SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Çevre politikalarının Avrupa’daki enerji krizine etkisi
B’nin 2050 yılında net karbon sıfır bir bölge olmayı kabul etmesinin enerji sistemleri açısından ciddi bir yük yaratması söz konusu.

Yayınlanma:
3 yıl önce|
Yazan:
BankaVitrini
Sanayileşme, 18’inci yüzyılın sonlarından itibaren İngiltere’den başlayarak dalgalar halinde yavaş yavaş önce Batı Avrupa’ya, sonrasında da Avrupa’nın geri kalanı ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Japonya ve Avustralya’ya yayıldı. Sanayileşmede öncü olan devletler aynı zamanda da maddi olanaklarını hızla artırarak günümüzün zengin ülkeleri oldular. Öte yandan, sanayileşmenin ilk dönemlerindeki çevresel sorunları da en yoğun biçimde yaşadılar. Dolayısıyla bugün bu ülkelerin önemli bir kısmı, kendilerini sanayileşmenin çevresel sorunlarından korumak üzere bir bilince sahipler ve bu yönde çaba sarf ediyorlar.
Zenginleşmiş ülkeler arasında bu bağlamdaki öncülüğü de Avrupa Birliği (AB) üstleniyor. Nitekim, belirli bir ekonomik seviyeye ulaştıktan sonra daha kirli olduğunu düşündüğü teknolojileri diğer ülkelere taşıyan AB, bu ülkelerden ise sadece son ürünleri satın alarak “temiz” kalabilme üzerine bir politika yürütme çabasındaydı.
Ancak iklim değişikliği ile birlikte bu plan biraz sekteye uğradı çünkü iklim krizi yerel bir sorun değil. Siz çimento üretimini fazla karbondioksit salınımına neden olduğu için diğer ülkelere kaydırabilirsiniz ama onların salacağı karbondioksit aynı atmosfere eklenip sizi de benzer şekilde etkilemeye devam edecek. Bu nedenle 1990’ların sonuna doğru, özellikle Avrupalı bilim insanları ve çevre aktivistleri arasında sadece Avrupa’yı değil tüm yeryüzünü korumaya yönelik bir bakış açısı gelişmeye başladı. Bunun en önemli örneği olarak Stockholm Resilience Center öncülüğünde yapılan Gezegenin Sınırları (2009) çalışmasını verebiliriz. Bu çalışma insanlığın şu andaki yaşam tarzı ile doğaya ne derece zarar verdiğini ve hangi noktalarda bu zararın doğanın kendisini tamir etme yetisini aştığını gösterdi. Daha sonra hazırlanan Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Paris Anlaşması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı bu düşünceyi merkezine oturttu. Bu bağlamda en önemli konu iklim değişikliği olsa da diğer tüm çevre problemleri de değerlendirmeye alınmış oldu.
Yeryüzünün insanlığı kaldırma kapasitesini aşıyoruz
AB’de çevre politikaları her ne kadar bu eksende gelişse de iki önemli sorun daha ortaya çıktı. Bunlardan ilki nüfus artışı. İnsan nüfusunun bu sene içinde 8 milyarı aşması bekleniyor. İkinci sorun ise artan nüfusun gelişmişlik seviyesinin ve dolayısıyla da ihtiyaçlarının artmasıdır. Bu iki faktörü çarptığımızda ise yeryüzünün insanlığı kaldırma kapasitesini yavaş yavaş aşmaya başladığımızı görmek mümkün.
Bugün içinse karşımızda birkaç önemli sorun duruyor. Bunların ilki enerji fiyatlarındaki artış, diğeri gıda fiyatlarındaki yükselme, üçüncüsü ise neredeyse tüm ülkelerde görülen yüksek enflasyon ve son olarak da ciddi bir hammadde tedarik sorunudur. Bu problemlerin tümünü Covid-19 salgını ve Rusya-Ukrayna krizi bağlamında açıklamaya çabalasak da eldeki veriler bu sorunların tamamının salgın baş göstermeden önce kendisini belli ettiğini gösteriyor. Bu sorunların ardında yatan ana sebep de bizim hem çevresel kirlilik hem de kaynak kullanımı açısından gezegenin sınırlarını aşmakta ve belki de bazı alanlarda aşmış olmamızdır.
Basit bir örnekle açıklarsak, geçmişte ülkemizdeki elektrik enerjisi kullanımı kış aylarında yoğunlaşıp yaz aylarında azalırdı. Ancak son senelerde elektrik enerjisi kullanımının en yoğun olduğu dönem yaz aylarının sıcak günlerine denk geliyor. Bunun ardındaki temel sebep, artan nüfusla birlikte insanların serinlemek için daha fazla klima kullanabilecek refah seviyesine ulaşabilmeleri. Dolayısıyla dünya genelinde artan refah seviyesiyle birlikte enerji tüketiminin de arttığı söylenebilir. Buna karşın enerji kaynakları artan talebi kolayca karşılayabilecek hızda artmıyor.
Avrupa Birliği’nde çevreci hareket yükseliyor
AB’ye döndüğümüz zaman son senelerde politikaları yönlendirmekte söz sahibi olmaya başlayan yeşil/çevreci hareketleri görüyoruz. Bu grubu kabaca ikiye ayırmakta fayda olabilir. İlk kesimde olgun ve Soğuk Savaş döneminde nükleer silahların gölgesinde yetişmiş bireyler bulunuyor. Bu grup için tüm çevre problemleri önemli, ama nükleer enerji ile ilgili problemler daha önemli. İkinci kesimi ise popüler tabirle Y ve Z kuşağı diyeceğimiz, 1980 sonrası doğumlular oluşturuyor. Bu grup için nükleer tehdit, büyüklerinden öğrendikleri, ama iklim krizi de dahil olmak üzere diğer çevre sorunları ise günlük yaşam içerisinde karşılaştıkları problemlerdir. Bu iki grup birlikte hem nükleer enerjiye hem de iklim krizine karşı savaşıyor.
Avrupa Yeşil Mutabakatı bu resmin hakim olduğu bir düşünce ile ortaya çıktı. Öncelikle iklim ve çevre problemlerinin çözüme kavuşturulması çok önemlidir. Ancak bunun sadece Avrupa içinde gerçekleştirilmesi yeterli olmayacaktır, çünkü bir yandan iklim krizi sadece Avrupa ile çözülecek bir problem değildir, diğer yandan ise eğer bu konularda sadece AB elini taşın altına koyacak olsa ekonomik gelişme bağlamında diğer ülkelerin ve özellikle Çin’in gerisinde kalacaktır.
AB’nin Yeşil Mutabakat ile yapmaya çalıştığı kendi üreticisine çevre ve iklimi koruma bağlamında kurallar koymanın ötesinde bu kurallara tabi olmak istemeyen üreticilerin ekonomisi gelişen ülkelere kaçarak üretim yapmalarını ve ürünleri AB’ye ihraç etmelerini engelliyor. Uzun vadedeki hedef Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı aslında bir Dünya Yeşil Mutabakatı haline getirecek sistemi kurabilmek. Bu düşünceye ABD ve Çin de katılıyor ancak AB içindeki muhalifler de dahil çoğu grup Birliğin bu bağlamda “çok hızlı gittiğini” düşünüyor.
Enerji alternatiflerinin Avrupa’ya getirdiği yük
“Çok hızlı gitmek” ile kastedilen enerji ve üretim sistemlerinde gerekli geçişlerin yapılmadan harekete geçilmesidir. Yani AB, enerji ihtiyacının önemli bir kısmını hala kömür, doğal gaz ve nükleer enerjiden karşılarken böyle bir adım atmanın erken olduğu düşünülüyor. Ayrıca, özellikle Almanya’da (ve Japonya’da) Fukuşima kazası sonrasında nükleer santraller hızla kapatılıyor. Kapatılan bu nükleer santrallerden sağlanan enerjinin yeri ise yenilenebilir kaynaklarla değil de kömür ile sağlanmaya çalışılıyor. Bu da çevreci gruplar arasında yüzeyde fazla konuşulmasa da “Nükleer mi? İklim mi?” şeklinde bir kafa karışıklığına yol açıyor.
Son olarak, AB’nin 2050 yılında net karbon sıfır bir bölge olmayı kabul etmesinin enerji sistemleri açısından ciddi bir yük yaratması söz konusu. Dolayısıyla, bir yanda kaynak kısıtlılığı, diğer yanda da iklim krizi Birliğin verdiği sözleri tutmasını oldukça zorlaştırdı. Avrupa’daki üreticilerin ve Avrupa dışındaki zengin ülkelerin AB’nin Yeşil Mutabakat konusunda vitesi küçültmesi gerektiğini söyledikleri bir ortamda salgın ve Rusya-Ukrayna krizi patlak verdi.
Avrupa Parlamentosu, Yeşil Mutabakat’ın temelinde yer alan konulardan biri olan enerji taksonomisinde nükleer enerji ve doğal gazı çevreci enerji türleri olarak kabul ederek bu konuda Avrupa’da yaşanan önemli davranış değişikliğini ortaya koydu. AB içerisindeki teknokratlar ve politikacılar arasında bu bağlamda yaşanan tartışmada Rusya-Ukrayna krizi bir araç olarak kullanılıyor. AB, Rusya’dan alacağı doğal gaz tehlikeye girmiş olmasına rağmen taksonomide doğal gazı yeşil kabul ederek bir noktada 2050 net sıfır karbon hedefine ulaşılmasının zorluğunu şimdiden kabul etmiş durumda. Rusya’dan gelen doğal gazın kesilmesini yenilenebilir enerjideki artışla değil ABD’den satın alacakları kaya gazı ile telafi etmeyi planladıklarından hem salgın hem de savaş krizleri iç politikada atılacak adımlar açısından güzel bir bahane oluşturuyor. Ne yazık ki gerek Avrupa’da gerekse de diğer ülkelerde görülen enerji krizinin ana nedeni salgın ya da Rusya-Ukrayna çatışması değil yeryüzünün yavaş yavaş girmekte olduğu kaynak krizi ve yaşadığı çevresel sorunlardır.
Prof. Dr. Levent Kurnaz – Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği Politikaları Merkezi müdürü ve iklim bilimcidir ( AA )
İlginizi Çekebilir
Erol Taşdelen
Türkiye’de Ekmek Üretimi: Katkı Maddeleri, Genetik Müdahaleler ve Kimyasal İşlemler

Yayınlanma:
5 gün önce|
21/06/2025Yazan:
Erol Taşdelen
Ekmek, binlerce yıldır sofraların temel besin kaynağıdır. Ancak günümüzde tüketilen ekmeklerin içeriği, üretim yöntemi ve hammaddeleri geçmişe kıyasla oldukça değişmiştir. Türkiye’de ekmek üretimi Tarım ve Orman Bakanlığı denetiminde yapılsa da, bazı katkı maddeleri ve endüstriyel yöntemler nedeniyle halk sağlığı açısından endişeler gündeme gelmektedir. Bu yazıda, Türkiye’deki ekmeklerde kullanılan katkı maddeleri, buğdayın genetik yapısıyla ilgili gelişmeler ve ekmek üretiminde uygulanan kimyasal işlemler ele alınacaktır.
1. Ekmeklere Katılan Maddeler Nelerdir?
Türkiye’de satılan ekmeklerin büyük bölümü, sadece un, su, maya ve tuzdan ibaret değildir. Özellikle endüstriyel üretimde yaygın şekilde katkı maddelerine başvurulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
-
Askorbik Asit (E300): Hamurun dayanıklılığını artırmak için kullanılır.
-
Emülgatörler (E471, E472): Hacim artırıcı ve yumuşatıcı etki sağlar.
-
Enzimler: (amilaz, proteaz gibi) Ekmek içi yumuşaklığını ve raf ömrünü artırır.
-
Şeker ve Glikoz Şurubu: Renk ve tat verici olarak kullanılır.
-
Soya Unu ve Süt Tozu: Kıvam ve besin değeri açısından katkı sağlar.
Bu katkılar sayesinde daha hacimli, daha parlak ve uzun süre bayatlamayan ekmekler üretilmektedir. Ancak bunların sürekli tüketimi, özellikle hassas bireylerde sindirim sorunlarına neden olabilir.
2. Buğdayın Genetiği ile Oynandı mı?
Türkiye’de GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) buğday üretimi yasaktır. Ancak bu, buğdayın tamamen doğal olduğu anlamına gelmez. Modern tarımda yaygın olan hibrit ve ıslah edilmiş buğday türleri, genetik müdahale olmaksızın yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler oluşturmak amacıyla laboratuvar ortamında seçilmiştir.
Özellikle 1950 sonrası yaygınlaşan “cüce buğday” türleri, geleneksel buğdaylara göre daha kısa boylu, verimli ve glüten oranı yüksek çeşitlerdir. Bu tür buğdaylar, özellikle ekmeklik un üretiminde yaygın olarak kullanılmakta, ancak yüksek glüten içeriği nedeniyle sindirim sorunları ve gluten intoleransı gibi sağlık şikayetlerinde artışa neden olmaktadır.
3. Kimyasal İşlemler ve Endüstriyel Teknikler
Modern ekmek üretimi, geçmişin geleneksel yöntemlerinden oldukça uzaktır. Endüstriyel üretim süreçlerinde uygulanan bazı işlemler şunlardır:
-
Unun Beyazlatılması: Bazı ülkelerde (ve geçmişte Türkiye’de de) benzoil peroksit gibi kimyasallar kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye’de bu tür kimyasalların kullanımı kısıtlıdır.
-
Hızlandırılmış Fermantasyon: Geleneksel ekmeklerde maya 6-8 saatlik uzun fermantasyonla çalışırken, fabrikasyon ekmeklerde bu süre 30-60 dakikaya kadar indirilebilmektedir. Bu da sindirimi zorlaştırabilir.
-
Yüksek Isı ve Kısa Süreli Pişirme: Raf ömrünü uzatmak ve üretimi hızlandırmak için yüksek ısıda kısa sürede pişirme yöntemleri tercih edilir. Bu, besin değerini azaltabilir.
-
Yumuşaklık İçin Katkılar: Raf ömrünü uzatmak ve bayatlamayı geciktirmek için kimyasal yumuşatıcılar, enzim karışımları ve katkı maddeleri kullanılır.
4. Halk Sağlığı ve Eleştiriler
-
Halk ekmek gibi kamu kurumlarının ürettiği ekmekler daha güvenli kabul edilse de, katkı maddesiz değildir.
-
Ucuz ekmek üretiminde kalitesiz un, fazla katkı maddesi ve hızlı üretim döngüsü nedeniyle sindirim sorunları ve sağlık riskleri artabilir.
-
Özellikle çocuklar, yaşlılar ve hassas bünyeli bireyler için bu katkıların uzun vadeli etkileri dikkatle incelenmelidir.
5. Daha Sağlıklı Ekmek Tüketimi İçin Öneriler
-
Ekşi mayalı ve uzun süre fermente edilmiş ekmekler tercih edilmelidir.
-
Tam buğday unu veya taş değirmende öğütülmüş un kullanılarak yapılan ürünler besin değeri açısından daha zengindir.
-
Katkı maddesi içermeyen, güvenilir butik fırınlardan ya da köy fırınlarından alışveriş yapılabilir.
-
Etiket okuma alışkanlığı geliştirilmelidir. “Un, su, maya, tuz” dışında çok sayıda içerik varsa uzak durulmalıdır.
Ekmek, basit bir besin gibi görünse de üretim sürecinde kullanılan maddeler ve buğdayın yapısal değişimleri nedeniyle sağlık üzerinde önemli etkiler oluşturabilir. Türkiye’de GDO’lu buğday kullanılmıyor olsa da, modern tarım ve endüstriyel üretim süreçleri buğdayın doğallığını tartışmalı hale getirmiştir. Katkı maddeleriyle raf ömrü uzatılmış, hacim artırılmış, estetik olarak cazip hale getirilmiş ekmekler, besin değerinden ve sindirim kolaylığından uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle, bilinçli tüketici tercihi her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
BANKA HABERLERİ
Zecurion, Orta Doğu ve Ötesinde Artan Mesleki Dolandırıcılıkla Mücadele İçin Siber Güvenliği Güçlendiriyor

Yayınlanma:
1 hafta önce|
18/06/2025Yazan:
BankaVitrini
Dijital inovasyonun hem ekonomik büyümenin temel itici gücü hem de yeni güvenlik tehditlerinin kaynağı haline geldiği bir dönemde, Yeni Nesil Veri Kaybı Önleme (DLP) çözümlerinin öncü sağlayıcılarından Zecurion, artan mesleki dolandırıcılık tehdidine karşı entegre siber güvenlik ekosistemini kararlılıkla güçlendiriyor. Güney Asya gibi yüksek riskli pazarlarda elde ettiği kanıtlanmış başarılar ve bölgesel içgörülerle donanmış olan Zecurion, şimdi stratejik odağını, sistemik dolandırıcılık risklerinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesine benzer şekilde tezahür ettiği Türkiye pazarına yöneltiyor.
Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Birliği (Association of Certified Fraud Examiners-ACFE) tarafından yayımlanan Mesleki Dolandırıcılık 2024: Uluslara Rapor araştırması, endişe verici bölgesel eğilimleri gözler önüne seriyor. Güney Asya, mesleki dolandırıcılık vakalarının %74’ünde yolsuzluk unsurlarının yer aldığını bildirirken bu oran, %48 olan küresel ortalamanın oldukça üzerinde bulunuyor. Bu durum, yapısal kırılganlıklara, gayri resmi işleyiş biçimlerine ve uygulama eksikliklerine işaret ediyor. Öte yandan Türkiye’nin hem coğrafi hem de ekonomik olarak konumlandığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesinde, vakaların %55’inde yolsuzluk tespit edilirken olay başına ortalama mali kayıp 181.000 ABD dolarına ulaşıyor. Bu rakam, küresel ortalama olan 145.000 doların oldukça üzerinde yer alıyor. Vakaların neredeyse yarısında iç denetim mekanizmalarının yetersizliğine dikkat çekilmesi, Türkiye’de de kapsamlı, proaktif ve sistem düzeyinde bir güvenlik yaklaşımının gerekliliğini açıkça ortaya koyuyor.
Zecurion’un etkisini gözler önüne seren çarpıcı örneklerden biri, Pakistan’ın önde gelen finansal teknoloji (fintech) girişimlerinden biriyle kurduğu stratejik ortaklıkta kendini gösteriyor. 2017 yılında kurulan bu girişim, 6.000’in üzerinde POS terminali işleterek, mobil uygulamalar ve çevrim içi platformlar aracılığıyla sunduğu geniş yelpazedeki finansal hizmetlerle Pakistan genelinde dijital ödemeler alanında köklü bir dönüşüm gerçekleştiriyor.
Ancak bu hızlı ölçeklenme süreci, beraberinde çeşitli operasyonel kırılganlıkları da gündeme getiriyor: Günlük işlem hacmindeki artışla birlikte veri maruziyeti riski yükseliyor; giderek sıkılaşan düzenlemeler daha sofistike uyum mekanizmalarını zorunlu kılıyor; içeriden gelen – kasıtlı ya da kasıtsız – tehditler hem itibari hem de finansal düzeyde ciddi riskler doğuruyor. Tüm bu karmaşık tehdit ortamında, müşteri güvenini sağlayabilmek için sürdürülebilir ve kanıtlanabilir bilgi güvenliği esnekliği kritik bir gereklilik haline geliyor. Şirket, bu zorluklarla etkin biçimde başa çıkabilmek adına Zecurion’un bütünsel siber güvenlik ekosisteminin temel bileşenleri olan Yeni Nesil Veri Kaybı Önleme (DLP) ve Veri Merkezli Denetim ve Koruma (DCAP) çözümlerinden yararlanıyor.
Uç nokta koruması, otomatik politika uygulaması, davranışsal analitik ve gerçek zamanlı anomali tespiti sayesinde, söz konusu fintech lideri hem risk duruşunu dönüştürüyor hem de uyumluluk kapasitesini güçlendiriyor ve böylece yoğun şekilde düzenlenen, aynı zamanda da son derece rekabetçi olan sektörde güvenilirliğini sağlamlaştırıyor. Zecurion’un yaklaşımı, dolandırıcılığa açık ortamlarda faaliyet gösteren kuruluşlar için özel olarak yapılandırılmış birleşik bir güvenlik mimarisi sunarak geleneksel, silo yapısındaki çözümlerin ötesine geçiyor. Platform, veri merkezli ve insan odaklı güvenlik kontrollerini ölçeklenebilir, bütünsel bir modelde bir araya getiriyor:
• Keşif ve Sınıflandırma: Platform, hassas verileri uç noktalardan veritabanlarına, SharePoint’ten bulut sistemlerine kadar geniş bir yelpazede tescilli dijital parmak izi teknolojileri ve düzenli ifadeler aracılığıyla envanterleyip kategorize ediyor.
• Yaşam Döngüsü Görünürlüğü: DCAP çözümü, dosyaların geçmişine ve hareketlerine dair ayrıntılı izlenebilirlik sağlayarak denetim süreçlerini ve yasal incelemeleri destekliyor.
• Erişim Yönetişimi: Kullanıcı izinlerini ve erişim haklarını, merkezi politika yönetimi ve gerçek zamanlı ihlal uyarılarıyla denetim altında tutuyor.
• Anomali Tespiti ve Otomatik Müdahale: Yerleşik yapay zeka ve makine öğrenimi motorları, olağandışı davranışları işaretliyor ve anında müdahale protokollerini devreye alıyor.
• Entegre Olay Yönetimi: 360° Soruşturma Modülü, işbirliğine dayalı analiz, müdahale planlaması ve olay sonrası raporlama süreçlerini entegre bir şekilde yönetiyor.
ACFE raporu Türkiye’ye özgü ayrıntılı veriler sunmasa da, ülkenin daha geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesine dahil oluşu, gelişmiş siber güvenlik çözümlerinden faydalanma potansiyeline dair güçlü bir gösterge sunuyor. Suistimallerle ilişkili yüksek maliyetler, iç kontrol mekanizmalarındaki zafiyetler ve yolsuzluğa karşı kurumsal kırılganlıklar, daha sağlam ve ileri düzeyde suistimal önleme stratejilerine duyulan ihtiyacın giderek arttığını ortaya koyuyor. Özellikle kamu ihaleleri, inşaat, sağlık ve finans gibi sektörler, sistemik suistimal risklerine daha açık görünüyor; bu da kurumsal altyapıyı güvence altına almaya yönelik proaktif adımların hem zamanında hem de zorunlu hale geldiğini düşündürüyor.
Zecurion’un kapsamlı siber güvenlik ekosistemi, bu gelişen ihtiyaçlara doğrudan yanıt vermek üzere konumlanıyor. Şirketin çözümleri, içeriden gelen tehditleri sürekli davranışsal izleme yoluyla en aza indirmeyi hedefliyor ve aynı zamanda kurumların Türk veri koruma mevzuatına ve ilgili uluslararası gizlilik standartlarına uyum sağlamalarına yardımcı oluyor. Sistem, ayrıntılı denetim izleri ve kullanıcı etkinliği analizleri aracılığıyla kurumsal şeffaflığı destekliyor; güvenli ve gizli ihbar mekanizmalarını kolaylaştırarak iç hesap verebilirliği güçlendiriyor.
Zecurion CEO’su Alexey Raevsky, Türkiye ve bölgedeki kuruluşların karşı karşıya kaldığı artan düzenleyici karmaşıklık ve gelişen dolandırıcılık risklerine dikkat çekerek şunları vurguluyor: “Kuruluşlar, yalnızca çevre tabanlı güvenlik önlemleriyle yetinmemeli; güvenliğe daha bütüncül, içgörü odaklı bir yaklaşım benimsemelidir. Zecurion olarak birleşik güvenlik ekosistemimiz, uçtan uca görünürlük, kontrol ve esneklik sağlayarak işletmelerin tehditleri yalnızca tespit etmekle kalmayıp, aynı zamanda gerçek zamanlı olarak bertaraf etmelerine de olanak tanıyor.”
Zecurion’un Türkiye pazarına stratejik girişi, dijital dönüşüm süreçlerini hız kesmeden sürdürürken güvenlik duruşlarını da ileri düzeye taşımak isteyen kurumlar için önemli bir fırsat sunuyor. Gelişmiş teknolojiyi durumsal farkındalıkla harmanlayan Zecurion, işletmelere operasyonel bütünlüklerini artırmaları ve dijital risk yönetimi stratejilerini yeniden yapılandırmaları için sağlam, entegre bir çerçeve sağlıyor.
Erol Taşdelen
ELEKTRONİK DEFTER ZORUNLULUĞU BAŞLADI: UYMAYAN ŞİRKETLER ‘DEFTERSİZ’ SAYILACAK!

Yayınlanma:
1 hafta önce|
17/06/2025Yazan:
Erol Taşdelen
Dijital dönüşümle birlikte iş dünyasında da köklü değişiklikler yaşanıyor. Özellikle şirketlerin yasal yükümlülüklerini yerine getirirken zaman ve maliyet tasarrufu sağlayan sistemlerden biri olan elektronik defter (e-defter) uygulaması, artık birçok şirket için zorunlu hale geliyor.
Elektronik Defter Nedir?
Elektronik defter, Türk Ticaret Kanunu ve ilgili tebliğler kapsamında şekil şartlarına bağlı kalmaksızın; pay defteri, yönetim kurulu karar defteri, genel kurul toplantı ve müzakere defteri gibi belirli ticari defterlerin elektronik ortamda tutulmasını ifade eder. Bu sistem ETDS (Elektronik Ticari Defter Sistemi) üzerinden yürütülür ve kayıtların güvenli bir şekilde oluşturulmasını, saklanmasını ve gerektiğinde ibraz edilmesini sağlar.
Neden Elektronik Defter?
Faydaları:
-
Zaman ve maliyet tasarrufu: Noter, kâğıt, arşiv gibi giderler ortadan kalkar.
-
Kolay erişim: Defterler internet üzerinden yetkililerce anında görüntülenebilir.
-
Veri güvenliği: Elektronik imza ile değiştirilemez, güvenli kayıtlar oluşturulur.
-
Denetim kolaylığı: Yetkili makamlarca hızlı erişim sağlanır.
Kimler Elektronik Defter Tutmak Zorunda?
📌 01.01.2026 itibarıyla tüm yeni kurulan şirketler elektronik ortamda defter tutmak zorundadır.
📌 01.07.2025 itibarıyla, kuruluşu ve esas sözleşme değişikliği Ticaret Bakanlığı iznine tabi şirketler için bu zorunluluk başlamaktadır.
📌 Örnek şirket türleri: Bankalar, sigorta şirketleri, bağımsız denetim şirketleri, SPK’ya tabi şirketler, finansal kuruluşlar vb.
Uymayan Şirketler İçin Riskler
Elektronik defter yükümlülüğü kapsamındaki şirketler, bu sisteme geçmedikleri takdirde hiç defter tutmamış sayılır. Bu durum;
-
Vergi cezası,
-
Ticari ihtilaflarda delil yetersizliği,
-
Hukuki sorumluluklar
gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.
Kullanım Nasıl Oluyor?
-
Giriş etds.ticaret.gov.tr üzerinden e-Devlet, e-imza veya internet bankacılığı ile yapılır.
-
Sistemi kullanacak kişiler şirketin yönetim organı tarafından yetkilendirilmelidir.
-
Sistem ücretsiz olarak Ticaret Bakanlığı tarafından sunulmaktadır.
Dijitalleşme artık tercihten çok zorunluluk haline gelmiştir. Elektronik defter uygulaması, hem mevzuata uyum sağlamak hem de şirket içi süreçleri daha etkin yönetmek için kaçınılmaz bir adımdır. Özellikle 2025’in ikinci yarısından itibaren bu geçişi planlamayan şirketlerin ciddi yasal ve ticari sonuçlarla karşılaşabileceği unutulmamalıdır.
📌 www.bankavitrini.com olarak şirketlerin dijitalleşme sürecindeki tüm gelişmeleri yakından izliyor ve okurlarımıza anlaşılır şekilde aktarıyoruz.
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
KATEGORİ
- ALTIN – DÖVİZ – KRIPTO PARA (848)
- BANKA ANALİZLERİ (139)
- BANKA HABERLERİ (3.144)
- BASINDA BİZ (60)
- BORSA (453)
- CEO PERFORMANSLARI (36)
- EKONOMİ (2.853)
- GÜNCEL (3.234)
- GÜNDEM (3.199)
- RÖPORTAJLAR (48)
- SİGORTA (133)
- ŞİRKETLER (2.251)
- SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (475)
- VİDEO Vitrini (19)
- YAZARLAR (1.059)
- Ali Coşkun (24)
- Arif Öztan (7)
- Ayşe Muzaffer Sunguroğlu (7)
- ChatGPT (26)
- Dr. Abbas Karakaya (65)
- Erden Armağan Er (45)
- Erol Taşdelen (569)
- Gizem Taşdelen (7)
- Gülbeyaz Gergün (63)
- Kemal Emirhan Mendi (1)
- Murat Şenol (26)
- Mustafa Akpınar (41)
- Onur ÇELİK (36)
- Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz (80)
- Serhat Can (8)
- Süleyman Çembertaş (16)
- Tungay Dere (18)
- Uğur Durak (33)
- Zuhal KARABULUT (5)
YAZARLAR

Şirketlerde Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Neden Şart Olmalı?

CGTN: Çin ve Orta Asya ülkeleri iş birliğini pekiştirme sözü verdi

“Nasıl Yatırım Yapılır?” – Kitap Özeti

KÜÇÜKLERE/BÜYÜKLERE YAZ OKUMALARI-II

Ateşkesle petrol geriledi. Faiz indirim umuduyla Türk piyasaları canlandı

Veri Okumayan Yönetici, Karanlıkta Yürür

Piyasa Beklemiyordu! Bitcoin Neden Patlama Yaşadı?

Dolandırıcılık Davasında Şok Rapor: Banka Kusurlu!

DENİZBANK: Bir GMY istifası daha!

İsrail İran’a Neden Saldırdı?

Papara’dan açıklama: Özür diledi

Firma Finans Bilinci Neden Stratejik Bir Güçtür?

Finansın En Önemli 10 Formülü ve Önemi

Firmanızı Kurtaracak Bilmeniz Gereken 10 Finansal Formül
- SON DAKİKA | Borsa günü düşüşle tamamladı 26/06/2025
- İkinci el araçta 6 ay 6 bin km ve ilan kısıtlaması 2026’ya uzatıldı 26/06/2025
- TEMMUZ ASGARİ ÜCRET ZAMMI: Asgari ücrete ara zam gelecek mi? Asgari ücret ara zammı ne kadar olacak? 26/06/2025
- Diyarbakır Türkiye’nin enerji arz gücüne katkı sağlıyor 26/06/2025
- İnşaat malzemesi sanayi bileşik endeksi yılın ilk artışını gösterdi 26/06/2025
- SON DAKİKA | Kamu işçilerinin zam pazarlığında ikinci teklif tarihi belli oldu 26/06/2025
- TCMB rezervlerinde 7 haftanın ardından ilk gerileme 26/06/2025
- İkinci el otoda 6 ay-6 bin kilometre kısıtlaması uzatıldı 26/06/2025
- İkinci el otomobil satışında '6 ay-6 bin km' düzenlemesi uzatıldı 26/06/2025
- "Türkiye'nin maliyet bazlı rekabet gücü 2015 yılı seviyesinin altına indi" 26/06/2025
- H&M'den ürün tedariğinde pazara yakınlık planı 26/06/2025
- ABD'de işsizlik maaşı başvurularında sert düşüş 26/06/2025
- Kredilerde büyüme yeniden hızlandı 26/06/2025
- Hatice Karahan: Dünyadaki merkez bankalarıyla sınır ötesi ödemeler konusunda çalışıyoruz 26/06/2025
ALTIN – DÖVİZ
BORSA
KRIPTO PARA PİYASASI
Popüler
-
GÜNDEM4 yıl önce
Sedat Peker’in bahsettiği otel: Günlüğü 106 bin TL
-
GÜNCEL2 yıl önce
Zara Ve Mango’ya Üretim Yapın Tekstil Devi Konkordato Talep Etti
-
BANKA HABERLERİ2 yıl önce
TCMB Başkanı için ismi geçen GAYE ERKAN First Republic Bank’tan ayrılma süreci
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
AKBANK çöktü : Dijital Bankacılık sorumlusu GMY CİVELEK ortada yok!
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
HSBC terbiyesizliği : “Sabancı alana “AKBANK bedava”
-
BANKA ANALİZLERİ3 yıl önce
YILIN İLK YARISINDA İŞBANK RAKİPSİZ LİDER AKBANK SONUNCU SIRADAN KURTULAMIYOR
-
GÜNDEM2 yıl önce
Bankacılığı bırakıp eskortluk yapmaya başladı: Haftalık kazancı dudak uçuklattı