Connect with us

GÜNDEM

İzzettin Önder : Akademinin metalaştırılması

Kapitalizm tüm alanları, bizim beynimizi de metalaştırarak, düşünce kalıplarımızı öylesine oluşturmaktadır, çevremizdeki hiçbir olayı çıplak gözle, yani ideolojik şekillendirmeden arındırılmış algılama ile algılayamıyoruz ve düşünemiyoruz.

Yayınlanma:

|

Ülkemizde yangınlar ormanlarımızı, seller kentlerimizi süpürürken, bu ortamda akademinin konuşulması yeri midir, diye düşünülebilir. İlk bakışta haklı görülebilecek bu düşünce, biraz derine inilince günümüz konularıyla ne denli yakın bağlantılı olduğu görülecektir. Konuya girmeden yöntemle ilgili bir konuyu değerli okuyucuların dikkatine sunmak istiyorum. Birinci konu, tüm sosyo-ekonomik meseleler bir genel problemin ya da programın parçalarıdır, dolayısıyla olaylara parçalı yaklaşmak bizi yanıltabilir ya da asıl konuyu gözden kaçırmamıza yol açabilir; ikincisi ise, birincinin tamamlayıcısı olarak, her meselenin geniş açı ile arka bölümünü görmek, olayı sistemin işleyişi ile bütünleştirmekle ancak tüm oluşum kavranır.

Şimdi olaya yavaş yavaş girelim. 2009 yılında Indiana Üniversitesi profesörü Elinor Ostrom Nobel’e layık görüldü. Peki, konu ne idi? Konu, “müşterekler” olarak bilinen, bazı doğa kaynaklarından müşterek yararlanma koşullarının saptanması, programlanması ve uygulamaya koyulmasıdır. Dere, göl, mera, balıkçılık alanları vb gibi özellikle Ostraom’un üzerinde durduğu doğa kaynaklarının müşterek kullanım kuralları, tüm potansiyel yararlanıcıların kaynaktan hakça yararlanması için gelitirilmiş bir programdır. Sözü edilen doğa kaynaklarımdan nasıl yararlanıldığı birçok ülkede, bu arada Bodrum ve İzmir çevresindeki balık av alanları ile konu Türkiye’ye de uzatuılmış bulunmaktadır. Türkiye’de Fikret Berkes ile olduğu gibi, diğer tüm ülkelerde ilgili kişilerle temas kurularak müşterekler konusu oldukça detaylı araştırılmış, modeller geliştirilmiş ve oldukça da yararlı uygulama sistemleri geliştirilmiş olduğundan, 2009 yılında Ostrom Nobel’e layık görülmüş. Ne yazık ki, bundan çok kısa süre kansere yenik düşen Ostrom şu anda yaşamda bulunmamaktadır.

Peki, bu meselenin akademinin metalaştırılması ile nasıl bir ilgisi olabilir? Görüldüğü gibi, ilk başka Ostrom’un ilgilendiği konularla akademinin metalaştırılması arasında bir ilgi olmadığı gibi, akademi çok ciddi bir konuyu piyasa dışına taşımış ya da piyasa dışı ilişkiler bağlamında incelemiş ve yararlı ve çalışabilir modellemeye dönüştürerek yaşama geçirmiştir. Bu arada müşterekler meselesi nedir, nereden çıktı, diye sorgulamaya başladığımızda, müstakil alan gibi görülebilen müşterekler meselesinin sistemle ve akademinin metalaştırılması ile igisi netleşmeye başlar. Diğer bir deyişle, ele alınan konular tüm olaylar arası bütünsellik ve olaylar ile sistem arası ilişki genişliğinde görüldüğünde mesele daha da netleşiyor. Müşterekler Trajedisi başlıklı makalesinde Garret Hardin, özel mülkiyete konu olmayan bir mekânın birileri tarafından aşırı kullanımının (istismarı) diğer potansiyel kullanıcıların yararlanma hakkını kısıtlayacağını ileri sürmüştür. Hardin’in bu başlığının, İngiltere’de ünlü çitleme olayları sonrasında kullanılan kavramdan esinlendiği söylenir. Şöyle ki, İngiltere’de farklı dönemlerde olmak üzere iki kez gerçekleştirilen çitleme olayında doğa kaynaklarından bazı insanların yararlanması engellenmiş ve bu insanlar yoksulluğa itilmiştir. Müşterekler trajedisi, yani doğa alanlarının özel mülkiyet içine alınmasının insnaları yoksullaştırmasının hikâyesi bu durumu yansıtmaktadır. Buna analojik olark, Hardin de doğa kayağının bazı çıkarcılarla düzensiz istismarının potansiyel kullanıcılar için trajedi olarak düşünmüştür. Ostrom’un Nobel’e yol açan buluşu, söz konusu trajedinin önlenmesi için bir tür “kolektif mülkiyet” ve yönetim modeli ile potansiyel tüketicilerin/kullanıcıların eşit yararlanma koşullarının sağlanması modelidir. Bu model bazı ülkelerde çalışmıştır da.

Ostrom ve çalışma arkadaşları her ne kadar küresel ısınma vb gibi doğa değişimleri üzerinde de durmuş olmakla beraber, belki de ilk adım olarak somut alanlar üzerinde çalışma yaparak çözüme gitmişlerdir. Fakat, Ostrom ekibi İngiltere’deki çitleme olayından ders almamış gözükerek, geliştirdikleri çözümüm sistemle ve mülkiyet ilişkisi ile bağını netleştirmemişlerdir. Zira Ostrom modeli kapitalist sistem içinde veri gelir ve kaynak dağılımı çerçevesinde ve oldukça durağan süreçlerde geçerlidir. Zira, İngiltere’deki çitleme olayından önce doğa kaynaklarından yararlananlara bir süre sonra bu alanların kapatılması nasıl kapitalist sürecin sistemin doğal gelişmesi sonucu yaşanmış sistemik-olağan netice ise, benzer şekilde Ostrom’un bugünkü koşullarda geliştirdiği program da kapitalizmin daha da azgınlaşarak tüm alanları metalaştırması sonucunda çalışmaz olur. Sistemin kural tanımaz şekilde işlemesi ve tüm alanları metalaştırması sonucunda Ostrom’un modelinin kısa vadeli ve sistemin devinimlerini dikkate almamış olması nedeniyle yetersiz kalacağı ortadadır. Klasik ifadesiyle, sosyal açıdan özel mülkiyeti özgürlük olarak görüp, müşterek alanların özgürlüğü sınırlayıcı görülmesi ne denli doğal ise, aynı şekilde, müşterek alanları özgürlük görüp, özel mülkiyetin özgürlükleri sınırlayıcı olarak algılanması da o denli doğal görülmelidir. Mesele, konuya hangi açıdan baktığımızla ilgilidir. O nedenle müşterekler konusu sistem bağlantılıdır ve sistem içinde geliştirilen her çözüm, sistem dinamikleri çerçevesinde farklı evrelere savrulur ve son aşamada metalaştırılmaya ve özel mülkiyete konu olarak, “müşterekler trajedisi” kaçınılmaz olur.

Burada amacım Nobel’in sistem bağlantısını sorgulamak değildir. Zira Nobel uygulamasının aynı zihniyet ve yaklaşımını ünlü mikro-kredi konusunda da gördük. Burada sorgulamak istediğim mesele akademinin metalaştırılmasıdır. Profesör Ostrom bir üniversite mensubudur ve programını aynı üniversitede profesör olan eşi ve diğer meslektaşları ile geliştirmiştir. Doğrusu çok merak ederim; acaba tüm ekip programı geliştirirken günlerce, hatta aylarca biribirleriyle sıkı tartışmalar yaparken akıllarına sistem işleyişi gelmedi mi! Daha da ileri giderek, Hardin’in kullandığı “müşterekler trajedisi” kavramının Ostrom ve ekibini kapitalizmdeki doyurulamayan açlık meselesine, örneğin yıllar önce iktisat sahnesine çıkmış olan Thorstein Weblen’in görüşlerine olsun götürmemesini anlayamıyorum. Bunun da ötesinde, Hardin’in kopyaladığı kavramın İngiltyere’deki çitleme olayını anlattığı ve bu sürecin sistemin nasıl bir sonucu olduğunu nasıl oldu da Ostrom ekibine göstermedi. İşte, mesele bu noktalarda düğümleniyor, aynen Bir Hindistan mucidinin müthiş buluşuyla mikro-kredi olgusunu keşfetmesi(!) gibi!

Kapitalizm tüm alanları, bizim beynimizi de metalaştırarak, düşünce kalıplarımızı öylesine oluşturmaktadır, çevremizdeki hiçbir olayı çıplak gözle, yani ideolojik şekillendirmeden arındırılmış algılama ile algılayamıyoruz ve düşünemiyoruz. Bu yazıya “akademinin metalaştırılması” konusuyla ileride de devam etmek üzere sonlandırıken, Yeni Ülke Dergisi’nin Boğaziçi direnişini konu alan 6. sayısına vediğim kısa yazıdan ufak bir pasajla bitirmek istiyorum. Yeni Ülke, bu yazının potansiyel okuyucuları tarafından çok iyi bilindiği halde, okuyucuların müsamahalarına sığınarak, belki de bir kez daha vurgulamak üzere ilgili pasajı sizlere sunuyorum: “Akademinin bilimsel temelini, üretim ilişkisinin sermaye-yanlı üst yapı kurumu olma niteliği değil, halka dönük üretim sürecinin organik bileşeni olarak yükselme özelliği oluşturur {oluşturöalıdır!}. Her alanada olmakla beraber, özellikle de sosyal bilimler alanında, gerek konuların ele alınışındaki yansızlık görüntüsü altında güdülen örtülü yanlılık, gerek kullanılan kavramlar bağlamında gözlenen sistem yanlılığı akademinin kurumsal özerkliğini ve bilimsel özgürlüğünü baltalamaktadır. Örneğin, iktisat konularının kesinlikle “kapitalizm” sıfatı kullanılmadan işlenişinde yansızlık değil, tam tersi, yanlılık başattır. Çünkü, işsizlik de kapitalizmin işsizliğidir, enflasyon da kapitalizmin enflasyonudur, yoksulluk da kapitalizmin yoksulluğudur. Kavramlar o denli çarpıtılmaktadır ki, “hak çatışması” yerine zayıflatılmış ifadesiyle “çıkar çatışması”, “sömürü” yerine “kâr”, “patron” yerine ”işveren” kavramları, hatta olması gereken “halka yönelik üniversite” yerine “üniversite-sermaye işbirliği” kavramları yeğlenmektedir. Hele de hukuk ya da çalışma ekonomisi alanlarında konuların ele alınışı ve işlenişi ise tamamaiyle sermaye yanlı ve sömürü kapsamlıdır. Konuların işlenişinde tarihsel sistem dinamiği öne çıkarılmadan, analitik sorgulama yapılmadan, bilimsel görüntü altında, sistem perdelenmekte ve yüzeysel sosyolojik görüntü sahneye sürülmektedir. Bu yaklaşım kesinlikle üniversitenin yansızlığının değil, tam tersi, yanlılığının çok net görüntüsüdür. Siyasi orgaının sermayenin organik tamamlayıcısı olmasına analojik, akademinin de sermayenin organık bütünü olarak işlev görmesi, akademinin akademiye tasallutu anlamına gelir.”

gazetemanifesto

Okumaya devam et

Ali Coşkun

30 HAZİRAN: AY SONU UYARILARI

Yayınlanma:

|

Yazan:


Bugün ay sonu olup firmaların finansal sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmesi gereken çok önemli bir gündür. Ayrıca yılın ikinci bilanço dönemidir.

Aşağıdaki hususlara azami dikkat edilmesi, firmanızın kredi notu ve bankalarla olan itibarınızın korunması açısından büyük önem taşımaktadır.

Bugüne özel firmaların yapması gerekenler;

1. Banka Borçlarının Kontrolü ve Ödemesi

Çalıştığınız tüm bankalarla sabah erkenden irtibata geçerek; kredi taksitleri, komisyonlar, BCH, KMH, Ek hesap, devre faizleri gibi ödenmesi gereken bir borç olup olmadığını mutlaka yazılı (e-posta) veya sözlü olarak teyit ediniz.

Varsa bu borçlar gün içinde acilen ödenmelidir.

Para transferi gerçekleştirilmiş olsa dahi saat 17.00’den önce banka hesapları kontrol edilmeli, sistemin bu borçları otomatik tahsil edip etmediği bizzat teyit edilmelidir. Sistemsel gecikmeler yaşanabilmektedir.

2. DBS Komisyonları (Doğrudan Borçlandırma Sistemi)

Bazı bankalarda DBS komisyonları manuel olarak tahsil edilmektedir.

Bu nedenle yalnızca para transferi yapmak yeterli olmayabilir.

İlgili komisyonların tahsil edilip edilmediği saat 17.00’den önce mutlaka kontrol edilmelidir.

3. Takas Çek Ödemeleri

Bugün bankalarda yoğunluk yaşanabileceğinden, takas çek ödemeleri son dakikaya bırakılmamalıdır.

Sistemsel problemler ya da personel hataları nedeniyle çek takası gecikebilir.

Takas saatinin 1 dakika geçilmesi bile çeklerin karşılıksız yazılmasına neden olabilir.

4. KMH (Kredili Mevduat Hesabı) Eksi Bakiyeler

KMH hesapları eksi bakiyede ise mutlaka artıya geçirilmelidir.

Bazı bankalarda bu hesapların sadece dışardan EFT ile kapatılması gerekmektedir.

Hesaptaki mevcut bakiye ile kapatılan durumlarda bile Merkez Bankası’na gecikme bildirimi yapılabilmektedir.

Her ay gecikmeli tahakkuk ödemeleri, firmanın Kredi Notunu olumsuz etkiler.

3.500 TL’lik bir tahakkuk kaydı dahi bazı firmaların kredi kullanamamasına neden olmuştur.

Bazen bu tür ödenmeyen borçların nedenini firmalara sorduğumuzda “ banka bize bilgi vermedi “ şeklinde bildirimler alıyoruz.

Bankaların bu tür borçlar ile ilgili olarak firmalara bildirim zorunluluğu bulunmamaktadır.

Ancak bu tür borçları mesela takasta çeki olduğunu firmalara yazılı veya sözlü olarak bildiren banka şubeleri de bulunmaktadır.

5. Merkez Bankası Memzuç Kayıtları

Bugün yapılmayan her ödeme, 30.06.2025 tarihli gecikmiş tahakkuk, temerrüt veya ödenmemiş kredi taksidi olarak Merkez Bankası kayıtlarına geçebilir.

Bu durum firmanızın finansal itibarını ve rating notunu ciddi şekilde düşürebilir.

Sonuç olarak; Ay sonu işlemleri ihmal edilmemeli, tüm banka hareketleri mesai bitiminden önce birebir takip edilmelidir.

Küçük görünen meblağlar uzun vadede büyük sorunlara yol açabilir.

Finansal disiplini sürdüren firmalar, güçlü banka ilişkileri ve yüksek rating ile her zaman bir adım öndedir.

Ay sonunda yapılan bir ihmal güvenilirliği sarsabilir.

Firmaların bugünü sorunsuz bir şekilde geçirmelerini diliyorum.

Okumaya devam et

GÜNCEL

Tüzel Kişilerde Mutlak Butlan

Yayınlanma:

|

Yazan:

Tüzel Kişilerde Mutlak Butlan: Şirket, Dernek, Vakıf ve Siyasi Partiler Açısından Hukuki Geçersizlik

Hukuk düzeninde bazı işlemler, baştan itibaren geçersiz sayılır. Bu tür işlemler “mutlak butlan” (yokluk) kavramı ile açıklanır. Türk hukuk sisteminde; şirketler, dernekler, vakıflar ve siyasi partiler gibi tüzel kişiler açısından da bu geçersizlik ciddi sonuçlar doğurur.

Mutlak Butlan Nedir?

Mutlak butlan; hukuka, kamu düzenine, ahlaka veya emredici şekil kurallarına aykırı bir hukuki işlemin başlangıçtan itibaren hükümsüz olması halidir. Bu işlemler sanki hiç yapılmamış gibi değerlendirilir. Mutlak butlan hâlinde:

  • Herkes geçersizliği ileri sürebilir.

  • Mahkemeler re’sen (kendiliğinden) dikkate alır.

  • Zamanaşımı söz konusu değildir.

  • Hukuki sonuç doğurmaz.

1. Şirketlerde Mutlak Butlan

Ticaret hayatında şirketler üzerinden gerçekleştirilen bazı işlemler, hukuki şekil şartlarına ve kanuni kurallara aykırıysa mutlak butlan gündeme gelir.

Örnekler:

  • Geçersiz Kuruluş: Asgari sermaye şartını taşımayan bir anonim şirketin kurulması.

  • Kanuna Aykırı Amaç: Yasa dışı işler (örneğin kaçakçılık) için kurulan şirketler.

  • Şekil Eksikliği: Genel kurul toplantısı, zorunlu çağrı ve nisap şartları olmadan yapılırsa alınan kararlar geçersizdir.

2. Derneklerde Mutlak Butlan

Dernekler Kanunu’na göre, bir derneğin hem kuruluş hem de faaliyet süreçlerinde kamu düzeni ve yasalara uygunluk esastır. Aksi hâlde mutlak butlan söz konusu olur.

Örnekler:

  • Kanunsuz Kuruluş: Dernek tüzüğü, yürürlükteki yasalara aykırıysa (örneğin yasadışı örgüt propagandası içeriyorsa).

  • Geçersiz Genel Kurul: Üyelerin haberi olmadan yapılan toplantıda alınan kararlar hükümsüzdür.

  • Amaç Ahlaka Aykırı: Toplumda nefret, ayrımcılık, ırkçılık gibi ahlaka aykırı fikirleri yayan dernekler geçersiz sayılır.

3. Vakıflarda Mutlak Butlan

Vakıflar, kuruluşlarında sıkı şekil şartlarına tabidir. Bu şartlara uyulmaması hâlinde vakıf tüzel kişiliği oluşmaz.

Örnekler:

  • Resmî Senet Eksikliği: Noter huzurunda düzenlenmeyen vakıf senedi geçersizdir.

  • Mal Varlığı Devri Yoksa: Kurucu tarafından belirtilen taşınmazın vakfa devri yapılmamışsa kuruluş yok hükmündedir.

  • Kamu Düzenine Aykırı Amaç: Terör finansmanı veya ayrımcı amaç güden vakıflar geçersizdir.

4. Siyasi Partilerde Mutlak Butlan

Siyasi partiler, Anayasa’ya ve Siyasi Partiler Kanunu’na uygun olarak faaliyet yürütmek zorundadır. Anayasa Mahkemesi, bu konuda nihai denetim merciidir.

Örnekler:

  • Anayasa’ya Aykırılık: Laiklik, insan hakları, devletin bütünlüğü gibi ilkelere aykırı partiler kapatılır ve işlemleri mutlak butlanla geçersiz sayılır.

  • Usulsüz Kurultay: Parti tüzüğüne aykırı yapılan seçimler geçersizdir.

  • Tüzük ve Program İhlalleri: Toplumsal barışa tehdit oluşturan ifadeler taşıyan programlar yok hükmündedir.

Tüzel Kişilerde Hukuki Ciddiyet Şart

Mutlak butlan, yalnızca bireysel sözleşmelerde değil; kurumların varlığını ve işlemlerini de doğrudan etkileyen bir hükümsüzlük türüdür. Şirketler, dernekler, vakıflar ve siyasi partiler; kuruluş ve faaliyet süreçlerinde şekil, içerik ve amaç yönünden hukuka uygun davranmadıklarında, yaptıkları işlemler geçersiz sayılır. Bu durum, hem kamu düzeninin korunması hem de hukuki güvenliğin sağlanması açısından kritik öneme sahiptir.

Okumaya devam et

Erol Taşdelen

ZENGİNLİK İLLÜZYONU: Gerçek Zenginlik mi, Borçla Alınmış Bir Hayal mi?

Yayınlanma:

|

Günümüzde birçok birey, şirket ve hatta ülke; sahip olduğundan çok daha fazla zenginmiş gibi davranıyor. Lüks arabalar, büyük evler, gösterişli tatiller ve sosyal medyada sergilenen “refah dolu” hayatlar… Ancak tüm bu görüntülerin arkasında çoğu zaman borçla finanse edilen bir tüketim yatıyor.

Bu duruma ekonomi literatüründe “Zenginlik İllüzyonu” adı veriliyor. Yani kişi ya da kurumlar gerçek zenginlik yerine, borçla veya geçici gelirlerle sürdürülen bir refah algısı içinde yaşıyorlar.

BİREYSEL DÜZEYDE ZENGİNLİK İLLÜZYONU

Nasıl oluşur?

  • Kredi kartıyla yapılan lüks harcamalar

  • Taksitle alınan araba, ev, tatil vb.

  • Sosyal medyada sergilenen “lüks yaşam” gösterileri

Gerçek: Sahip olunan varlık değil, borçla finanse edilmiş bir tüketimdir.

Kredi kartıyla alınan pahalı telefonlar, taksitle gidilen lüks tatiller ve gösteriş için yapılan harcamalar… Tüm bu tüketim örnekleri, zenginlik illüzyonunun bireysel düzeydeki tezahürüdür. Kişi, aslında gelecek gelirini bugünden harcamakta, ama kendini “zengin” hissetmektedir.

ŞİRKETLERDE ZENGİNLİK İLLÜZYONU

Nasıl oluşur?

  • Sürekli borçlanarak yapılan yatırımlar

  • Gerçekleşmemiş kârlar üzerinden yapılan büyüme planları

  • Finansal tablolarda şişirilmiş varlıklar

Gerçek: Firmanın nakit akışı sorunlu olabilir, ancak dışarıdan “büyüyen ve zenginleşen şirket” algısı yaratılır.

Bazı firmalar; sürekli kredi kullanarak yatırım yapmakta, borçla büyümektedir. Finansal tablolarda görülen “kâr” çoğu zaman nakit akışıyla desteklenmeyen hayali bir kârdır. Böyle firmalar dışarıdan güçlü görünse de içeride ciddi risk taşır.

DEVLETLERDE ZENGİNLİK İLLÜZYONU

Nasıl oluşur?

  • Aşırı borçlanmayla finanse edilen büyük altyapı projeleri

  • Yapay şekilde düşük faizle genişleyen ekonomi

  • Kısa vadeli döviz girişleriyle büyüyen cari açık

Gerçek: Ekonominin temelleri zayıftır ama halk kendini refah içinde hisseder. Bu, genellikle krizle sonuçlanır (örneğin 2001 Türkiye krizi, 2008 ABD mortgage krizi).

Makroekonomik düzeyde, bazı devletler büyük projeler yaparak vatandaşlarına “refah” algısı yaratır. Ancak bu projelerin finansmanı borçla sağlanıyorsa ve üretim-tasarruf dengesi bozulmuşsa, bu durum sadece geçici bir illüzyondur. Ekonomik kriz kaçınılmaz hale gelir.

Zenginlik İllüzyonunun Nedenleri

  • Tüketim kültürü ve reklamlar

  • Sosyal medya ve gösteriş toplumu

  • Finansal okuryazarlık eksikliği

  • Yatırım yerine tüketimin teşvik edilmesi

  • Kısa vadeli politikalar

ZENGİNLİK İLLÜZYONUNUN SONUÇLARI VE ZARARLARI

  • Gerçek olmayan refah, tasarrufları azaltır.

  • Aşırı borçlanma ekonomiyi kırılgan hale getirir.

  • Kriz anlarında bu illüzyon bir anda dağılır.

  • Sosyal huzursuzluk ve gelir adaletsizliği artar.

GÖSTERİŞ DEĞİL GERÇEK ZENGİNLİK

Gerçek zenginlik; üretim, tasarruf ve sürdürülebilir gelir artışıyla mümkündür. Tüketim ve borçla sürdürülen bir yaşam tarzı, sadece zenginlik illüzyonu yaratır. Bu yanılsamadan kurtulmak için finansal bilinçlenme ve sadeleşme şarttır. Zenginlik illüzyonu, finansal gerçeklerden kopmuş bir algı oyunudur. Ekonomide sürdürülebilir refah; gerçek gelir artışı, üretim gücü ve tasarruf ile olur, borç ve gösterişle değil.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.