Connect with us

Erden Armağan Er

TCMB FAİZ ARTIRDI PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK?

Yayınlanma:

|

TCMB 24 Aralık Para Politikası Kurulu ( PPK ) Toplantısında aldığı kararla, Haftalık Repo Faiz Oranını 200 baz puan artışla %15’den % 17 seviyesine yükseltti. Böylelikle son iki toplantıda faiz toplamda 675 baz puan yükselmiş oldu. Ekonomik gereklilikler açısından bakıldığında olması gereken, fakat TCMB’nin şimdiye kadar ( Naci Ağbal göreve gelene kadar ) uyguladığı iletişim politikası açısından sürpriz bir karar olduğunu söylemek gerekir. Murat Uysal döneminde piyasaların beklentilerinin tersine kararların alınmış olması nedeniyle, TCMB’nin bağımsızlığı ve kredibilitesi açısından çok önemli sorunlar ortaya çıktığı aşikardı. Bu nedenle PPK’dan çıkan bu karar “kredibilite ve güven” tesisi bakımından önemlidir. Yeni ekonomi yönetiminin, en azından “sermaye” kesiminin güvenini kazanmak adına doğru adımlar atmaya başlamasını olumlu algılamak gerekir.

Faiz Artırımı Sorunları Çözer Mi?

Ancak, vurgulamak gerekir ki, Türkiye Ekonomisinin sorunları, sadece TCMB‘nin atacağı “Para Politikası” adımları ile çözülebilecek sorunlar değildir. Uzun yıllardan bu yana ülke kaynakları yapılan yanlış tercihler nedeniyle heba edilmiştir. Ekonomide yer alan sektörler arasında çok büyük dengesizlikler söz konusudur. İnşaat, Enerji, Tüketim, Turizm, Madencilik gibi sektörlere aşırı ve tekrarlanan yatırımlar nedeniyle büyük bir arz fazlası yaratılmış sözü edilen sektörlerde verimlilik yerine israfa dönük sonuçlar ortaya çıkmıştır.  Buna keza, İmalat Sanayii, Tarım, Dış Ticaret, İleri Teknoloji alanlarında ( ki yüksek katma değerin yaratıldığı sektörler ) oluşan arz açığı bu sektörlerde ithalat yoluyla kapatılmaya çalışılmış sonuçta kronikleşen cari finansman açıklarının daha da artmasıyla iddia edildiğinin aksine dışa bağımlılık büyümüş , bu da döviz ihtiyacının yükselmesine neden olmuştur.

2018 Yılından bu güne uygulanan düşük faiz politikası ile ekonomi büyütülmeye çalışılmış, kredi genişlemesi ile ortaya çıkan para arzı ya ithal malların talebine ya da döviz-altın alımına yönelmiş ve fiyatlar genel seviyesini yükseltmekle birlikte, ekonomide istenilen büyüme performansı sağlanamamıştır. Amaçlanan hedefler gerçekleşmediği gibi, yüksek işsizlik, yüksek enflasyon, bütçe açığında ve cari işlemler açığında artış, büyüme kalitesinde düşüş gibi sonuçlara ulaşılmıştır.

Özetle, TCMB Para Politikası ile sadece faizleri yükselterek güven tesis edebilmek tek başına mümkün değildir. Kısa vadede dövizdeki yükseliş hızını yavaşlatabilmek mümkün olabilir, ama trendi tersine çevirebilmek çok daha fazlasını gerektirir. Eğer ekonomi yönetimi ve hükümet olarak, tutarlı, planlı ve ayakları yere basan bir ekonomi programı hazırlamak istiyorsanız, atılan faiz adımı bir miktar zaman kazandırabilir. Ancak unutulmasın ki, piyasalar bu zamanı verirken,  sonraki adımların atılıp atılmayacağını, adımların neler olacağını, hangi takvimle uygulanacağını sorgulamaya başlamıştır bile. Velev ki, mevcut ekonomi yönetimi ve hükümetin bu programı uygulayıp uygulamayacağına ilişkin şüpheye düşmesi durumunda, vermiş olduğu zamanı dahi kullandırmadan beklentileri ölçüsünde hareket etmeye devam edecektir.

Nitekim görebildiğimiz kadarıyla yeni ekonomi yönetimi iyi niyetle bir takım adımlar atma çabasındadır. Ancak, sahip oldukları birikim, mevcut siyasi yönetim anlayışı ve her şeyden evvel vizyonlarının eksik olduğu kanaati naçizane bende mevcuttur. Malum olduğu üzere, bir ekonomide yer alan aktörler sadece sermaye, rantiye sınıfından ibaret değildir. Emek-İşgücü olmadan yalnızca bu sınıflara yönelik adımlar atarak büyüme ve kalkınmadan söz edilemez. Anlaşılan odur ki, yeni ekonomi yönetimi her ne kadar iyi niyetle bazı adımlar atmaya çalışmak için başta TÜSİAD, TOBB, Bankalar Birliği  gibi kuruluşlarla görüşerek adım atıyorsa da, doğru yaptığını söylemek pek mümkün değil gibi. Zira, son 18 yıldır uyguladıkları sermayeden ve ranttan yana dönük Neo Liberal Politikalar artık dünyada sona yaklaşmıştır. Geniş Halk kitlelerini ve İşçi Sınıfının çıkarlarını göz ardı eden politika ve politikacıların hem güven tesisi, hem de kalkınmaya bir  katkılarının olmadığının anlaşıldığı bir dönemin içine girmekteyiz.

Topyekun Zihniyet Değişimi

 Eski bilindik ve hiçbir sonuç getirmeyen reçeteleri tekrar tekrar uygulamaya çalışmak yine farklı bir sonuç doğurmayacaktır. Zihniyet Değişimi zorunludur. Covid-19 salgını ile birlikte dünyada bir çok şey gibi “Bireysel çıkara” dayalı liberalizmin yerini, “Kamucu” diyebileceğimiz, kollektif çalışma ve düşünceye dayalı kalkınma modellerinin uygulanacağı bir “Yeni Normal” düzene geçildiği ortadadır. Maksat ülkenin refahını ve kalkınmasını sağlamaksa, bu ancak tüm kesimlerin topyekun çıkarlarını gözeterek mümkündür. Eski üretim alışkanlıklarının terk edildiği, sosyal ilişkiler ve çalışma hayatının yeni baştan dizayn edildiği, dünya üretiminin Batı’dan Doğu’ya kaydığı bir dönemde eski reçete ve modellerle başarı sağlamak mümkün değildir. Bu nedenle, Kamu Maliyesinde,  Adalet Sisteminde, Eğitim ve Fırsat Eşitliğinde, Dış Politikada şeffaflık ve hesap verilebilirlikte kısacası aklınıza gelebilecek tüm alanlarda bir yeniden yapılandırmaya ihtiyaç söz konusudur. Akılcı ve rasyonel adımları atamadığımız takdirde, önümüzdeki 10 yılda Dünyanın en gelişmiş 20 ekonomisi içinde olmamız dahi hayaldir.

Değişim yaşanmaz ise ne olur

2014 Yılından günümüze yaşadığımız siyasi ve ekonomik çalkantılar Kişi Başına Düşen Milli Gelirimizin 12,000 USD’den 7,500 USD’ye gerilemesine, İşsiz sayımızın her geçen yıl artan nüfusumuzla ( Mülteci Göçleri de dahil ) birlikte Cumhuriyet Tarihinin en yüksek düzeylerine ulaşmasına, büyüme hızımızın sürekli azalmasına sebep oluyorsa, sistemimizde büyük bir açık var demektir. Bu açığı bulup gidermediğimiz müddetçe, uluslararası kabul görmüş her ölçütte geriye gittiğimizi ve gideceğimizi artık anlamamız gerekmektedir. Yanıtlanması gereken en önemli soru; Mevcut Yönetim Biçimi ve iktidar zihniyeti ile bütün bunları gerçekleştirebilmek mümkün mü? Bu sorunun cevabını bulabildiğimiz ölçüde, uygulanacak ekonomik programlar başarılı ya da başarısız olacaktır.

Her şeye rağmen 2021 Yılının hepimiz için önce sağlıklı geçmesi, ardından da refah ve huzur getirebilmesi dileklerimle yeni yılınız kutlu olsun.

Erden Armağan ER-25.12.2020 [email protected]

EKONOMİ

GIDADA FAHİŞ FİYAT MI YOKSA TARIM POLİTİKALARININ İFLASI MI?

Fahiş fiyat tartışmaları devam ederken ERDEN ARMAĞAN ER’in bir yıl önce yazdığı halen güncel olan yazıyı hatırlamakta fayda var…

Yayınlanma:

|

Son günlerde özellikle de yaz boyunca tartışılan en önemli husus, gıda ve tarımsal ürün fiyatlarında yaşanan TÜİK’e göre %30, vatandaşa göre ise %50-80 oranında yaşanan “hızlı fiyat artışları” idi. Ticaret Bakanlığı’na bağlı ekiplerin yaş sebze meyve hallerinde gerçekleştirdiği “FAHİŞ FİYAT” denetimleri, hükümetin gıda ve tarım ürünlerinde yaşanan artışlara karşı alabildiği tek önlem olarak dikkat çekti.

Nedir Bu Fahiş Fiyat?

Fahiş; Arapça bir kelime olup, TDK Sözlüğündeki tanımına göre, “aşırı, çok fazla” anlamına gelmektedir. Bu takdirde “fahiş fiyat” aşırı yüksek fiyat ya da çok fazla fiyat olarak tanımlanabilir. Ekonomi literatüründe ise teknik olarak her hangi bir tanımı bulunmamakla beraber, yüksek enflasyon dönemlerinde yaşanan hızlı fiyat artışları olarak değerlendirebiliriz. Kapitalist serbest piyasa ekonomilerinde mal ve hizmet fiyatları, hiçbir müdahale olmadan arz-talep eşitliğine göre belirlenmektedir. Dolayısıyla “fahiş” olarak değerlendirilebilecek hızlı fiyat artışları arzda ya da talepte ortaya çıkan dengesizlikler olması durumunda yaşanabilmektedir. Eğer bir mal ve hizmetin arzında küresel ya da yerel ölçekte tedarik sıkıntısı yaşanıyorsa talep sabit kalsa dahi fiyat yükselir. Ya da, üretim maliyetlerinde yaşanan bir artış da, talep sabitken fiyat artışına yol açabilir. Esasen fiyatların yükselişi bir sonuçtur. Fiyatlar Genel Seviyesi olarak Türkçeye çevirebileceğimiz “Enflasyonun”  hızlı yükselişi, uygulanan para ve maliye politikalarının yanlışlığının bir sonucudur. Dolayısıyla gıdada ya da diğer mal ve hizmet fiyatlarında  “Fahiş Fiyat” manşetleri atılması, yanlış “Ekonomi Politikalarından” dolayı sorumlu olan hükümetlerin, tabiri caizse hızla artan fiyatların müsebbibi olarak “Günah Keçisi” arama çabasından başka bir şey değildir.

Gıda Fiyatlarındaki Hızlı Yükselişin Nedenleri

  1. Gelir Dağılımı Eşitsizliği: Hepimizin bizzat yaşayarak gördüğü gibi, dünyada yer alan Gelişmekte Olan Ülkeler arasında %19,25 (TÜİK: %19,25, ENAG: 8 aylık enflasyon %30,39 ) ile en yüksek enflasyona sahip Türkiye’de, gıda fiyatlarının bu denli tartışılmasının en büyük nedeni hiç kuşkusuz Gelir Dağılımındaki bozulmadır. TÜİK tarafından açıklanan son büyüme rakamlarına baktığımızda ücretlilerin milli gelirden aldığı pay 2019 yılında  %36,7 iken, 2021 yılı 2. Çeyreği itibariyle %32,9’a gerilediğini gözlemliyoruz. Engel Yasası’na göre daha yoksul aileler, zengin ailelere göre gelirinin daha büyük bir kısmını gıda harcamalarına ayırmaktadır. Blanciforti ve Green’in 1988 Yılında ABD’de Hackman Yöntemini kullanılarak yaptıkları araştırma sonuçlarına göre; Yoksulluk Sınırı altında gelir sahibi olanların Gıda Harcamaları payının, toplam harcamalarının %33-48’i kadar olduğu, üstünde gelire sahip bireylerin gıda harcamasının ise toplam harcamalarının %16-31’i kadar olduğu tespit edilmiştir. Görülüyor ki, hem Milli Gelirden aldığı payın gerilemesi, hem de Dünya ortalaması üzerinde yaşadığımız gıda fiyatları artışı, ücretlilerin ülkemizde söz konusu artışlardan daha olumsuz etkilenmesine yol açmıştır.
  2. Hatalı Fiyat Aktarım Mekanizmaları: 2001 Krizi ardından alınan önlemlerle, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarıyla, devletin Tarım ve Hayvancılık alanında uyguladığı destekleme alımları ve piyasa düzenleyici rolünden çıkmasının ardından bahis konusu sektörler piyasanın insafına bırakılmıştır. ABD ve AB’de hükümetlerin birincil öncelikli desteklerle koruduğu Tarım ve Hayvancılık ülkemizde kendi haline bırakılmıştır. Hemen her türlü girdisi (gübre, ilaç, mazot, fide, ambalaj ) ithal olan tarım sektöründe bir de destekleme alımlarının bir çok üründe yapılmaması ve fiyatların piyasa mekanizmasına bırakılması, iklim ve doğal afetlerin etkisi ile arz şoklarına açık tarım sektöründe fiyatların üreticide çok düşük ( maliyetlerin dahi altında), tüketicide ise çok yüksek belirlenmesine yol açmıştır. Devletin ne alıcı, ne düzenleyici ne de denetleyici olmadığı sektör tamamen gıda sanayici, tüccar ve zincir marketlerin insafına terkedilmiştir. Örneğin üreticide 3,20 TL olan 1 lt inek sütü, market raflarında 8-9 TL arasında fiyatlanmaktadır. Aynı şekilde tarlada kg fiyatı 50 krş olan domates Pazar ve marketlerde 4-5 TL arasında fiyatlanmaktadır.

Gıda Fiyatları Nasıl Düşer?

Dünyada da yaşanan gıda fiyat artışlarını düşürmek belki mümkün olmayabilir ancak, fiyat yükselişlerinin makul seviyelerde gerçekleşmesi pekala sağlanabilir. Öncelikle yapılması gereken iş devletin piyasayı regüle etmesi, çiftçi ve üreticileri anlamlı desteklerle daha çok üretmeye teşvik edici önlemleri alması olacaktır. Üretim artışı beraberinde kabul edilebilir fiyatları getirecektir. Yılladır ihmal ettiğimiz Tarım Kooperatiflerinin tekrar canlandırılması ve piyasa belirleyici aktif roller üstlenme zamanı gelmiştir. İzmir Tire Süt Kooperatifi örneğinde olduğu gibi yerel yönetimler bu konuda daha çok inisiyatif almalı ve teşvik edilmeli. Boş Tarla ve Meraların Yerel Yönetimler tarafından tarım amaçlı kullanımının önü açılmalı. Trakya, Bursa, Adapazarı ovaları gibi sanayinin tahribine açılan alanlara rağmen elimizde yeterli tarım arazisi mevcut, sorun organize olup atıl alanların tarım ve hayvancılığa kazandırılmasıdır.  Tüketici kısmında ise, ücretlilerin ve yoksul kesimlerin Milli Gelirden aldığı payın artmasını sağlayacak politikaları uygulamaya geçmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, “Fahiş Fiyat” bir algı yönetimi çalışmasıdır. Bu söylemle asıl sorumlu ve suçlu olması gerekenlerin rolü gölgelenmeye çalışılmakta, soyut bir “günah keçisi” yaratılmaya çalışılmaktadır.

Erden Armağan ER – Ekonomist [email protected]

28.09.2021

Okumaya devam et

Erden Armağan Er

GIDADA FAHİŞ FİYAT MI YOKSA TARIM POLİTİKALARININ İFLASI MI?

Yayınlanma:

|

Son günlerde özellikle de yaz boyunca tartışılan en önemli husus, gıda ve tarımsal ürün fiyatlarında yaşanan TÜİK’e göre %30, vatandaşa göre ise %50-80 oranında yaşanan “hızlı fiyat artışları” idi. Ticaret Bakanlığı’na bağlı ekiplerin yaş sebze meyve hallerinde gerçekleştirdiği “FAHİŞ FİYAT” denetimleri, hükümetin gıda ve tarım ürünlerinde yaşanan artışlara karşı alabildiği tek önlem olarak dikkat çekti.

Nedir Bu Fahiş Fiyat?

Fahiş; Arapça bir kelime olup, TDK Sözlüğündeki tanımına göre, “aşırı, çok fazla” anlamına gelmektedir. Bu takdirde “fahiş fiyat” aşırı yüksek fiyat ya da çok fazla fiyat olarak tanımlanabilir. Ekonomi literatüründe ise teknik olarak her hangi bir tanımı bulunmamakla beraber, yüksek enflasyon dönemlerinde yaşanan hızlı fiyat artışları olarak değerlendirebiliriz. Kapitalist serbest piyasa ekonomilerinde mal ve hizmet fiyatları, hiçbir müdahale olmadan arz-talep eşitliğine göre belirlenmektedir. Dolayısıyla “fahiş” olarak değerlendirilebilecek hızlı fiyat artışları arzda ya da talepte ortaya çıkan dengesizlikler olması durumunda yaşanabilmektedir. Eğer bir mal ve hizmetin arzında küresel ya da yerel ölçekte tedarik sıkıntısı yaşanıyorsa talep sabit kalsa dahi fiyat yükselir. Ya da, üretim maliyetlerinde yaşanan bir artış da, talep sabitken fiyat artışına yol açabilir. Esasen fiyatların yükselişi bir sonuçtur. Fiyatlar Genel Seviyesi olarak Türkçeye çevirebileceğimiz “Enflasyonun”  hızlı yükselişi, uygulanan para ve maliye politikalarının yanlışlığının bir sonucudur. Dolayısıyla gıdada ya da diğer mal ve hizmet fiyatlarında  “Fahiş Fiyat” manşetleri atılması, yanlış “Ekonomi Politikalarından” dolayı sorumlu olan hükümetlerin, tabiri caizse hızla artan fiyatların müsebbibi olarak “Günah Keçisi” arama çabasından başka bir şey değildir.

Gıda Fiyatlarındaki Hızlı Yükselişin Nedenleri

  1. Gelir Dağılımı Eşitsizliği: Hepimizin bizzat yaşayarak gördüğü gibi, dünyada yer alan Gelişmekte Olan Ülkeler arasında %19,25 (TÜİK: %19,25, ENAG: 8 aylık enflasyon %30,39 ) ile en yüksek enflasyona sahip Türkiye’de, gıda fiyatlarının bu denli tartışılmasının en büyük nedeni hiç kuşkusuz Gelir Dağılımındaki bozulmadır. TÜİK tarafından açıklanan son büyüme rakamlarına baktığımızda ücretlilerin milli gelirden aldığı pay 2019 yılında  %36,7 iken, 2021 yılı 2. Çeyreği itibariyle %32,9’a gerilediğini gözlemliyoruz. Engel Yasası’na göre daha yoksul aileler, zengin ailelere göre gelirinin daha büyük bir kısmını gıda harcamalarına ayırmaktadır. Blanciforti ve Green’in 1988 Yılında ABD’de Hackman Yöntemini kullanılarak yaptıkları araştırma sonuçlarına göre; Yoksulluk Sınırı altında gelir sahibi olanların Gıda Harcamaları payının, toplam harcamalarının %33-48’i kadar olduğu, üstünde gelire sahip bireylerin gıda harcamasının ise toplam harcamalarının %16-31’i kadar olduğu tespit edilmiştir. Görülüyor ki, hem Milli Gelirden aldığı payın gerilemesi, hem de Dünya ortalaması üzerinde yaşadığımız gıda fiyatları artışı, ücretlilerin ülkemizde söz konusu artışlardan daha olumsuz etkilenmesine yol açmıştır.
  2. Hatalı Fiyat Aktarım Mekanizmaları: 2001 Krizi ardından alınan önlemlerle, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarıyla, devletin Tarım ve Hayvancılık alanında uyguladığı destekleme alımları ve piyasa düzenleyici rolünden çıkmasının ardından bahis konusu sektörler piyasanın insafına bırakılmıştır. ABD ve AB’de hükümetlerin birincil öncelikli desteklerle koruduğu Tarım ve Hayvancılık ülkemizde kendi haline bırakılmıştır. Hemen her türlü girdisi (gübre, ilaç, mazot, fide, ambalaj ) ithal olan tarım sektöründe bir de destekleme alımlarının bir çok üründe yapılmaması ve fiyatların piyasa mekanizmasına bırakılması, iklim ve doğal afetlerin etkisi ile arz şoklarına açık tarım sektöründe fiyatların üreticide çok düşük ( maliyetlerin dahi altında), tüketicide ise çok yüksek belirlenmesine yol açmıştır. Devletin ne alıcı, ne düzenleyici ne de denetleyici olmadığı sektör tamamen gıda sanayici, tüccar ve zincir marketlerin insafına terkedilmiştir. Örneğin üreticide 3,20 TL olan 1 lt inek sütü, market raflarında 8-9 TL arasında fiyatlanmaktadır. Aynı şekilde tarlada kg fiyatı 50 krş olan domates Pazar ve marketlerde 4-5 TL arasında fiyatlanmaktadır.

Gıda Fiyatları Nasıl Düşer?

Dünyada da yaşanan gıda fiyat artışlarını düşürmek belki mümkün olmayabilir ancak, fiyat yükselişlerinin makul seviyelerde gerçekleşmesi pekala sağlanabilir. Öncelikle yapılması gereken iş devletin piyasayı regüle etmesi, çiftçi ve üreticileri anlamlı desteklerle daha çok üretmeye teşvik edici önlemleri alması olacaktır. Üretim artışı beraberinde kabul edilebilir fiyatları getirecektir. Yılladır ihmal ettiğimiz Tarım Kooperatiflerinin tekrar canlandırılması ve piyasa belirleyici aktif roller üstlenme zamanı gelmiştir. İzmir Tire Süt Kooperatifi örneğinde olduğu gibi yerel yönetimler bu konuda daha çok inisiyatif almalı ve teşvik edilmeli. Boş Tarla ve Meraların Yerel Yönetimler tarafından tarım amaçlı kullanımının önü açılmalı. Trakya, Bursa, Adapazarı ovaları gibi sanayinin tahribine açılan alanlara rağmen elimizde yeterli tarım arazisi mevcut, sorun organize olup atıl alanların tarım ve hayvancılığa kazandırılmasıdır.  Tüketici kısmında ise, ücretlilerin ve yoksul kesimlerin Milli Gelirden aldığı payın artmasını sağlayacak politikaları uygulamaya geçmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, “Fahiş Fiyat” bir algı yönetimi çalışmasıdır. Bu söylemle asıl sorumlu ve suçlu olması gerekenlerin rolü gölgelenmeye çalışılmakta, soyut bir “günah keçisi” yaratılmaya çalışılmaktadır.

Erden Armağan ER – Ekonomist [email protected]

Okumaya devam et

Erden Armağan Er

TÜRKİYE’DE HAYAT NEDEN PAHALI ve HAYATLAR NEDEN BU KADAR UCUZ?

Yayınlanma:

|

Enflasyon Rakamları Gerçeği Yansıtıyor Mu?

Başlık ilk bakışta biraz kafa karışıklığı yaratsa da, aslında hemen herkesin hem fikir olduğu bir durumdan bahsediyorum. Dün Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Haziran ayı enflasyon oranının bir önceki aya göre TÜFE’de %1,94 , Yİ-ÜFE’de ise %4,01 arttığını açıkladı. Bu rakamlarla yıllık enflasyon TÜFE’de %17,53, Yİ-ÜFE’de de %42,89 olarak gerçekleşmiş oldu.

   TÜFE Yıllık ( Kaynak: TÜİK )

Haber, her ne kadar gazete başlıklarına “enflasyon beklentilerin üzerinde gerçekleşti” diye yansıdıysa da kimlerin beklentilerinin dikkate alındığı meçhul kaldı. Zira ENAG ( Enflasyon Araştırma Grubu)’nun yaptığı çalışmaya göre Haziran Ayı Enflasyon Oranı %3,28, 6 aylık enflasyon da %19,16 olarak gerçekleşti diyor.

 Mayıs ayında  %0,89’luk aylık rakam açıklandığında taraflı tarafsız bir çok kesimden rakamların “gerçekliği” konusunda çok fazla itirazlar yükselmişti. Zira çarşıda pazarda neredeyse haftada bir değişen etiketlerden söz edilirken Mayıs enflasyonunun üstelik akaryakıt  zammı da yapılmışken %0,89 çıkması şüphe yaratmıştı. Üzerine bir de TÜİK önce bir %1,44’lük artışı sitesine koyup, sonra yanlışlık oldu açıklaması yapınca kızılca kıyamet koptu. Haliyle böylesine önemli bir kurumda 3 yılda 4 tane başkan değiştirilince, haliyle kurumun güvenilirliği sorgulanacaktır. Gerçekte ise, Mayıs ayında 17 günlük kapanma sebebiyle bir çok mal ve hizmette güncel fiyatlar tespit edilemediği için enflasyon artışının düşük çıkması gayet normaldi ama yaşanan ‘güven kaybı’ kamuoyunda algının olumsuz yönde gelişmesine sebep oldu. Tartışmaların bir diğer odak noktası da Haziran Ayı enflasyonu ile birlikte, memur, işçi ve emekli aylıklarında “enflasyon farkı zammının”  belirlenecek olmasıydı. Genel kanı ücret zamlarını düşük tutmak için rakamlarla oynandığı şeklindeydi. Bu kanıyı güçlendiren iki diğer gelişme de; iki TÜİK Başkan Yardımcısının görevden alınması, yeni 3 başkan yardımcısının görevlendirilmesi, görevde olan iki Başkan Yardımcısının görev ve sorumluluklarının yeni atanan yardımcılara verilmesi ile 1 Temmuz tarihinde elektriğe %15, doğalgaza %12’lik zam yapılması olmuştur. Halbuki bu iki zam bir gün önce yapılsa, memur, işçi, emekli ücretlerine yapılacak artışlar en azından bu zamların bir kısmını (hesaplama tekniği sebebiyle) da içerecekti ve hayatın git gide pahalandığı bu süreçte dar gelirli kesimleri bir ölçüde rahatlatabilecekti, ancak tercih bu yönde kullanılmadı. Bu sebeple ücret ve maaşlara yapılacak artış %8,45’le sınırlı kalmış oldu. Hal bu ki elektrik ve doğalgaz zamları Haziran enflasyonuna yansımış olsaydı maaş ve ücret artışları tahminen %10 ve üzerinde gerçekleşecekti. Açıkçası hükümetin, uzun yıllardan bu yana ekonomik sınıflar arasındaki tercihlerini ( gelir, hukuk, vergi her türlü teşvikler sermaye lehine kullandığını ) bildiğimizden, böyle bir adım  biz çalışanlar  tarafından sürpriz olmadı.

                     Yİ-ÜFE’deki artış Enflasyonun Yükseleceğine İşaret Ediyor

     Yİ-ÜFE YILLIK ( Kaynak TÜİK )

Geçmiş yazıları takip eden okurlarımız bilirler, bir çok yerli ve yabancı kurum ekonomisti  enflasyonun yılın ilk çeyreğinde yükseleceğini, ikinci ve üçüncü çeyrek itibariyle inişe geçeceğini ve yıl sonunda %14-15 bandında kalacağını öngörürken, benim tahminlerim %20-25 bandında olacağı şeklindeydi ve hala da öyle. Muhtemelen önümüzdeki günlerde bahsedilen kurumlar enflasyon tahminlerinde revizyona gideceklerdir diye düşünüyorum. Çünkü TÜİK rakamlarına göre Yİ-ÜFE  yıllık olarak %42,89 gibi son yılların en yüksek düzeyine çıkmış durumda. Bunun anlamı, tüketicinin satın alma gücünün düşmesi nedeniyle, maliyetlerinde yaşanan artışları fiyatlarına yansıtamayan üretici ve satıcıların, önümüzdeki süreçte bu maliyet artışlarını fiyatlarına yansıtmakta tereddüt etmeyecek olmalarıdır. Nitekim çeşitli sektörlerde yer alan üretici ve satıcıların sözcülerinin, şimdiden önümüzdeki aylarda %15-20 oranında fiyat artışlarına gideceklerine dair görüşleri haberlere yansımaktadır. Petrol fiyatlarında yaşanan yüksek seyir ve bununla ilgili Cumhurbaşkanının, akaryakıtla ilgili vergileri minimum düzeyde tuttuklarına dair açıklamaları dikkate alındığında, yıl sonu TÜFE’nin %20’ler  düzeyinde gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır.

30 Haziran tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararı ile FİK (Fiyat İstikrar Komisyonu)’nun kurulmuş olmasının  fiyatların genel seyrinde nasıl bir işlev göreceğini 70’li yılların sonlarından az çok hatırlıyoruz. İktidarın “Eski Türkiye” uygulamalarına (1979’da benzin, şeker, yağ v.b. ürünlerde tavan fiyat uygulanmış ve bu ürünlerde hem tedarik sıkıntısı, hem de karaborsa fiyatları oluşmuştur) yönelmesi Serbest Piyasa uygulamalarından hızla uzaklaşıldığının işaretleri gibi görünüyor. Turizm Gelirlerinin düşeceğinin bariz olduğu 2021 yılında, Cari Açığın daha da büyümesinin önüne geçmek için BDDK’nın kredi kartları ile bazı ürünlerin taksitli alış-verişlerinde sınırlamalara gitmesinden de görüleceği üzere, hükümetin ekonomide atabileceği adımların “Refah Arttırıcı” olamayacağı iyiden iyiye anlaşılmaktadır.

 TCMB Faiz İndirir mi? Arttırır Mı?

Enflasyondaki yükseliş trendinin devam edeceğinin iyiden iyiye ortaya çıktığı bir ortamda TCMB’nın, Kısa Vadeli Gösterge Faizlerinde her hangi bir indirim yapması, döviz kurlarının ani bir sıçrama göstermesinden ve zaten tarihi düşük seviyelerinde ( Reel Efektif Döviz Kuru Endeksi Haziran’da 59,77 olarak açıklandı. Endeksin hesaplanmaya başlandığı 1994’ten bu yana TL’nin  gördüğü en düşük seviyedir) seyreden TL’nin daha da değer kaybetmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır. Mevcut faiz seviyeleri, zaten reel  olarak ne iç ne de yabancı yatırımcıya herhangi bir cazibe sunmuyor. Haziran ayı itibariyle enflasyon %17,53’tür. Haftalık Repo Faizi brüt %19 ; %5’lik stopaj düşüldüğünde net %18,05 , reel faiz %0,52. Üstelik, enflasyon da yükseliş eğiliminde. Yurt içi yerleşikler böyle bir ortamda DTH’larını bozarak TL’ye neden geçsinler?

Bir şunu diyen bir yazı '130 120 REEL KUR REKOR DÜŞÜK SEVİYEYE GERİLEDİ 127,4 110 100 90 80 70 60 75,0 നন 67,3 64,2 62,6 59,8 50 1983 1985 987 1989 1991 1993 1995 1997 1999 2001 2003 2005 2007 2009 2011 2013 2017 2019 2021 2015' görseli olabilir

Eğer TCMB bu tabloya rağmen kısa vadeli faizleri indirmeye teşebbüs ederse, toplam mevduatlar içinde TL’nin payında da (mevcutta TL %45, DTH %55 seviyelerinde) tarihi düşük seviyeleri görmek işten bile sayılmamalıdır. TL işlevini yitirip tercih edilmemeye daha çok başlandığında, TCMB’nın kapısına kilit vurmaktan başka ne sonuç doğabilir bilmiyorum? Mevcut enflasyon verileri ve gelecekte beklenen enflasyon, bırakın TCMB’nın faiz indirimine gitmesini, mevcut %19’luk seviyeyi dahi arttırmayı zorunlu kılmaktadır.

Bunca Pahalılıkta Bile Hayatlar Ne Kadar Ucuz!

2001 Krizi’nde genç bir bankacıydım. 1994 dahil tüm krizlere bire bir piyasanın içinde şahit oldum. Fakat hiç birinde, sosyolojik olarak  içinden geçmekte olduğumuz süreçteki kadar yıprandığımızı hatırlamıyorum. 1980’den bu yana uygulanan liberal politikalar hep sermayeden yana idi. Zaman zaman ben de IMF politikalarını savundum, zira çalıştığım kurumlarda yaptığım iş savunmamı gerekli kılıyordu. Ancak çalışanların hiç bugünlerdeki kadar fakirleştiğini, sermayenin de bugünkü kadar palazlandığını gözlemlemedim. İş kazalarında ölenlerin sayısının Çin’le yarışır düzeye gelmesini, ne işte ne de eğitimde yer almayan gençlerin sayısının dünyada en çok olduğu ülkelerden biri olduğumuzu, işsizlik ve açlıktan intiharların bu kadar çok arttığı bir dönemin olduğunu hiç yaşamadım. Devlet, yine de bir şekilde sosyal sorunlara en azından bugünkünden daha fazla eğiliyordu. Hal bu ki, dünyada rekabet halinde olduğumuz hiçbir ülke son 20 yılda böylesine kötü verilere sahip olmadı. Hatta Milli Geliri bizden düşük küçük Avrupa ülkeleri de dahil. Geçmişte Doğu Blokunda yer alıp sonradan batı kulübüne giren ülkeler dahi refah olarak bizden daha iyi duruma geldi. Az çok dünyayı takip eden ve neler olup bittiğini bilen biri olarak, aklım ve vicdanım  böyle yönetilmeyi her ne olursa olsun hak etmediğimizi söylüyor. “En az Güney Kore kadar gelire sahip olmalıydık” diye düşünüyorum. Her ne kadar, çoğunlukla Montesqieu’ye atfedilerek;

Her Toplum Layık Olduğu Şekilde Yönetilir” dense de, ben ülkem adına buna itiraz ediyorum.

Erden Armağan ER-06.07.2021

[email protected]

Okumaya devam et

KATEGORİLER

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www paravitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 - Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.