Connect with us

EKONOMİ

KERİM ROTA: Bir buçuk dişi kalmış piyasalar

Yayınlanma:

|

Dustin Hoffman ve Sir Laurence Olivier’in başrolleri oynadığı 1976 yapımı “Marathon Man” filminin unutulmaz bir sahnesi vardır. Dr.Szell karakterini canlandıran Olivier bir yandan Hoffman’ın diş köküne aletleriyle işkence ederken diğer yandan sürekli aynı sorusunu tekrarlar. “Is it safe?/( Güvenli mi?)”

Aşağıda hem bu sahneden bir bölümü hem de sevgili dostum film anlatıcısı Mehmet Sindel’in sosyal medya hesabının linkini aşağıda bulabilirsiniz. Umarım bu filmin hikayesini ve analizini sevgili Mehmet’in bir film okuma seansında dinleme fırsatı buluruz.

https://www.youtube.com/watch?v=c-OviftusB8

https://www.instagram.com/sindel_memet/

Filmdeki “Güvenli mi?” sorusunu ben bu yazıda finansal piyasalarımız için soracağım.

PİYASALAR

Alıcılarla satıcıların dışarıdan bir müdahale olmadan serbestçe karşılaşabildiği bir piyasada daha işlevsel ve rekabetçi fiyatlarla beraber daha çok işlem hacmi oluşacağına itiraz edecek pek kimse olacağını sanmıyorum. Tabi ki devletin etkili bir gözetim ve denetim mekanizması gerekli. Sistemik risk taşıdığı ve tasarrufları ilgilendirdiği için bu mekanizmaların finansal piyasalarda doğru çalışması daha da önemli.

Finansal piyasaların derin ve güvenilir olması reel ekonomiye katkı sağlar. Oynaklığı az ve likit olan para, kredi, döviz, tahvil ve menkul kıymet piyasaları reel ekonominin daha rekabetçi hâle gelmesini destekler. Böylece finansal ve reel ürünlerin alım satım marjları daralır, işlem hacimleri artar hatta zaman zaman piyasalarda arbitraj bile oluşmaya başlar.

O halde gelin ülkemizde finansal piyasaların son 4 yıldır yavaş yavaş ne hâle geldiğine bakalım.

DÖVİZ PİYASASI

Döviz piyasası 2018’den bu yana kamunun aldığı düzenleyici kararlarla birkaç kademede önce derinliğini sonra güvenirliğini kaybetti. 2018’den itibaren yavaş yavaş yurtiçi bankaların yabancı bankalarla swap piyasasında işlem yapmaları yasaklandı. Böylece yurtiçi bankaların uzun vadeli TL borçlanarak faiz risklerini bertaraf etme imkânı da ortadan kalktı. Sonuç olarak bugün döviz piyasasında yabancı yatırımcı neredeyse kalmadı.

2019 Mart ayından itibaren döviz piyasasının dengelerini ve işleyişini beğenmeyen hükümet, TCMB rezervlerini döviz piyasasını “terbiye” amacıyla kullanmaya başlandı. Net rezervler azaldıkça TCMB bankalardan ve şirketlerden daha çok döviz talep etmeye başladı. Daha önce piyasada alım satım yaparak karşılaşan taraflar bugün artık doğrudan veya dolaylı TCMB ile işlem yapıyorlar. Mal ve hizmet ihracatçıları da artık dövizlerinin %40’ını TCMB’de bozdurmak zorundalar. Süreç içinde Merkez bankası döviz piyasasında düzenleyici ve denetleyici olmaktan çıkıp oyuncu hâline geldi.

TCMB verilerine göre 2017 Eylül ayında yurtiçi ve yurtdışı müşterileriyle günlük 17,5 Milyar $ işlem hacmi gerçekleştiren bankalar 2022 Eylül ayında sadece 5,8 Milyar $ işlem yapabildiler.

Piyasanın dengeleri hoşuna gitmediği için döviz piyasasının ana oyuncusu olan hükümet, sonuçlarıyla yüzleşmek istemediği tahvil piyasına da da düzenleyici gücü ile ağır bir giriş yaptı.

Enflasyon %83.5 iken TCMB faizinin %10.5 olması nedeniyle Türk Lirası artık bir tasarruf aracı değil. Tasarrufların ağırlıklı adresi çoktan ya döviz ya da dövize endeksli KKM oldu. TCMB arz talep dengesini bozduğu döviz piyasasında her gün en az 300 ile 500 milyon satarak Türk Lirasını savunmaya çalışıyor.

Dolayısıyla bugün döviz piyasası artık gerçek bir piyasa olmaktan çoktan uzaklaştı. Hükümet döviz piyasasının artık ana oyuncusu. Gelinen bu dengede hükümet artık ne ana oyuncu olmaktan vazgeçebilir ne de KKM’yi kaldırabilir. Bunların yaptığı senaryoda Türk Lirasının olası değer kaybını hayal bile edemeyiz. Döviz piyasası itibarlı bir hükümet işbaşına gelene kadar artık gerçek bir piyasa değil.

TAHVİL PİYASASI

Son yıllarda uygulanan negatif faiz ve Türk Lirasının derin değer kaybı ile 2013 yılında yabancı yatırımcıların tahvil piyasasında %25’e kadar ulaşmış olan payları neredeyse artık %1’e kadar düştü. Negatif faiz nedeniyle emeklilik ve yatırım fonlarındaki tahvil ağırlığı da hızla azaldı. Bu nedenle hazine 2018 yılından itibaren aslında uzun süre önce sonlandırılmış olan iç piyasadan döviz ile borçlanmaya geri döndü.

Bankalar da bu süreç içinde sabit faizli tahvillerden kaçıp dövize ve enflasyona endeksli tahvillere yönelmeye başladılar.

Bu nedenle hem faiz harcamaları hem de ileride ödenecek faizlerin yükü hızla artmaya başladı. 2017 Ekim ayında iç borcun ödenmemiş faizleri iç borç stoğunun %56’sı düzeyindeydi. Bugün bu oran %133’e çıktı.

Piyasanın dengeleri hoşuna gitmediği için döviz piyasasının ana oyuncusu olan hükümet, sonuçlarıyla yüzleşmek istemediği tahvil piyasına da da düzenleyici gücü ile ağır bir giriş yaptı. Önce enflasyona endeksli tahvilleri neredeyse teminat olmaktan çıkararak bankaların sabit faizli tahvilleri almalarını sağladı. Döviz mevduatını TL mevduata dönüştüremeyen bankalara da uzun vadeli tahvil alma zorunluluğu ile “finansal baskılama” uyguladı. Ardından kredi faizlerini beğenmeyince belli bir faizin üstünde kredi veren bankalara yine tahvil alma zorunluluğu getirdi.

Bugün bu nedenle %83.5 olan enflasyona karşın bankalar 5 yıllık tahvilleri %9 ile satın alır hâle geldiler. Tahvil piyasasının bunların sonucunda artık işlevsel ve likit olduğunu söylemek mümkün değil. Bu piyasada bu fiyatlardan “gönüllü” işlem yapan herhangi bir oyuncu kalmadı.

MEVDUAT PİYASASI

%83.5 tüketici enflasyonu olan ülkemizde Türk Lirası mevduat faizi %15’de. Türk Lirası mevduata parasını yatıran tasarruf sahipleri varlıklarını artık ya bankasına ya da kredi kullananlara armağan ediyor. Hele KKM icadından sonra artık doğru fiyatlanan ve gerçek bir Türk Lirası mevduat piyasamız olduğundan bahsedemeyiz.

KREDİ PİYASASI

Kredi piyasasına da hükümetin müdahalesi gecikmedi. 2020 yılında icat edilen “Aktif Rasyosu” ile bankalar ilk kez “finansal baskılama” ile karşılaşmıştı.

Kredi verme baskısı parasal genişlemeye neden olup döviz talebini arttırınca rüzgâr ters yönden esmeye başladı.

Zaman içinde negatif faiz iyice derinleşince hükümet bu kez kredileri kısıtlama yönünde adımlar atmaya başladı. Önce net döviz varlığı bulunan şirketlerin krediye erişimi kısıtlandı. Ardından TCMB düzenlemesi ile kredilerin tipine göre faiz tavanı geldi.

Çeşitli yollarla faiz tavanı delinmeye çalışılıyor. Bankalar artık gerçek bir piyasa olmaktan çıkan kredi piyasasında işlem yapmamak için binbir dereden su getiriyorlar.

Bu tavanın üzerinde faiz uygulayan bankalar verdikleri kredi kadar uzun vadeli tahvil almak zorunda tutuldular. Şirketler bu düzenlemenin ardından ucuz krediye ulaşacaklarını düşünseler de bu olmadı. Kredi piyasalarının baskılanması ile faizler düşerken krediye ulaşılabilirlik azaldı ve bankalardan kredi almak iyice zorlaştı.

Adı var kendi yok krediye ulaşabilen de artık aldığı kredinin %25’ini bankada vadesiz hesapta tutmak zorunda. Çeşitli yollarla faiz tavanı delinmeye çalışılıyor. Bankalar artık gerçek bir piyasa olmaktan çıkan kredi piyasasında işlem yapmamak için binbir dereden su getiriyorlar.

BORSA İSTANBUL

Borsa İstanbul’da olanlar da dün gibi hafızamızda. Tarihin en büyük manipülasyonu yaşanırken denetleyici kurum ve kurullar adeta başını çevirdi. Bugün küçük yatırımcının gönül rahatlığı ile hisse alıp yatırım veya emeklilik fonlarına parasını yatırdığı, güven duyduğu bir borsamızın olduğunu söylemek mümkün değil. Yabancı payı hızla azalırken, işlem hacminde kısa vadeli alım satan yapan yurtiçi yatırımcının ağırlığı artıyor. Çok yüksek enflasyon ortamında “reel” getiri sağlayacak şirketleri bulup yatırım yapmak da iyice zorlaştı. Bu nedenle bu piyasanın da artık “yarım” bir piyasa olduğunu söylemek mümkün.

CDS PİYASASI

Ülke risk primimiz uzun süredir en yüksek seviyesinde. Bundan 4-5 yıl önce benzer seviyelerde olduğumuz Güney Afrika, Brezilya gibi ülkelerin risk primleri artık bizim neredeyse üçte birimiz kadar.

Hazine bu nedenle daha birkaç hafta önce yaptığı 3 yıl vadeli dolar cinsi borçlanmaya %10’a yakın bir faiz ödemek zorunda kaldı.

Hükümetin sonuçlarını hiç beğenmediğini bilmemize rağmen şu ana kadar müdahil ol(a)madığı tek piyasa CDS piyasası oldu. Tabi ki yabancı yatırımcı ağırlığının çok olduğu Eurobond piyasasına müdahil olmak yurtiçinde yapıldığı gibi bir genelgeyle bankalara tahvil aldırmak kadar kolay değil. Üstelik bunu yapmak için sağlam bir döviz likiditenizin olması gerekiyor. Seçim ekonomisi finansmanı için Rus gazının ödemesini erteleme peşinde koşanların gücü bu piyasaya müdahil olmaya şimdilik yetmiyor. Bu nedenle gönüllü alıcı ve satıcıların buluşabildiği ve doğru fiyatlanan tek piyasanın CDS piyasası olduğu söylenebilir.

GÜVENLİ Mİ?

Türkiye’de işlem gören finansal piyasalardaki fiyatlamaların birçoğu artık doğru ve güvenli değil. Bu piyasalar likit de değil. Finansal piyasalar ülkenin ekonomisinin göstergeleridir. Göstergeler olmadan yapılan bir yolculuk ne güvenlidir ne de sürdürülebilirdir. Sorunlarla yüzleşip çözüm aramak veya sonuçlarına katlanmak yerine sorunları ertelemek ve halının altına süpürmek de güvenli ve sürdürülebilir değildir.

O zaman Dr.Szell’in sorusunu soralım. “Güvenli mi?”

Filmde Babe karakterini canlandıran Dustin Hoffman filmin sonuna kadar bu soruya yanıt verememişti. Mehmet Sindel’e göre bu filmin geçerliliğini yitirmeyen mesajı ise hayatta kalmak için bazen kaçmak gerekse de “gerçekten yaşamak” için eninde sonunda zalimlerin karşısına cesaretle dikilmek gerektiğiydi.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.