Yazılarımda sık sık McKinsey Prens ve Prensesleri kullanınca bazılar far görmüş tavşan gibi anlam veremedi. Bir dostum, “benim kız, okulları yurt dışında bitirdi iyi bir eğitim aldı, McKinsey’de analist olarak çalışıyor, iyi de para veriyorlar, ne istiyorsun bunlardan” diye serzenişte bulundu. Anlatınca kafası karıştı, önyargılı tepki verdiğini dile getirdi. Neler mi anlattım, hadi yazalım.
Şahıslar ile derdimiz yok
Başta ön açıklama yapalım. Benim şahıslar ile onların yaptığı kişisel hatalar ile işim olmaz. Kim ne yapar ise yapsın, kurumu kabul edip sonuçlarına katlanıyor ise dert edinecek değilim. İlk yazılarda kullandığım, “McKinsey Oğlanları” lafını pek takıntı yapmışlar, üzerine alınan oldu ise kusura bakmasın, neyse “Prensleri” diyelim de ruhları okşansın. Bunu daha çok severler, nasılsa bu toprağın insanları değiller artık. Literatüre bir kavram sokmuş olduk.
Her şey Özal döneminde başladı
ABD beslemesi, hormonlu 12 Eylül 1980 Faşist Paşalar darbesi; ülkenin o yıla kadar yetiştirdiği Aydınları, Sanatçıları, Öğretmenleri, Öğrencisi, Müzisyeni, Gazeteciyi, Yazarı, Sendikası, Üniversiteleri; ülkesi için ne kadar kafa yoran insanlar ve kurumlar var ise silindir gibi ezdi geçti, bir kuşağı yok etti. Ekonomi de Özal eline bırakıldı, Kapitalizmin ana sloganı olan, “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” ana politika oldu.
Özal Prensleri devreye sokuldu
Özal dönemini inceleyen veya hatırlayanlar bir konu ile karşılaşırlar. Özal bir proje idi ve kadrosu ile geldi. ABD’de, Avrupa’da davul zurna ile kurtarıcı edası ile yurt dışından her şeyi bilen edasında “prens ve prensesler” getirildi. Neydi bunların özelliği? Ortak özelliği Kapitalist Sistemi iyi biliyorlardı. Hepsinde 1-2 hatta 3-4 yabancı dil vardı. Öyle ya projenin ana amaçlarından biri içe kapalı bir ülkeyi uluslararası Sermeye ile bütünleştirmekti. Globalleşme, kulağa hoş geliyordu, Başarılı da oldular. Özal’ın kendisi Devlet Planlama Teşkilat ( DPT ) kökenli olmasına rağmen “Plan da neymiş” diyerek bir kenara bıraktı. “Özelleştirme” lafları ilk o dönemde dillendirildi. Halk bunu “köprüyü satacağım, fabrikaları satacağım” gibi algılıyordu ama amaç belli idi. Ne var ne yok sat, Devleti ekonominin dışına çıkar. 1982’de Sermaye Piyasası Kurulu ( SPK ) kuruldu. 1985’de İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ( IMKB ) kuruldu. Yabancı Danışmanlar akıl hocaları ortalıkta dolaşıyordu.
2000 Krizi Derviş Prensi
Ülke Müslümandı ama gelenler Prens ve Prensesti. Modern Haçlılar olduğunu bir avuç insan çözebildi. Olup bitenler o kadar karmaşık ve giriftti ki kimse o toz duman arasında ne olduğunu tam çözemedi. Çözdüğünde de olan olmuş iş bitmişti. Mart 2001’de Kurtarıcı Mesih edası ile Dünya Bankası görevinde ara verdirip Türkiye’ye getirilip Ecevit Hükümetine monte edilen Derviş, sistemi uluslararası sermayenin istediği şekilde, IMF Anlaşma yaptırıp ekonomiyi dizayn edip gitti. “15 günde 15 yasa yoksa ülke batar” gazete başlıklarını hatırlayın. Yeni Türkiye tamamen dışa açıktı artık ve korumasızdı. Türk Telekom, THY, TÜPTAŞ, ERDEMİR, TEKEL ve Şeker Fabrikalarındaki Kamu hisseleri satışları bu dönmede başlar. TEAŞ, TEDAŞ varlıklarının bir kısmı bu dönemde satışa başlar. Dönemin, Danışmanlar kim? Aynı Prens ve Prensesler. Batan özel bankaların yurt dışından aldığı sendikasyon kredileri Hazine Garantisine aldırılıp devlete kuruşuna kadar ödettirildi iyi mi. Danışmanlar yine aynı Prens ve Prensesler. İş kendi alacaklarına gelinde “bırakınız yapsınlar” sloganı bir kenara bırakıp böyle yakana yapışırlar unutma! 2000’lerin ortalarında bir baktık bankalar satılmaya başladı. Bazı yabancı bankaların şubeleri mantar gibi her yere yayıldı. Sektörü yabancıların ağırlığı daha fazlaydı artık. Vatandaş ne olduğun anlamadı bile. Vatandaş banka borcu ile bir şeyler alınca, ”refahım arttı” sandı. 2002’de vatandaşın bankalar toplam borcu 6 milyar TL, 2019 Mayısında 515 milyar TL hadi geçmiş olsun milletçe bankalar için çalışıyoruz artık. Firmaların da farklı bir yapısı yok.
McKinseyciler Dönemi
McKinsey bizim için sembol isim. İsim benzerliği Kurum veya buradaki çalışanlar ile bir ilgisi yok. 1990’ların ortaları bu tür Danışman ve Derecelendirme firmalarının İstanbul’da ofis açma furyası başladı. “Truva atı” gibi sisteme monte edildi. Bu firmalardan rapor almadan uluslararası finansörlerden, bankerlerden tek kuruş borç alınamıyordu. Borç verenlerin Türkiye’deki haber akışı kanalları bu kurumlardı. Bu kurumlarda en akıllı, en iyi eğitim alan elemanların yer alması bu nedenledir. Borç verenler paralarının güvencede olmasını isterler. Doğru kurumlara borç verdiklerini ve paraların istediği gibi kullanılmasını isterler. McKinsey sembol dedik. Yüzlerce kurum, binlerce çalışanları var. En iyi eğitim görmüş, en akıllılar. Çalışanlara yüksek ücretler ödüyorlar. Keyifler yerinde. Çalışanlar ile sorunumuz yok. İtirazımız strateji ve uygulamalara ve çıkan sonuca.
McKinseyciler Bankalara nasıl sızdı
Dedik ya, “borç verenler ipi elinde alınca, kuralı da koyar”, öyle de oldu. Danışman ve Derecelendirme firmalarının rapor hazırlamaları yetmez. İçerde birileri olsun, sürekli bilgi akışı sağlayacak birileri olsun ister. Öyle ya raporlar olacakları değil, iş bittikten sonra olanları yazıyor ve aksiyon almak için geç kalınabilirdi. Sermaye ürkektir, hızlı hareket etmek ister. Her şeyin kendi kontrollerinde olmalarını ister. İşte McKinseyciler bu nedenle Bankalara monte edildi. “Parayı biz veriyoruz içinizde bizden birileri olacak” dendi. Onlarcası bankalara başladı. Bu elemanlar öyle konu mankeni gibi değil, “ya Yönetim Kurulunda ya da GMY olacak” dendi. Bazıları daha sonra ayak oyunları ile bankalarda Genel Müdür bile oldu. Bankacılık sektöründe Liyakat sistemini bitiren bu ukala, Ego tavan yapmış, Prens ve Prensesler oldu. Bankacılık ürün satışına döndürüldü, kar ürün satışındaydı artık. Gerçek bankacılar sistem dışına çıkarıldı. Öyle ya ürün satmak için tecrübeye gerek yoktu. Oysa, hedef ürün adeti ile olmaz, kaliteli ve uygun hizmet olmalıdır. Kabaca hikaye bu. Ülkenin yarı sömürge olmasında bu Prens ve Prenseslerin uygulamalarının ve stratejilerinin günahları büyük. Ne yaptıklarının kendileri bile farkında değil.
McKinseyciler ne kadar masum?
Yurt dışından paraları bulup getiren bunlardı. Bu paraların nerelere, hangi sektörlere verilecekleri belirleyen bunlardı. Bazı karlı sektörler belirlediler. O günkü raporları takip edenler bilir. Enerji, Sağlık gibi sektörler öncelikli seçildi. İnşaat olmaz ise olmazdı. Öyle ya proje yapıp müteahhitlere kredi verip Konut, AVM yaptırırsın vatandaşa da “konut kredisi” verip borçlandırırsın, 10 yıl sana çalışırlar. İki taraftan da kazanırsın. Memleket beton yığınına dönmüş umurlarında olmaz. Yeter ki paralar gelsin. Reklam Patlamaları, Tüketim Toplumu yaratılması bu yıllarda oldu. Tarım, Sanayi bu yıllarda dinamitlendi. 2018’de milletçe öğrendik ki, “Kağıt” bile üretecek tesis kalmamış elimizde. Soğan, Patates On Lira olunca anladık ki Tarım bitmiş. Burada itirazımız bu stratejiye. Planlı bir borçlanma olsa bu ucuz ve uzun vadeli kaynaklar İnşaata değil, en az yarısı Sanayiye giderdi. Kendi markalarımızı yaratırdık. Bak 1980’de seninle birlikte yola çıkan Kore Samsung, LG, Hyundai, KİA markaları ile dünyaya hükmediyor. Çin’in serüvenine hiç girmeyeyim. Sen aldığın borç ile “zevk-ü sefa” içindeyken adamlar sanayiye yatırım yaptı.
Yöntem hep aynı
Mısır dün maaşlarını ödeyemiyordu, dizayn edip kredi muslukları açıldı. Şimdi gidin, Kahire’nin yanına bir Kahire daha kuruluyor. Her yer İnşaat tarlası. Bizim 10 yıl önceki halimiz yani. Ülkeler değişir Sermayenin politikası değişmez. Şu an McKinseyciler Türkiye’de Panikte. Kurguladıkları sistem Türkiye’de çöktü. Verdikleri krediler geri dönmüyor, ödenmiyor. “Devlete nasıl çakarız bunları” diye arayış içindeler. Kendi krizlerini Milletin, Devletin Krizi gösterme derdindeler. Vatandaşa ödetmeye çalışacaklar bu paraları tekrar. Mini Derviş’ler valizleri hazırladı, yeni Haçlı Seferine çıkmak için hazırlıklar tamam.
McKinsey Prens ve Prensesleri ülkeyi ne hale getirdi
Lafı dolaştırmayalım. Ülke şu an yarı sömürge ülkesidir. Zorlanmadılar, yerli işbirlikçileri hep oldu. Zamanında Bakan damatları bile yönetici yapmışlardı. Bizim Komprador sermaye de sevdi adamları, tatlı para ortak noktaları idi. Bugün, firması, vatandaşı, belediyesi bankalara çalışıyor. Aksini kimse bana kanıtlayamaz. Bankacılık sektörü de yabancıların elindedir. Borsa yabancıların elindedir. “Özelleştiriyorum, yabancılardan para geliyor” diye sevindiğin, “babalar gibi satarım” diyerek peşkeş çektiğin firmalar, yabancıların elinde artık. Ülke yarı sömürge haldedir. Kafayı kuma gömersen bunları göremez, görenleri de “hain” ilan edersin. Sen cebini, ben ülkeyi düşünürüm. Farkımız ve bakış açımız budur. Yaşam tarzın ne ise düşünce tarzın da zamanla öyle oluyor. Senin hesaplarında milyon dolarların olması sadece seni kurtarır, vatandaşa faydası yok, sen de biliyorsun. Suçunu bildiğin için 2. Vatandaşlığın bile hazır. Biz buradayız gidecek yerimiz yok. O nedenle herkes kendi tarafından olaylara bakıyor. Senin niçin öyle düşündüğünü ve saldırma nedenini bile biliyorum bak! Kimin Hain, kimin yurtsever, kimin devşirme lejyoner olduğunu Tarih de yazacak, çocuklarımız da bilecek. Ne koltuk sevdalısı olduk, ne sistemin bize vurduğu unvan damgasına kandık. O unvanların sistemin “sürü içinde kaybolmayın” diye size vurduğu “eşek damgası” olduğunu gün gelir siz de anlarsınız elbet.
Erol TAŞDELEN
[email protected]