Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Dünya ekonomisine ‘sol’dan bakan bir rapor

Yayınlanma:

|

Uluslararası ekonomik kuruluşların “sol” kanadında yer alan istisnalardan biri UNCTAD’tır. Özgün adının Türkçe karşılığı olarak, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı… 1964’te Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde ve “gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarını gözetmek” üzere kurulmuştur. Sonraki yıllarda da “gelişmekte olan ülkelerin BM’deki temsilcisi” (hatta 1970’li yıllarda Sekreteryası) işlevini üstlendi.

Bugün UNCTAD’ın 2022 tarihli Ticaret ve Kalkınma Raporu’nu (Trade and Development Report) gözden geçirmek istedim. Gerilimler içindeki 2023 dünyasına “sol”dan bakan Rapor’da bir gezinti yapalım.

2008 sonrasının bir bilançosu

UNCTAD Raporu, neoliberalizmin ilk kapsamlı krizi olan 2008-2009 sonrasının bir bilançosunu çıkarıyor.

Bu dönemde, “sermaye birikimi düşük, kârlar yüksek; işsizliğin düşmesine rağmen ücretler durgun seyretmiştir.”

Ortam şöyle açıklanıyor: “Yüksek kârlar ve düşük yatırımlardan oluşan bu dönemde finansal mühendislik büyük uluslararası şirketlerde rant-arayışını öne çıkardı. Piyasalardaki güçleri sayesinde bu şirketler gelirlerini üretimden değil, kıtlık koşullarını kullanarak elde etmeye yöneldiler.”

Bu ortamın kurumsal çerçevesine de işaret ediliyor: “Bilgi üzerinde tekelci konum, birleşme/satın almalar (“mergers & acquisitons”), devlet ihaleleri, kredili veya muvazaalı hisse senedi alımları, kayıt dışı finansal akımlar ve ‘offshore’ vergi cennetlerinde sistematik vergi kaçakçılığı…”  (s.10). IMF ve Dünya Bankası raporlarında ihmal edilen düzenlemeler…

Servet (varlık) eşitsizliğini besleyen rantların gelir akımlarına (kârlara) dönüştüğü bir süreç söz konusudur. Rapor’un bir kesiminde “kredilerle sermaye birikimi arasındaki kopukluk” nicel verilerle inceleniyor.

Son otuz yıl boyunca hem Batı, hem de “Güney” coğrafyasında gözlenen bu olgu iki etkene bağlanıyor: “(1): Emek gelirlerinin göreli gerilemesi özel tüketimi, dolayısıyla yatırımları da frenlemiştir. (2): Finansallaşmanın hızlanması, varlık (servet) yaratımının, sermaye birikiminden kopmasına yol açmıştır.” (Bölüm III, B/3, s.79 vd)

Bu ikinci etken, son yıllarda Türkiye için de önem taşıyan bir bozukluğa işaret ediyor: Kredilerde astronomik artışların önemli bir bölümü ilk aşamada gelir akımlarına değil, rant-oluşumuna aktarılır. Servet (varlık) artışlarının şirket kârlarına ve bireysel rantiye gelirlerine dönüşmesi üretim sürecinin dışında gerçekleşir; ama “gelir hesabına göre GSYH” toplamlarında “işletme fazlası” (brüt artık) olarak yer alır. Son altı yılda brüt artık toplamının net millî gelirdeki payının 11 puan civarında arttığını belirliyoruz. Servet artışlarının gelir akımlarına dönüşmesinin nicel haritası ise henüz betimlenmedi.

Türkiye için de önem taşıyan bu tespitlerin yol açtığı sonuçlar UNCTAD Raporu’nda şu ifadelerle özetleniyor: “Sermaye birikiminin düşmesi emek veriminin büyüme  temposunu aşağı çekti ve potansiyel büyüme hızının kalıcı olarak düşmesine yol açtı. Çok sayıda yükselen ekonomide bu durum sanayileşmenin durması ve bazı ülkelerde erken (‘zamansız’) sanayisizleşme ile ağırlaşmıştır.” Güney coğrafyasındaki “zamansız sanayisizleşme” hastalığı, UNCTAD’a göre 1980’li ve 1990’lı yıllarda dış ticaret ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ile başlamıştır (s.12).

Ücret payında sistematik aşınma

UNCTAD Raporu, 1980’li yıllardan bu yana hem Batı, hem de Güney ekonomilerinde emek payının sistematik olarak gerilediğini belirtiyor. Çevre ekonomilerinde bu dönüşüm, ithal ikameci sanayileşme politikalarına son veren neoliberal yapısal uyum programları ile başlamıştır.

Batı sermayesi, sanayi üretimini “düşük ücretleri izleyerek parçalara bölen” tedarik zincirlerini yarattığında, bölüşüm üç doğrultuda etkilenmiştir: (1): Bazı sanayi kollarını ülke-dışı tedarik zincirlerine taşıyan Kuzey’de ücret payları önemli boyutlarda aşınmıştır. (2) Bu sektörlerin taşındığı coğrafyalarda ücret payı yükselmiş, ancak bu dönüşüm sömürü oranlarını artırarak gerçekleşmiştir. (3) Tedarik zincirlerinin yerleştiği (Çin ve Hindistan gibi) büyük Güney ülkelerindeki ücret düzeyi, Batı’daki ücret artışlarını frenleyen bir mıknatıs etkisi yapmaktadır (Box 3.1, s.84 vd).

Dünya işçi sınıfı sayısal olarak artarken, küresel dünya ekonomisinin tümünde ücret payı düşmektedir. Tedarik zincirlerini oluşturan uluslararası sermayenin ihya olduğu bir dönüşüm söz konusudur.

Rapor, son yıllarda ücret/kâr karşıtlığının seyri üzerinde de durmaktadır. Korona salgını döneminde ortalama emek verimi düşmüş, nominal ücretler sabit kaldığı için katma değerde emek payı yükselmiştir. Bu gelişme sadece bir yılla sınırlı kalmış; 2017-2021 arasında Batı’daki ana eğilim ücret payının gerilemesi olmuştur (s.84 vd).

Enflasyon ortamında kâr oranlarının fazlasıyla şişmesine de dikkat çekiliyor. Oligopolcü şirketlerin, artan maliyetler koşullarında kâr katsayılarını (“mark-up oranlarını) yukarı çekmeleri söz konusudur (s.27). Katma değerin dışında kalan bir “rant oluşumu” ima ediliyor.

Bugünkü politikalar: ‘İlaç hastalıktan daha tehlikeli’

Rapor, korona salgını sonrasındaki ortamı şöyle betimliyor: “Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bir hayat pahalılığı (geçim) bunalımı yaşanmakta, hanelerin çoğunluğunu sarsmaktadır.”

2022 koşullarının enflasyonu “bir hayat pahalılığı bunalımı” ise, mağdur sınıflar da teşhis edilmiş oluyor: Emeğiyle geçinen, gelirleri (ücretler) fiyatlara yetişemeyen dünya işçi sınıfı… Elli yıl öncesinin stagflasyonu ise sermayeyi sarsan bir krizdi: Ücret artışları toplam talebi ve enflasyonu beslemekte; finansal varlıklar ise reel olarak erimekteydi.

Bugünkü ortam farklıdır; buna rağmen Batı merkez bankaları talep daraltıcı parasal politikaları izlemektedir. UNCTAD’a göre küresel etkileri bakımından “bu ilaç ekonomik hastalıktan daha tehlikelidir. Zira, ABD’de faizlerin 2 veya 3 puan yükseltilmesi Güney ekonomilerindeki ivmeyi de 1,6 veya 2,4 puan aşağı çekecektir. Borçlanma maliyetlerindeki artış, Güney’de kapsamlı bir borç krizini gündeme getirmektedir. Orta gelirli ülkelerin üçte biri şu anda iflas eşiğine sürüklenmiş durumdadır” (Bölüm I, A/1).

Bugünkü ortam niçin farklıdır? UNCTAD’a göre 2020 sonrasındaki enflasyon “salgın ve savaşın yol açtığı arz kaynaklı nedenlerle” bağlantılı olduğu için… 1970’li yılların aksine, enflasyon talep değil, emek-dışı maliyet artışları ile tetiklenir; ücret talepleri arkadan gelir, ama yetişemez: “Günümüzde emeğin pazarlık gücünün zayıflığı ücret-fiyat sarmalına imkân vermiyor. Daraltıcı para politikaları enflasyonist baskıları gidermiyor; bunun yerine ücretleri, istihdamı aşağı çekiyor.”

Faiz artışları üretimi, istihdamı ve ücretleri daraltıyor; ama şirketler kâr marjlarını yükselterek enflasyonu sürdürüyor. 1970’li yılların stagflasyonu sermaye lehine hortlamıştır. Elli yıl önceki stagflasyon ise, Batı işçi sınıfının pazarlık gücü zirvedeyken gerçekleşmişti: Durgunlaşan bir konjonktürde sendikalar ücret artışlarında ısrarcı oldu; ücret/fiyat sarmalı oluştu; kâr oranları aşındı. Bu ortam Batı ekonomilerinde Thatcher’ın bayraktarlığını yaptığı neoliberal karşı-devrimin ilk aşamasını tetikledi.

Politika alternatifleri

Rapor, 2023 ve sonrasının alternatif politikaları için şu ilkeleri öneriyor (Bölüm I/C, s.28vd):

(I) Enflasyon frenlenmeli; ücretler değil: Fiyatların, kâr marjlarının (“mark-ups”) denetimi gerekir.  Anti-tröst önlemler güçlendirilmelidir. 

(II) Büyüme yönetilmeli; balonlar değil: Sanayileşmeye dönük yapısal değişim gerekiyor. Kamu maliyesinde yatırımlara yer açılmalıdır.

(III) Önce ve sonra da yatırım: İstihdamı, verimliliği artıracak ekonomik ve toplumsal altyapıya dönük kamu yatırımları artırılmalıdır. 

(IV) Hizaya getirme (“leveling-up”):  Anti-tröst önlemler ve gelir politikaları gerekiyor. Kamu hizmetleri, servet ve olağan-dışı kazanç vergileri ile uygulanan yeniden paylaşım politikaları önemlidir. Şirketlerin, yüksek servet sahiplerinin vergi cennetlerine sığınması önlenmelidir.

Bu gerçekçi çerçeve, bence, 2023’te Türkiye Solu’nun tartışacağı iktisat politikası gündemine büyük ölçüde oturmaktadır.

***

Bu kuşbakışı gezinti ile yetinelim. İktisatla, kapitalist dünya ekonomisinin sorunları ile ilgilenenlere raporun tümünü salık veririm.

Prof. Dr. Korkut BORATAV – sol.org.tr

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Yaşayan Ölüler Aramızda: Finansal Zombi Krizi

Yayınlanma:

|

Ekonomide görünmez ama hissedilen bir tehlike var: Zombi şirketler. Gelirleri borçlarının faizini bile karşılamayan, piyasada sadece dış desteklerle ayakta kalan bu firmalar, yalnızca kendi varlıklarını değil, tüm ekonomik yapının sağlığını tehdit ediyor.

Zombi Şirket Nedir?

Zombi şirketler, faaliyetlerinden elde ettikleri kazançla borçlarının faizini dahi ödeyemeyen, ancak çeşitli yollarla piyasada tutulan işletmelerdir. Bu yollar arasında:

  • Sürekli borç çevrimi

  • Siyasi baskılarla alınan krediler

  • İflas erteleme ya da konkordato kullanımı

  • Kamu bankaları veya fonları yoluyla yapılan kurtarmalar

bulunur. Bu firmalar aslında çoktan iflas etmişlerdir; ancak piyasa gerçekleri bunu henüz kayda geçmemiştir.

Ekonomiye Verdikleri Zararlar

1. Kaynakların İsrafı

Finansal sistemde sınırlı olan kaynaklar (kredi, iş gücü, teşvik vb.) verimli firmalara değil, aslında çoktan ölmüş bu “zombilere” aktarılır. Bu durum, ekonomik büyümenin kalitesini bozar.

2. Rekabetin Bozulması

Zombi firmalar, zarar etmelerine rağmen piyasada kalabildikleri için fiyatları baskılar, daha sağlıklı ve verimli firmaların piyasadan çıkmasına neden olur. Bu da yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeyi engeller.

3. Banka Bilançolarında Risk

Bankalar zombi firmalara kredi verdikçe tahsil edilemeyen alacaklar artar. Sorunlu krediler (NPL) yükselir ve banka sistemine duyulan güven zedelenir.

4. Yatırımcı Güvensizliği

Piyasada “kimin sağlıklı kimin batık” olduğu belli olmaz. Şeffaflık kaybolur. Bu da doğrudan yatırımların ve risk iştahının düşmesine yol açar.

5. Verimlilik Kaybı

Zombi firmalar büyüme rakamlarını yapay olarak şişirebilir ama toplam faktör verimliliği düşer. Ekonomi görünürde büyürken, içeride çürümeye başlar.

Türkiye Örneği: Sessiz Kriz

Türkiye’de özellikle son yıllarda düşük faiz politikaları ve kredi genişlemesi, zombi firmaların sayısını artırdı.

  • KGF destekli krediler,

  • İflas erteleme/kurtarma kültürü,

  • Siyasi olarak ayakta tutulan kamu projeleri,

bu yapıyı besledi. Bu durum, verimli firmaları cezalandırırken, “ölü şirketlerin” yaşamaya devam ettiği bir ekonomik iklim yarattı.

Ekonomik Risk: Zincirleme Çöküş

Faizler yükseldiğinde veya destekler çekildiğinde bu zombi firmalar zincirleme şekilde batmaya başlar. Bu da domino etkisiyle:

  • Bankacılık krizine,

  • İşsizlik artışına,

  • Güvensizlik ortamına,

neden olabilir. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı konkordato patlaması bu riski açıkça göstermektedir.

Yaşayan Ölülerden Kurtulmak

Ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için kaynakların doğru yönlendirilmesi şarttır. Zombi şirketlerin desteklenmesi değil, piyasa içi doğal seleksiyonun işlemesi, güçlü firmaların güçlenmesi gerekir.

Zombi ortamı kısa vadede siyasi rahatlama getirse de uzun vadede büyümenin yapısını çürütür.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.