Connect with us

GÜNCEL

Deprem ülkeleri ne yapıyor, bizim yanlışlarımız neler

Yayınlanma:

|

Şilinin deprem stratejisini belirleyen Şili Ulusal Sismoloji Merkezinin (CSN) başındaki Sergio Barrientos ve ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) Deprem Tehlikeleri Programı Yardımcı Koordinatörü William Bill Barnhart, Haberturk.com’dan İrem Kuşoğlu Görgünün konuya ilişkin sorularını yanıtladı, nelerin farklı yapılabileceğini anlattı.

PASİFİK ATEŞ ÇEMBERİNİN EN BÜYÜK DEPREMİNİ YAŞAYAN ÜLKE: ŞİLİ

ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezinde yer alan bilgilere göre, dünya tarihinin en şiddetli 10 depremi Güney Amerika ve Asya-Pasifik ülkelerinde yaşandı. En büyük iki depremi yaşayan ülkelerden biri ise Şiliydi.

22 Mayıs 1960’ta, 9.5 büyüklüğündeki tarihin kayıt altına alınmış en güçlü depremi Şilinin güneyini vurdu. Tahminlere göre kırılma 500 kilometreden neredeyse 1.000 kilometreye kadar uzanıyordu. Olay adını depremden en çok etkilenen şehir olan Valdiviadan aldı ve tarihe 1960 Valdivia depremi olarak geçti. 1665 kişiyi öldüren Valdivia depremi Şilide 2 milyon kişiyi evsiz bırakırken, en az 3 bin kişiyi yaraladı.

Deprem o kadar büyüktü ki, Pasifik boyunca ilerleyen devasa bir tsunamiyi tetikledi. Dalgalar Yeni Zelanda, Japonya ve Filipinler gibi uzak kıyı topluluklarını sarstı. Hawaiide tsunami kıyı kasabası Hiloyu harap ederek 61 kişinin ölümüne yol açtı.

Deprem ülkede ekonomik olarak da hasar bıraktı. Ekonomik hasar toplam 550 milyon dolar olarak tahmin edildi. Ki bu 2020 enflasyonuna göre hesaplandığında 4,8 milyar dolardan fazla bir rakam anlamına geliyor.

Şili tıpkı Türkiye gibi bir deprem ülkesi. 1960da dünya tarihine geçen bu depremden sonra sayısız 7 üzeri deprem gördü. Tarihe geçen bir diğer deprem ise 2010ya yaşandı.

Bu kez merkez ülkenin Maule bölgesi sahiliydi. 8.8 büyüklüğünde ve yaklaşık üç dakika süren depremde 53 ülkede tsunami alarmı yayımlandı ve Şilinin Valparaíso denizinde 2.6 m yüksekliğinde bir tsunami kaydedildi.

Felaket durumu kaydedilen ülkede en az 723 kişi hayatını kaybetti.

Sismologlar, depremin çok kuvvetli olması nedeniyle gün uzunluğunu 1,26 mikro saniye kısalttığını ve dünyanın dönüş eksenini 3 inç veya 2,7 milyar saniye oynattığını tahmin ettiklerini açıkladı. Tıpkı uçak kazaları gibi afetler ve ölümler oldukça ders alan Şili’de harekete geçildi ve yetkililer yönetmeliklerde ciddi değişiklikler ve tahliye planları oluşturdu.

BİNLERCE CAN KAYBINDAN ONLARA…

Son olarak ise Eylül 2015’te 8’in üzerine deprem meydana geldi. 8.3 şiddetindeki depremde hükümet, 2010dakilerin tekrarlanmaması için kıyı bölgelerinin derhal tahliye edilmesi talimatını verdi ve yaklaşık bir milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Oluşan tsunami dalgaları depremin merkez üssünün kuzey ve güney kıyılarını vurdu. Tarihte yine en büyük depremler arasına giren depremde bu kez hayatını kaybedenlerin sayısı 12ydi. 1 Nisanda meydana gelen 8,2 büyüklüğündeki depremde ise sadece 6 kişi öldü.

Peki bu noktada sosyo-ekonomik anlamda Türkiyeye çok benzetilen Şili bizden nasıl ayrıldı? Tarihindeki en büyük kayıpları veren bir ülke olan Şili neleri doğru yaptı ve deprem ülkesi olmaktan çıktı?

Şili Ulusal Sismoloji Merkezinin (CSN) başındaki Sergio Barrientos Şilinin deprem ülkesi olmasına yönelik “Depremler, tsunamiler ve volkanik patlamalar Şiliyi kalıcı olarak etkileyen en önemli doğal kaynaklı tehlikeler arasındadır. Milyonlarca yıldır çok aktif olan hatlar düzenli olarak 8 ve üzeri büyüklükte depremlerin meydana geldiği bugünkü manzarayı yaratmıştır. Son 200 yıl boyunca, ortalama olarak her 12 yılda bir bu büyük depremlerden biri meydana gelmiştir. Deprem ve tsunami olayları Şilililerin günlük yaşamlarının değişmez bir parçası haline gelmiştir” diyerek anlatıyor.

DEPREM BİLİNCİ ERKEN BAŞLIYOR

Peki Şilide neler yapılıyor? Barrientos deprem bilincinin ülkede erken başladığını, Şilili çocukların okul çağından itibaren böyle bir acil durumda nasıl davranmaları gerektiğine dair sık sık tatbikatlara maruz kaldığını belirtiyor. Aynı zamanda kıyı kentlerinde, tüm toplulukları kapsayan yıllık tahliye tatbikatlarının yapıldığını da belirtiyor. Ayrıca tüm tehlike bölgelerini ve güvenli yerlere giden tahliye yollarını gösteren tabelaların da her yerde asılı olduğunu ifade ediyor. Ancak Barrientos bir kez daha ekliyor “Tüm bunlar can ve mal kaybına yol açan dramatik örneklerle zor yoldan öğrenildi.”

BİNA YÖNETMELİKLERİNDE DEĞİŞİKLİKLER

Başkentin kurulduğu Şilinin orta bölgesi 17. yüzyılın ortalarında güçlü bir depremden etkilendiğini belirten Barrientos, can kaybının o zamanki nüfusun yaklaşık beşte biri ile dörtte birine ulaştığının tahmin edildiğini söylüyor. O zamandan beri bu ülkede düzenli olarak yüksek etkili depremler meydana gelirken, sıkı bir bina planlaması ve kodu geliştirilmiş. İlk yönetmelikler, 1928 ve 1939’daki depremlerden sonra, 20. yüzyılın ilk yarısında uygulamaya konulmuş. Her büyük depremden sonra yeni dersler çıkarıldığından, yönetmelik revize edilmeye devam edilmiş. En son revizyon ise 2010daki 8.8lik depremi nedeniyle yapılmış. Şilide daha sık görülen büyük depremler, Güney Amerika plakasının altındaki Nazca plakasının göreceli hareketiyle ilişkili depremler olduğundan bina yönetmelikleri de bu koşullar için veriler kullanılarak geliştirilmiş. Bu konuda denetlemeler de sık sık yapılmış ve en az bu yönetmelikler kadar önem verilmiş…

Deprem yönetmeliklerinin önemine dikkat çeken Barrientos depremde dikkate alınması gereken bir önemli unsurun zemin olduğunu ifade ediyor. “Yumuşak topraklar sert kayalara kıyasla belirli dalgaları güçlendirebilir” diyen Barrientos bu nedenle toprak karakteristiğinin çok iyi bilinmesinin depremlerin etkisini azaltabileceğini belirtiyor.

“Doğa bizi her zaman şaşırtabilir; beklenmeyeni beklemeye her zaman hazırlıklı olmalıyız” diyen Barrientos en önemli konunun bilinç olduğuna vurgu yapıyor ve “Depremler ve tsunamilerle ilişkili riskleri azaltabilmek için maruz kaldığımız tehlikeyi bilmemiz gerekir” diyor.

ABD ŞİMDİDEN ÖNLEMLER ALIYOR

ABD büyük depremlerin duyulduğu bir ülke değil, en azından bir süredir… Ancak ABDde de tıpkı beklenen Marmara Depremi gibi öngörülemeyen bir tehdit var: California depremi.

Ünlü San Andreas Fayı, ABD için büyük risk taşıyor. Son kırılmada 1906 San Francisco Depremi ile meydana gelmiş ve bu afet ABD tarihinde meydana gelen en kötü doğal afet olarak kabul edilmişti. Deprem ve bunun sonucunda oluşan yangın sebebiyle 3 bin kişinin öldüğünü kabul edildi. Ve bu rakam California tarihinde bir afetten dolayı hayatını kaybeden en fazla kişi sayısı olarak hala tarihteki yerini almaktadır.

Peki California için büyük bir risk taşıyan bu fay için ABD ne gibi önlemler alınıyor? ABDde ölümcül depremleri önlemek mümkün mü? ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) Deprem Tehlikeleri Programı Yardımcı Koordinatörü William Bill Barnhart “Depreme bağlı tüm ölümleri önlemek mümkün değildir, ancak ABDnin batısında depreme yatkın bölgelerde yer alan eyaletler, büyük bir depremde ölüm sayısını önemli ölçüde azaltmak için birkaç önemli adım atmaktadır. Californiada katı bina yönetmelikleri sıkı bir şekilde uygulanmaktadır. Bu kurallar, yaygın olarak ölüme neden olan bina çökmesi vakalarını azaltmayı amaçlamaktadır. Ayrıca eyaletler, eski binaların depremde yıkılma olasılığını azaltacak şekilde güçlendirilmesi için çaba sarf etmektedir. Her ne kadar bu binalar depremden sonra kullanılamaz hale gelse de, amaç binaların içindeki insanların üzerine çökmemesini sağlamaktır. Batı ABDde ayrıca, deprem sarsıntısı başlamadan önce insanlara ve kilit altyapıya birkaç saniyelik uyarı sağlayan ve böylece koruyucu önlemler almalarını sağlayan bir deprem erken uyarı sistemi bulunmaktadır” dedi.

ABDde ayrıca fay hattı üzerinde yer alan bölgelerde deprem tehlikesini bertaraf etmek için alınan önlemler arasında yolların ve köprülerin sarsıntılara dayanacak şekilde güçlendirilmesi ve binaların sismik şokları absorbe edecek şekilde inşa edilmesi yer alıyor. Bu durum yönetmeliklerde de vurgulanıyor.

ÖNCELİK DEPREMEYE DAYANIKLI BİNA YÖNETMELİKLERİ VE DENETİM

Dünyadaki pek çok ülke depreme yatkın olarak bilinse de bazı ülkelerdeki can kaybı çok daha yüksektir ve ne yazık ki Türkiye de bunlardan biri. Ayrıca uzmanlar Türkiyenin en kalabalık şehirlerinden İstanbulu her an vurması beklendiğini de sık sık vurguluyor. Peki Türkiyede daha fazla can kaybını önlemek için ne yapılmalı? Ve eğer şimdi yapmaya başladılarsa, ne kadar yakında olabilir?

Barnhart “Depreme yatkın ülkelerde depremin neden olduğu ölümlere karşı en önemli savunma, depreme dayanıklı bina yönetmeliklerine sahip olmak ve bunları uygulamaktır. Deprem sarsıntısının kendisi ölümlere neden olmaz – bu sarsıntı sırasında yıkılan binalar ölümlere neden olur. Binalar, deprem sarsıntılarına karşı daha dayanıklı olacak şekilde tasarlanabilir ya da güçlendirilebilir. Bu pahalı bir süreçtir, bu nedenle yatırım gerektirir, ancak daha iyi ve zorunlu bina uygulamaları, insanların fayların yakınında yaşadığı ve çalıştığı yerlerde deprem kayıplarını azaltmanın tek yollarından biridir” diyor ve İstanbul gibi depremin beklendiği tüm ülkelerde acil planlama yapılması ve güçlendirme çalışmalarına hız verilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

“ERKEN UYARI SİSTEMİ MÜMKÜN”

Depremler, her ne kadar öne sürenler olsa dahi, bugünkü teknolojiyle tahmin edilemez, ancak tespit edilebilir. ABD ve Japonyada deprem vurmadan saniyeler önce insanları uyaran erken uyarı sistemleri bulunuyor. ABD ve Japonyada insanlar depremlerden en az 15 saniye önce uyarılabiliyor. Bazı uzmanlar Türkiyede fay hatlarının ya şehirlerin içinden veya şehirlere çok yakın denizlerden geçmesi nedeniyle erken uyarı sisteminin İstanbul teknik olarak mümkün olmadığını öne sürüyor. Peki Türkiyede erken uyarı sistemlerinin kullanılması mümkün mü?

Barnharta göre uygun araştırma, geliştirme ve kamu eğitiminin ardından Türkiyede bir deprem erken uyarı sisteminin kesinlikle mümkün ve faydalı. Barnhart konuya ilişkin “Türkiye Californiaya çok benziyor çünkü Türkiyede büyük metropollerin yakınından geçen büyük faylar var. Türkiyede kurulacak bir deprem erken uyarı sistemi, örneğin İstanbuldaki insanlara Kuzey Anadolu fayı üzerinde meydana gelebilecek bir deprem için birkaç saniye önceden uyarıda bulunarak koruyucu önlemler almalarını sağlayabilir. Bir deprem erken uyarısının sınırlamaları olduğunu anlamak önemlidir – tipik olarak sadece birkaç saniye uyarı verebilir ve genellikle depreme en yakın olanları sarsıntı konusunda uyaramaz, ancak diğerlerine koruyucu önlem almaları için kritik saniyeler verebilir” diyor.

DEPREMİN DEĞİL TSUNAMİNİN VURDUĞU ÜLKE: JAPONYA

Deprem deyince akla gelen ülkelerden birisi de şüphesiz Japonya. Beşik gibi sallanan ancak kum tanesi gibi yıkılıp dağılmayan binalara sahip Japonyayı diğer bütün deprem ülkelerinden ayıran ise, ülkenin deprem gerçeğini kabul etmesi ve buna göre hazırlanması…

Tıpkı Şili gibi Japonya da sayısız 6 üzeri deprem gördü. Sadece son 20 yılda 6 ve üzeri şiddetinde en az 28 deprem meydana geldi. En ölümcülleri Ocak 1995’te Kobede yaşanan Büyük Hanshin-Awaji Depremi ve Mart 2011de Fukuşimayı vuran depremdi. Ancak ikisinde de ölümün nedeni deprem değildi. Ocak 1995’te Kobede yaşanan depremde yangınlardan, Mart 2011de Fukuşimada meydana gelen depremde ise tsunamiden kaynakları ölümler yaşandı.

1995 depreminde şehrin altyapı şebekesi tamamen çökmüş, gaz boruları patlamış ve büyük yangınlar meydana gelmişti. Depremde 6434’e yakın kişi hayatını kaybetmiş, 43 bin 792 kişi yaralanmış ve 300 binden fazla kişi yerinden edilmişti.

Deprem ülkelerinde kim neleri farklı yapıyor?

Deprem ülkelerinde kim neleri farklı yapıyor?

200 milyar dolara mal olan depremin onarımı da yaklaşık 90 milyar dolar oldu. Çöken altyapı ve otoyol ağı yenilendi, evinden olan halka hızla prefabrik evler inşa edildi. Depremden çok günlerce süren yangınlarda ölenlerin ardından çoğunluğu oluşturan ahşap yapılar kaldırıldı ve ahşap malzeme sadece ihtiyaç kadar kullanıldı. Kobede teknik bilgi ve donanıma sahip itfaiye ekibi kurdu.

Bu felaket yılını yaşayan Japonyada depremler hep devam etse de bir sonraki felaket 2011de yaşandı. 11 Mart 2011 tarihinde, merkez üssü Japonyanın Tōhoku bölgesindeki Oshika Yarımadası olan 9,0 büyüklüğündeki deprem bazı bölgelerde 40 metreye kadar ulaşan tsunamiye neden oldu.

Resmi olarak Büyük Doğu Japonya Depremi olarak adlandırılan felakette 19 bin 759 kişi hayatını kaybetti, 6157 kişi yaralandı. Fukuşima I ve Fukuşima II Nükleer Santralindeki radyoaktif suyun boşalmasına neden olan nükleer kazalar nedeniyle yüzbinlerce kişi bölgeden tahliye edilmek zorunda kaldı.

Yeryüzündeki en büyük ilk beş depremin arasında yer alan afette asıl can kaybı tsunamiden kaynaklandı. Tsunami nedeniyle bir kasabada toplam 1000 ceset bulunmuştu. Bu kadar sayıyı artıran da tsunami nedeniyle dalgaların beklenmedik derecede yüksek olan boyutlarıydı. Dalgalar bazı bölgelerde 5 bazı bölgelerde ise 28 metreye kadar yükseldi.

BBC Türkçede yer alan habere göre tüm hatalardan ders çıkaran Japonya’nın İstanbul’u sayılan ve 13,9 milyon nüfusa sahip Tokyoda 2030’a dek Tokyoyu doğrudan vurması beklenen 9 şiddetindeki çok büyük bir depremde yaşanacak can kaybını yüzde 30 azaltacak planlama kararı alındı.

Tokyoda 9 bin civarında kişinin öleceği ve 100 binden fazla binanın da zarar göreceği tahmin edilirken son on yılda alınan önlemlerle can kaybı tahmini 6100 kişiye düştü. Gökdelenlerin sayısının artmasıyla bir deprem sırasında elektriğin kesilmesi tehlikesi karşısında her kata jeneratör ve batarya sisteminin kurulması da yapılan planlamalar arasında yer alıyor. Türkiyede GSM operatörlerinin sınıfta kalması tartışılırken, Tokyoda toplanma merkezlerinde Wi-Fi noktaları kurulması da planlanıyor.

Ülkede yeni yapılan binalarda zayıf zeminlerde temel 60-70 metre derinliğe inen kazıklar çakılarak yapılıyor ve binanın yükleri sağlam zemin tabakalarına aktarılıyor.

KADER Mİ ÖNLEM Mİ?

Uzmanlara göre önlemleri önceden alan Japonya ile ABD, sonradan alan ve deprem ülkesi olmaktan çıkan Şili gibi ülkelerden çıkarabilecek tek sonuç bunun bir kader olmadığı, alınabilecek en büyük ders yönetmeliklere uygun bina planlaması ve onunla birlikte gelen denetim.

Türkiyenin eli kulağında denilen büyük Marmara depremi gibi ülke çapındaki onlarca potansiyel deprem için ise daha da geç olmadan birlikte harekete geçmesi gerekiyor… Barrientosun da ifade ettiği gibi “Beklenmeyeni beklemeye her zaman hazırlıklı olmalıyız” ancak önlemi de unutmamak şart…

BBC/HABERTÜRK

Okumaya devam et

Ali Coşkun

Kredi Derecelendirme Notunu Belirleyen Unsurlar

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bir firmanın kredi derecelendirme (rating) notu; o firmanın finansal gücünü, risk profilini ve borçlarını ödeme kapasitesini ölçmek için kullanılır. Finansal kurumlar ve derecelendirme kuruluşları, bu notu verirken birçok kriteri değerlendirir. Bu kriterlerin her biri, rating notunun oluşmasında belirli bir yüzdesel ağırlığa sahiptir.

1. Finansal Performans ve Mali Tabloların Analizi (%40)

Rating notunun en büyük payını firmanın finansal performansı oluşturur. Bilanço, gelir tablosu ve nakit akış tablosu üzerinden;

  • Kârlılık

  • Likidite

  • Borçluluk oranları
    gibi temel göstergeler analiz edilir. Ayrıca özkaynak-yabancı kaynak dengesi gibi sermaye yapısı unsurları da, finansal risklerin yönetimi açısından kritik önemdedir.

2. Firma Yönetimi ve Kurumsal Yapı (%20)

Yönetim kadrosunun deneyimi, profesyonelliği ve stratejik karar alma kapasitesi, firmanın sürdürülebilir başarısı üzerinde büyük etki yapar.
Kurumsal yönetim ilkelerine (şeffaflık, hesap verebilirlik, adillik, sorumluluk) uyum, firmanın dış yatırımcılar nezdinde güvenilirliğini artırır.
Ayrıca sektörel tecrübe, yönetimin krizlere karşı refleksi ve inovatif yaklaşımı da bu başlıkta değerlendirilir.

3. Faaliyet Alanı ve İş Modeli (%15)

Firmanın hangi sektörde faaliyet gösterdiği, iş modelinin sürdürülebilirliği ve rekabetçiliği de değerlendirme kriteridir.
Öne çıkan alt başlıklar:

  • Ürün veya hizmet kalitesi

  • Müşteri portföyü çeşitliliği

  • Pazar payı

  • Teknoloji kullanımı ve inovasyon kapasitesi

Ayrıca, sektör trendlerine hızlı uyum sağlama yeteneği ve büyüme potansiyeli bu kategoriye katkı sağlar.

4. Sektörel ve Makroekonomik Faktörler (%15)

Firma dışı faktörler de rating notunu etkiler. Özellikle:

  • Sektörün genel sağlığı (büyüme, rekabet, regülasyonlar)

  • Ekonomik konjonktür (faiz oranları, döviz kurları, enflasyon)

  • Politik ve jeopolitik riskler

Firmanın içinde bulunduğu sektörün dışsal risklere açıklığı, genel değerlendirmeye doğrudan yansır.

5. Ödeme Disiplini ve Kredi Geçmişi (%10)

Firmanın geçmiş borç ödeme davranışı, kredi notu üzerinde doğrudan etkilidir.

  • Gecikmeli ödemeler

  • Temerrüt kayıtları

  • Bankalarla yaşanan sorunlar

Bu unsurlar, firmanın risk primini yükseltir. Buna karşılık, düzenli ve sorunsuz kredi ödemeleri, güvenilirlik algısını pekiştirir ve finansmana erişimi kolaylaştırır.

Kredi notu, sadece bir firmanın geçmişini değil; gelecekteki ödeme gücünü, sürdürülebilirliğini ve finansal güvenilirliğini yansıtan kritik bir göstergedir.

🔑 Unutulmamalıdır: Kredi notu, geçmişin aynası değil, geleceğin güvence anahtarıdır…

Ali COŞKUN-Finans Danışmanı
0 530 787 84 39
[email protected]

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

Altın ‘borç çağında’ yeni para: Güven, itibari para sistemini terk ediyor!

Yayınlanma:

|

Yazan:

CHP Kurultayı’nın iptali duruşmasından karar çıkmaması, Türk mali piyasalarında iyimser havanın dün de devam etmesine neden oldu. Her ne kadar henüz riskler tam anlamıyla geçmemiş olsa da, erteleme karar bile olumlu karşılandı. Gerek jeopolitik cephede tansiyonun düşmesi, gerekse 19 Mart’a benzer bir sürecin tekrar edileceği endişesinin vücud bulmaması sonrası TCMB’den 19 Temmuz tarihinde beklenen anlamlı faiz indirimi öncesinde, TL ve TL cinsi yatırım araçlarına ilginin arttığını görüyoruz. Yabancı kurumların da TL tahvilleri ön plana çıkarması ile iki yıl vadeli gösterge tahvilin bileşik faizi son iki günde 250 baz puan geriledi. Daha geniş bir açıdan bakmak gerekirse, 19 Mart sonrası %50 seviyesini test eden gösterge tahvil %40’ın altına indi.

Öte yandan, faiz indirimlerinin bankacılık sektörüne yarayacağı beklentisi ile Borsa İstanbul Bankacılık endeksi, evvelki gün göz kamaştırıcı bir şekilde %10’a yakın yükseliş kaydetmesi ardından dün de günü %1’in üzerinde primli kapattı. CDS risk primi de benzer bir şekilde 287 baz puana kadar gerileyerek 20 Mart’tan bu yana en düşük düzeye geldi. İç siyasi risklerin bir süreliğine de olsa rafa kalkması bile mutlu son isteyen piyasaların yüzünü güldürdü. USDTRY kuru günü 39,81 seviyesinde tamamlarken, Çarşı’da döviz satışlarının yoğunlaştığı yönünde piyasa koridorlarından haberler de işittik. TCMB’nin analitik bilançosuna olumlu gelişmelerin bugün açıkalanacak taze verilerle yansımasını bekliyoruz.

Dün de bültenimizde kaleme aldığımız üzere, hisse senetlerinde asıl temel sorun şirketlerin kârsızlık sorunu! Hatırlatmak gerekirse, İSO500 verileri bizlere şirketlerin 2024 yılında elde ettikleri faaliyet kârlarının %97’sinin finansman giderine gittiğini, yani şirketlerin kâr edemediklerini göstermişti. Finansman kaleminin (kredi faizinin) büyük bir rol oynadığı bu resimde, yıl sonuna kadar TCMB’den beklenen (toplam dört olağan toplantıda) 1100 baz puan faiz indiriminin (%46 – %35) şirketlerin yüzünü güldürerek borsaya da alım getirmesini bekliyoruz. Çarpıcı bir örnek vereyim: Bankacılık hisselerinde son üç günde yaşanan %13 yükselişe rağmen, geçen sene bu zaman endeksin daha yukarıda olduğunu not edelim!

Dün İstanbul Ticaret Odası (İTO), Haziran ayı İstanbul bölgesi enflasyon verilerini açıkladı. Buna göre aylık TÜFE artışı %1,77 olurken, yılın ilk yarısında enflasyon %20,63 ; yıllık bazda ise %44,38 artış gösterdi. Yakından takip ettiğimiz ana harcama gruplarına göre aylık bazda konut (yani kira) %2,7 yıllık olarak ise %77,17 ; eğitim aylık %1,45 yıllık %89,81 ; sağlık ise aylık %0,77 yıllık %44,65 artış kaydetti. Gıdada aylık artış %1,93 oldu. İstanbul’da hayat pahalılığının Türkiye genelinin biraz daha üzerinde olduğunu düşünürsek, yarın açıklanacak resmî enflasyon verisinin aylık %1,6 ile piyasa tahmini paralelinde olacağını düşünüyoruz.

Büyümenin öncü göstergesi olarak kabul edilen İstanbul Sanayi Odası (İSO) imalat sanayi PMI verisi Haziran ayında 46,7 değerini aldı. Bilindiği üzere 50 seviyesi eşik değer olarak kabul edilirken, aşağısı daralma, üstü ise genişleme anlamına geliyor. Bu bağlamda, Haziran ayıyla birlikte PMI endeksi son 15 aydır daralma bölgesinde ve son sekiz ayın da en düşük seviyesine yer alarak ekonomik aktivite hakkında önemli bilgi vermeye devam etti. Verinin alt kalemlerinde, sektörel bazda tanımlı on sektörün tamamında daralma yaşandığını da görüyoruz. Her üç kişiden birinin işsiz olduğu ve ekonomik aktivitenin pek de iyimser sinyaller vermediği bir ortamda, sanayide işlerin iyi gitmediğini söyleyebiliriz.

Dönelim yurt dışında. ABD Senatosu, Başkan Trump’ın vergi indirimleri ve harcamaları içeren kapsamlı yasa tasarısını 51-50 oyla kabul ederek Temsilciler Meclisi’ne gönderdi. Tasarı kamu borcuna 3,3 trilyon dolar daha eklenmesiyle birlikte, Elon Musk’ın da yeniden eleştiri dozunu arttırdığını görüyoruz. Trump’ın sosyal medya hesabından Musk’ın şirketlerine yönelik yardımları kesebileceğini ima ederken, hatta bir gazetecinin “Elon Musk’ı sınır dışı edecek misiniz?” sorusuna “Bakacağız / biraz inceleyeceğiz (‘take a look’)” şeklinde yanıt verdiğini de not edelim. Tesla hisseleri dün günü %5’in üzerinde düşüşle tamamlarken, teknoloji hisselerinin de olumlu bir performans sergileyememesi ile Nasdaq endeksi geceyi %1’e yakın düşüşle tamamladı.

FED Başkanı Powell, Portekiz’in Sintra kentindeki merkez bankacıları zirvesinde yaptığı açıklamada, faiz indirimi için acele etmeyeceklerini ve ticaret tarifelerinin enflasyon üzerindeki etkilerini görmek adına bekle-gör yaklaşımını sürdüreceklerini yineledi. Powell, veriye dayalı karar almanın en temkinli yol olduğunu vurgularken, 30 Temmuz tarihindeki olağan toplantıda faiz indirimi olasılığını da tamamen dışlamadı. Başkan Trump’ın baskılarına karşın, Powell %100 odaklarının enflasyon ve istihdam hedeflerinde olduğunu söyleyerek merkez bankası bağımsızlığına güçlü bir vurgu yaptı.

Powell indirmem diye direnirken ve Trump da FED’e yüklenmeye devam ederken, yatırımcılar, ABD dolarındaki oynaklık ve doların geleneksel güvenli liman rolündeki zayıflamaya karşı ya da daha basit anlatımla kur riskine karşı daha fazla koruma almaya çalışıyor. Trump yönetiminin Nisan ayında açıkladığı kapsamlı gümrük tarifeleri sonrasında ABD dolarının (DXY) yılbaşına göre %10’u aşan değer kaybı ile son 3,5 yılın en düşük seviyesine geriledi. Özellikle Avrupalı emeklilik fonları dolar pozisyonlarını azaltırken, Euro, YEN gibi alternatif para birimlerine yöneldiklerini görüyoruz. Bu stratejiler, dolar üzerinde ilave baskı yaratırken, doların güvenli liman statüsünün de sorgulanmasına yol açıyor.

Bu kafa karışıklığında, ya da fiat (itibarlı) para sistemine yönelik artan güvensizlik (en somut örnek ABD vergi indirimleri ve harcama tasarısının Senato’dan geçmesi) nedeniyle piyasalarda temkinli bir hava hâkim. Jeopolitik risklerin gündemden düşmesi ile 3,285 dolar seviyesine kadar gerileyen altının piyasalarda yeniden temkinli havanın hâkim olması ile bu sabah 3,340 dolar seviyesine yükseldi. Altın fiyatları yılbaşından bu yana %27 artış gösterdiğini hatırlatalım. Gümüş ise 35 dolar seviyesindeki direnci 13 yıl sonra kırması ardından son dört haftadır 36 dolar seviyelerinde bir sonraki yükseliş öncesi enerji biriktirdiğini görüyoruz.

Hindistan ile 9 Temmuz tarihinde gümrük tarifesi süresi dolmadan önce bir ticaret anlaşmasına varabileceğini söyleyen Trump, ancak Japonya ile anlaşma olasılığının düşük olduğunu söyledi. Şimdiye dek yalnızca İngiltere’nin Trump yönetimiyle sınırlı bir ticaret anlaşması yapabildiğini hatırlattım. ABD borsalarının dün akşam gerilemesi ve ticaret görüşmelerine yönelik haber akışının gölgesinde, yeni gün başlangıcında, Asya piyasalarında kırmızı rengin hâkim olduğunu görüyoruz. Gösterge endeks Nikkei ve Kore borsası Kospi %1’e yakın geriledi. ABD borsalarının vadeli işlemlerinde ise hafif de olsa yeşil rengin dikkat çektiğini görüyoruz.

Mali piyasaların gündeminde bugün ABD’de ADP özel sektör istihdam verisi, yarın ise kritik haziran ayı istihdam raporu takip edilecektir. Cuma günü ABD piyasaları kapalı konumda olacağını tekrar hatırlatalım. Açıklanacak özellikle istihdama yönelik veriler, faiz indirimi beklentileri açısından yakından takip edilecektir. Yatırımcılar bu yıl FED’den 64 baz puanlık bir indirim fiyatlamaya devam ediyor.

Emre Değirmencioğlu

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.