Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. Korkut Boratav : Yakın geçmişten bugüne kısa bir bilanço

Bu cendereye yol açan sınıfsal ve siyasal bilanço, ekonominin büyük onarımının çok güç olacağına; devrimci yöntemleri gerektireceğine; ancak halk iktidarları tarafından üstlenileceğine işaret ediyor.

Yayınlanma:

|

Türkiye ekonomisinin son beş yıldaki çalkantılı seyri, geçmişe uzanan bir bilançoya imkân veriyor.  

Sorunları sıralayarak başlayalım. 

Ekonominin durgunlaşma eğilimi

Orta dönemli sorunların sıralanmasında ekonominin durgunlaşması öne çıkıyor. Önce “durum tespiti” yapalım. 

IMF, ülkelerin potansiyel büyüme hızlarını, üretim fonksiyonuna dayalı bir model ile öngörüyor. Modelin yapısı kuramsal eleştiriye açıktır; ama bu öngörüler ciddiye alınır. 

IMF’nin Haziran 2021 tarihli Türkiye raporu ülkemize ait öngörüleri güncelleştirildi. Millî gelirin (GSYH’nin)  2021 büyüme tahmini yüzde 5,8’e; 2022-2026 yıllarının büyüme eğilimi (“potansiyel büyüme hızı”) ise yüzde 3,3’e indirildi.

2016-2020’nin gerçekleşen Türkiye GSYH verilerini IMF’nin 2021-2026 öngörüleriyle birleştirin: Bu on yıl için ortalama büyüme oranı yüzde 3,2’dir.  Bu sayıyı AKP iktidarının “Lale Devri” olan ilk beş yılı (2003-2007) veya ilk on üç yılı (2003 -2015) ile karşılaştırın. Büyüme eğilimi zaman içinde düşmektedir: %7,3 → %4,4 → %3,2… 

2022-2024’ü kapsayan Orta Vadeli Program (OVP) ise geleceğe “pembe gözlükler” ile bakıyor. Sorunları peşinen yok eden varsayımlar sayesinde… 

OVP, önce 2022 sonrası için %5,5’lik bir büyüme öngörüsü yapıyor. Niçin %5,5?  Yüzde 5’i aşan bir büyüme hızı sağlanmadan bugünkü işsizlik oranları düşmeyeceği için… Bu öngörü sayesinde önümüzdeki üç yılın işsizlik oranlarını da aşağı çekiyor. 

OVP bu kadarıyla yetinmiyor: Yıllık dolar tahminlerini genel enflasyon oranının (“GSYH deflatörü”nün) altına çekiyor. Bu sayede dolarlı GSYH daha da hızlı (%8’in üstünde) büyüyor ve 2023’te kişi başına millî gelir 10.000 dolarlık “orta gelir tuzağını” aşabiliyor.   

Öncekiler gibi bu OVP de ciddiye alınamaz; hayalperest hedefleriyle mizah konusu olabilir.  Somut bulgulara, güvenilir öngörülere göre durum açıktır: Türkiye ekonomisi durgunlaşmaktadır.

Olgunlaşma mı? Erken bunama mı? 

Bu durgunlaşma, ekonominin olgunlaşmasının bir sonucu olamaz mı? 

O zaman ekonomide “olgunlaşma göstergeleri” aranmalıdır. Aranınca da görülecektir ki, Türkiye ekonomisi olgunlaşmadan durgunlaşan, bir anlamda “erken bunayan” özellikler taşımaktadır. 

Çok sayıda meslektaşımızın vurguladığı “erken sanayisizleşme”, bu bozukluğun bir görüntüsüdür. 

Bir diğer gösterge ise, ekonominin azgelişmişliğini yansıtan âtıl emek rezervleridir. TÜİK’in nihayet “keşfettiği”; faal nüfusun dörtte biri üzerinde hesapladığı “âtıl işgücü” eksik bir ölçüttür; en azından istihdamın yüzde 18’ini oluşturup, millî gelirin sadece yüzde 7’sini üreten tarım sektöründeki “emek fazlası”nı içermediği için… 

Bu “azgelişmişlik arızası”, 2018’den itibaren bir hastalıkla da birleşmiştir.  Defalarca açıkladık: İstihdamda azalmayla başlayan; korona salgını içinde artan işsizlik, yoğun yoksullaşma içinde iyice ağırlaşan; genç nüfusta sürdürülemez boyutlara ulaşan bir toplumsal bunalım…

Bu göstergelere dönmek yerine 1 Eylül 2021 tarihli bir gazete haberini aktarmakla yetineyim: “Adıyaman Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nde, 6 kişilik erkek temizlik kadrosu açıldı. İŞKUR üzerinden alınacak kadroya 5 günde 3.813 kişi başvurdu. Başvuruda bulunanlar arasında 1.070 kişinin üniversite mezunu olması dikkat çekti.” 

Yüzde 3,2’lik bir büyüme eğilimi azgelişmişlik ile bağdaşır; işsizliği azaltamayacağı da   biliniyor. Eylül 2021’de Adıyaman’daki işsiz gençlerimizin, diplomalı çocuklarımızın yaşadığı toplumsal bunalımı geleceğe taşıyacağı için kabul edilemez. 

Açıkça sormalıyız: Böyle bir toplum ayakta durabilir mi?

Durgunlaşma ve dış bağımlılık

Durgunlaşma niçin kalıcı olsun? İktisat tarihi, azgelişmişliğin bir belirtisi olan âtıl emek rezervlerinin, dinamik bir kalkınma potansiyeli olarak da harekete geçirebildiği zengin örnekler içermektedir. 

Bugünkü Türkiye’de ise durgunlaşmayı geçici olarak aşma çabaları dahi dış engellerle karşılaşmaktadır.  Nitekim 2017 sonrasında AKP iktidarı yarım-yamalak yöntemler (kredi genişlemesi) ile büyüme temposunu yükseltmeyi denedi. Her seferinde cari işlem açığı yükseldi; finans kapital döviz krizlerini tetikledi ve ekonomi yönetimini “hizaya getirdi”.   

Ortaya çıktı ki üretimin ithalata bağımlılığı, kronik dış kaynak gereksinimi, durgunluğu yerleştiren yapısal bir özellik olmuştur. 

AKP de, bizzat katkı yaptığı bir sorunla karşılaşmaktaydı. Ama, “ilk günah” başkalarına aittir. 

‘İlk günah’ın sorumluları 

Geçen yüzyılın sonunda, tüm Güney (veya “çevre”) coğrafyası, Doğu Asya’da patlak veren bir ekonomik kriz dalgasından geçti. Yüksek dış açıklar içinde krize sürüklenen çok sayıda ülke, IMF’nin çok ağır ve yanlış reçetelerini uygulamak zorunda kaldı.   

Sonrasında bazı ülkeler, ileride benzer koşullara mahkûm olmamak için dış açıkları frenleyecek; yabancı sermaye akımlarını peşinen denetleyecek yöntemler uyguladı. 21’nci yüzyılda yüksekçe büyümeyi dış denge ile birleştiren çevre ekonomilerinin çoğu (örneğin G.Kore, Malezya, Endonezya, Tayland, Filipinler)  Asya’da yer almaktadır. 

Türkiye’de ise koalisyon hükümetleri 1998 sonrasında IMF’nin “döviz kuru hedeflemesine dayalı enflasyonu önleme” programı uygulamakta idi. Bu program 2000 sonunda finansal bir krizi tetikleyecek; kriz yönetimi de IMF’ye devredilecektir. Başbakan Ecevit, programı uygulamak üzere Kemal Derviş’i hükümete alacaktır.

IMF’nin yeni doktrini, krize karşı sert “kemer sıkma” önlemlerine ve enflasyon hedeflemesine dayanıyordu.  2002 seçimine bu önlemlerin tetiklediği toplumsal bunalım ortamında gidildi. Koalisyonun üç ortağı (DSP, MHP, ANAP) ve DYP TBMM’den “tasfiye edildi”. Yeni Meclis, iki muhalif partiden (CHP ve AKP’den) oluştu. 

Kriz sonrasında oluşan ve sözünü ettiğim Asya ülkelerinin kullandığı “ekonomi politikalarında revizyon” fırsatı Türkiye’de de ortaya çıkmıştı. Ekonomi 1998-2002’de sıfır büyüme içeren beş kayıp yıldan geçmişti. Ciddi revizyonu üstlenecek doğal aday Baykal’ın CHP’si idi. Baykal bu seçeneği reddetti; Kemal Derviş’i CHP milletvekili yaptı. İktidar, halk muhalefetini fiilen sahiplenen AKP’ye “ikram edildi”.

Siyaset yelpazesinin “ilk günahı”, bu nedenle AKP’ye değil; krizde IMF programını uygulayan DSP’ye ve seçim kampanyasında bu programı sahiplenen CHP’ye aittir. 

Ne var ki, gerçek sorumluluk siyaset yelpazesinin dışındadır. Türkiye’nin egemen sınıflar bloku, emperyalist sisteme tam teslimiyeti yeğlemiştir. 2002’de Türkiye’nin önüne çıkan kritik bir dönüşüm dönemecini de, fırsat değil, bir tehdit olarak görmekteydi. 

Sözü geçen partiler bu sınıfsal algılamaya sırasıyla uyum gösterdi. 

AKP’nin katkıları

Sonrasını biliyoruz. AKP seçim kampanyasındaki söylemini terk etti; IMF programını ve hedeflerini 2008’e kadar aynen uyguladı; 2015’e kadar da “enflasyon hedeflemesi” ilkelerini sürdürdü. 

Bu program, sıfır büyümeli 1998-2002’nin “baz etkisi” ve canlı uluslararası sermaye hareketleri sayesinde AKP iktidarının Lale Devri’ni yarattı. Aynı zamanda ağır, kronik dış kaynak bağımlılığına da yol açtı. 

AKP’nin bugünkü durgunlaşmaya yol açan ek katkılarını da unutmayalım: Sermaye birikimi oranı yetersizdi. İnşaat ağırlıklı yatırım profili ekonominin dinamizmini kamçılayacak özellikler taşımıyordu. Bunlara eğitim sistemindeki bozulma eklendi; işgücünün ortalama niteliği zaman içinde bozuldu. Sonuç, makro-ekonomik dinamizmin gerilemesi; potansiyel büyüme hızının aşağı çekilmesi oldu. 

Saray, sermaye hareketlerinin yavaşladığı 2015 sonrasına uyum gösteremedi. Neoliberal programı kaçamaklarla aşmaya kalkıştı; parazit sermaye çevrelerine ölçüsüz kaynak aktardı ve halk sınıflarını bugünkü toplumsal bunalıma sürükledi.

***

Durgunlaşma, dış bağımlılık, toplumsal bunalım… Türkiye ekonomisi 2021’de bu üçlü cendere içindedir. 

Adım adım bu cendereye yol açan sınıfsal ve siyasal bilanço, ekonominin büyük onarımının çok güç olacağına; devrimci yöntemleri gerektireceğine; ancak halk iktidarları tarafından üstlenileceğine işaret ediyor. 

Kaynak : sol.org.tr

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

DİSK-AR: Geniş Tanımlı İşsizlikte Artış Sürüyor

TÜİK’in Şubat 2024 işsizlik verilerini değerlendiren DİSK-AR, geniş tanımlı işsiz sayısının son bir yılda 811 bin, zamana bağlı eksik istihdamın da 611 kişi arttığını; geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 24,5, geniş tanımlı kadın işsizliğinin yüzde 32,9 oranlarına dayandığını belirtti.

Yayınlanma:

|

Yazan:

TÜİK’in bugün yayınlanan Hanehalkı İşgücü Araştırması (HİA) araştırma sonuçlarına göre mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranının yüzde 8,7, mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranının (âtıl işgücü) ise yüzde 24,5 seviyesinde gerçekleştiği belirtilmişti. TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2024 Şubat ayında 3 milyon 78 bin oldu.

1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 811 bin kişi arttı

DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Şubat 2024’te 9 milyon 634 bin kişi olarak gerçekleşti. TÜİK’e göre pandemi öncesinde, 2020 Şubat’ta yüzde 12,6 olan dar tanımlı işsizlik Şubat 2024’te yüzde 8,7 olarak gerçekleşti. Ancak aynı dönemde geniş tanımlı işsizlik yüzde 20,6’dan yüzde 24,5’e yükseldi. Son 1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 811 bin artarak 8,8 milyondan 9,6 milyona yükseldi. Covid-19 salgını sonrası geniş tanımlı işsizlik oranı 3,9 puan, geniş tanımlı işsiz sayısı ise 2 milyon 553 bin kişi arttı.

Geniş tanımlı işsizlikte patlama yaşandı!

TÜİK tarafından yayımlanan HİA verilerine göre Şubat 2024’te geniş tanımlı işsizlikte (âtıl işgücü) patlama yaşandı. Geniş tanımlı işsiz sayısı son bir yılda 811 bin, son 10 yılda (2014-2024 arası) ise 4 milyon 80 bin kişi arttı. Böylece son 10 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 1,7 katına çıktı. Şubat 2014’te 5,6 milyon olan geniş tanımlı işsiz sayısı Şubat 2023’te 8,8 milyon ve Şubat 2024’te ise 9,6 milyon olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsiz sayısındaki artışın sebebi zamana bağlı eksik istihdam ve ümitsiz işsizler ile iş aramayıp çalışmaya hazır olanları, iş arayan ancak hemen çalışmaya başlayamayacak olanları kapsayan potansiyel işgücü sayısındaki artıştır. Âtıl işgücündeki yükselişin temel sebebi ise zamana bağlı eksik istihdam edilenlerin sayısında devasa artıştır.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.