Connect with us

Dr. Abbas Karakaya

KENTTEKİ RANTSAL DÖNÜŞÜM ÖLDÜRÜR

ABBAS KARAKAYA, İstanbul -Beşiktaş’taki Sadabat Sitesi örneğinden yola çıkarak Türkiye’deki Kentsel Dönüşüm uygulamasının nasıl işlediğini ve sonuçlarını tartışmaya açtı.

Yayınlanma:

|

Yıllardır, “Kentsel Dönüşüm” lafı duyuyoruz. Kentlerimiz daha mı yaşanır oldu? Havası daha mı temiz? Eve, işe giderken trafikte daha mı az zaman harcıyoruz? Yeşil alanlarımız mı arttı?  Fay hatlarının geçtiği bir ülke olarak şimdi depreme karşı daha güvenilir şehirlerde mi yaşıyoruz? Engelli kardeşlerimiz hala evlerinde hapis değil mi? Şehrinizi yürüyerek dolaşabiliyor musunuz? Gidebileceğiniz bir kütüphane var mı yakınınızda? Yağmurda, soğukta çocuklarınızın oyun oynayabilecekleri kapalı mekânlar var mı? Sorular çoğaltılabilir. Ne var ki, sorulara verilecek ‘hayır’ cevabı değişmeyecek. “Dönüşüm” sözcüğünün olumlu çağrışımına rağmen, kentlerimiz yıllar içinde iyiye doğru gelişmedi. 

Beşiktaş’taki Sadabat Sitesi Örneği

Yukarıda genel hatlarıyla çizdiğim durumun vahameti sitelere, tek tek bloklara uygulanagelen kent dönüşüm pratiklerine bakınca daha iyi anlaşılacaktır. Bakacağımız yer, İstanbul – Beşiktaş İlçesi sınırlarında bulunan Sadabat Sitesi. Site müstakil tapulu alanlar üzerine oturan dört bloktan ( her blokta 31 daire var ) oluşmakta. Projesi hakkında konuşacağım, içinde benim de bir dairem olan bu sitesinin üçüncü bloğu. Üçüncü bloğun kentsel dönüşüme sokulması aslında çok bilindik bir hikâye. İçeriden birinin müteahhitle Belediyeden birileriyle işbirliği yapıp Karot aldırıp bloğun riskli yapı ilan ettirilmesiyle başlıyor her şey. Tanığı olduğum kadarıyla bu kentsel/rantsal süreç başından beri şeffaflıktan uzak; zorlamalar, dayatmalar, yıldırmalar, yalanlarla yürütülüyor. Kentsel dönüşümü başlatan Mayıs 2018 tarihli toplantı esas ve şekil bakımlarından yanlış ve eksiklerle malul olduğundan iptal davası açıldı. Aynı toplantıda sahte imzalar da kullanıldığı için savcılığa kişiler suç duyurusunda bulunuldu.

Müteahhite “kat karşılığında” yeniden yaptırılacak blok inşaatı önce bahçeyi, ağaçları yok edecek. Eriğinden elmasına, elmasından kirazına, incirine bahçenin verimli toprağında, kendiliğinden bitmiş, yaz günleri insanlara gölge sunan, nispeten havasını serinleten, araba gürültüsünü emen bu meyve ağaçları bir daha dikilemeyecek. Çünkü bahçenin bulunduğu alanın altı toprak altı otopark yapılacak. Yani beton dökülecek. Betonun üstüne eklenecek 30-50 santimlik toprak tabakasına ise olsa olsa en çok süs bitkileri dikilebilir. Daha da önemlisi, yağmur suyu beton kaplamayı delip toprağa süzülemeyecek. Zemin katlardaki daireler sele, su baskına daha açık hale gelecek. Altı beton, üstü bir karışlık toprakla kaplı ‘bahçenin’ kullanımı da sorun kaynağı olacak. İş bunlarla bitmeyecek, otopark üstünden sızacak, otopark içine girecek, birikecek atık suların dışarı için mutlaka pompalar kullanılacak. Çünkü otopark seviyesi kanalizasyon seviyesinin altında kalacak. Ayrıca, otoparkta birikecek egzoz gazlarının dışarı atılması için fanlar yerleştirilecek. Atık su ve fan motorları da elektrik kullanacak. Kısacası, iklim krizi, küresel ısınma, kuraklıkla karşı karşıyayken, yeni bina iklim krizi yangınına odun taşımış olacak. İklime, ekolojik dengeye verilen bu geri dönülmez zararlardan başka daha tıkış tıkış, küçük, kullanışsız dairelerde yaşamak zorunda kalacağız. Hesap ortada. Söz konusu blokta 31 daire var. Bu sayıyı müteahhite verilecek 12-14 daire ile kırkın üstüne çıkacak. İmar artışı olmayacaksa, ki belediye olmayacak diyor, o zaman dairelerin küçülmesi kaçınılmaz. Daire büyüklüklerinden fire vermek istemezseniz, o zaman balkonlarınızı feda edeceksiniz. Ki öyle olacak. Özgün halinde ara dairelerin iki, köşe dairelerin üç balkonu var. Blok yeniden yapıldığında her daireye tek bir, o da çok küçük, kümesimsi bir balkon düşecek. Covid19 salgının ev mimarisinde balkonun önemini ve değerini hatırlatmış olmasına rağmen.

Projelere  mahkum muyuz?

Şüphesiz, bu tür projelere mahkûm değiliz. Başka çözümler tabii ki mümkün. Şimdilik şunu not ederek devam edeyim: Riskli yapı ilanından sonra binanın yıkılmasını durdurmanız neredeyse imkânsız. Çünkü 6306 numaralı kentsel dönüşüm yasası müteahhitleri kollayan, önceleyen bir yasa. Avukatlık, Bilirkişi ücretleri, yargının çok yavaş işleyişi alternatifler çözümler düşünenlerin önündeki ciddi engeller.

Şirket ve şirketle irtibat halindeki vekiller heyeti, yukarıda değerlendirdiğim projeyi insanlara göstermeden punduna getirip daire sahiplerinin çoğuna sözleşmeyi imzalattılar. “Projeyi göstermeden” diye yazdım, çünkü üçte ikiden biraz fazla daire sahibi  2019 sonbaharı itibarıyla sözleşmeye imza atarken ortada proje yoktu. Israrla talep etmemiz sonucunda, belediye benim de içinde olduğum, o zamana kadar imza atmamış altı kişiye projenin kopyalarından ancak 2020 Temmuz’unda verdi. Dolayısıyla, 2019’da imza atanların neye göre imza attıkları muamma. Çünkü bize verilen projenin üstündeki onay tarihi Haziran 2020. Ayrıca, 2017 yılında imzalanan ön protokole göre, sözleşmeyi imzalamadan önce, her kat malikinin kendine tahsis edilecek daireyi proje üstünde görmek hakkı; dahası, şirketin görsel araçlarla daireleri gösterme mecburiyeti vardı.

Halkın oyları ile seçilen Belediyeyi kimden yana

Şirket ve şirket elemanı gibi çalışan kat malikleri vekiller heyetinin göstermediği şeffaflık ve açıklığı belediye sağlayabilirdi. Bu yönde adımlar atabilirdi. Bunu belediyeden bekledik. Aslında beklemedik, belediyeye öneriler götürdük, dilekçeler sunduk. Hiçbiri dikkate alınmadı. Dilekçelerimize yasal süresi içinde cevap da verilmedi. Belediye başkanına ulaşma çabalarımız duvara tosladı. Belediye bildiğini okudu. Yaşayarak gördük ki belediyenin ekoloji, altyapıya binecek yük, ilçenin geleceği, yeşil alan, hak, hukuk, kanunlara uygun iş yapmak; yaptırmak gibi bir derdi yok. Aynen 6306 numaralı kanunu çıkaran, sürekli olarak müteahhitlerin lehine değişiklikler yapan Merkezi İdare gibi. Aksi olsaydı, Belediye İmar Müdürü, bir yıl boyunca projesi olmayan bir sözleşmeye imza atmamız konusunda, zaman zaman nezaketi elden bırakarak ısrar etmezdi. Aslında, ülkede belediyeciliğin imar rantı üzerinden zenginleşmenin, çok paralar yapmanın bir yolu olduğunu düşününce, her şey yerli yerine oturuyor. Dolayısıyla, şirketle belediyenin aynı tarafta olduklarını, buna göre davrandıklarını görmek zor değil.   

Süreç şeffaf da işlemede ahlaki de

Sürecin şeffaflıktan uzak, komşu haklarını hiçe sayan; usulsüzlükler, yıldırma ve yalanlar ve rant hesaplarıyla yürütüldüğünü gören biz altı kişi sözleşmeyi uzun bir süre imzalamadık. Yukarıda belirttiğim gibi, sahte imzayı, toplantıdaki kanunsuzlukları yargıya taşıdık. Kuvvetle muhtemel mahkemeler lehimize kararlar verecek. Komşu sandığımız insanlara apartman tamamen boşaltılmadan kalorifer kazanını devre dışı bırakmanın, tamir ettirmemenin gayri-ahlaki olduğunu, Sosyal Demokrat olduğunu söyleyen belediyenin salgında, soğukta insanları suyunu ve  doğalgazını kesme tehditlerinin insan hakkı ihlali olduğunu şifahen ve de yazılı olarak anlatmaya çalıştık. Biz altı kişi mücadele ettik. Bilinçli yurttaşlar olarak hakkımızı, hukukumuzu aradık. Böyle davranmanın haklı gururunu yaşadık. Ancak süreç yorucuydu. Karşı taraf daha çoktu. Kanun da müteahhitlerden yanaydı. Üçlü kuşatmayı yaramadık ve 3 Kasım 2020’de notere giderek sözleşmeyi imzaladık. İmza atmasaydık, evlerimiz komşularımızın tiksindirici gayretkeşliğiyle yok pahasına, değerinin çok çok altına satılacak, elimizden kanun marifetiyle alınacaktı.  

Komşum Selahattin Polat Can derdinde, müteahhit ve diğer komşular imza derdinde

Birlikte mücadele ettiğimiz komşularımızdan Selahattin Polat 3 Kasım 2020’de notere imza atmaya gelemedi. İki önce, yani 1 Kasım 2020 pazar günü akşamı Covid19 tanısıyla hastaneye yatırılmıştı. Eşi ve iki kızı evde karantinaya alınmıştı. Onu temsilen gelen avukatı sözleşmeye imza atamadı, çünkü vekâletname bu yetkiyi vermiyordu. Bunun farkına o gün varıldı. Bu durumda ne olacaktı? Polat’ın ailesi ile otura geldiği ev, kış ortasında satılıp aile sokağa mı atılacaktı?

Belediye satışı erteleme yetkisini tereddüte düşmeden kullanamadı. Bocaladı. “Önce sağlık, önce İnsan” diyemedi. Önceden imza atmış komşular, vekiller heyeti Polat’ın hastaneye yatırılmasını bir geciktirme taktiği olarak görmüş olmalılar ki  imzanın bir an önce alınması ya da Polat’ın evinin satılması için belediyeye baskı yaptılar. Kim, hangi akıl nasıl düşündü, bilmiyorum, hastaneye oğlu diye bir noter gönderilip imza almaya bile teşebbüs edildi. O zamana kadar ortalıkta görünmeyen müteahhit hastalıkla cebelleşen Polat’ı telefonla arayıp ‘geçmiş olsun’ diyecek kadar insanlık gösterdi! Polat’tan ‘ben can derdindeyim, siz evimin peşindesiniz’ cevabını aldı.

Kentler mi dönüştü İnsanlık mı?  

Selahattin Polat hastaneye yatırıldıktan birkaç gün sonra, yukarıda yazdıklarımdan haberli olarak, yoğun bakım servisine alındı, entübe edildi ve tedavi amaçlı uyutuldu. Ancak bir daha uyanamadı. Hastanede geçirdiği kırk gün sonra, 10 Aralık 2020’de aramızdan ayrıldı. Ruhu şad olsun. Polat’ın ölümü ile kentsel dönüşüm sürecinde yaşadıkları arasında bire bir, doğrudan bir ilişki var denemese de,  bu süreçte (evini kaybetme, sokağa atılma korkusuyla yaşamak) ve özellikle, hastaneye yatmak zorunda kalması, hastanedeki ilk üç dört  içinde yaşadıkları; maruz kaldığı haysiyet kırıcı davranışların hastalığının seyrini olumsuz etkilediği, ağırlaştırdığını; bağışıklık sistemini zayıflattığını, hastalıkla mücadele gücünü azalttığını ve dolayısıyla ölümünü hızlandırdığını söylemek yanlış olmayacaktır.   

Abbas Karakaya, 22 Aralık 2020, Çekmeköy- İstanbul

Dr. Abbas Karakaya

ÇOCUKLAR/BÜYÜKLER İÇİN YAZ OKUMALARI-1

Yayınlanma:

|

Kitap sevgi ve umut demektir. Kitap okunan yerde hala sevgi ve umut var demektir. Yedi yaş ve üzeri çocukların okuyabileceği birkaç kitap tavsiye edebilirim. İyi bir çocuk kitabını yetişkinlerin de zevkle okuyabileceğini düşündüğümden başlığı öyle attım. İlk kitabımız bir şiir kitabı olsun. Şiir öğretilen bir şeydir. Öbür sanatlar gibi doğuştan gelmez. Mesela, müzik, resim yeteneği gibi değildir.

Şiiri sevdirecek müthiş bir kitap size: Şiir Gemisi; Ayla Çınaroğlu.

Bu kitaba MUK ile geçen yaz başladık. Kitap elimizde yıprandı. Alıp okuduğunuzda çocuk ya da torunlarınızla aynı heyecanı duyacağınıza bahse girebilirim. Kitaptaki sade, yalın resimler de Ayla Hanım’a ait.

İşte oradan bir şiir:

YAZ GELDİ

Sonunda yaz geldi işte
Şimdi her yerde güneş var
Havada, toprakta, suda
Gözlerimde güneş var

Uzun yolların tozunda
Kırların kokusunda
Denizlerin tuzunda
Yosununda güneş var

Suların şıpırtısında
Arının vızıltısında
Otların hışırtısında
Soluğumda güneş var

Gölgeye serilen kilimde
Karpuz çekirdeğinde
Kirazda, dutta, incirde
Şimdi her şeyde güneş var.

Ayla Çınaroğlu; Şiir Gemisi: sayfa 60

Abbas Karakaya-Akademisyen, Şair

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

HOLLANDA’DA NE GÖRDÜK, NE DUYDUK? : GEZİ NOTLARI…

Yayınlanma:

|

Karımın iş ziyaretini oğlanın dönem arası tatiliyle çakıştırıp uçtuk Hollanda’ya. 28 Mart- 5 Nisan arası oğlana ve bana dokuz gün tatil. Üç saatlik uçak yolculuğu ile beş asır ileriye gittik. (En azından) şehircilik pratikleri bakımından. Dönüş uçağını beklerken kendi kendime sordum: Bu ziyaretten ne öğrendin? Çok geri bir ülkede yaşadığımızı (bir kez daha) anladım.  Evler, yollar, sokaklar bu kadar düzenli, temiz ve bakımlı mı olur! Sanırsın legodan yapılma kentler. Kartpostallardaki resimler gibi yapılar, sokaklar.  Bu yorumum ne taraflı ne de sadece bana ait. Gidip gören her gözün kolayca yapabileceği tespitler. Ve dönüp kendimize baktığımızda, “çok kalitesiz bir hayatı çok pahalıya yaşamak” da bizim payımıza düşen.

HAYRANLIK UYANDIRAN ŞEHİRCİLİK

İmrendirici kentler kurmuş Hollandalılar. Kanallar ve bisikletliler ülkesi. Bisiklet bir eğlenme ya da spor aracı değil. Arazisinin dümdüz olması hasebiyle günlük hayatın bir parçası; yaşlı, genç, çocuk, kadın, erkek herkesin en yaygın ulaşım aracı. Araba yollarının iki yanında bisiklet yolu ve yaya kaldırımlar var. Sokaklar, kaldırımlar sadece sağlam insan için değil, engellileri de sokağa çağıran bir biçimde. Bisiklet kullanamayacak kadar yaşlı insanlar tekerlekli yürüteçlerle sokaklardalar. Parklar park, imara açılmamış. Sadece bank ve çöp tenekeleri var. Çocuklar için oyun donatıları. Genel olarak yapılar kaldırımlara sıfır yapılmıyor. Kaçak kat yok. Önlerinde boş alan ya da yeşil alan var. Yapı herhangi bir sebeple yıkıldığında yıkıntılar yolları kapatmasın diye. Oysa deprem ülkesi de değil Hollanda. Yeraltından geçen atık su sistemlerine, yeraltına döşenmiş kablolara vb. erişim için yapılmış kapaklar öyle özenli yerleştirilmişler ki yolla hemzemin olmuşlar. Var mı, yok mu belli değiller. Türkiye’dekiler nasıl?

Elli bir yıldır Hollanda’da yaşayan bir arkadaşımızın apartman dairesinde kaldık. Dairesinin iç tasarımı ve kimi ayrıntıları dikkatimi çekti. Kaldığımız dairenin bulunduğu dört katlı apartman dikdörtgenler prizması şeklinde olup yapı doğu batı yönünde konumlandırılmış. Böylece, dairlerdeki bir oda ve mutfak sabah güneşini; öbür iki yatak odası ve salon da akşam güneşini alıyor. Batı yönündeki salon ile bir yatak odasının hizalarına gelecek şekilde iki geniş balkon var. Derinliği bir buçuk metre yakın ve korkulukları insana güven veren balkonlar. İstanbul’da yaşadığım apartmanın korkulukları dayanırsan kendini aşağıda bulacağın cinsten.

Evin iç mekan kullanımında asıl ilginç olansa şu: evin girişi(antre) küçük tutulmuş. Eve girer girmez solunuzda bir kapı var ki bu, banyonun kapısı. Dışarıdan, yağmurdan kaçıp eve girdiniz, ıslak halinizle, şemsiyenizle banyoya atabilirsiniz kendinizi. Banyonun içinden geçip mutfağa giriyorsunuz. Yani banyo antre ve mutfak arasında. Banyoya hem mutfaktan hem de girişten hemen sonra, yani koridordan erişim var. Mutfakta bir şey döküldü, kırıldı, temizlik malzemesine ihtiyacınız var, süratle banyoya erişip müdahale edebilirsiniz. Ayrıca, diyelim misafiriniz var, salonda yatırıyorsunuz, ama mutfakta işiniz var. Salondakiler rahatsız etmeden banyoya, oradan mutfağa geçebiliyorsunuz. Küçük tutulmuş giriş alanından içeriye, koridora devam ederken/geçerken bir kapı var ki bu da evdeki ısı yalıtımına destekliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi banyonun içinde tuvalet yok. Tuvalet antreyi sınırlayan kapıyı geçtikten sonra sol tarafa düşüyor. Evin toplam üç odası ve salona da en yakın mesafede. Ayrıca, temiz ve atık su borularının geçtiği alanlar (banyo, mutfak, tuvalet) birbirlerine asgari mesafede tutulmuşlar.

EV TASARIMINDAKİ AYRINTILAR

Dokuz gün kaldığımız dairede bazı ayrıntılar var ki onlara da değinmek isterim. Daire kapısının eşiğinde mini bir rampa var ki bu eve tekerlekli sandalyeyle rahatça girmeyi sağlıyor. Mutfağın salona açılan kapısı ve antredeki bitişindeki kapının bir kısmı boylamasına, eni otuz santimlik şeffaf cam. Cam kısımdan içeriyi, kapıyı açmadan görebilmeyi sağlıyor bu cam kuşak. Evde üç duvarda, farklı derinliklerde gömme dolap var. Biri mutfak malzemeleri için. Pencereler geniş tutulmuş ve pencerelerin altında kaloriferlerin üstüne gelecek biçimde 25-30 cm genişliğinde raflar monte edilmiş. Yer kazandıran küçük ama etkili bir çözüm. Banyo ve tuvaletin kapı eşiklerinde hafif bir yükselti var ki bu, su basması halinde evin geri kalanına su yayılmasın diye. Tuvalet ve banyonun elektrik düğmeleri dışarıda değil, içerde.

Evleri daha kullanışlı ve güvenli hale getiren bu küçük dokunuşlardan bazılarına Anadolu’daki gezilerimde rastlamıştım. Mesela, Safranbolu’da, Mardin’de gezdiğim evlerde gömme dolap, pencere önlerine eşya konulacak raflar görmüştüm. Ancak şimdi yaşadığımız evlerde, yeni yapılan konut inşaatlarında neden böyle kullanışlı ayrıntılara yer verilmiyor? Bu soruya birçok açıdan cevaplar verilebilir. Herhalde bu denli kötü bir şehirlere ve kullanışsız ve güvenliksiz konutlara mahkum edilişimizin sebeplerinden biri de şehircilik, mimarlık alanlarında geleneğin kesintiye uğratılmasıdır. Tarihsel olarak bu alanlarda bilgi, birikim, tecrübeyi taşıyan insanları yok eder ya da ülkeden sürerseniz böylesi durumlara düşmek şaşırtıcı olmasa gerektir. Şimdi, bilgimiz de birikimimiz de yeterli seviyede, yurtdışında da o kadar inşaat yapıyoruz savunması yapılabilir, ama yurtdışında yapılan inşaatlarla, ülkede yapılanlar acaba aynı kalitedeler mi? Ya da kendi yurttaşına neden bu kadar kötü, kalitesiz, kullanışsız konutlar (mesela TOKİ konutları) yapıyorsunuz sorusu yanlış bir soru mu?

EMSAL BİR SOSYAL DEVLET

Buraya kadar anlattıklarım hemen hemen her gözün görebileceği şeyler. Şimdi de Hollanda’da yarım asrı devirmiş, orada emekliliğe hak kazanmış, evinde kaldığımız arkadaşımızdan duyduklarımıza kulak verelim. Türkiye’nin tersine, Hollanda sadece kağıt üstünde değil, uygulamalarıyla da gerçek manada bir sosyal devlet. Evinde kaldığımız arkadaş, sosyal devlet uygulamalarının zenginliği bakımından Hollanda’nın dünyadaki ilk üç ülkeden biri olduğunu söyledi. Örnekler verdi. Mesela, başka bir işte çalışıp emekli olsanız da olmasanız da 65 yaşına gelen herkese devlet emekli maaşı bağlıyor. İki emekli insan sadece devletten aldıkları emekli aylıklarıyla yaşayabiliyor. Ev kirası maaştan fazla değil. Arkadaşımızın kaldığı daire belediyenin. Mülkiyeti onun değil, ama ölene kadar evi kullanma hakkı var. Belediye evdeki onarım, düzenli bakım işlerini de üstleniyor. Tuvalet taşı, lavabo, bataryalar, mutfak tezgahı gibi parçalar, donatılar aralıklarla yenileniyor. Emekli insanlara belediye özellikle yardımcı olup ihtimam gösteriyor. Evlerine temizlik personeli gönderiyor düzenli aralıklarla. Diyelim evde büyük bir tamirat çıktı, evin boşaltılıp tamir edilmesi gerekiyor. Oturduğunuz ev tamir edilene kadar, belediye size yeni bir ev temin ediyor.

Ne yazık ki ve de pek de şaşırmayacağımız şekilde ne yazık ki oradaki bazı Türkiyeliler bu sosyal uygulamaları kötüye kullanıyor. Mesela, Hollanda’da oturmadığı halde sosyal yardım almayı başaranlar! Ya da Fethullahçılar adlı cemaatin Hollanda’daki ‘Siyah Okul’ projesi yoluyla Hollanda devletinden milyonlarca Euro teşvik alıp bu parayı eğitim ya da okula harcamak yerine ceplerine indirmeleri gibi. ABD’de ‘charter okullarında’ yaptıkları gibi.

GEZİP GÖRDÜĞÜMÜZ YERLER

Hollanda’da dokuz gün içinde ‘gördüklerim’ ve ‘dinlediklerimin’ böyle. Şimdi, yazımı biraz daha alışıldık bir gezi yazısına benzetmek istersem, gezdiğimiz yerlere kısaca değineyim. Gezip gördüğümüz yerler tahminim o ki bilinen, turistlerce de ziyaret edilen yerler. Bu yerler hakkında değişik mecralarda benzer bilgiler bulabilirsiniz. Bu yüzden, uzatmadan bir şeyler yazarsam, sırasıyla aşağıdaki yerleri gördük:

  1. Malieveld parkı: İlk gün Lahey’deki protestolara katıldık. Hollanda’da okuyan/yaşayan çoğu genç, büyük bir grup Erdoğan’ı Malieveld parkında protesto etti. Aynı gün Mini-Hollanda (Madurodam) denilen alanı ziyaret ettik. Hollanda’daki denizcilik, kanal yapımı ve tren taşımacılığına vurgu yapılmış. Zemini kumdan, içinde ahşap bir gemi de olan güzel bir oyun sahası var çocuklar için.
  2. Keukenhof lale bahçesi: On yedinci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndan götürülmüş lale çiçeğinin yurdu artık Hollanda. İçinde seyirlik bir yel değirmeni de olan, kanal gezintisi yapılabilen büyük bir lale bahçesini gezdik. Hem kapalı hem açık mekanlarda onlarca çeşit lale ve başka çiçekler gördük. Lale bahçesi üzerinden muazzam bir ekonomi yaratılmış. Mart’ın son haftasından Mayıs’ın ortasına kadar süren lale mevsiminde dünyanın dört yanından insan akıyor buraya. Biletler de ucuz değil.
  3. Rotterdam’da Euromast adındaki kuleye çıktık. Kanallar kentini bir de yükseklerden izledik. Ren nehri ve kanallar üzerine kurulu Avrupa’nın en büyük limanlarından biri Rotterdam’da. Nehir ve kanallar üzerinde yürüyen büyüklü küçüklü tekneler saat gibi çalışıyor. Kuleden sonra, Akdeniz ürünlerinin satıldığı bir semtte bir balıkçı dükkanında balık yedik. Buradaki düzen de dikkat çekici.
  4. Amesterdam’a da uğradık. Büyük kentlerde otopark hem büyük bir sorun hem pahalı. 3-4 saat kaldık, ayrılırken 32 Euro park parası ödedik. Büyük İstasyon (Amsterdam Central) çok güzel bir yapı. İstasyonun olduğu yer şehrin merkezi gibi. Feribotlardan çıkanlar, binenler, otobüs durakları, metrolardan inenler, binenler, bisikletliler; sanki herkes orada. Ancak bu kalabalığa, yaya, otobüs, taksi vs. trafiğine rağmen kaos ve karışıklık yok. Aynen yuvalarına yiyecek taşıtan karıncalarda olduğu gibi. Bir saate yakın süren dolmuş-tekneyle kanallar gezintisine katıldık. Kanal boylarındaki tarihi yapıların korunmuş olması ve bakımlı olmaları dikkat çekici.
  5. Kinderdijk adlı kasabaya gittik. UNESCO’nun 1994 yılında Dünya Kültürel Mirası olarak tescillediği yel değirmenlerin olduğu kasaba. Kanaldaki teknelerle ya da yürüyerek değirmenleri ziyaret ediyorsunuz. Değirmenler denizde su yükseldiğinde kabaran suyu denize doğru gönderiyor ve karanın sular altında kalmasını engelliyor. Bu işi yapan ve şimdi elektrikle çalıştırılan devasa pompalar var ama sitim ve elektrikli makineler bulunmadan önce farklı yönlere yerleştirilmiş değirmenler bu işi görüyormuş. Değirmenlerin gövdelerinin değirmenleri çalıştıran, bakımını yapan ailelerin evleri olduğunu öğrenmek ilginçti. Don Kişot’un değirmenlere açtığı savaşın hiç de kolay bir savaş olmadığını düşündüm gezerken. Değirmen kanatlarının biri çarpsa acillik olursunuz.
  6. Delft şehri de güzeldi. Burada da kanal gezisi yaptık. Üniversiteden mezun olan gençlerin bisikletlerini kanallara atmak gibi bir gelenekleri varmış. Teknede kaptanlık yapan 21 yaşındaki kadın her yıl kanaldan 500-600 bisiklet çıkardıklarını söyledi. Mahalle arasındaki bir parkı çok beğendik.
  7. Kaldığımız Rozenburg kasabasına yakın bir pazara da uğradık. Pazar Türkiye’de kurulan pazarlara benziyor. Nerdeyse her türlü ihtiyaç (yiyecek, giyecek, mutfak eşyaları vs.) var. Bir de fazlası var: çocuk kitapları satan bir tezgah gördüm pazarda. Pazarda kızarmış yağ kokusu eksik değildi. Ve iki şeyden geliyordu bu koku. Bizim sokaklarda en kolay, en yaygın bulduğumuz atıştırmalık simitse Hollandalıların Frits adını verdikleri patates kızartması. Pazardaki kokunun birinci kaynağı buydu. Sadece pazarda değil, kentin başka yerlerinde de patatesçiler önünde uzun kuyruklar gördük. Yağ kokusunun ikinci kaynağı ise kızartılmış nehir/deniz balıkları ve deniz ürünleriydi. Pazarcıların arasında Hollandalılar kadar, yabancılar da vardı. Türkiyelilerin satış yaptığı balık tezgahında levrek aldık. Çok lezzetli ve tazeydi. Levreğin lezzeti büyük olasılıkla deniz levreği olmasındandı. İnşallah bu yazımı okur ve onlara da teşekkür ettiğimi okurlar.
  8. Ev sahibimiz tam bir yemek ustasıydı. Yaşadığı yer Rozenberg yerel televizyonu için zamanında yemek programları yapacak denli usta bir aşçı. Sekiz gün boyunca hem gözümüzü hem midemizi doyurdu. Bir kez de buradan teşekkür ederiz. Yazımın ana temalarını da kendisi ve kıymetli hayat arkadaşıyla konuşmalarımızdan süzdüm. Ona da daveti, ev sahipliği için teşekkür ederiz ailecek.

Bitirirken….

Evinde kaldığımız arkadaşıma bodoslama bir soru da sordum: Hiç kötü şey yok mu bu ülkede? Soruma yalnızlık var, bir sürü insanın evinde kimsesiz, bir başına ölüsü bulunuyor, insanların çok bireyci, dedi. Ayrıca, ben de kasabayla şehirler arasında toplu taşımacılığın olmadığını, insanların arabaya bağımlı olduğu gözlemledim. Ancak yazımın başında da söylediğim gibi şehircilik pratikleri bakımından iki ülke arasında birçok şey kıyas bile kabul etmez. Bir de belediyenin bütçesini nerelere harcadığı konusu var, gerçek sosyal belediyeciliğin güzel örneklerini hala veriyor Hollanda.

İyi gezmeler, görmeler, düşünmeler…

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

ŞAİR HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL ÇEKMEKÖY’DE ANILDI

Yayınlanma:

|

Çekmeköy merkezli Şiirle Karşılaşmalar ekibi olarak 22 Şubat Cumartesi akşamı şair Hasan Hüseyin Korkmazgil‘i andık. Karlı, kışlı bir İstanbul akşamında bizi yalnız bırakmadı insanlar. Yerler kar, buz; insanlar gelemez sanıyorduk. Geldiler, dışarının soğuğuna aldırmadan. Çok mutluydu insanlar. Ülkenin şu halinde herkes kendi gibi düşünenlerle beraber olmak, içini dökmek istiyor. Müzik vardı, şiir vardı, söz vardı. Sanki 1984’te aramızdan ayrılmış şairin tabutunu taşıdık, elden ele geçirdik kolayca. Azime Korkmazgil‘i de unutmadık. Seyirciler de söz aldı, şiir okudu. Şiirle Karşılaşmalara ilk kez katılıp sahnede şiir okuyanlara kitap hediye ettik.

Salondaki en büyük şair (72 yaşında) ile en küçük şiir okuru/şair adayı (9 yaşında) yan yana çıktılar sahneye. Herhalde en çok buna sevinirdi görseydi Hasan Hüseyin. Ama duydu o bizi. Evet, biz de onun şiirden anladığı gibi, umudu diri tutmaya çalışıyoruz. Ben de bu yüzden Karagün Dostu adlı şiirini okudum. Acıyı Bal Eyledik adlı programımız başladığında saat 19.00 idi, bittiğindeyse saat 21.45’di. Daha ne olsun? Eksiğiyle fazlasıyla yaşıyor Hasan Hüseyin Korkmazgil. Yaşıyor Acıyı Bal Eyleyenler. Yaraları sarılmış bir ülke bırakacağız çocuklarımıza. And olsun, sözümüz olsun Hasan Hüseyin’e.

Şiirle Karşılaşmalar Ekibi adına

Abbas Karakaya

 

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.