrupa’daki merkez sağ ve sol partiler), bu meşruiyet krizine yanıtları yok. Trump yönetiminin (ve Batıdaki benzerlerinin) dayandığı toplumsal taban, tam da burası. Bu konu anlaşılmadığında ve konu kültür savaşları çerçevesinde tartışıldığında ya da Trump’ın şahsi olarak sınırlı ekonomi bilgisi olduğu, ‘çılgınca’ işler yaptığı ya da ‘ekonominin gerçeklerinden koptuğu’ gibi gerekçelerle tartışıldığında, Trump politikalarının önü daha da açılmış oluyor.

Doç Dr. Ümit AKÇAT-Duvar

Okumaya devam et
Yorum Yazın

Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

FİRMA DÖVİZ BORÇLARI NE DURUMDA?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Firmaların döviz cinsinden borçlanma sebepleri ve bu borçların hacmi, ekonomik koşullara ve finansal stratejilere bağlı olarak değişiklik göstermektedir.

Firmalar Neden Dövizle Borçlanıyor?

  1. Daha Düşük Faiz Oranları: Türkiye’de yüksek enflasyon ve politika faiz oranları nedeniyle, firmalar yerel para birimi cinsinden kredi almak yerine daha düşük faizli döviz kredilerini tercih edebiliyor. Örneğin, Mart 2025’te Türk lirası cinsinden ticari kredilerin faiz oranı %55 iken, euro kredilerinin faizi %6, dolar kredilerinin ise %8 seviyesindeydi.

  2. Kur İstikrarına Güven: Firmalar, Türk lirasının istikrarlı seyredeceği beklentisiyle döviz kredisi kullanmayı tercih edebiliyor. Özellikle ihracatçı firmalar, döviz gelirleriyle borçlarını dengeleyerek kur riskini minimize etmeyi hedefliyor.

  3. Finansal Piyasaların Gelişimi: Türkiye’de uzun vadeli ve uygun maliyetli Türk lirası kredilerinin sınırlı olması, firmaları uluslararası piyasalardan döviz cinsinden borçlanmaya yönlendirebiliyor.

Döviz Borçlanma Hacmi ve Gelişimi

Ocak 2025 itibarıyla, Türkiye’deki firmaların yerel bankalardan aldığı döviz kredilerinin toplamı 170,4 milyar dolara ulaşarak son beş yılın en yüksek seviyesine çıktı. Bu, bir önceki yıla göre neredeyse üçte bir oranında bir artışı temsil ediyor.

Firmaların döviz borçlanma riski, döviz cinsinden borçlanmaları durumunda karşılaştıkları kur riski veya döviz kuru dalgalanma riski anlamına gelir. Bu risk, döviz kurlarındaki değişimlerin firmanın mali yapısını olumsuz etkileyebilmesiyle ortaya çıkar.

📉 Döviz Borçlanma Riskinin Temel Unsurları

  1. Kur Riski (Exchange Rate Risk):
    Şirket yabancı para birimiyle borçlandığında ve gelirleri yerel para birimindeyse (örneğin TL), döviz kurunun yükselmesi durumunda borcun TL karşılığı artar. Bu da geri ödeme yükünü artırır.

  2. Gelir ve Borç Uyumsuzluğu:
    Eğer şirketin döviz geliri yoksa ama döviz borcu varsa, kur dalgalanmalarına karşı savunmasızdır.

    Örnek: Bir Türk tekstil firması dolar cinsinden kredi aldı, ancak tüm satışları TL ile. Dolar/TL kuru arttığında borcun geri ödemesi daha maliyetli hale gelir.

  3. Likidite Riski:
    Ani kur artışları firmaların nakit akışlarını zorlayabilir. Bu da ödeme güçlüğü, yeniden yapılandırma veya iflas riski doğurabilir.

  4. Piyasa Güvenilirliği Riski:
    Yüksek döviz borcu, yatırımcıların ve kredi derecelendirme kuruluşlarının firmaya olan güvenini zedeleyebilir.

📊 Kimler Daha Çok Etkilenir?

  • İhracat yapmayan ama dövizle borçlanan firmalar

  • Finansal kaldıraç oranı yüksek olan firmalar

  • Kur koruması (hedging) yapmayan şirketler

  • Gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren firmalar

🛡 Riskten Korunma Yöntemleri

  1. Doğal Korunma (Natural Hedge):
    Döviz geliriyle döviz borcunu dengelemek (örneğin ihracat geliriyle dolar borcunu ödemek).

  2. Finansal Hedge (Türev Ürünler):
    Forward, futures, opsiyon gibi türev araçlarla kur riskine karşı sigorta yapmak.

  3. Borçlanma Para Birimini Değiştirme:
    Yerel para cinsinden borçlanmayı tercih etme.

  4. Kur Riski Senaryoları ile Stres Testi:
    Kur şoku senaryoları hazırlayarak olası etkileri önceden görmek.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Çin şimdi Avrupa pazarına mı akın ediyor?

Donald Trump, Çin ile olan gümrük anlaşmazlığında sağlam duruyor ve hatta adım atıyor. ABD’de Çin malları için yüzde 125 gümrük vergisi uygulanacak. Avrupa şimdi bir ucuz ürün dalgası mı bekliyor?

Yayınlanma:

|

Yazan:

ABD Başkanı Donald Trump, dünyanın geri kalanıyla olan ticaret çatışmasında geri adım atmış ve özel tarifeleri askıya almış olsa da, Çin ile olan anlaşmazlıkta amansız olmaya devam ediyor. Bir dizi tarife duyurusu ve ilgili karşı önlemlerden sonra, Amerika Birleşik Devletleri şimdi Çin malları üzerindeki ithalat tarifesini yüzde 125’e yükseltti. Daha önce Çin, ABD mallarına yüzde 84’lük misilleme tarifeleri açıklamıştı.

Bu, dünyanın en büyük iki ekonomisi arasındaki son tarife sarmalını sürdürüyor. Çin, ticaret savaşı istemediğini vurguladı, devlet haber ajansı Xinhua, tarifelerle ilgili beyaz kitaptan alıntı yaptı. Ancak Çin hükümeti, Çin halkının meşru hakları ve çıkarları ihlal edilirken asla boş durmayacaktır” dedi. Ülke kararlı bir şekilde karşı önlemler alacak ve sonuna kadar savaşacaktır.

Çin ikinci en büyük ithalatçıdır

Şimdiye kadar Çin, Meksika ve Kanada’dan sonra ABD’nin en önemli üçüncü ticaret ortağı olmuştur. Geçen yıl, ABD ve Çin, yaklaşık 580 milyar dolar değerinde mal ve hizmet alışverişinde bulundu – ancak Çinliler için net bir fazlalık vardı. Çin’den ABD’ye yaklaşık 438 milyar dolar değerinde mal satıldı ve bu da Çin’i ikinci en büyük ithalatçı haline getirdi.

Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü’nden Wan-Hsin Liu, “‘Elektromekanik ve görsel-işitsel ekipman ve bunların parçaları ve aksesuarları’ grubundan mallar, 2024’te Çin’in ABD’ye ihracatının en büyük payını oluşturdu” diyor. Bu aynı zamanda Tesla ve Apple gibi büyük ABD şirketlerinin de Çin’de üretim yapması veya monte etmesinden kaynaklanmaktadır.

Örneğin, iPhone’ların çoğu Çin’de üretiliyor – bu da artık koruyucu tarifelere tabi oldukları anlamına geliyor. Apple şimdi iPhone’ları ilk olarak Hindistan’dan ABD’ye teslim etmek istiyor – iPhone üreticisi bir süre önce tedarik zincirini genişletmişti. Bununla birlikte, Kaliforniyalı grubun akıllı telefonlarının çoğu, Tayvanlı sözleşmeli üretici Foxconn tarafından Çin’de üretilmeye devam edecek.

İlaç ve giyim de etkilendi

Çin aynı zamanda ilaç endüstrisindeki en önemli üreticilerden biridir. Antibiyotiklere ek olarak, ilaç endüstrisi için gerekli olan kimyasal öncüllerin büyük bir kısmı Çin’de üretilmektedir. Şimdiye kadar, ilaç endüstrisi tarifelerden muaf tutuldu – ancak Trump son zamanlarda ilaç ithalatına önemli tarifeler uygulamakla tehdit etti.

Wan-Hsin Liu’ya göre, mobilya, ayakkabı ve giysiler de Çin’de üretiliyor ve ABD’ye ihraç ediliyor. Çin’in yanı sıra Bangladeş ve Vietnam da en önemli tekstil üreticisi ülkeler arasında yer alıyor ve Trump’ın tarife açıklamalarından etkileniyor.

Mal akışları yeniden yönlendirilir

Şimdi yüzde 125 gümrük vergilerinin ödenmesi gereken tüm bu Çin ürünlerine ne olacak? Alman dış ticaret birliği BGA, bu ürünlerden bazılarının artık Avrupa’ya gelebileceği konusunda uyarıyor. Sonuç olarak, BGA Başkanı Dirk Jandura, rbb ile yaptığı röportajda, birdenbire burada kitleler halinde birçok ucuz ürün olabileceği konusunda uyarıyor: “Çin, elbette, ABD ile olan ticaret hacmimizin bir katına sahip ve bunun bir yerden kırılması gerekiyor.”

IW Köln’den Jürgen Matthes de bundan korkuyor: Uzman, “ABD ile Çin arasındaki tarife sarmalının Avrupa için sonuçları önemli” diye açıklıyor. Ayrıca Avrupa pazarının Çin ürünleriyle dolup taşabileceğini de varsayıyor. tagesschau.de ile yaptığı röportajda, “Avrupalı şirketler zaten Çin’den gelen güçlü rekabetle karşı karşıya kaldı” diye vurguluyor.

Bu rekabet artık büyüyerek devam edecek: “Çin’in muazzam bir kapasite fazlası var, geçen yıl Çin’in küresel ticaret fazlası neredeyse 1.000 milyar dolardı ve bunun yaklaşık yüzde 30’u ABD tarafından karşılandı. ABD’nin 2024’te ithal ettiği yaklaşık 440 milyar dolar değerindeki Çin malları, yüksek cezai tarifeler nedeniyle şimdi büyük ölçüde yönlendiriliyor” diyor Jürgen Matthes.

Avrupalı tüketiciler için fiyatlar düşüyor mu?

Ve artık Avrupa pazarını sular altında bırakabilecek olan sadece Çin’den gelen mallar değil. IfW’den Wan-Hsin Liu, “İlk ABD-Çin ticaret savaşı sırasında, birçok Çinli şirket üretimlerini kısmen ASEAN ülkelerine kaydırdı” diye açıklıyor: “Bu ülkelerden bazıları şu anda ABD hükümetinin çok yüksek tarifeleriyle karşı karşıya, bu nedenle bu mallar için de alternatif pazarlar aranması çok muhtemel.”

Tüketiciler için bu, en azından rekabet baskısının özellikle yüksek olduğu bazı ürünlerin daha ucuz hale gelebileceği anlamına gelebilir. Wan-Hsin Liu, “Avrupalı şirketlerin kendi üretimleri veya ticari faaliyetleri için Çin’den ithal ettikleri ürün, parça ve aksesuarların fiyatları da düşecek” diyor. Bununla birlikte, bunun dezavantajları da vardır. BGA Başkanı Jandura, “Bu, Avrupalı üreticilerimiz ve bayilerimiz için sorunlara yol açacak” diye uyarıyor.

İthalat kotaları mı yoksa tarifeler mi?

AB, örneğin ithalat kotaları ile buna karşı önlem alabilir. İthalat kotası, belirli bir miktarda malın ithalatı için bir maksimum tutar belirler. Ancak IW uzmanı Matthes’e göre şu soru ortaya çıkıyor: “Çin’den yapılan ithalatı sadece bir kota ile mi kısıtlıyorsunuz yoksa küresel ithalat mı kısıtlı? Bu o kadar da önemsiz değil.”

AB Komisyonu, sanayi şirketlerini “ticaretin saptırılmasının dolaylı etkilerinden” korumak istediğini zaten açıkladı. Handelsblatt’ın Komisyon çevrelerinden öğrendiği gibi, önümüzdeki haftalarda bir ithalat bolluğu tespit edilirse, şarta bağlı anlaşmalar da mümkündür.

Matthes’e göre, ithalat bolluğunu önlemek için Çin’in Avrupa’ya ithalatına daha yüksek tarifeler getirilmesi de düşünülebilir. “Ancak, ithalat hala mümkün olduğundan ve ithalattaki artış yeterince kontrol altına alınmadığından – çok yüksek tarifeler uygulanmadıkça, daha yüksek rekabet baskısını yeterince hafifletemeyebilirler” diye vurguluyor.

Gelişmekte olan pazarlarda pazar payları düşüyor

Ve rekabet baskısı sadece Avrupa pazarında artmıyor: Jürgen Matthes’e göre, Avrupalı şirketler, özellikle gelişmekte olan pazarlarda, Çin’den gelen rakiplerin ucuz ürünleriyle karşı karşıya kalabilir. “Avrupa’nın ihracatının önemli bir kısmı gelişmekte olan pazarlara gidiyor ve Çin zaten pazar payını Avrupalı şirketlerden alıyor. Aslında ABD’ye yönelik olan Çin ihracatı yönlendirilirse, bu özellikle gelişmekte olan pazarlarda muazzam bir fiyat savaşını tetikleyebilir” tagesschau.de dedi.

IfW’den Wan-Hsin Liu, Avrupa’nın iç pazarda da sürecek bir fiyat savaşında muhtemelen kaybedeceğini vurguluyor: “Avrupalı şirketlerin malları daha kaliteli olsa bile, daha büyük fiyat farkları, daha da fazla müşterinin ithal edilen mallara ulaşmasına yol açabilir.”

Lilli-Marie Hiltscher, ARD Finans Editörü

Okumaya devam et

EKONOMİ

TCMB blog yazısı: Ramazan Ayı ve Gıda Enflasyonu

Ramazan ayının fiyat istikrarı açısından önemli role sahip gıda fiyatları üzerindeki etkisini makro verilerin yanı sıra yüksek frekanslı mikro veriler kullanarak detaylı bir şekilde inceliyoruz…

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türkiye için yapılan iktisadi çalışmalar, Ramazan ayının üretim ve fiyatlar üzerindeki önemine dikkat çekiyor.[1] Bu yazıda, Ramazan ayının fiyat istikrarı açısından önemli role sahip gıda fiyatları üzerindeki etkisini makro verilerin yanı sıra yüksek frekanslı mikro veriler kullanarak detaylı bir şekilde inceliyoruz.

2003-2024 yıllarına ait aylık enflasyon verilerini kullanarak gıda ve alkolsüz içecekler ile işlenmiş ve işlenmemiş gıda için yaptığımız analizler, Ramazan ayının gıda enflasyonu kalemleri üzerinde farklı etkileri olduğunu ortaya koyuyor. Gıda ve alkolsüz içecekler geneli ile işlenmemiş gıda aylık enflasyonu özelinde Ramazan ayının eş zamanlı etkisine ek olarak öncü ve gecikmeli etkilerinin olduğu; işlenmiş gıda aylık enflasyonu üzerinde ise anlamlı bir etkisinin olmadığını görüyoruz. Bulgularımız gerek önceki çalışmalar gerekse saha gözlemleriyle uyumlu olarak; Ramazan ayının gıda ve alkolsüz içecek fiyatları üzerindeki yukarı yönlü baskının temel olarak işlenmemiş gıda ürünleri kaynaklı olduğunu ima ediyor (Grafik 1).[2] 

Ramazan’ın işlenmemiş gıda fiyatları üzerindeki etkisini daha detaylı incelemek amacıyla, Tarım ve Orman Bakanlığı Tarım Ürünleri Fiyat İzleme Sistemi (TÜFİS) verilerini kullanıyoruz. Gıda perakende sektöründe önemli paya sahip zincir marketler ile yerel marketlere ait günlük fiyat verilerini içeren TÜFİS, her ürün için türetilmiş özel kimlik kodları ile fiyatların ürün ve market seviyesinde takibine olanak sağlıyor. Seçilmiş işlenmemiş gıda ürünleri için 2022-2024 yıllarına ait TÜFİS günlük verilerini kullanarak Ramazan ayının ilk 15 günü 100 seviyesinde olacak şekilde oluşturduğumuz 15’er günlük fiyat endekslerini aşağıda sunuyoruz.[3] 

Söz konusu mikro düzey fiyat verileri, seçilmiş işlenmemiş gıda ürünleri fiyat dinamiklerinde Ramazan ayına özgü farklılaşmalara işaret ediyor.[4] Nitekim kırmızı et ve tavuk eti fiyatlarında Ramazan ayı öncesinde başlayan artış eğiliminin Ramazan ayı boyunca ivmelendiği, Ramazan ayı sonrasında ise görece ılımlı seyrettiği dikkat çekiyor (Grafik 2 ve 3). Ramazan ayının bakliyat fiyatları üzerindeki etkisine baktığımızda fiyatların Ramazan ayı içerisinde yükseldiğini, öncesi ve sonrası dönemlerde ise görece yatay seyrettiğini görüyoruz (Grafik 4). Yumurta fiyatlarında ise, Ramazan ayı itibarıyla artış, sonrası dönemde ise düşüş izliyoruz (Grafik 5). İncelenen tüm ürünlerde Ramazan ayına bağlı fiyat artışlarının kalıcı hale gelme eğiliminde olduğu dikkat çekiyor.

Dolayısıyla gerek model gerekse yüksek frekanslı veri analizi, gıda ve alkolsüz içecekler ve işlenmemiş gıda fiyatlarında Ramazan ayının etkili olduğunu ortaya koyuyor. Grafik 1’de verilen katsayıları kullanarak yaptığımız hesaplamalar, 2025 yılında Ramazan ayının şubat ve mart aylarında işlenmemiş gıda enflasyonunda sırasıyla 1,16 ve 3,53 puan; gıda ve alkolsüz içecekler enflasyonunda ise 0,75 ve 1,09 puan yukarı yönlü etki oluşturduğuna işaret ediyor (Grafik 6 ve 7). Bu doğrultuda, 2025 yılında Ramazan ayının manşet enflasyona gıda kaynaklı doğrudan etkisini yaklaşık 0,5 puan olarak hesaplıyoruz.

Özetle, güncel ve detaylı analiz bulgularımız, Ramazan ayında gıda fiyatları üzerinde özellikle işlenmemiş gıda kaynaklı yukarı yönlü bir baskı olduğuna işaret etmekte. Bu bağlamda 2025 yılı Mart ayında gıda fiyatlarında gözlenen yüksek oranlı artışlarda Ramazan ayı etkisinin de olduğu değerlendirilmektedir.

*************************

[1] Bakınız: Atabek, A. (2010), Özmen, U. ve Sarıkaya Ç. (2014).

[2] Atabek (2010) çalışması, Ramazan ayı değişkenini, Ramazan ayının denk geldiği gün sayısının ilgili ayın uzunluğuna oranı olarak tanımlamıştır. Çalışmamızda, Atabek (2010) yaklaşımından hareketle, Şubat 2003-Aralık 2024 dönemine ait veriler kullanılarak gıda ve alkolsüz içecekler, işlenmiş ve işlenmemiş aylık gıda enflasyonları Gomez ve Maravall (1996) tarafından önerilen TRAMO-SEATS yöntemi çerçevesinde modellenmiştir. Oluşturulan Ramazan ayı değişkeni modellere, takvim değişkeni olarak eklenmiş ve istatistiksel olarak anlamlılığı sınanmıştır. Ramazan ayı değişkenine ait model katsayı tahminleri Grafik 1’de sunulmaktadır.

[3] Veri bazlı yaptığımız analizler sonucunda aylık fiyat gelişmelerinde Ramazan etkisinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu gözlenen işlenmemiş gıda ürünleri seçilmiştir. Önemli işlenmemiş gıda kalemlerinden taze meyve sebze grubu, yüksek mevsimsel yapısı ve anlamlı Ramazan etkisi bulunmaması nedeniyle sonuçlarda yer almamaktadır.

[4] TÜFİS verileri saha gözlemleri ile 81 ilden, il/ilçe, market ve ürün detayında günlük frekansta derlenmektedir.

Kaynakça

Atabek, A. (2010). Ramazan Ayının Üretim Üzerindeki Etkisi. TCMB Ekonomi Notları No. 10/14.

Gomez V., ve Maravall, A. (1996). Programs TRAMO (Time Series Regression with ARIMA Noise, Missing Observations and Outliers) and SEATS (Signal Extraction in ARIMA Time Series). Instruction for the user, Working Paper 9628, Bank of Spain, Madrid.

Özmen, U. ve Sarıkaya Ç. (2014). Enflasyonda Ramazan Etkisi. TCMB Ekonomi Notları No. 14/14.

 

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Kaynak: altinpiyasa.com

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.