Connect with us

EKONOMİ

MAHFİ EĞİLMEZ: AKP Ekonomisinin 20 Yılı

Yayınlanma:

|

20 yıldır iktidarda olan AKP’nin ülke ekonomisi nerede alıp nereye getirdiğini başlıca makroekonomik göstergeler yardımıyla ele alacağız. Çalışmanın sonunda da özellikle yaşanan depremler sonrasında kentsel dönüşüm konusunda nerede olduğumuza bakacağız.

GSYH Sıralamasında Dünyadaki Yerimiz

Türkiye, 2000 yılında dünya GSYH sıralamasında 17’nci sıradaydı. 2021 sonunda 21’inci sıraya gerilemiş bulunuyor (kaynak: IMF World Economic Outlook Database, October, 2022.) İran’ın GSYH’sini gerçek kur ile dolara çevirirsek İran bu listeye giremiyor. O nedenle Türkiye’nin 2021 sonu itibarıyla listedeki gerçek yeri 20’nci sıradır.

AKP’nin iktidarda bulunduğu 20 yıllık sürede Türkiye birkaç kez 16’ncı sıraya yükselmişse de özellikle 2018 yılındaki rejim değişikliğinden sonra yaşanan ivme kayıpları sonucu 20’nci sıraya gerilemiştir.

Büyüme ve Gelişmekte Olan Ülkeler Ortalamasıyla Karşılaştırma

AKP, iktidarının ilk 12 yılında oldukça iyi bir büyüme performansı yakalanmış, 2001 krizi sonrasında başlayan yüksek büyüme 2009 yılında küresel krizin yansımasıyla küçülmeye dönüşmüş görünüyor.

Küresel krizin etkisini bir yılda atlatan Türkiye, inişli çıkışlı bir büyüme eğilimiyle 2019 yılına kadar gelmiş 2019 ve 2020 yıllarında ivme kayıpları yaşamıştır. Grafikteki eğilim çizgisi (kırmızı kırıklı çizgi) bize AKP’nin 20 yıllık iktidar süresinde büyümenin düşüş eğiliminde olduğunu gösteriyor.

Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 2002’den 2022’ye kadar olan büyüme oranları, içinde yer aldığı Gelişmekte olan Ülkeler (GOÜ) grubunun ortalamasıyla karşılaştırmalı olarak sunuluyor (kaynak: IMF, World Economic Outlook Database, October 2022.)

(AKP dönemini değerlendirdiğimiz için ortalamalara 2002 – 2022 dönemini aldık.) Görüleceği gibi büyüme konusunda Türkiye, gelişmekte olan ülkeler grubu ortalamasının az da olsa üzerine çıkmış bulunuyor.

İşsizlik

AKP iktidarı öncesinde Türkiye’de işsizlik oranı ortalaması yüzde 7,5 – 8 arasında bulunuyordu. Ve bu oran uzun yıllar ortalaması olduğu için Türkiye açısından doğal işsizlik oranı olarak kabul edilebilecek bir düzeydi. AKP iktidara gelmeden hemen önce yaşanan 2001 kriziyle işsizlik oranı yüzde 11 düzeyine yükselmişti.

Grafikten de görülebileceği gibi AKP’nin 20 yıllık iktidarı süresince sağlanan yüzde 5’in üzerinde ortalama büyümeye karşın işsizlik oranı ortalama yüzde 10,6 oranında gerçekleşmiş böylece yüzde 8 olan doğal işsizlik oranı yüzde 10’lara yükselmiş bulunuyor.

Enflasyon ve Gelişmekte Olan Ülkeler Ortalamasıyla Karşılaştırma

AKP, siyasal iktidarına yüksek oranlı bir enflasyon devralarak başladı. 2001 Krizi sonrası başlamış bulunan IMF destekli Güçlü Ekonomiye Geçiş programını 2008 ortasına kadar aynen sürdüren AKP iktidarı, enflasyonu kısa sürede yüzde 10’un altına düşürmeyi başardı.

Grafikte bu düşüş açıkça görülebiliyor. Bu olumlu görünüm 2018 yılına kadar korunabildi. Rejim değişikliğiyle birlikte bu görünüm kayboldu ve enflasyon hızla yükselmeye başladı. Bu dönem, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını iyice yitirdiği ve faizlerin hızla düşürüldüğü dönemdir. Grafikte enflasyonun nasıl denetimden çıktığını izlemek mümkündür.

Başarının nasıl başarısızlığa dönüştüğünü net bir biçimde ortaya koyabilmek için Merkez Bankası faiziyle enflasyon arasındaki ilişkiye bakmak yeterlidir.

Grafikte mavi kırıklı çizgi Merkez Bankası’nın hükümetle ortaklaşa belirlediği enflasyon hedefini gösteriyor. Bu hedef yıllardır hiç değişmiyor (yüzde 5.) Siyah çizgi, Merkez Bankası’nın yüzde 5’lik enflasyon hedefine ulaşmak için uyguladığı faiz oranını kırmızı çizgi de gerçekleşen enflasyon oranlarını gösteriyor. 2020 yılında yapılan hızlı faiz düşüşlerinin enflasyonu nasıl denetimden çıkardığı açıkça görülebiliyor.

Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 2002’den 2022’ye kadar olan enflasyon oranları, içinde yer aldığı Gelişmekte olan Ülkeler (GOÜ) grubunun ortalamasıyla karşılaştırmalı olarak sunuluyor (kaynak: IMF, World Economic Outlook Database, October 2022.)

(AKP dönemini değerlendirdiğimiz için ortalamalara 2002 – 2022 dönemini aldık.) Tablo bize Türkiye2nin içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler grubunun iki buçuk katı daha fazla enflasyon yarattığını gösteriyor. 2013 yılında başlayan kopuş 2018 yılından itibaren hızlanarak artmış ve 2022 onunda Türkiye’de yıllık enflasyon GOÜ’nün 6 katına yükselmiş bulunuyor.

Bütçe Dengesi

AKP iktidarı, yüksek bütçe açıkları devraldı. Bununla birlikte yürürlükte olan IMF programı bu açıkların düşürülmesi için oldukça sağlam düzenlemeler getirmişti. AKP iktidarı bu düzenlemelere harfiyen uydu.

Grafik bize bütçe açığının denetim altında olduğunu gösteriyor. Ne var ki konu bütçe olunca yalnızca göstergelere değil onların arkasındaki çerçeveye bakılınca görünümün öyle parlak olmadığı anlaşılıyor. Özellikle 2022 yılında Türkiye resmen bir yılda iki bütçe kullandı. Yıl ortasında biten ödenekler ek bütçeyle değil o adı taşıyan ama ikinci bir bütçe büyüklüğünde olan bir bütçeyle yenilendi.

AKP iktidarının bütçe konusunda yaptığı ve önceki dönemlerden farklı olan en önemli şey bir seferlik gelirlerle bütçeyi finanse etmeye çalışmaktır. Bunların arasında vergi barışları, bedelli askerlik, imar affı için yapılan tahsilatlar, yurtdışı varlıkların belirli ödemeler karşılığı yurda getirilmesi gibi kalemler yer alıyor.  Bütçe açığının GSYH’ye oranını yüzde 3’ün altında tutma çabası ilerisi için sorun yaratacak birçok işlemin yapılmasına yol açmış bulunuyor. Bunların acısını getirilen imar aflarıyla depremlerde yaşamış bulunuyoruz.

Cari Denge ve Gelişmekte Olan Ülkeler Ortalamasıyla Karşılaştırma

AKP’nin iktidarı devraldığı 2002 yılı sonuna kadar Türkiye’de cari denge yüzde 1 dolayında açık veren bir görünümdeydi. 2003 yılından başlayarak cari açık büyümeye başladı. 2011 yılında yüzde 10 dolayında bir cari açık / GSYH oranıyla rekor kırılmış oldu.

Grafik bize AKP iktidarı döneminde cari açığın yüzde 4 – 5 arasında bir dengeye oturduğunu gösteriyor ki bu finanse edilmesi sıkıntılı bir dengeye işaret ediyor. Bu açığı finanse ederken ister istemez kur yükselişine boyun eğmek zorunda kalınıyor.

Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 2002’den 2022’ye kadar olan cari denge / GSYH oranları, içinde yer aldığı Gelişmekte olan Ülkeler (GOÜ) grubunun ortalamasıyla karşılaştırmalı olarak sunuluyor (kaynak: IMF, World Economic Outlook Database, October 2022.)

Tablo, bize Türkiye’nin, AKP’nin iktidarda bulunduğu 2002 – 2022 döneminde ortalama yüzde 4,6 oranında cari açık verdiğini buna karşılık içinde yer aldığımız gelişmekte olan ülkeler grubunun yüzde 1,4 oranında cari fazla verdiğini gösteriyor.

USD/TL Kurunun Gelişimi ve Dolarizasyon

AKP iktidarının ilk 12 yılında USD/TL kuru neredeyse sabit kur gibi gelişti. O dönemde kur ortalama olarak 1 USD = 1,5 TL düzeyindeydi.

Aşağıdaki grafik 2002 – 2022 arasında USD/TL kurundaki gelişlimi gösteriyor (grafik Bloomberg HT’nin USD/TL kuru verileri kullanılarak tarafımdan hazırlanmıştır.)

Grafik, 2016 yılında başlayan kur yükselişinin 2020 yılında faizlerde yapılan hızlı düşüşlerle nasıl hızlandığını açık biçimde sergiliyor.

Dolarizasyon ya da teknik ifadesiyle ‘para ikamesi’ bir toplumun kendi parası yerine bir başka ülke parasını tercih etmesi anlamına geliyor. Bunun oranını ölçmek için bankalardaki yabancı para mevduatı toplam mevduata bölüyoruz (Dolarizasyon = Yabancı Para Mevduat Toplamı / Toplam Mevduat.) Aşağıdaki grafik AKP iktidarı döneminde dolarizasyonun nasıl geliştiğini gösteriyor (Grafik; TCMB, Bloomberg HT verileri kullanılarak tarafımdan hazırlanmıştır.)

2002 yılında dolarizasyon oranı yüzde 57 idi. Yani bankalardaki her 100 TL’lik mevduatın 57 TL’si yabancı para, 43 TL’si Türk Lirasıydı. Uygulanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının öngördüğü bankacılık reformu, kamu mali disiplinin sağlanması ve borçlanmanın düşürülmesi ve 2005 yılı sonunda başlayan Avrupa Birliğine tam üyelik müzakereleriyle hızla gerileyen dolarizasyon oranı, sonrasında bütün bu reform havasının tersine dönmesiyle yeniden yükselişe geçti. Bugün başladığımız noktaya geri gelmiş durumdayız. Üstelik buna bankaların ‘opsiyon’ adı altında geçici olarak yabancı para mevduatını TL mevduat gibi gösterme operasyonlarındaki miktarlar dahil bulunmuyor. Onlar da katılırsa başladığımız noktadan çok daha yukarılarda olduğumuz ortaya çıkıyor.

Özetle söylemek gerekirse AKP iktidarı 20 yıllık yönetim süresinde başlarda çözer gibi olduğu dolarizasyon sorununu sonradan çok daha yüksek bir düzeye çıkarmış bulunuyor.

Dış Borçlar ve Gelişmekte Olan Ülke (GOÜ) Ortalamasıyla Karşılaştırılması

AKP, iktidara geldiğinde dış borçların GSYH’ye oranı yüzde 56 dolayındaydı. Bu oran hızla geriledi ve 2005 yılında yüzde 35’lere düştü. Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye’ye 2006 – 2010 arasında toplam 80 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girişi oldu (1923 – 2005 arası giren doğrudan yabancı sermaye toplamı 15,4 milyar dolardı.) Bu büyük giriş dış borç stokunu düşürdü. Bir başka deyişle Türkiye, dış borçların yerine doğrudan yabancı sermaye girişini koymayı başardı.

AKP iktidarı, 2013 yılından itibaren bu ivmeyi kaybetti. Bunun temel nedeni Avrupa Birliği ile olan ilişkilerin bozulması ve tam üyelik seçeneğinin neredeyse tümüyle masadan kalkmış olmasıdır. O tarihten sonra doğrudan yabancı sermaye girişi düşerken yerini yine dış borçlanmalar aldı ve dış borç yükü hızla yükseldi.

Bugün geldiğimiz noktada başladığımız yerden farklı bir konumda değiliz: Dış borç yükümüz hala 2002 sonundaki gibi yüzde 55. Buna karşılık GOÜ’lerin dış borç yükü yüzde 36,7’den yüzde 29,1’e gerilemiş bulunuyor.

Öte yandan son birkaç yılda dış borç yükünün düşmesinin nedeni Merkez Bankası ve bankaların borçlanma yerine swap işlemleriyle devam etmeleridir. Swap işlemleriyle altına girilen yükümlülükler dış borç olarak kabul edilmediği için borç stokunda yer almıyor.

Depremden Depreme, Krizden Krize

AKP, iktidara geldiğinde İzmit Depreminin üzerinden 3 yıldan biraz fazla, 2001 ekonomik krizinin üzerinden de 2 yıla yakın zaman geçmişti. 18 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği depremin yaraları tam olarak sarılamamış, yarattığı travma unutulmamışken yaşanan ekonomik kriz binlerce insanın işsiz kalmasına ve ülkenin GSYH’sinin dörtte birinin kaybedilmesine yol açmıştı. AKP’nin iktidarı kazanmasında 1999 depremi ve 2001 ekonomik krizi etkili olmuştu.

Türkiye, bu yılın Şubat ayında Kahramanmaraş merkezli depremlerle 10 ilde büyük bir yıkım yaşadı. Bu depremlerde 50 bine yakın insan hayatını kaybetti. Depremler, 1999 depreminden ders çıkarılmamış ve gerekli önlemlerin alınmamış olduğunu açık biçimde ortaya koydu.

Yapılan resmi açıklamalara göre İstanbul başta olmak üzere 6,5 milyon konutun acilen kentsel dönüşüme girmesi gerekiyor. Bu açıklamadaki acilen ifadesini en fazla beş yıl olarak anlarsak yılda 1.300 bin konutun dönüştürülmesi gerçeği çıkar karşımıza. Bu dönüştürülecek konutlara ek olarak Türkiye’de her yıl yeni 750 bin konuta ihtiyaç duyulduğunu da dikkate alırsak yılda 2 milyon konut üretilmesi gerektiği sonucuna ulaşırız. Türkiye’nin mevcut olanaklarla yıllık konut üretim kapasitesi 1 milyon olarak hesaplandığına göre ya yılda 2 milyon konut üretim düzeyine çıkılacak ya da bu plan beş yıl değil on yıla yayılacak ki o zaman da özellikle İstanbul açısından depremle dönüşüm tamamlanamadan karşılaşma riski artmış olacak.

Başlarda ekonomik sorunları çözmeye doğru yaklaşmasının temel nedeni uygulanan IMF programı ve onun verdiği ivmeydi. O program bitip ivme de bir süre sonra kaybedilince ekonomide geriye kayma başladı.

Sonuç

AKP’nin 20 yıllık uzun ve tek başına iktidarı ne yazık ki ülkeyi ekonomik olarak içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler arasında oldukça geri sıralara düşürmüş bulunuyor. Türkiye henüz 2001’deki gibi büyük çaplı işsizlik görmediği ve geçmişten beri yüksek enflasyonla yaşadığı için insanlar içinde bulunulan ve giderek kötüye giden ekonomik durumu bir kriz olarak görmüyorlar. Oysa enflasyonun bu kadar yüksek olduğu, cari açığın giderek arttığı, swap hariç net döviz rezervlerinin eksi 40 milyar doların üzerinde olduğu, faizlerin, kurun bastırıldığı bir durum kriz hali olarak tanımlanır.

Öte yandan AKP’nin iktidarda olduğu dönemde yalnızca özelleştirmelerden 63 milyar dolar gelir elde edilmiş bulunuyor. Bu paralar büyük çoğunlukla, lüks binalara, gereksiz havalimanı yapımları, kullanılmayan köprü yapımları gibi gösteriş tüketimine harcandı. Oysa bu dönemde AKP iktidarı, bu paraları kentsel dönüşüme harcamış olsaydı bugün yaşadığımız sorunların çoğu yaşanmayacaktı.

Bilimde mucize olmaz. Bilim; plana, programa ve liyakate dayanır. Bunlar olmayınca ekonomide kriz yaşamaktan kurtulma şansı kalmadığı gibi deprem gibi facialarla karşılaştığımızda binaların yıkılmasının ve insanların ölmesinin önlenmesi de imkânsız hale gelir.

Türkiye, 2023 seçimlerine her alanda çok büyük sorunlarla giriyor.

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Yaşayan Ölüler Aramızda: Finansal Zombi Krizi

Yayınlanma:

|

Ekonomide görünmez ama hissedilen bir tehlike var: Zombi şirketler. Gelirleri borçlarının faizini bile karşılamayan, piyasada sadece dış desteklerle ayakta kalan bu firmalar, yalnızca kendi varlıklarını değil, tüm ekonomik yapının sağlığını tehdit ediyor.

Zombi Şirket Nedir?

Zombi şirketler, faaliyetlerinden elde ettikleri kazançla borçlarının faizini dahi ödeyemeyen, ancak çeşitli yollarla piyasada tutulan işletmelerdir. Bu yollar arasında:

  • Sürekli borç çevrimi

  • Siyasi baskılarla alınan krediler

  • İflas erteleme ya da konkordato kullanımı

  • Kamu bankaları veya fonları yoluyla yapılan kurtarmalar

bulunur. Bu firmalar aslında çoktan iflas etmişlerdir; ancak piyasa gerçekleri bunu henüz kayda geçmemiştir.

Ekonomiye Verdikleri Zararlar

1. Kaynakların İsrafı

Finansal sistemde sınırlı olan kaynaklar (kredi, iş gücü, teşvik vb.) verimli firmalara değil, aslında çoktan ölmüş bu “zombilere” aktarılır. Bu durum, ekonomik büyümenin kalitesini bozar.

2. Rekabetin Bozulması

Zombi firmalar, zarar etmelerine rağmen piyasada kalabildikleri için fiyatları baskılar, daha sağlıklı ve verimli firmaların piyasadan çıkmasına neden olur. Bu da yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeyi engeller.

3. Banka Bilançolarında Risk

Bankalar zombi firmalara kredi verdikçe tahsil edilemeyen alacaklar artar. Sorunlu krediler (NPL) yükselir ve banka sistemine duyulan güven zedelenir.

4. Yatırımcı Güvensizliği

Piyasada “kimin sağlıklı kimin batık” olduğu belli olmaz. Şeffaflık kaybolur. Bu da doğrudan yatırımların ve risk iştahının düşmesine yol açar.

5. Verimlilik Kaybı

Zombi firmalar büyüme rakamlarını yapay olarak şişirebilir ama toplam faktör verimliliği düşer. Ekonomi görünürde büyürken, içeride çürümeye başlar.

Türkiye Örneği: Sessiz Kriz

Türkiye’de özellikle son yıllarda düşük faiz politikaları ve kredi genişlemesi, zombi firmaların sayısını artırdı.

  • KGF destekli krediler,

  • İflas erteleme/kurtarma kültürü,

  • Siyasi olarak ayakta tutulan kamu projeleri,

bu yapıyı besledi. Bu durum, verimli firmaları cezalandırırken, “ölü şirketlerin” yaşamaya devam ettiği bir ekonomik iklim yarattı.

Ekonomik Risk: Zincirleme Çöküş

Faizler yükseldiğinde veya destekler çekildiğinde bu zombi firmalar zincirleme şekilde batmaya başlar. Bu da domino etkisiyle:

  • Bankacılık krizine,

  • İşsizlik artışına,

  • Güvensizlik ortamına,

neden olabilir. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı konkordato patlaması bu riski açıkça göstermektedir.

Yaşayan Ölülerden Kurtulmak

Ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için kaynakların doğru yönlendirilmesi şarttır. Zombi şirketlerin desteklenmesi değil, piyasa içi doğal seleksiyonun işlemesi, güçlü firmaların güçlenmesi gerekir.

Zombi ortamı kısa vadede siyasi rahatlama getirse de uzun vadede büyümenin yapısını çürütür.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.