Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. Özgür Orhangazi : ‘ekonomi faiz-döviz kıskacına sıkışmış durumda’

Prof. Dr. Özgür Orhangazi, “İçinde bulunulan durumdan kolay bir çıkış görünmüyor. Ağır bir toplumsal bunalıma sürükleniyoruz. Günü kurtaran politikalar daha büyük sorunlara yol açıyor” açıklamasında bulundu.

Yayınlanma:

|

Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özgür Orhangazi, içinde bulunulan durumdan kolay bir çıkış görünmediğine dikkat çekerek, ekonominin faiz-döviz kıskacına sıkışmış durumda olduğunu söyledi.

Orhangazi, “Yaz aylarında yeni bir faiz indirimi ve kredi genişlemesi dönemi ile büyüme desteklenmeye çalışılabilir, bu da büyük olasılıkla 2021’de ekonomik büyüme getirse de yeni bir döviz krizini tetikleyebilecek, faizlerin yeniden artmasını mecburi hale getirecek” dedi.  Türkiye ekonomisinde temel kırılganlık unsurunun bir süredir politika belirsizliği olduğunu, bunun diğer tüm sorunları da ağırlaştırdığını kaydeden Prof. Dr. Özgür Orhangazi, Cumhuriyet’ten Şehriban Kılıç’a konuştu. 

– TÜİK verilerine göre Türkiye ekonomisi 2021’in ilk çeyreğinde yüzde 7 büyüdü, inandırıcı mı bu nasıl büyüdük?

TÜİK’in son açıkladığı verilere göre 2021’in ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisi reel olarak yüzde 7 büyümüş görünüyor. TÜİK’in hem büyüme hesaplarının hem de enflasyon hesaplarının tartışmalı olduğu açık ve bu verilerin detayları açıklandığında büyümenin kaynaklarını daha net göreceğiz ama ilk safhada dikkat çeken birinci şey bu kadar yüksek büyümenin dahi önemli bir istihdam yaratmamış olduğu.

Öte yandan bu oldukça eşitsiz bir büyüme olmuş. Geçen sene aynı dönemde çalışanların GSYH’den aldıkları pay yüzde 39 iken bu sene yüzde 35.5’e düşmüş. Karların payı ise yüzde 41.9’dan yüzde 45.8’e çıkmış. Normalde bu oranlar bir seneden ötekine bu kadar hızlı değişmezler. Değişimin hızı da eşitsizliklerin ne kadar sert bir biçimde arttığının göstergelerinden birisi olarak değerlendirilebilir.

Tabi bu büyüme istatistiklerini aynı dönemin ödemeler dengesi verileri ile de birlikte okumak gerekiyor. Merkez Bankası’na göre 2021’in ilk çeyreğinde yüksek faizler sayesinde 9.3 milyar dolarlık bir dış sermaye girişi görülmekte. Bunun da desteği ile yüzde 7’lik büyüme 7.8 milyar dolarlık bir cari açıkla birlikte gerçekleşmiş. Cari açık yaratan büyüme ise nihayetinde dış sermaye girişleri tersine döndüğünde TL’nin değer kaybının hızlanmasına katkıda bulunuyor ki son haftalarda kurlardaki yukarı yönlü hareketleri endişeyle izliyoruz zaten. 

GÜNÜ KURTARAN POLİTİKALAR

– Yükselen döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek faiz, düşük büyüme ve yüksek işsizlik… Türkiye ekonomisi bu noktaya nasıl geldi?

Türkiye ekonomisi 2017-2018’den itibaren yapısal bir krizin içerisine sürüklenmiş durumda. Bu kriz, eski büyüme modeline dönememek ama yeni bir büyüme modelinin de ortaya çıkmaması olarak kendisini gösteriyor. Önce 2002-2007 döneminde sonra da 2008-09 küresel finansal kriz arasından sonra 2010-2013 döneminde Türkiye ekonomisinde çok yüksek miktarda dış sermaye girişi olmuştu. Bu girişlerin önemli bir kısmı dış borç şeklinde gerçekleşti. Her iki dönemde de Türkiye ekonomisi yüksek büyüme oranları elde etti.

Bu dış sermaye girişleri Türk lirasının da çok uzun bir dönem değerli seyretmesine yol açtı. TL’nin görece değerli olması ise ithalatı arttırdı, bazı ihracat sanayilerinin yurtdışındaki rekabet gücünü azalttı, üretimin ithalata bağımlılığında artışa yol açtı ve özellikle 2010’larda rekor seviyelerde cari açıklar vermeye başladı ekonomi.

2014-2017 dönemi ise küresel likidite şartlarının değiştiği, dış sermaye girişlerinin yavaşladığı ve dolayısıyla hem büyümenin yavaşladığı hem de kurun arttığı bir dönemdir. Biriken finansal kırılganlıklar ve ekonomik dengesizlikler en nihayetinde 2018’de bir kur krizine yol açtı. Bu noktadan itibaren de ekonomi bir faiz-kur kıskacına sıkışıp kaldı.

Faizleri yüksek tutmak kuru bir süre stabilize etse de bu sefer borçların çevrilmesini güçleştiriyor, bir borç krizi olasılığını gündeme getiriyor ve özellikle inşaat odaklı büyümeyi zora sokuyor. Faizleri aşağı çekip kredi genişlemesine izin verdiğinizde ise cari açık artıyor, dış sermaye girişleri ya yavaşlıyor ya da tersine dönüyor, kur kontrolden çıkıyor, dış borçların ödenmesi güçleşiyor, ithal girdiler pahalanıyor, bu da enflasyonist etkilere yol açıyor.

İktidarın her ne pahasına olursa olsun inşaat odaklı büyümeyi sürdürme çabaları fırsat buldukça faizleri aşağıya çekmek, Kredi Garanti Fonu ve kamu bankaları gibi araçları kullanarak kredi üzerinden büyümeyi desteklemek üzerine kuruldu bu dönemde.

Buradaki temel çelişki büyümenin cari açıksız olmaması, dolayısıyla her büyüme döneminde cari açıktaki artışın döviz talebini arttırması ve yeterli dış sermaye girişi olmadığında da nihayetinde yeni bir döviz şoku ve mecburi faiz artışı olarak kendisini gösterdi. Ekonomi politikaları ise esasen günü kurtarmaya yönelik belirlendi. Nihayetinde gerek ekonomik gerekse siyasi ve jeopolitik şoklara aşırı duyarlı ve kırılgan hale gelen bu ekonomik yapı, Covid-19 salgınının getirdiği iç ve dış ekonomik gelişmelerle birlikte bugün içinden geçtiğimiz yüksek döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek faiz ve yüksek işsizlik ortamına getirdi bizi. 

HALK DEĞİL ŞİRKETLER TERCİH EDİLDİ

– Covid-19 döneminde Türkiye hem vatandaşlara hem şirketlere en az destek veren ülkelerden biri, yoksulluğun arttığı, şirketlerin birçoğunun kapalı olduğunu da düşünürsek, vatandaşı ve şirketleri nasıl günler bekliyor?

Açıkçası gelir desteklerinin bu kadar düşük bir seviyede olmasının hiçbir mantıklı gerekçesi yok. Desteklerin büyük bir kısmı da İşsizlik Sigorta Fonu’ndan sağlandı zaten. Bu hafta açıklanan destekler ise hem çok geç hem de çok düşük. Nitekim Dünya Bankası’na göre salgında kapanan işletme sayısı da benzer ülkelerdeki sayıların oldukça üzerinde.

Yine bu rapora göre yoksulluk oranı da 2018’de yüzde 8.5’ten 2019’da yüzde 10.2’ye 2020’de de yüzde 12.2’ye çıkmış. Toplam ücretlerin GSYH içerisindeki payı ise yüzde 31.4’ten yüzde 29.4’e gerilemiş. Doğrudan desteklerin bu kadar düşük olması bir yandan talebi azaltarak ekonomik büyümeyi yavaşlatırken bir yandan da bu dönemde yaşanan gelir kayıpları düşünüldüğünde ödemeler zincirlerinin kırılmasına, ödenemeyen ve ödenemeyecek borçların artmasına sebep olarak finansal kırılganlıkların da artmasına yol açacaktır.

Yine bu dönemde üzerinde sıklıkla durulduğu gibi KÖİ garanti ödemelerine devam edilmiş olması da ekonomi yönetiminin salgın koşullarında var olan kaynakları geniş halk kesimlerinden esirgeyip büyük şirketlerin yararına sunmayı tercih ettiğini gösteriyor. Burada tercih etmek kısmının altını çizmek gerekir. Kaynak olmadığı için değil, kaynakların bu şekilde kullanılması tercih edildiği için … 

AĞIR BİR TOPLUMSAL BUNALIMA SÜRÜKLENİYORUZ

– Kısa çalışma ödeneği bu ay bitiyor. Ücretsiz izindekiler günlük 50 liraya geçinmek zorunda, işsizlik vahim boyutlara geldi. Bunun sonu nereye varır?

Türkiye ekonomisi yüksek büyüme dönemlerinde dahi istihdam yaratma kapasitesi sınırlı bir yapıya evrilmişti. Salgın döneminde ise geniş tanımlı işsizlik göstergeleri derin ekonomik buhran dönemlerinde görülecek seviyelere yükseldi. Ne yazık ki bu seviyelerden aşağı inmesi de çok kolay olmayacak.

Geçenlerde  açıklanan bir araştırmaya göre katılımcıların yüzde 26’sı “temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor.” Bu bulgu TÜİK’in yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfus tahminiyle de hemen hemen örtüşüyor. Tüm bunlar ağır bir toplumsal bunalıma doğru sürüklendiğimizi gösteriyor. Böylesine derinleşen bir yoksulluğun ve buna eşlik eden artan eşitsizliklerin doğuracağı bireysel ve toplumsal tepkileri öngörmek kolay değil ancak bu yoksullaşmanın ve eşitsizliklerin baskıcı politikalar olmadan yönetilmesi de mümkün görünmüyor. 

ENFLASYON AÇISINDAN BÜYÜK BİR TEHLİKE 

– Şu anda Türkiye ekonomisinin temel kırılganlıkları ve en can yakıcı sorunları nelerdir?

İktisadi olarak hep dış sermaye girişlerine bağımlılık, yüksek döviz borçları ve ithal girdiler yüzünden yüksek cari açıklar temel kırılganlıklar olarak görüldü.

Halen de öyle. Ancak hepsinin ötesine geçen temel kırılganlık unsuru bir süredir politika belirsizliği ve tutarlı bir politika çerçevesinin ortada olmaması. Bu diğer tüm sorunları da ağırlaştırıyor. ABD’de enflasyon endişelerinin arttığı bir ortamda Türkiye’nin tüm bu kırılganlıklarla birlikte çok fazla bir dış sermaye girişi çekmesi de mümkün görünmüyor. Bu bağlamda dış borçların çevrilebilmesi çok önemli sorun. Şimdilik özel sektör bu konuda pek bir sorun yaşamadı ancak dış borçların çevrilmesi giderek daha pahalı hale geliyor.

Öte yandan özel sektör döviz açık pozisyonunu hızla düşürürken kamunun döviz açık pozisyonu arttı, bir anlamda riskler kamuya kaydı. Bu sene olmasa da 2022’de artık Fed’in ABD’de artan enflasyona müdahale edip parasal genişlemeyi tersine çevirmesi ve faizleri yükseltmeye başlaması da bekleniyor ki bu olasılığın dillendirilmeye başlaması bile Türkiye ve benzeri ülkelere bırakın sermaye girişini yine sert sermaye çıkışlarına yol açacaktır. Gerek ABD’de gerekse dünyanın geri kalanında enflasyonda gözlenen artış, Türkiye gibi ithalata oldukça bağımlı bir ülkede zaten yüksek olan enflasyon açısından da büyük bir tehlike arz ediyor. 

YERLİ SERMAYE DE ÇIKIYOR

–  Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezerv tüketildi, bu Merkez’in güvenilirliği açısından bize neler söylüyor? İç ve dış piyasada nasıl algılanıyor?

Daha önce günü kurtarma politikaları diye tanımladığım uygulamalardan birisi de bir yandan faizi mümkün mertebe düşük tutarken bir yandan da arka kapıdan döviz piyasalarına müdahale ederek kurun yükselmesini engellemeye çalışmaktı. Günü kurtaran politikalar en nihayetinde çok daha büyük sorunlara yol açıyor. Şu anda net rezervleri ekside olan bir Merkez Bankası’nın yapabilecekleri zaten çok kısıtlı ve ne Merkez Bankası’nın ne de diğer kurumların içeride veya dışarıda bir güvenilirliği kalmış durumda. Öte yandan, yerli sermaye de fırsatını buldukça çıkıyor. 2017’den bu yana yerleşiklerin sermaye çıkışları çok yüksek düzeylerde seyrediyor. 

– Hazine ve Maliye Bakanının 15 Mart 2021 tarihindeki açıklamasına göre bankacılık sektörünün yakın izlemedeki kredi tutarı 387,5 milyar TL. BDDK 2021 Mart aylık bülten verilerine göre takipteki alacaklar 149,5 milyar TL. Batık krediler açısından ne tür riskler görüyorsunuz?

Bu istatistiklere bir şekilde yeniden yapılandırılarak vadesi uzatılan ama aslında geri ödemesi mümkün olmayan krediler dahil değil. Bu da bankacılık sektörünün önümüzdeki dönemde tahsil edemediği alacakların artması, zarar yazması ve dolayısıyla özkaynaklarında bir azalma anlamına gelecektir. Dolayısıyla önümüzdeki bir iki senede önemli miktarda özkaynak takviyesine ihtiyaç olacaktır. Bu alacakların kamu bankalarına ait kısmı ise görev zararı olarak tüm kamu kesiminin üzerine yüklenecektir. 

DOLARİZASYON DEVAM EDECEK

– Bu saatten sonra yerlileri TL’ye dönüşe ikna etmek, yabancı yatırımcıyı çekmek mümkün olabilecek mi?

Belirsizlikleri bu kadar yüksek olduğu bir ortamda dolarizasyon devam edecektir. Dış yatırımcı açısından ise son Merkez Bankası başkan değişikliği ile dış sermayenin en spekülatif unsurlarının dahi güveni kaybedilmiş durumda. Bundan sonra dış yatırımcıyı çekmek için çok çok daha yüksek getiriler sunmak gerekir ki bu da ülke kaynaklarının daha büyük bir kısmının uluslararası finansa aktarılması ve ilerisi için artan kırılganlıklar anlamına gelir. 

EKONOMİ BİR FAİZ-DÖVİZ KISKACINA SIKIŞMIŞ DURUMDA

– Bu krizden Türkiye’nin bir kurtuluş reçetesi yok mu, acil olarak atılması gereken adımlar nelerdir? Yıl sonu, büyüme, işsizlik, enflasyon, faiz, kur öngörüleriniz nelerdir?

Bu iki soruyu birlikte yanıtlamaya çalışayım. İçinde bulunulan durumdan kolay bir çıkış görünmemekte. Ekonomi bir faiz-döviz kıskacına sıkışmış durumda. Üretimin ithalata bağımlılığın yüksek olması ise her kur şokunun fiyat artışı olarak yansımasına yol açıyor. Bu tür krizlerin ortodoks çözümü genellikle IMF’yi içerir. IMF’den borçlanırsınız, faizi yükseltir, kamu harcamalarını kısar, ekonomik büyümeyi düşürürsünüz. Bu cari açığı yani döviz ihtiyacınızı azaltır, siz de milli gelirin daha büyük bir kısmını borç ödemelerine ayırırsınız. İktidarın IMF’yi kategorik olarak reddettiğini de biliyoruz.

Esasında 2020 Kasım’da uygulanmaya başlanan program bir IMF’siz IMF programı gibi görünmeye başlanmıştı. Ne var ki yüksek faizler de içerideki büyümeye çok olumsuz etki etmeye ve birçok iş çevresinde tepkiye yol açtı. Bunun dışında da hükümetin tutarlı herhangi bir ekonomi politikası yok. Bir şekilde yüksekte de olsa kurların dengeye gelmesini ve belki de o yüksek kurdan ihracatın artması ile devam etmeyi umuyor gibi görünüyor. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi giderek daha da öngörülmez bir hal alıyor. Öyle ki resmi enflasyon hedefi yüzde 5 olan Merkez Bankası dahi yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 9.4’ten yüzde 12.2’ye çıkarmış durumda ve fakat Nisan’da resmi yıllık enflasyon yüzde 17.4. Yüksek faiz, değersiz TL, yüksek enflasyon, yavaşlayan ekonomi ve artan işsizlik temel makroekonomik sorunlar olarak gündemimizi meşgul etmeye devam edecektir.

Yıl sonu büyümesi salgının gidişatına ve özellikle de turizm hedeflerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bağlı görünüyor ki salgın kontrol altına alınmadığı sürece turizm hedeflerinin tutması da mümkün değil. Ancak yaz aylarında yeni bir faiz indirimi ve kredi genişlemesi dönemi ile büyüme desteklenmeye çalışılabilir, bu da büyük olasılıkla 2021’de ekonomik büyüme getirse de yeni bir döviz krizini tetikleyebilecek, faizlerin yeniden artmasını mecburi hale getirecektir. 

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Yaşayan Ölüler Aramızda: Finansal Zombi Krizi

Yayınlanma:

|

Ekonomide görünmez ama hissedilen bir tehlike var: Zombi şirketler. Gelirleri borçlarının faizini bile karşılamayan, piyasada sadece dış desteklerle ayakta kalan bu firmalar, yalnızca kendi varlıklarını değil, tüm ekonomik yapının sağlığını tehdit ediyor.

Zombi Şirket Nedir?

Zombi şirketler, faaliyetlerinden elde ettikleri kazançla borçlarının faizini dahi ödeyemeyen, ancak çeşitli yollarla piyasada tutulan işletmelerdir. Bu yollar arasında:

  • Sürekli borç çevrimi

  • Siyasi baskılarla alınan krediler

  • İflas erteleme ya da konkordato kullanımı

  • Kamu bankaları veya fonları yoluyla yapılan kurtarmalar

bulunur. Bu firmalar aslında çoktan iflas etmişlerdir; ancak piyasa gerçekleri bunu henüz kayda geçmemiştir.

Ekonomiye Verdikleri Zararlar

1. Kaynakların İsrafı

Finansal sistemde sınırlı olan kaynaklar (kredi, iş gücü, teşvik vb.) verimli firmalara değil, aslında çoktan ölmüş bu “zombilere” aktarılır. Bu durum, ekonomik büyümenin kalitesini bozar.

2. Rekabetin Bozulması

Zombi firmalar, zarar etmelerine rağmen piyasada kalabildikleri için fiyatları baskılar, daha sağlıklı ve verimli firmaların piyasadan çıkmasına neden olur. Bu da yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeyi engeller.

3. Banka Bilançolarında Risk

Bankalar zombi firmalara kredi verdikçe tahsil edilemeyen alacaklar artar. Sorunlu krediler (NPL) yükselir ve banka sistemine duyulan güven zedelenir.

4. Yatırımcı Güvensizliği

Piyasada “kimin sağlıklı kimin batık” olduğu belli olmaz. Şeffaflık kaybolur. Bu da doğrudan yatırımların ve risk iştahının düşmesine yol açar.

5. Verimlilik Kaybı

Zombi firmalar büyüme rakamlarını yapay olarak şişirebilir ama toplam faktör verimliliği düşer. Ekonomi görünürde büyürken, içeride çürümeye başlar.

Türkiye Örneği: Sessiz Kriz

Türkiye’de özellikle son yıllarda düşük faiz politikaları ve kredi genişlemesi, zombi firmaların sayısını artırdı.

  • KGF destekli krediler,

  • İflas erteleme/kurtarma kültürü,

  • Siyasi olarak ayakta tutulan kamu projeleri,

bu yapıyı besledi. Bu durum, verimli firmaları cezalandırırken, “ölü şirketlerin” yaşamaya devam ettiği bir ekonomik iklim yarattı.

Ekonomik Risk: Zincirleme Çöküş

Faizler yükseldiğinde veya destekler çekildiğinde bu zombi firmalar zincirleme şekilde batmaya başlar. Bu da domino etkisiyle:

  • Bankacılık krizine,

  • İşsizlik artışına,

  • Güvensizlik ortamına,

neden olabilir. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı konkordato patlaması bu riski açıkça göstermektedir.

Yaşayan Ölülerden Kurtulmak

Ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için kaynakların doğru yönlendirilmesi şarttır. Zombi şirketlerin desteklenmesi değil, piyasa içi doğal seleksiyonun işlemesi, güçlü firmaların güçlenmesi gerekir.

Zombi ortamı kısa vadede siyasi rahatlama getirse de uzun vadede büyümenin yapısını çürütür.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.