Erol Taşdelen
‘SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ’NİN TÜRKİYE’DE UYGULANABİLİRLİGİ -3
Erol TAŞDELEN ‘SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ” yazı dizisinin üçüncü bölümünde Türkiye’de uygulanabilir olup olmadığını ele aldı. Güncel Ekonomide gelinen noktada SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ dışında bir seçeneğin sorunları derinleştireceği, mevcut durumun sürdürülebilir olmadığını ileri sürülmektedir. Okuyun göreceksiniz…

Yayınlanma:
2 yıl önce|
Yazan:
BankaVitrini
Türkiye’ye baktığımızda son yıllarda ciddi sapmalar olsa da; belli unsurları açısından bir piyasa sisteminin var olduğunu görmekteyiz, ancak bu sistem fonksiyonel işlerlikten yoksun bulunmaktadır. Oysa ülkemizin 150 yıllık örnek aldığı Batı Tipi modern endüstri toplumunun temel kurumu forksiyonel işlerliğe sahip piyasa ekonomisidir.
Bütün problemin can noktası budur. Piyasa mekanizmasına fonksiyonel işlerlik kazandırmadan Türkiye’nin içinde bulunduğu problemlerden kurtulmak mümkün değildir. Bunu sağlayacak olan ise kararlı bir Sosyal Piyasa Ekonomisi uygulamaları olacaktır.
Ülkemizde demokratik sisteme geçildikten sonra her on yılda bir politik-ekonomik alanda ortaya çıkan buhran nedeniyle askeri müdahaleler yapılmıştır. Eğer foksiyonel işlerliğe sahip bir ekonomik sistem gerçekleşmiş olsa idi, sosyal ve politik sistemin giderek bununla bütünleşmesi sonucu buhranlar önlenir ve askeri müdahaleler de gereksiz kalabilirdi.
Özellikle Cumhuriyetten sonra getirilen reformlar, sosyal piyasa ekonomisi için önemli olan birçok koşulun oluşmasına yol açmıştır. Ayrıca ekonomik gelişme, geleneksel tarıma dayalı toplum yapısını önemli ölçüde çözmüştür. Ülke sanayi toplumuna dönüşüm aşamasında bulunmaktadır. Toplum ve birey bu geçiş döneminin yarattığı bunalımları atlatabilme çabası içindedir. Başka bir deyişle, ekonomik sisteme işlerlik kazandırmanın zorunlu olduğu görülmüştür. Varolan sorunlara çözüm arayışı, sosyal piyasa ekonomisinin uygulanabilirliği için gerekli isteğe uygun bir ortam yaratmıştır. Anayasalarımızda sözleşme, işyeri açma özgürlükleri garanti edilektedir. Yani sosyal piyasa ekonomisinin varolan temel ekonomik ve bireysel özgürlükler yasalarla getirilmiştir.
Bu çerçeve içinde:
1. Özel mülkiyet garanti edilmiş ve toplumda yaygınlığı sosyal piyasa ekonomisinin uygulaması için yeterli düzeye ulaşmıştır.
2. Ticaret Kanunu, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu piyasa ekonomisinin işlediği ülkelerden alındığı için, piyasa sisteminin organizasyon yapısına uygun bir yapı oluşumunu sağIamıştır.
3. Mali düzen ve para düzenine ilişkin alanlarda getirilen yasal çerçeve, ayrıntıdaki bazı noktalar bir yana bırakılırsa, şeklen Sosyal Piyasa Ekonomisinin uygulanabilirliği için uygun görünümdedir.
4. Ekonomideki makro planlama emredici değil uyarıcı, enformasyon ve tutarlılık sağlamaya yönelik ve yol gösterici bir düzenleme olarak yer almaktadır.
Anayasalarımız açık bir ekonomik sistem tercihinde bulunmamaktadır. Böylece Batı tipi anayasalar gibi sistem nötrdür. Ancak 1982 Anayasası ile piyasalara fonksiyonel işlerlik kazandırıcı bir düzenlemeyi öngörmektedir. Bu madde, “piyasaların sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayan ve geliştirici” önlemlerin alınması ile “Fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önleme” görevini getirmektedir.
Türkiye’de sosyal dengelemede önemli açıklar bulunmakla birlikte, 1936’dan beri getirilen iş ve çalışma yasaları üretim ve işyeri düzenini belirlemiştir. Ayrıca Sosyal Devlet anlayışı içinde Sosyal Güvenlik önlemleri getirilmiştir. Asgari ücret ve sosyal politika uygulamaları belli bir yaygınlığa ulaşmıştır. Ancak yeterli olmaktan uzaktır. Örneğin, Kalifiye işgücü geliştirme programları ve Genel İşsizlik Sigortası yetersizdir.
Ülkemizin gelişme ve sanayileşme düzeyi maddi, personel ve kurumsal altyapı donatımlarında asgari bir düzeyin oluşumunu gerçekleştirmiştir. Özellikle ülkede maddi alt yapının öğeleri olan yol, iletişim, haberleşme gibi alanlarda oluşturulan altyapı donatımı, piyasaların bütünleşmesini sağlamış, mal ve faktör akışkanlığının önemli ölçüde artmasına hizmet etmiştir.
Sosyal Piyasa Ekonomisinin Türkiye’de Uygulanabilirliğini Zorlaştıran ve Engelleyen Durumlar
Başarı Rekabeti: Türkiye’de Başarı Rekabeti anayasanın emrine karşın henüz düzenlenmiş değildir. Rekabet hukuku, rekabet politikası rekabet (karter) kurumu Türkiye’de oluşturulmamıştır. Türkiye’de rekabeti ortadan kaldıran her türlü karter sözleşmesi ve yıkıcı rekabet serbesttir. Ancak Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu çerçevesinde iyi niyete aykırı haksız rekabet yasaklanmıştır. Oysa bu düzenleme rekabet sürecini, dolayısıyla piyasa sisteminin işleyişini sağlayabilir olmaktan uzaktır. Böylece sosyal piyasa ekonomisinin iki sütunundan biri yoktur.
Türk ekonomisinde tam anlamı ile piyasa ekonomisi var mı? Sorusuna A. Kılıçbay, “Türk ekonomisinde tam anlamı ile kurulmuş bir piyasa yoktur. Tam kurulmayan bu modelin işleyişi de aksaktır” diyerek cevaplıyor. Türk ekonomisinde, kurumlar, iktisadi zihniyet, davranışlar, gelenek ve görgü “rekabetin” yerleşip yaşamasına imkan veren “ideal durumda” değildir.
Sosyal Dengeleme: Türkiye’de genel işsizlik sigortası yetersiz olmasına karşın, sosyal dengelemenin kurumsal düzenlenmesinde bir hayli yol alınmıştır. Ancak ülkede kemikleşmiş olan aşırı enflasyon zaman zaman düşürülmesine rağmen, toplumun gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmaya yetmemiş, sosyal dengedeki bozulma artmıştır. Üstelik resmi % 12, gayri resmi %30 dolaylarındaki işsizlik oranıyla gelir dağılımının giderek bozulması toplumda iç huzuru bozacak boyutlara doğru kaymaktadır. Bu gelişme sosyal piyasa ekonomisinin belirlediği amaçların tam tersi yönündedir. Böyle bir gelişme Batıda sanayileşmenin başlangıç döneminde, yani klasik liberalizm döneminde yaşanmıştır.
“Serbest Piyasa Ekonomisi”, ülkemizde uygulandığı şekliyle klasik liberel görüşe yakın düşmekte ve çağdaş liberal anlayışın gerisinde kalmaktadır. Sosyal dengelemenin yetersiz olması toplumda önemli sorunların artaya çıkmasına, sosyal uzlaşma ve barışın azalmasına, adalet ve eşitlik açısından dengesizliklere yol açma eğilimindedir.
Sosyal dengeleme ve rekabet ilkesinin birlikteliği: Rekabet düzenlenmemiş, sosyal dengeleme giderek bozulmaktadır. Sosyal piyasa ekonomisinin iki sütunundan birinin olmadığını belirtmiştik; diğeri ise önce enflasyon depremlerinden sonra yaşanan durgunluktan hasar görmüştür. Bu nedenle üzerindeki yükü taşıyabilir olmaktan uzaktır. Önümüzde durgunluk içinde enflasyon yaşanması gibi bir süreç görülmektedir ki bu durumun daha yıkıcı olması kaçınılmazdır.
Rekabet ve sosyal dengelemenin varlığını belirleyen yasal ve kurumsal düzenlemeler: Türkiye’de sosyal piyasa ekonomisine geçişte en gelişmiş olan öğeler bu alandadır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri Batıdan alınan kurumsal düzenlemeler bu sonucu yaratmıştır. Ancak stratejik alanlarda önemli boşluklar vardır. Bunların konumuz açısından en önemlisi de rekabet kanunu ve rekabet (karter) kurumunun yokluğudur.
Ancak ticari ilişkilerde “ticari ahlak” ve dürüstlük kurallarına uyulmasını amaçlayan “haksız rekabet” hukuku düzenlenmiştir. Bu durum, İsviçre’deki gibi ayrı bir yasada değil, Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiş olup Borçlar Kanunu’nda da yer almaktadır. TTK’da haksız rekabet tanımlanmakta ve haksız rekabet durumları; kötüleme, gerçeğe aykırı bilgi verme, aldatıcı reklam, müstesna kabiliyet zannını uyandırmak, iltibas, yardımcıları görevlerinde kötüye kullanma, kandırma, yardımcılardan işletmelerin sırlarını ele geçirmek, sırlardan faydalanmak ve yayma, gerçeğe aykırı şehadetname verme ve iş hayatı şartlarına riayet etmemek olarak düzenlenmiştir. Bu yolla haksız rekabete karşı bir düzenleme getirilmiştir. Ancak bu düzenlemeler rekabeti, dinamik bir süreç ve piyasaları fonksiyonel işlerliğe sahip bir sistem olarak ortaya çıkarmak açısından son derece yetersizdir.
Uygulanan ekonomik politikaları: Türkiye’de uygulanan ekonomi politikalarının kapsamını yeterli bulmak mümkün değildir. Ekonomik sisteme işlerlik kazandırma politikası, yani rekabet politikası yoktur. Ayrıca sektörel ve mekansal yapı politikaları eksik ve yetersizdir. Ekonomik süreç politikası, konjonktür ve büyüme politikası alanlarında yine önemli yetersizlikler içermektedir. Süreç politikası içinde yalnızca özellikle 1980 sonrasında istikrar politikası ön plana çıkmıştır. Ancak bu alanda bile belirlenen amaçları gerçekleştirecek araçlar, yöntemler ve ilkeler yeterli açıklıktan uzaktır. Araçlarda dozajlama ve zamanlama yetersizdir. Kısa dönemli bir politika olan istikrar önlemleri uzun dönemli politika olarak yürürlükte kalmış, bu nedenle uzun dönemli sorunlar çözümsüz bırakılmıştır.
Özelleştirme girişimlerinden görüldüğü gibi, serbest piyasa konsepti, devletin ekonomi içindeki foksiyonunu en aza indirerek, ekonominin işleyişinin “tabii kanunları” içinde olacağına inanmaktadır. Bu şekliyle yaklaşım, klasik liberal düşünceyi benimsemektedir. Zira ekonomik düzen, tabii kanunları olan “ordre naturel” olarak görülmektedir. Oysa ekonomik düzenin sosyal bir düzen olduğu ordo-liberallerince ortaya konulmuştur. Ayrıca bu yaklaşımda piyasa sonuçlarının sosyal dengeleme ile düzeltilmesi öngörülmemekte veya ikincil derecede bir ağırlığa sahip olmaktadır.
1990 sonrasında geliştirilen politikalar, kısa dönemli ve gündelik ihtiyaçlara göre ayarlandığı için sınama-yanılma yöntemine dayalı görülmektedir. Piyasa ekonomisinin mutlak serbesti anlamına gelmediğinin, günümüzün en ileri ekonomilerinde dahi kabul edildiği bir dünyada, piyasa ve fiyat mekanizmasının ekonomide her şeyi çözeceğini, hatta uzun vadeli yapısal değişimleri bile gerçekleştireceğini düşünmenin yanlış olduğu baştan beri belli idi. Üstelik, adil gelir dağılımı, fırsat eşitliği, ekonomik istikrar vb. gibi çok temel atyapıların bulunması varsayımına dayanan “serbest ekonomi sistemi“nin bu varsayımların geçerli olmadığı koşullarda uygulanmasının ne denli tek yönlü işleyen bir süreci gündeme getireceği gözden kaçtı ya da kaçırıldı.
Son yıllarda uygulanan ekonomik politikalarda para politikası ile günlük politikalar uygulanmış “mali politika” uygulamaları rafa kaldırılmıştır. Son 20 yılda uygulanan; Para politikasının aşırı yabancılaşması, yabancı kaynaklı sıcak paranın piyasada oransal fazlalığı da uygulanan para politikalarının etkisini azaltmakta insiyatifi yabancı yatırımcılara bırakmaktadır. 2007’den sonra uluslararası konjektör uygulanan para politikasının iflasını göstermesine rağmen karar mercilerine hareket alanı tanımamasından bir tıkanıklık görülmekte durgunluk yanında enflasyonun tekrar güncel hayatı etkiler hale gelmesi sosyal dengeleri olumsuz yönde iyice bozmaktadır.
Başarı (çalışma) motivasyono ve kontrolu: Türkiye’de çalışma ve başarı motivasyonunun topluma ve bireylere kazandırılması yönünde bir politika yoktur. Toplumda çalışma, çaba ve başarının değerlenmesi ve değerini bulması sağlanamamaktadır. Tam tersine, endüstri toplumunun başarı ilkesi yerine, geleneksel toplumun ilişki ilkesi geçerlidir. Başarının ve başarı motivasyonun teşvik edilmemesi, sistemin kontrol işlevinin çalışmasını engellemektedir. Oysa başarının ödüllendirilmediği bir toplum yapısında piyasa sistemi ve rekabet etkin işleyemez.
Altyapı donatımı: Türkiye’de varolan altyapı donatımı, piyasaların bütünleşmesini sağlayacak düzeyde olduğu için, sosyal piyasa ekonomisi için de yeterlidir. Ancak Türkiye’deki altyapı yetersizliği asıl personel ve kurumsal altyapı alanında kendini göstermektedir. Başarı rekabetine dayanan sosyal piyasa ekonomisi bağımsız düşünen, uygulama yetenek ve davranışına sahip insan donatımını gerektirmektedir. Oysa Türkiye’deki ilişki sistemi içinde bağımlı, tek boyutlu düşünen ve mutlakçı, olayları öznel değer yargılarına göre değerlendiren, duygusal ve tepkisel insan tipi yetişmektedir. Toplumda neden-sonuç ilişkisi içinde düşünen insan yetiştirmekten çok, duygu ve tepkileriyle davranan insan tipi yetişmesine ortam yaratılıyor.
Ülkemizde geleneksel düşünce sistemi egemen olmuş ve hala önemli ölçüde egemen olmaktadır. Olayları değişik açılardan değerlendiren, gerçeği ayrıntılarda ve işbölümünde arayan tutumlar yadırganmaktsıdır. Bağımsız düşünen ve davranan yaratıcı insan tipleri, yeterli bağımlılık ilişkisi gösteremediği için, dışlanmaktadırlar. Üretim ile eğitim arasında bağ tam sağlanamadığı için özellikle ara teknik eleman bulunmasında zorluk yaşanmaktadır. Devletin İmam Hatip okullarına gösterdiği ilgi ve kaynağı Meslek Liselerine göstermemesi düşündürücüdür. Sanayileşmiş ülkelerde Teknik Meslek okullarına ağırlık verilmiş işletmeler için gerekli Teknik Personel ihtiyacı giderilmiş, işgücünde uzmanlaşma sağlanmıştır. Eğitim ve sağlık alanını ihmal eden ülkelerin gelişme ve kalkınma şansı bulunmamaktadır.
Uygun kültür, eğitim ve demokrasi: Türkiye’de modern sanayi toplumunun yarattığı nedenseIlik ilişkisi içinde düşünen insan yetiştirme politikası izlenmemiştir. Kültürde çoğulculuk ve hoşgörü politikası oluşturulamamıştır. Hatta Türkiye’nin bilinçli oluşturulmuş bir demokrasi politikası yoktur. Türkiye burjuvazisinin demokratik bir “öz”ü yoktur. 1960’larda ve hiç olmazsa 1970’lerin başında, Türkiye’nin Güney Avrupa ülkelerine benzer bir dönüşüm geçireceği sanılabilirdi . 1970’lerin sonlarına gelindiğinde bütün işaretler tersine dönüşmüştü . 1980’deki askeri müdahale ve sonuçları, Türkiye’nin evriminin Güney Avrupa çizgisinden ayrıldığını kanıtlamıştı; popülizm-kriz-darbe silsilesi daha çok Latin Amerika’daki ülkelerin tecrübelerine benzer bir çizgiye işaret ediyordu.
Türkiye bir açık toplum politikası ve programı oluşturmamıştır. Eğitim politikası, açık toplum insanını yaratmaya değil, bağımlı insan tipi yetiştirmeye yöneliktir. Bu yöndeki çabalar da yetersiz kalmıştır. Sosyal piyasa ekonomisinin varolabilmesi için bu politikanın değişmesi gereklidir.
Başarılı sanayileşmiş ülkelerin en ortak özelliği, güçlü beşeri sermaye birikimi ve yetişmiş insan gücü zenginliğidir. Türkiye’de sanayinin yeniden yapılanma politikası, ciddi ve eşgüdümlü bir eğitim politikasını da beraberinde taşımak ve eğitime haklı olduğu önemli yeri kazandırmak zorundadır.
E.Kongar’a göre, Türkiye gerek maddi gerek manevi kültür alanlarında, gerekse sanat edebiyat ve düşün yapıtları alanında (kısaca kültürün bütün alanlarında) bir “yeniden doğuşun”, bir “rönesansın”eşiğindedir.
Ülkemizde sosyal uzlaşmadan çok sosyal çatışmalar ön plandadır. Kültürel davranış ve değer yargılarında hoşgörü değil, herkesin kendi mutlakçı değer yargılarını karşısındakine kabullendirme kavgası yer almaktadır. Toplum, geleneksel ve batı kültürlerinin yoğun rekabeti arasında, çatışmacı ve zıtlaşmacı bir tutumu benimsemektedir. Demokrasi bir yöntem ve araç değil, yalnızca selbest seçimlerin dört yılda bir yapılması olarak anlaşılmaktadır. Rasyonellik ise, zorlayan ekonomik kriz nedeniyle yeni yeni öğrenilmektedir.
Sosyal piyasa ekonomisinin Türkiye’de uygulanabilmesi için buna uygun sosyal, kültürel, politik ve ekonomik alanlarda geniş kapsamlı düzenlemeler gerekiyor. Sosyal piyasa ekonomisinde süreç politikası, istikrar, istihdam, gelir dağılımı ve kalkınma politikalarını içermektedir.Ekonomik istikrar içinde, istihdam, dengeli gelir dağılımı ve büyüme sorununu birlikte çözecek politikaları uygularken, parasal, mali araçlarla, ancak belli alan ve durumlarda doğrudan müdahale yöntemleriyle ekonomi politikası oluşturulmaktadır.
Sosyal Piyasa Ekonomisinin Türkiye’de Uygulanabilirlik Şansı:
Türkiye’de sosyal piyasa ekonomisinin uygulanabilirliğini olumlu ve olumsuz yönde etkileyen öğeler birlikte değerlendirildiğinde olumsuz noktaların olumlu noktalardan sayıca çok olduğu görülür.
Ülkemizde orta-sağdaki partiler piyasaların “sosyal” yönünü; sosyal demokrat partiler ise, sosyal piyasa ekonomisinin “piyasa” boyutunu ikinci plana atma eğilimi göstermiktedir. Ülkemizdeki objektif koşullar bir piyasa ekonomisinin -fonksiyonel işlerlikten yoksun olarak- var olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, sosyal liberal ve sosyal demokrat partilere düşen görev, her iki politik görüşün özelliğinden kaynaklanan unsurları, öncelikleri ve renk farklarını vurgulayan tutumlarını ortaya koyarak, sosyal piyasa ekonomisine dayalı birer konsept oluşturmaları noktasında düğümlenmektedir.
Bunu yapmak biraz da zorumluluk göstermektedir: Ekonomik kaynaklarını iyi kullanmayan bir toplum düzeninde toplam üretim düşük olur. Büyüme hızı düşük ise, çalışanlar yarınlarına umutla bakamaz, işsizler kısa sürede iş bulamaz. Gelir dağılımı eşitsiz ise, ezilenler itaat yerine isyan davranışına girer. Bütün ekonomik göstergelerin bozuk olması karşısında, bunların toplum üyelerini isyana iten etkilerini telafi edecek, daha doğrusu isyanı yasal yollardan iletecek, hükümeti değiştirecek siyasal katılım yolu açılmışsa, gene toplum düzeni tehlikede değildir. Bu noktada Türkiye’nin problemleri vardır çünkü, siyasal katılım yönünde işlerlik tam sağlanamamıştır. Toplumsal kesimlerin isteklerini duyuracak kurum ve kuruluşlar oluşturulamamış ve var olanlara engeller getirilmiştir. Özellikle 1980 sonrasında toplumsal kurumlarla partiler arasındaki bağ koparılarak siyasal katılım seçimden seçime oy verme şekline getirilmiştir.
Mazıcı’ya göre Türkiye gibi siyasal kültür ögesinin dürtüsünü korkunun oluşturduğu bir ülkenin bireyinin siyasal davranışındaki korku, yerini öfkeye terkederek, olağan katılmadan olağandışı katılmaya bir yönelme olabilir. Korkudan kaynaklanan bir olağandışı siyasi davranış biçimi de, aşırı derecede kabuğuna çekilme biçiminde kendini gösterebilir . Türkiye’nin gündemindeki en önemli sorunlardan biri siyasal katılımın sağlanılması sorunudur. Çünkü, siyasal katılım ile ekonomik işleyiş arasında yakın bir ilişki vardır.
Sosyal piyasa ekonomisinin Türkiye’de gerçekleştirmek için ekonomik ve siyasal katılımın tüm kurum ve kuruluşlarıyla sağlanması ve demokrasi kültürünün yerleşmesi gerekmektedir. Bu ise toplumsal uzlaşma ile mümkündür. Burada partilere önemli görev düşmektedir.
Türkiye’de partiler sık sık sandık yoluyla hükümete gelmişler, ama sandık yoluyla giden hükümetler toplam hükümet sayısına göre çok azdır. Sonuç olarak genel seçimin temel işlevlerinden biri, belki de en önemlisi Türkiye’de yerine getirilememiştir.
Kısacası Türk demokrasisi sağlan olarak işlememekte ve istenilen düzeyde değildir. Bu ise sosyal piyasa ekonomisinin uygulanmasını olumsuz yönde etkilemektedir.
“Hukuk Devleti” ve “Sosyal devlet” ilkeleri, aslında aynı amaca hizmet eden ikiz kardeşlerdir: Bunlar, çağdaş toplumda kişi-güvenliğinin, üzerinde durduğu bacaklardır. “Hukuk devleti” ilkesi, hukuk ve siyasal alanda, “sosyal devlet” ilkesi de ekonomik ve sosyal alanda, kişinin güvenlik ve huzur içinde yaşayabilmesinin kaçınılmaz garantilerini oluştururlar.
Bütün olumsuzluklara ragmen, Türkiye’de sosyal piyasa ekonomisinin uygulanabilirliği için gerekli olan şekli çerçeve 100 yıldır oluşarak önemli ölçüde varolmuştur. Ancak bunlar içindeki davranışların yönlendirilmesinde eksiklikler yoğundur. Buradan çıkan sonuç şudur: Sosyal piyasa ekonomisinin Türkiye’de uygulanabilirliği için tarihsel süreç olumlu, buna karşılık politik istek oluşumu olumsuz yönde işlemiştir. Türkiye’de sosyal piyasa ekonomisine yönelmek mümkündür. Çünkü:
- Toplumun genel organizasyon yapısı, son yıllarda ciddi hasar alsa da merkezi olmayan bir özellik göstermektedir.
2. Mülkiyet sistemi özel mülkiyete dayanmaktadır.
Ancak sosyal piyasa ekonomisinin işleyebilmesi için ayrıca şu politikalar zorunludur:
1. Karar ve davranış sistemini etkinleştirmek için bağımlı insan tipi yerine, neden-sonuç ilişkisi düşünen insan tipini yaratacak eğitim ve küıtür politikası,
2. Piyasaya dayalı enformasyon ve koordinasyon sistemini yaratacak rekabet politikası,
3. Başarı motivasyonu ve kontrolunu getirecek eğitim, kültür ve toplumsal politikalar.
Sosyal piyasa ekonomisinin Türkiyede uygulanabilirliği, öncelikle belli parti programlarına yansıması ve onu savunan liderlerin, kendi dünya ve politik görüşlerine göre “Türkiye Modeli“ni oluşturmalarına bağlıdır. Türkiye için yaşanılın sosyo-ekonomik sorunların H.Erkan-C.Erkan’a göre bir başka seçenek çözümle çözme şansı yok. Geldiğimiz ekonomik durgunluk içinde bu tür ekonomik politikalar uygulamdan kurtulmanın zor olduğu görülmetedir.
SONUÇ
ÜÇ BÖLÜMDEN OLUŞAN çalışmamızın amacı sosyal piyasa ekonomisini genel yapısı ile tanıtarak, Almanya’da ortaya çıkışını, tarihsel süreç içinde ele almak ve Türkiye’ de uygulanabirliği incelemektir.
Birinci bölümde sosyal piyasa ekonomisinin “ekonomi politikası” üzerinde ağırlıkla durulmuştur. Fakat unutmamak gerekir ki sosyal piyasa ekonomisi, sosyal, kültürel, politik ve ekonomik alanı kapsar.
İkinci bölümde üzerinde durulan Almanya’daki sosyal piyasa ekonomisi uygulaması göstermiştir ki tarihsel süreç Almanya’yı bu yönde zorlamış ve kendi koşullarında ortaya çıkan sosyal piyasa ekonomisinin sonuçlarını gören diğer Avrupa sosyal demokrat partilerde benzer uygulamalar içine girmiştir. Uygulamalar bugünki yaşam standartlarını yaratmıştır.
Üçüncü bölümde sosyal piyasa ekonomisinin Türkiye’de uygulama olanağı üzerinde durulmuştur.
Türkiye açısından varolan karamsal tabloya rağmen özellikle 1980 sonrası izlenen ekonomik politikalar sonucu gelinen noktada Türkiye’de “sosyallik” yönün ön plana çıkarılan ekonomik politikalara gereksinme duyulmaktadır. İktidardaki hükümetin ve bundan sonra kurulacak hükümetlerin başarısı ekonomide rekabet piyasasının yanında “sosyallik” yönün de göz önüne alınmasına bağlı.
Bunun sağlanması ise demokrasinin tüm yönleriyle işler hale getirilmesine bağlı. “Bizde bu kadar oluyor”,”bizim koşullarımız bunu gerektiriyor” gibi oyalamalardan kendimizi kurtarmalı ve demokrasinin mantığına ve felsefesine uygun uygulamalara geçmeliyiz. Bu noktada. siyasi partilere önemli rol düşüyor. Ekonomik istikrar içinde, istihdam, dengeli gelir dağılımı ve büyüme sorununu birlikte çözülmesi ancak ekonomik ve siyasal katılımla çoğulculuğun sağlanmasına bağlıdır.
2000’li yıllarda gelinen nokta Türkiye’yi ekonomide “sosyalliğin” ön plana çıktığı ekonomik uygulamalara zorlamaktadır. Sosyal uzlaşmanın, hoşgörünün, demokrasinin, rasyonelliğin, sosyal barışın, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, güvenlik ve refah politikaların ön plana çıktığı bir dünyada başka çözümler içine girmek akıntıya kürek çekmekle eş anlamlıdır.
***********************
Erol TAŞDELEN – Ekonomist www.bankavitrini.com
************
KAYNAKÇA:
[1] H. V. Velidedeoğlu’ na göre 1876 tarihli ilk Meşrutiyet Anayasasının kabülünden bu yana (1816-1986) geçen III yılın “sadece 39 yılında” çok partili siyasal yaşam süregelmiştir. Geriye kalan 72 yılı ya istibdat ya askeri ya da tek partili parlementoya dayalı, “şefIik” rejimIeri altında geçirdik: I.Meşrutiyet dönemi olan 33 yıllık Abdülhamit yönetiminde 1-yıl, II. Meşrutiyet döneminde toplam 8 yıl, I.TBMM’nin yıllarında Milli Mücadele döneminde 2 yıl, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Atatürk döneminde Ankara’da 17 Kasım 1924’te kurulup 6,5 yıl yaşayan Terakki perver Cumhuriyet Fıkrası, yine Ankara’da 12 Ağustos 1930’da kurulup yaklaşık 3 ay yaşayabilen Serbest Cumhuriyet Fıkrası,Adana’da 26 Eylül 1930 ‘da kurulup yine üç ay yaşayan Ehali Cumhuriyet Fıkrası girişimleri, çok partili demokrasi sayılabilirse, toplam 1 yıl 15 gün, İsmet İnönü ve Celal Bayar döneminde 1945-60 yılları arasında 15 yıl, 27 Nayıs 1960 ile bir yıl kesintiye uğradıktan sonra 1961-71 arası 10 yıl, 12 Mart 1971′ deki kesinti ve kısıntıdan sonra, 1973-80 arası 7 yıl, 12 Eylül 1980 harekatından sonra gelen yaklaşık üç yıl kesintiden günümüze kadarki yıllar (H.V.Velidedeoğlu,Cumhuriyet,12 Ocak 1986).
[2] MADDE 167.- Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.
[3] A.Kılıçbay, “Türkiye’de Piyasa Ekonomisi”, İ.U.İkt.Fak.yay. No:509,İst.1985,s.141.
[4] Sistemin işleyişinde görülen aksaklıklar (ki, bunların göstergeleri: fiyat artışları, işsizliğin ve gizli işsizliğin yayılması, enflasyonun zaten çok yüksek olmayan alımgücünü azaltması, açlığı ve ona yakın bir durumu ortadan kaldırma olanağının bulunmaması, tarımsal ve endüstriyel üretimi- artırmaya yönelik toprak reformu ve projelerin başarısızlığı, işverenlerle ücretliler arasındaki çatışmaların barışçıl yollarla önlenememesi ve eğitim kurumlarında disiplinin sağlanamaması; ve nihayet yönetimin etkisizleştiği ve yoksullukların (yolsuzlukların olması gerekiyor) bürokrasi ve siyasal seçkinler. arasında yaygın olduğu konusunda güçlenen duygular) hoşnutsuzluğa uygun hızla siyasallaşan bir ortam yaratır ve büyük çapta çatışmalara ve örgütlü şiddete dönüşür.
(R.Keıeş-A.Ünsal,”Kent ve Siyasal Şiddet”, A.Ü.SBF yay:507. Ank.1982,s.24).
[5] İ. Önder, “Ekonomide Etkinlik ve Demokrasi”, Cumhuriyet, 23.Nisan.1990.
[6] S.Savran,”1960,1911,1980: Toplumsal Mücadeleler, Askeri Müdahaleler”,Onbirince Tez,6.kitap,Uluslararası yay.,Haziran 1987, s.168.
[7] Ç.Keyder,”Türkiye’de Devlet ve Sınıflar”,tletişim yay, Ist.1989,s.175-l78.
[8] F.Şenses-A.Kırım,”Türkiye’de 1980 Sonrası Ekonomik Politikalar-Sanayileşme Etkileşimi ve Sanayinin Yeniden Yapılanma Gerekleri”,THHOB,1989 Sanayi Kongresi Bild.(l),MMO yay.s.369.
[9] E. Kongar “Kültür Üzerine”, Çağdaş yay. 1984, s. 34.
[10] K.Bulutoğlu;1980,Bunalım ve Çıkış,Tekin yay.,s.368.
[11] N.Mazıcı;1989, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Sivil Rejimi Etkileri, Gür yaY.,s.284.
[12] T.Parla;1986, Demokrasi,Anayasa1ar,Parti1er ve Türkiye’nin Siyasal Rejimi,Onur yay.İst.,s.126.
[13] M.Aksoy,”Sosyal Devlet İlkesi “Boş Bir Söz”müdür?”, Cumhuriyet,21.Eyıül.1988,sayı:23016.
Ek komalar:
BİRİNCİ BÖLÜM : KRİZE ÇARE: ‘SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ’ Mİ? – BankaVitrini
İKİNCİ BÖLÜM: SOSYAL PİYASA EKONOMİSİNİN ORTAYA ÇIKIŞ KOŞULLARI VE ALMANYA UYGULAMASI – BankaVitrini
İlginizi Çekebilir
Erol Taşdelen
İsrail-İran Savaşı: Tezler, Stratejiler, Dersler ve Uluslararası Kurumların Sınavı

Yayınlanma:
5 gün önce|
22/06/2025Yazan:
Erol Taşdelen
Orta Doğu’da uzun süredir devam eden gerilimin adı haline gelen İsrail ve İran arasındaki çatışma, son dönemlerde doğrudan askeri karşılaşmalara evrilecek kadar tehlikeli bir boyut kazandı. Şam’daki İran diplomatik temsilciliğine düzenlenen İsrail saldırısı ve ardından İran’ın doğrudan misillemesiyle taraflar ilk kez bu kadar açık şekilde birbirini hedef aldı. Bu makalede, tarafların öne sürdüğü tezler, uyguladıkları stratejiler, bu çatışmalardan çıkarılması gereken dersler ve uluslararası kurumların bu süreçteki performansı değerlendirilmektedir.
1. Tarafların Tezleri
İsrail’in Tezleri
-
Meşru Müdafaa Hakkı: İsrail, İran’ın vekil unsurlar (Hizbullah, Hamas, Husiler) aracılığıyla İsrail’e saldırdığını savunmakta ve buna karşı doğrudan İran hedeflerine müdahaleyi meşru görüyor.
-
Nükleer Tehdit: İran’ın nükleer silah elde etme çabası, İsrail açısından kırmızı çizgi olarak görülüyor.
-
Bölgesel Kuşatma Algısı: İran’ın Suriye, Lübnan ve Gazze üzerinden İsrail’i kuşatma stratejisine karşı refleks geliştirildiği belirtiliyor.
İran’ın Tezleri
-
Filistin’e Destek: İsrail’in Filistin topraklarındaki uygulamalarını “işgal” olarak niteleyen İran, direniş hareketlerini desteklemenin meşru bir hak olduğunu savunuyor.
-
Bölgesel Savunma: İsrail ve ABD’nin kendisine karşı ittifaklar kurduğunu, bu durumun İran’ı savunmaya ittiğini öne sürüyor.
-
Diplomatik Saldırıya Misilleme: Şam’daki konsolosluğun vurulmasını doğrudan İran’a savaş ilanı olarak kabul ederek, misilleme hakkını kullandığını iddia etti.
2. Uygulanan Stratejiler
İsrail’in Stratejisi
-
Hedef Odaklı Operasyonlar: Vekil aktörler yerine İran’ın askeri ve nükleer altyapısına nokta operasyonlar yapıldı.
-
İstihbarat Gücü: Mossad ve askeri istihbaratla hedef tespiti konusunda üstünlük sağlandı.
-
ABD ile Koordinasyon: ABD’nin koşulsuz desteği ile uluslararası arenada yalnız kalmama stratejisi benimsendi.
İran’ın Stratejisi
-
Kontrollü Misilleme: 300’e yakın füze ve İHA ile doğrudan saldırı yapılmasına rağmen, geniş çaplı savaştan kaçınıldı.
-
Vekil Güçler Üzerinden Baskı: Hizbullah, Hamas ve Husiler vasıtasıyla İsrail’in farklı cephelerde meşgul edilmesi sağlandı.
-
Uluslararası Mesaj Verme: Sınırlı saldırıyla, caydırıcılık oluşturulmaya çalışıldı; ancak kriz büyümesin diye ölçülü kalındı.
3. Alınacak Dersler
Askeri ve Teknolojik Perspektiften
-
Hibrit Savaş Gerçekliği: Modern savaşlar, doğrudan değil, vekil aktörler ve teknolojik araçlar üzerinden yürütülüyor.
-
İHA ve Füze Savaşları: İran’ın İHA kullanımı, İsrail hava savunmasının sınırlarını gösterdi.
-
Caydırıcılığın Yeni Ölçütleri: Artık caydırıcılık sadece askeri üstünlükle değil, teknolojik ve diplomatik uyumla sağlanıyor.
Bölgesel ve Küresel Perspektiften
-
İttifaklar Yeni Döneme Giriyor: Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeler açık pozisyon almaktan kaçındı, bu da bölgesel kartların yeniden karıldığını gösteriyor.
-
Enerji Güvenliği Riski: Hürmüz Boğazı gibi stratejik geçişlerin riski, küresel enerji piyasasını etkiledi.
-
Nükleer Tehdit Gündemde: İran’ın nükleer programı, yeniden diplomatik ve askeri çözüm arayışlarını tetikledi.
4. Uluslararası Kurumların Rolü
Birleşmiş Milletler (BM)
-
Yetersiz Kaldı. Güvenlik Konseyi tarafları sadece itidale çağırabildi; bağlayıcı adımlar atılamadı. ABD’nin vetosu İsrail lehine oldu.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)
-
Sessizliğe Büründü. Konsolosluk saldırısı ve sivil kayıplar gibi ciddi meselelerde somut bir inceleme başlatılmadı.
Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları
-
Raporlar Yayınlandı ama Etkisizdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Af Örgütü gibi kurumlar çağrılar yaptı ancak diplomatik etki oluşturamadı.
İsrail ile İran arasındaki bu çatışma, klasik savaş paradigmasının dışına çıkan, hibrit ve vekil unsurlarla örülmüş yeni nesil çatışmalara örnek teşkil etmektedir. Teknolojinin, istihbaratın ve diplomatik koordinasyonun öne çıktığı bu yeni dönemde, uluslararası kurumlar mevcut refleksleriyle yetersiz kalmaktadır. Bu kriz, sadece İsrail ve İran için değil, tüm bölge ve dünya barışı açısından çok yönlü derslerle doludur.
Erol Taşdelen
Türkiye’de Ekmek Üretimi: Katkı Maddeleri, Genetik Müdahaleler ve Kimyasal İşlemler

Yayınlanma:
6 gün önce|
21/06/2025Yazan:
Erol Taşdelen
Ekmek, binlerce yıldır sofraların temel besin kaynağıdır. Ancak günümüzde tüketilen ekmeklerin içeriği, üretim yöntemi ve hammaddeleri geçmişe kıyasla oldukça değişmiştir. Türkiye’de ekmek üretimi Tarım ve Orman Bakanlığı denetiminde yapılsa da, bazı katkı maddeleri ve endüstriyel yöntemler nedeniyle halk sağlığı açısından endişeler gündeme gelmektedir. Bu yazıda, Türkiye’deki ekmeklerde kullanılan katkı maddeleri, buğdayın genetik yapısıyla ilgili gelişmeler ve ekmek üretiminde uygulanan kimyasal işlemler ele alınacaktır.
1. Ekmeklere Katılan Maddeler Nelerdir?
Türkiye’de satılan ekmeklerin büyük bölümü, sadece un, su, maya ve tuzdan ibaret değildir. Özellikle endüstriyel üretimde yaygın şekilde katkı maddelerine başvurulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
-
Askorbik Asit (E300): Hamurun dayanıklılığını artırmak için kullanılır.
-
Emülgatörler (E471, E472): Hacim artırıcı ve yumuşatıcı etki sağlar.
-
Enzimler: (amilaz, proteaz gibi) Ekmek içi yumuşaklığını ve raf ömrünü artırır.
-
Şeker ve Glikoz Şurubu: Renk ve tat verici olarak kullanılır.
-
Soya Unu ve Süt Tozu: Kıvam ve besin değeri açısından katkı sağlar.
Bu katkılar sayesinde daha hacimli, daha parlak ve uzun süre bayatlamayan ekmekler üretilmektedir. Ancak bunların sürekli tüketimi, özellikle hassas bireylerde sindirim sorunlarına neden olabilir.
2. Buğdayın Genetiği ile Oynandı mı?
Türkiye’de GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) buğday üretimi yasaktır. Ancak bu, buğdayın tamamen doğal olduğu anlamına gelmez. Modern tarımda yaygın olan hibrit ve ıslah edilmiş buğday türleri, genetik müdahale olmaksızın yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler oluşturmak amacıyla laboratuvar ortamında seçilmiştir.
Özellikle 1950 sonrası yaygınlaşan “cüce buğday” türleri, geleneksel buğdaylara göre daha kısa boylu, verimli ve glüten oranı yüksek çeşitlerdir. Bu tür buğdaylar, özellikle ekmeklik un üretiminde yaygın olarak kullanılmakta, ancak yüksek glüten içeriği nedeniyle sindirim sorunları ve gluten intoleransı gibi sağlık şikayetlerinde artışa neden olmaktadır.
3. Kimyasal İşlemler ve Endüstriyel Teknikler
Modern ekmek üretimi, geçmişin geleneksel yöntemlerinden oldukça uzaktır. Endüstriyel üretim süreçlerinde uygulanan bazı işlemler şunlardır:
-
Unun Beyazlatılması: Bazı ülkelerde (ve geçmişte Türkiye’de de) benzoil peroksit gibi kimyasallar kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye’de bu tür kimyasalların kullanımı kısıtlıdır.
-
Hızlandırılmış Fermantasyon: Geleneksel ekmeklerde maya 6-8 saatlik uzun fermantasyonla çalışırken, fabrikasyon ekmeklerde bu süre 30-60 dakikaya kadar indirilebilmektedir. Bu da sindirimi zorlaştırabilir.
-
Yüksek Isı ve Kısa Süreli Pişirme: Raf ömrünü uzatmak ve üretimi hızlandırmak için yüksek ısıda kısa sürede pişirme yöntemleri tercih edilir. Bu, besin değerini azaltabilir.
-
Yumuşaklık İçin Katkılar: Raf ömrünü uzatmak ve bayatlamayı geciktirmek için kimyasal yumuşatıcılar, enzim karışımları ve katkı maddeleri kullanılır.
4. Halk Sağlığı ve Eleştiriler
-
Halk ekmek gibi kamu kurumlarının ürettiği ekmekler daha güvenli kabul edilse de, katkı maddesiz değildir.
-
Ucuz ekmek üretiminde kalitesiz un, fazla katkı maddesi ve hızlı üretim döngüsü nedeniyle sindirim sorunları ve sağlık riskleri artabilir.
-
Özellikle çocuklar, yaşlılar ve hassas bünyeli bireyler için bu katkıların uzun vadeli etkileri dikkatle incelenmelidir.
5. Daha Sağlıklı Ekmek Tüketimi İçin Öneriler
-
Ekşi mayalı ve uzun süre fermente edilmiş ekmekler tercih edilmelidir.
-
Tam buğday unu veya taş değirmende öğütülmüş un kullanılarak yapılan ürünler besin değeri açısından daha zengindir.
-
Katkı maddesi içermeyen, güvenilir butik fırınlardan ya da köy fırınlarından alışveriş yapılabilir.
-
Etiket okuma alışkanlığı geliştirilmelidir. “Un, su, maya, tuz” dışında çok sayıda içerik varsa uzak durulmalıdır.
Ekmek, basit bir besin gibi görünse de üretim sürecinde kullanılan maddeler ve buğdayın yapısal değişimleri nedeniyle sağlık üzerinde önemli etkiler oluşturabilir. Türkiye’de GDO’lu buğday kullanılmıyor olsa da, modern tarım ve endüstriyel üretim süreçleri buğdayın doğallığını tartışmalı hale getirmiştir. Katkı maddeleriyle raf ömrü uzatılmış, hacim artırılmış, estetik olarak cazip hale getirilmiş ekmekler, besin değerinden ve sindirim kolaylığından uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle, bilinçli tüketici tercihi her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
Erol Taşdelen
Eşler Arasında Finansal İhanet: Aileyi Sessizce Yıkan Tehlike

Yayınlanma:
6 gün önce|
21/06/2025Yazan:
Erol Taşdelen
Aile içinde güven sadece duygusal sadakate değil, maddi şeffaflığa da dayanır. Ancak bazı çiftler arasında, dışarıdan görünmeyen ama ilişkinin temelini sarsan bir ihanet türü yaşanır: Finansal ihanet.
Bu yazıda finansal ihanetin ne olduğu, hangi biçimlerde ortaya çıktığı, aile üzerinde nasıl etkiler yarattığı ve nasıl önlenebileceği üzerinde duracağız.
Finansal İhanet Nedir?
Finansal ihanet, eşlerden birinin diğerinden gelir, borç, harcama ya da yatırım bilgilerini saklaması, mali kararlarda tek taraflı ve gizli hareket etmesi anlamına gelir. Bu davranış biçimi, evlilikteki güven bağını derinden sarsar ve duygusal sadakatsizlik kadar yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Finansal İhanetin Biçimleri
Finansal ihanet farklı şekillerde kendini gösterebilir:
-
Gizli kredi kartları: Eşten habersiz alınan ve yüksek harcamalara neden olan kartlar.
-
Gizli gelirler: Ek gelirlerin ya da primlerin gizlenmesi.
-
Gizli borçlar: Krediler, kefaletler ya da riskli borçların saklanması.
-
Kontrol dışı harcamalar: Pahalı alışverişlerin, kumar veya bağımlılık harcamalarının gizlenmesi.
-
Varlık saklama: Altın, döviz, borsa yatırımları gibi varlıkların eşten gizlenmesi.
Neden Yapılır?
Finansal ihanetin arkasında genellikle şu motivasyonlar yatar:
-
Güvensizlik: Eşin para yönetme becerisine güvenmeme.
-
Kontrol arzusu: Ekonomik gücü elinde tutma isteği.
-
Bireysel özgürlük arayışı: Bağımsız maddi hareket alanı oluşturma çabası.
-
Kötü alışkanlıklar: Kumar, alışveriş bağımlılığı gibi bağımlılıklar.
-
İletişim eksikliği: Maddi konularda yeterince konuşmama ve ortak dil kuramama.
Aile Üzerindeki Etkileri
Finansal ihanet sadece iki eş arasında değil, tüm aile üzerinde olumsuz etkilere neden olur:
1. Güven Krizi
Eşlerin birbirine olan güveni zedelenir. Duygusal uzaklaşma başlar.
2. Sürekli Tartışmalar
Harcamalar ve borçlar üzerine bitmeyen tartışmalar ortaya çıkar. İletişim bozulur.
3. Ekonomik Sarsıntı
Gizli borçlar ya da savurgan harcamalar aile bütçesini çökertir. Kredi notları düşebilir, icra süreçleri başlayabilir.
4. Çocukların Psikolojisi
Evdeki stresli ortam çocuklara da yansır. Güvensizlik ve kaygı gelişebilir.
5. Boşanma Riski
Finansal ihanet birçok boşanma davasında gerekçe olarak gösterilir. Özellikle tekrar eden vakalar ilişkiyi kurtarılamaz hale getirebilir.
Nasıl Önlenir?
✅ Şeffaf Finansal İletişim Kurun
Harcamalar, gelirler ve borçlar hakkında açık konuşulmalı. Aile bütçesi birlikte yapılmalı.
✅ Ortak Hesap ve Bilgilendirme
Erişimi her iki tarafın da sağladığı ortak hesaplar kullanılmalı. Gizli işlem yapılmamalı.
✅ Finansal Danışmanlık
Profesyonel destekle aile bütçesi yeniden düzenlenebilir.
✅ Evlilik Terapisi
Güven kaybı büyükse, ilişkisel destek alınmalı.
✅ Finansal Eğitim
İki taraf da bütçe yapmayı, tasarrufu ve yatırım bilincini geliştirmeli.
Finansal ihanet, evliliklerde görünmeyen ama en yıkıcı krizlerden biridir. Güveni ve ekonomik düzeni sarsarak aile birliğini tehdit eder. Bu nedenle çiftler, maddi konularda dürüstlük ve açıklık ilkesini temel prensip haline getirmelidir.
Unutulmamalı ki, bir evliliği sadece aşk değil; ekonomik sadakat de ayakta tutar.
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
KATEGORİ
- ALTIN – DÖVİZ – KRIPTO PARA (848)
- BANKA ANALİZLERİ (139)
- BANKA HABERLERİ (3.144)
- BASINDA BİZ (60)
- BORSA (453)
- CEO PERFORMANSLARI (36)
- EKONOMİ (2.853)
- GÜNCEL (3.236)
- GÜNDEM (3.200)
- RÖPORTAJLAR (48)
- SİGORTA (133)
- ŞİRKETLER (2.252)
- SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (476)
- VİDEO Vitrini (19)
- YAZARLAR (1.059)
- Ali Coşkun (24)
- Arif Öztan (7)
- Ayşe Muzaffer Sunguroğlu (7)
- ChatGPT (26)
- Dr. Abbas Karakaya (65)
- Erden Armağan Er (45)
- Erol Taşdelen (569)
- Gizem Taşdelen (7)
- Gülbeyaz Gergün (63)
- Kemal Emirhan Mendi (1)
- Murat Şenol (26)
- Mustafa Akpınar (41)
- Onur ÇELİK (36)
- Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz (80)
- Serhat Can (8)
- Süleyman Çembertaş (16)
- Tungay Dere (18)
- Uğur Durak (33)
- Zuhal KARABULUT (5)
YAZARLAR

AB, Anti-Greenwashing Düzenlemesini Askıya Alıyor

Trump: “Çin ile ticaret anlaşması imzaladık, sorada Hindistan var”

Şirketlerde Bağımsız Yönetim Kurulu Üyeliği Neden Şart Olmalı?

CGTN: Çin ve Orta Asya ülkeleri iş birliğini pekiştirme sözü verdi

“Nasıl Yatırım Yapılır?” – Kitap Özeti

KÜÇÜKLERE/BÜYÜKLERE YAZ OKUMALARI-II

Ateşkesle petrol geriledi. Faiz indirim umuduyla Türk piyasaları canlandı

Dolandırıcılık Davasında Şok Rapor: Banka Kusurlu!

DENİZBANK: Bir GMY istifası daha!

İsrail İran’a Neden Saldırdı?

Papara’dan açıklama: Özür diledi

Firma Finans Bilinci Neden Stratejik Bir Güçtür?

Finansın En Önemli 10 Formülü ve Önemi

Firmanızı Kurtaracak Bilmeniz Gereken 10 Finansal Formül
- Kamu işçilerinin zam pazarlığı! Türk-İş Başkanı Ergün Atalay'dan 'grev' açıklaması 26/06/2025
- SON DAKİKA | Borsa günü düşüşle tamamladı 26/06/2025
- İkinci el araçta 6 ay 6 bin km ve ilan kısıtlaması 2026’ya uzatıldı 26/06/2025
- TEMMUZ ASGARİ ÜCRET ZAMMI: Asgari ücrete ara zam gelecek mi? Asgari ücret ara zammı ne kadar olacak? 26/06/2025
- Diyarbakır Türkiye’nin enerji arz gücüne katkı sağlıyor 26/06/2025
- İnşaat malzemesi sanayi bileşik endeksi yılın ilk artışını gösterdi 26/06/2025
- SON DAKİKA | Kamu işçilerinin zam pazarlığında ikinci teklif tarihi belli oldu 26/06/2025
- Trump, Çin ile ticaret anlaşması imzaladıklarını bildirdi 26/06/2025
- Resmi Gazete'de bugün (27.06.2025) 26/06/2025
- Bessent, "Bölüm 899" düzenlemesinin vergi tasarısından çıkarılmasını istedi 26/06/2025
- Beyaz Saray: Ticaret anlaşmaları için son tarih kritik değil 26/06/2025
- Çoğu Fed yetkilisi Temmuz'da faiz indirimine karşı 26/06/2025
- İkinci el otomobil satışında 6 ay-6 bin kilometre kısıtlaması uzatıldı 26/06/2025
- "Türkiye'nin maliyet bazlı rekabet gücü 2015 yılı seviyesinin altına indi" 26/06/2025
ALTIN – DÖVİZ
BORSA
KRIPTO PARA PİYASASI
Popüler
-
GÜNDEM4 yıl önce
Sedat Peker’in bahsettiği otel: Günlüğü 106 bin TL
-
GÜNCEL2 yıl önce
Zara Ve Mango’ya Üretim Yapın Tekstil Devi Konkordato Talep Etti
-
BANKA HABERLERİ2 yıl önce
TCMB Başkanı için ismi geçen GAYE ERKAN First Republic Bank’tan ayrılma süreci
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
AKBANK çöktü : Dijital Bankacılık sorumlusu GMY CİVELEK ortada yok!
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
HSBC terbiyesizliği : “Sabancı alana “AKBANK bedava”
-
BANKA ANALİZLERİ3 yıl önce
YILIN İLK YARISINDA İŞBANK RAKİPSİZ LİDER AKBANK SONUNCU SIRADAN KURTULAMIYOR
-
GÜNDEM2 yıl önce
Bankacılığı bırakıp eskortluk yapmaya başladı: Haftalık kazancı dudak uçuklattı