Erden Armağan Er
YENİ YILDA EKONOMİK PANORAMA
Erden Armağan ER, anlaşılması zor konuları sade ve anlaşılır hale getirerek 2020’nin ekonomik Panoramik görüntüsünü değerlendirdi; 2021’e taşınan sorunları ve çıkış yolları için öneriler getirdiği bir yazı ele aldı

Yayınlanma:
3 sene önce|
Yazan:
Erden Armağan Er
Yabancı Girişi Oldu Mu?
Aşağıdaki tablo TCMB’nin her hafta Perşembe günü yayınlamış olduğu “Haftalık Para Mevduat ve Menkul Kıymet İstatistikleri” tablosudur. Hatırlayacağınız gibi ilk yazımın hareket noktası da bu tablo idi. Bu tablonun önemi nedir? Piyasadaki ekonomik aktörlerin ellerindeki parayı hangi yatırım araçlarında değerlendirme kararını verdiklerine dair ipuçları içermesidir. Her ne kadar verileri bir hafta gecikmeli gösteriyor olsa da nakit akımlarının ve trendlerin ne yönde seyrettiğini bu tablodan gözlemleyebiliyoruz.

Para Politikası Kurulu toplantısından çıkan 200 baz puanlık artışın ardından döviz kurlarında özellikle 2. haftanın ardından %7’ye yakın bir düşüş gerçekleşti ve bu düşüşün yabancı satışlarından ve yerleşiklerin dövizden çıkışından olduğu söylendi. Gerçi elimizde 25-31 Aralık Haftasına ait veriler bulunmamakla birlikte, en azından bu hafta itibariyle böyle bir gelişmenin olmadığını gözlemleyebiliyoruz. Zira tabloya göre, yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatında bir önceki haftaya göre 502 Milyon Dolarlık bir artış söz konusu. Aynı şekilde Hisse Senetleri Stok miktarında da ( yabancı yatırımcılar) %49,4’dan %49,1’a bir gerileme var. DİBS Stokunda da yabancılardan hatırı sayılır bir giriş gözlenmiyor. Elbette döviz kurlarındaki düşüşten algıladığımız bir satış mevcut ancak, bu düşüşün sebebi ne yabancılar ne de yurt içi yerleşiklerin portföy tercihlerindeki değişim olmadığı gayet açık. Muhtemelen, Yabancılar bir giriş yaptılarsa da bu sadece, yükselen faiz ve düşen kurların yarattığı fırsattan yararlanmak için “SWAP” yolunu tercih etmiş olmalarıdır. Bir çok ekonomistin de belirttiği gibi, ekonomide 2 yıldır biriken sorunların sadece “faiz arttırma yoluyla” tersine dönmesini beklemek en iyimser deyimle “aşırı iyimserliktir”.
Enflasyon, İşsizlik, Cari Açık, Bütçe Açığı
2020 Yılsonu enflasyonu TÜİK rakamlarına göre %14,60 açıklandı. Ancak bu rakama hükümetin kendisi de dahil olmak üzere kimsenin inanmadığı da ortada. Zira, 2021 Yılı asgari ücreti %21 artışla 2.825,90 TL olarak belirlendi. Ha keza, köprü ve otoyollara %26 oranında zam yapıldı. Cumhurbaşkanı maaşı %26 arttı. Cumhurbaşkanlığı bütçesi %28,1 arttı. 2021 Yılı Bütçe Kanunu’nda Giderler 1,346 Trilyon TL, Bütçe Açığı 245 Milyar TL yani sırasıyla bütçe büyüklüğü %22,9, bütçe açığı % 77,50 artacak. Sonra da Enflasyon rakamlarının %9,4 olacağına inanacağız öyle mi?
TCMB’nin 2006’den bu yana Enflasyon Hedeflerini tutturmakla ilgili ciddi bir kötü sicili olduğunu unutmamalıyız. Gerçi enflasyonun yüksek seyretmesinin tek sorumlusu olarak TCMB’yi göstermek insafsızlık olur. Nitekim son iki yılda hükümet tarafından güvenilirliğine ve bağımsızlığına vurulan darbeleri göz önünde bulundurursak, en masum müsebbib olduğu bile söylenebilir.

Tüm bu bahsettiğimiz sebepler yüzünden 2021 Yılı Enflasyon hedefinin tutmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Zira geçmiş sicil, bu iddiamızın en önemli kanıtı olsa gerek. Yani bir “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” mevzusu anlayacağınız. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, ilk defa bu yıl Kasım enflasyonu beklentileri aşarak açıklandığında, yeni ekonomi yönetiminin gerçek verileri açıklayacağına dair bir inanç oluşmaya başlamıştı ki, henüz 1 hafta bile olmadan ardı ardına açıklanan zamlar ve bütçe rakamları oluşmaya başlayan inancı bir anda bitirmiş oldu.
İşsizlik, 2020 Yılında Pandemi nedeniyle tüm dünyada, 1929 Ekonomik Buhranından bu yana görülen en yüksek işsizlik rakamları görülmüşken, Türkiye, TÜİK’e göre İşsizlik rakamlarını bu ortamda dahi düşürebilen tek ülke oldu. 2019 yılında 4.369.000 işsiz ve %13,4’lük işsizlik oranına sahip olan ülkemiz, TÜİK’in Eylül 2020 rakamlarına göre işsiz sayısını 4.016.000 kişi ve işsizlik oranını da %12,7‘ye indirmeyi başarmış. Üstelik bu başarı, İhracatın Ocak-Kasım 2020 döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 8,3 azalarak 151 milyar 670 milyon dolara düştüğü; İthalatın yüzde 3,5 artışla 197 milyar 14 milyon dolara ulaştığı bir yılda gerçekleşmiş. Üstelik bu başarıyı emsalsiz kılan gelişme ise, pandemi günlerinde cafe, bar, restoran, sinema, otel ve daha bir çok hizmet sektörü işletmesinin kapalı olduğu ve buralarda çalışanların yaklaşık 2/3’ünün işsiz kaldığı bir çok başka işçinin de ücretsiz izne çıkarılarak günlük 39 TL ücrete mecbur bırakıldığı bir dönemde olmasıdır.
Cari Açık Sahi, İhracat-İthalat rakamlarına değinmişken Cari Açığımız ne olmuş ona da bir göz atalım isterseniz. Ne demiştik Ocak-Kasım 2020 de ihracatımız 151,670 Milyon USD’ye gerilemiş, ithalatımız da 197,014 Milyon USD’ye çıkmıştı. Yani Dış Ticaret açığımız 45,3 Milyar USD olmuş. Turizm Gelirlerimiz de yaklaşık 12 Milyar USD olarak gerçekleşmiş ve Cari Açığımız Ocak-Kasım döneminde 33-34 Milyar USD düzeyinde gerçekleşmiş. Burada dikkat çekmek istediğim en önemli husus şudur; Türkiye Ekonomisi, büyüme modeli olarak Cari Açık üreten bir yapıya sahip olmasına karşın, her yıl cari açık vermemize rağmen ekonomik büyüme hızımızın düşüyor ve buna mukabil işsizlik sayımızın sürekli artıyor oluşudur. Bu gidişat 2013 yılından bu yana hızlanarak devam etmektedir. 2013 yılında 954 Milyar USD olan GSYİH, 2019 Yılı itibariyle 754 Milyar USD’ye gerilemiş, 2020 Yıl sonu itibariyle 750 Milyar USD olacağı ( en iyimser ihtimalle) varsayıldığında bahsettiğim hususun önemi daha iyi anlaşılacaktır, ülke hızla fakirleşmektedir. Bu veriler ile kişi başına gelirin düşeceğini belirtmeye gerek bile yok.
“Güven” Geri Gelir mi?
Görüldüğü üzere belli başlı TCMB verileri ile “makro ekonomik büyüklüklerdeki” gelişmelere baktığımızda, son iki yılda yaşanan “güven” kaybının “TL” üzerinde yaratmış olduğu erozyonun, bir iki faiz artırım kararı ile tersine döneceğini vurgulamak tamamıyla bir “algı yönetimidir”. TCMB Başkanı Naci Ağbal’ın 2021 Yılı Para Politikası Perspektifine ilişkin basın toplantısında dile getirdiği gibi, “Dolarizasyonun” tersine döndürülmesi ekonomi yönetiminin ilk öncelikli hedefidir. Bu hedefin gerçekleşebilmesi için yapmayı öngördükleri tek adım eğer faizi yükseltmekse, bunun için atmaları gereken daha çok adım olduğunu söylemeliyiz çünkü resmi enflasyon rakamlarına kendilerinin dahi itibar etmediklerini, bütçe rakamları, köprülere yapılan zamlar ve belirlenen asgari ücretlerde yaptıkları artış ile örneklendirmeye çalıştım. Bir üretim faktörü olarak eğer ücretlere gerçekleşen enflasyonun ve hatta beklenen enflasyonun kat kat üzerinde artışta bulunuluyorsa, bir diğer üretim faktörü olan sermayenin geliri olan faizi de en az bu oranda belirlemek durumundasınız. Yani yapılan zamlar ve bütçedeki artış miktarlarını dikkate aldığımızda faizlerin bugün teorik olarak %25-26 olması gerekir. Olur mu? Kişisel kanaatim olmaz yapmazlar ya da yapamazlar, zira bu kez reel sektörde zaten sorunlu olan firmaların iflasını hızlandırma riskini göze almak zorunda kalırlar ki, bu ideolojik söylemlerinin de boşa düşmesini ayan beyan ortaya çıkartır. Peki faiz %25-26 seviyelerine çıkmazsa ne olur? “Ters dolarizasyon”la bekledikleri gerçekleşmez ve toplam tasarrufların şimdilik %54-55’ini oluşturan “döviz tevdiat hesaplarındaki” artış devam eder.
Aslında çok da üzerinde kafa yormaya gerek yok, hepimiz biliriz ki, güvenini kötüye kullandığımız eşimiz, dostumuz sevdiklerimizin güvenini nasıl ki kazanmak uzunca bir zaman alıyorsa ya da hiçbir zaman eskisi gibi bize güvenmiyorlarsa, babamızın oğlu olmayan siyasetçilere karşı da farklı davranılmasını beklemek sanırım o kadar yanlış olur. Yani mevcut yönetim hangi adımları atarsa atsın (ki gözlemlenen bahsi geçen reform adımları algıyı yönetmeye yönelik adımlardır), ekonomik aktörlerin güvenini kazanma şansı bulunmamaktadır. Dolayısıyla mevcut konjonktürde ve pandemi koşullarında kendilerini güvende hissetmek isteyen yatırımcıların dövizde kalma kararlarını değiştirmek pek kolay görünmüyor. Aksine, artan para arzı ve negatif reel faizin etkisiyle ve çeşitli manipülasyonların yapıldığına dair dedikoduların gölgesinde 1,447 seviyesine kadar gelen BİST-100’e yatırım yapmış yabancıların ellerinde kalan hisseleri satıp dövizlerini de makul seviyelerden alıp gitmeleri için iyi bir fırsat yaratmış gibi görünmektedir.
Sonuç olarak, hep söyleye geldiğimiz, demokratik hukuk devleti ilkelerine dönülmedikçe, ekonomide şeffaflık ve liyakat sağlanmadıkça mevcut siyasi zihniyetin, en azından ekonomide herhangi bir başarı şansı olmadığını görmek gereklidir. Zira anlaşılan o ki, mevcut iktidarın ülkenin ekonomik koşullarını iyileştirmek adına ne bir stratejisi, ne bir planı ne de rasyonalitesi yoktur. Siyasette ve ekonomide atılan adımların hepsi günlük kararlara ve reaksiyoner günü kurtarmaya yönelik önlemlere dayanmaktadır. Açıkçası ülke yönetiminde bu kadar kısa vadeli ve günlük düşünen, kaynakların yönetimi konusunda objektiflikten giderek uzaklaşan bir iktidarın ülkemizi refaha kavuşturacağını ummak gerçekten “aşırı iyimser” olmayı gerektiriyor.
Erden Armağan ER – erdener1970gmail.com
İlginizi Çekebilir
-
GIDADA FAHİŞ FİYAT MI YOKSA TARIM POLİTİKALARININ İFLASI MI?
-
TÜRKİYE’DE HAYAT NEDEN PAHALI ve HAYATLAR NEDEN BU KADAR UCUZ?
-
TÜRK LİRASININ GELECEĞİ VE TCMB PARA POLİTİKASI
-
EKONOMİYE DAİR TAHMİNDE BULUNMAK OLANAKSIZ HALE GELDİ!
-
KRİPTO PARALARA OPERASYON MU ÇEKİLİYOR? ALTIN MI, GÜMÜŞ MÜ?
-
PARA NEREYE GİDİYOR? YABANCI TL VARLIKLARI SATMAYA DEVAM EDİYOR MU?
-
No Way Out from TURKEY, No EXIT ( Burası Türkiye, buradan çıkış yok! )
Erden Armağan Er
ÖDEMELER DENGESİ KRİZİ VE MORATORYUM YAŞANIR MI?

Yayınlanma:
1 ay önce|
21/08/2023Yazan:
Erden Armağan Er
Ödemeler Dengesi Ne Demek?
Bir ülkenin dış alemden almış olduğu mal ve hizmetler karşılığı yaptığı ödemeler (ithalat, turizm, navlun v.s.) ile dış aleme yapılan mal ve hizmet satışlarından elde edilen gelirlerin muhasebeleştirilmesi sonucu ortaya çıkan dengeye “Ödemeler Dengesi” denir. Bu denge birincisi lehine ( ithalat, turizm giderleri, navlun giderleri) fazla veriyorsa “Cari Açık” (Türkiye de olduğu gibi), ikincisi yani yurtdışından elde edilen gelirlerin yurtdışına yapılan ödemelerden fazla olması durumunda ise “Cari Fazla” olarak tanımlanmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere, Ödemeler Dengesi bir eşitliktir ve eğer bir dengesizlik söz konusuysa ki cari açık bir dengesizlik durumudur; uluslararası muhasebe standartları gereği bu dengesizlik mutlaka giderilmek zorundadır. Söz konusu dengesizliğin giderilebilmesi için cari açık veren ülkenin çeşitli alternatifleri mevcuttur.
1) Dış Borçlanma (Hükümetlerarası ya da IMF DB gibi)
2) Portföy Yatırımları( Uluslararası Finans Piyasalarından borçlanma gibi)
3) Doğrudan Yatırımlar. (Yabancı sermayenin fabrika vb yatırım yapması)
Bir ülkenin Ödemeler Dengesi Krizi yaşaması için ilk şart “Cari Açık” veren bir ülke olması, ikinci şart da cari açığı finanse edememesidir. Bir ülkenin genellikle bir ödemeler dengesi krizi yaşaması olasılığının yükselmesi için cari açık miktarının GSYH’nın %5-5,5 seviyesini aşması beklenir. Bu durumda ilgili ülkenin olası bir ödemeler dengesi krizi riski yükseleceği için borç verenler ya daha yüksek faizle borç verecektir ya da borç vermekten imtina edeceklerdir. Dışardan borçlanma gerçekleştirilemezse finansman (2019 yılından bu yana olduğu gibi), MB rezervlerinden karşılanacaktır. Bu durum, serbest döviz kuru uygulanan ekonomilerde hızla rezerv kaybına neden olacak ve ulusal paranın değer kaybı hızlanacaktır. Cari açık üreten ekonomik yapı değişmediği ve mevcut para politikalarından geri dönüş sağlanmadığı takdirde ödemeler dengesi krizi yaşanma riski hızla yükselecektir. Dolayısıyla Türkiye gibi kronik “cari açık” veren ülkeler için bir ödemeler dengesi krizi yaşanması riski her zaman vardır. Yaşanmaması izlenecek olan doğru para ve maliye politikalarına bağlıdır.
Temel Dış Ticaret Göstergeleri (Milyon Dolar)
Kaynak: SBB(Strateji ve Bütçe Başkanlığı)
Tablodan da görüleceği üzere son 12 aylık Cari Açık 56,5 milyar USD seviyesindedir. 2023 Yılı GSYH’nın 850 milyar USD olacağı tahmin edilecek olursa, CariAçık/GSYİH oranının %6-6,5 seviyelerinde olması muhtemeldir.
Türkiye’nin Cari Açık Problemi ve Para Politikası
Herkesin malumu olduğu üzere ülkemizin ekonomik yapısı cari açık üretir ve biz de her yıl bu cari açığı dış finansmanla kapatırız. İşin püf noktası şu ki, dış finansmanı çekmek için doğru para politikası izlemek elzemdir. Son 5 yıldır olduğu gibi epistemolojik kopuşlarla savrulan bir para politikası ile faiz düşük tutulacak olursa, enflasyon patlatılır ,döviz kuru fırlar, döviz kurlarını tutabilmek için rezervler harcanır; o da yetmediğinde ‘makro ihtiyati tedbir‘ adı altında kumanda ekonomilerinde olduğu gibi uygulamalar getirilir. Kısacası bir ekonomide ulusal paranın fiyatını belirleyen “faiz” yanlış yerde belirlendiğinde neler olabilecekse hepsi olur ve ekonomi batar. Aslında bu işin teorisi yaklaşık 300 yıl içerisinde yazılmış olmakla birlikte, nedense bizim”EKONOMİST”lerimiz olacakları bizzat görmek isteyecek kadar ekonomist olduklarından olsa gerek, son 5 yıldır halkımızın %90’ı fakirleşmesine göz yummuştur.
İşin garip tarafı aynı halk, kendisini fakirleştiren partiyi ve yönetimini tekrar iş başına getirmiştir. Sosyo-politik tartışmalar bir yana, bu tercih dahi göstermektedir ki, Türk Halkı yöneticisinden en fakir bireyine kadar rasyonaliteden kopmuş durumdadır. Hatta durum daha traji-komik bir hal almış, irrasyonel davranan Türk Halkı, yeniden seçtiği iktidar partisinden rasyonaliteye geri dönmesini ekonomide güvenin yeniden tesisini istemiştir.Bu nedenle “piyasa dostu” bir isim olan Sn Mehmet Şimşek “ekonomi” nin başına getirilmiş ve görevi devralırken sarf ettiği cümle ise; “Türkiye’nin artık rasyonel politikalara dönmekten başka çaresi kalmamıştır” olmuştur. Ancak durum o kadar vahimdir ki, seçimin ardından 3 ay geçmesine karşın atılan Heterodoks(!) Politika adımlarından bir türlü geri adım atılamamaktadır. Faizi yükseltmekle başlanacak adımlar bir türlü atılmamakta, zaman geçtikçe önlem alma şansı iyiden iyiye yitirilmektedir.
Belli ki iktidar CB’nın kendisine seçim kazandıran taktiğini yerel seçimlere kadar sürdürmek istemektedir. Lakin bu arzu dışarıdan (Batı Piyasaları ya da Körfez Ülkeleri) döviz girişi olmadıkça (olmadığı gözleniyor ve olmayacak da) ekonominin saplandığı bataktan kurtulma şansını da yok etmektedir. Haydi diyelim ki, bu politikalar ile yerel seçime kadar ulaşıldı. Sonrasında ne olacak dersiniz? “TUFAN”… Kaçınılmaz olarak… Sertleşen iktidar, bireysel tasarrufların kullanımının sınırlandırılmasına kadar varabilecek önlemler alabilir mi dersiniz? Herkesin malumu olduğu üzere “Hissedilen Enflasyon” üç haneli rakamlara ulaşmış durumdadır. Aynı tablo resmi enflasyona da yansıyacaktır. TL’nin değerindeki kaybın da doğal olarak üç haneli olması muhtemeldir. Kur Korumalı Mevduatta bekleyen bugünkü kurdan yaklaşık 124 milyar doları da yabancı para mevduattan saydığımızda, TL’nin toplam tasarruflar içindeki payı %32’dir. Bu durum ülkenin ulusal parasına güvenin ne kadar düşük olduğunu gösterir. Dolayısıyla hükümete güvenin de. Ama buna rağmen yine de ekonomiyi bu hükümetin düzeltebileceğini ummaktadır.
Sonuç olarak, mevcut Ortodoks politikalardan epistemolojik bir kopuşla heterodoks politikalara yönelen Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisini daha da fakirleştirecek bir süreç bizi bekliyor. Turizmden beklenen gelir de yaz dönemi boyunca TCMB’nın döviz satışı yapmasına mani olamadıysa sonbahar ayları ile dış ticaret açığının ve cari açığın büyümeye devam etmesi ile birlikte yeniden bir döviz kuru kaynaklı olmak kaydıyla ama bu kez “Ödemeler Dengesi Krizi” yaşanması riskini de oldukça yükselmiş görünmektedir.
Sonu moratoryuma kadar varabilecek gelişmelere hazırlıklı olmak lazım olduğu açıktır.
Türkiye Moratoryum İlan Eder Mi?
Moratoryum demişken, iç ve dış borçlarını ödeyemeyen ülkelerin düştüğü durumu kastediyoruz elbette. Genellikle CDS (Credit Default Swap) Risk Primi 300 Baz puanın üzerinde seyreden ülkelerin moratoryum ilan etmeleri daha olası kabul edilmektedir. Türkiye’nin de uzun zamandır 400 baz puanın üzerinde seyreden CDS’lerinin ülkeyi moratoryumun eşiğine getirdiği aşikardır. Seçimden önce bir ara 700 baz puana kadar çıktığını da hatırlatalım. Peki Türkiye bir borç ödeyememe durumu ile karşılaşır mı? İç borçlarla ilgili bir risk için şimdilik bir öngörüde bulunmak için erken olsa da, dış borçların ödenmesi konusunda aynı şeyi söylemek pek mümkün görünmemektedir. Kısa Vadede 200 milyar dolar, toplamda da 450 milyar doların üzerinde dış borcu olan ülkemizin olası bir ödemeler dengesi krizinin ardından borç ödeyememe krizine girmesi de kaçınılmaz olabilir. Üstelik yakın zamanda Botaş’ın Rusya’ya yapması gereken 20 milyar dolar civarındaki doğalgaz borcunun, seçim döneminde ötelenmiş olmasını da göz ardı etmemek lazım gelir. Durum o kadar iç karartıcı cinstendir.
Erden Armağan ER– Ekonomist, 21.08.2023
Erden Armağan Er
HESAP VERİLEBİLİRLİK VE ŞEFFAFLIKTA NEREDEN NEREYE GELDİK?

Yayınlanma:
2 ay önce|
08/08/2023Yazan:
Erden Armağan Er
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Türk Hava Kurumu’nun (THK) hesapları incelenmektedir. Başbakan İsmet İnönü ve THK yöneticileri denetim toplantısında 40 krş’luk bir eksik tespit ederler. İsmet İnönü ne yapıp edip o 40 krş’luk açığın tespit edilmesini ister ve Çankaya Köşkü’nde davetli olduğu toplantıya katılmak üzere odadan ayrılır. Atatürk, davete geç kalan ve yüzündeki ifadeden canının sıkkın olduğunu anladığı İnönü’ye gecikmesinin sebebini sorar. Başbakan İnönü de durumu izah eder. Toplantıya katılanlardan bir başkası İnönü’ye hitaben “İlahi Sayın İnönü, 40 krş için canınızı bu kadar sıkmaya değer mi?” deyince, Atatürk araya girer ve der ki; “Sıkılmakta haklısın İsmet, o eksik 40 kuruşu mutlaka bulmak lazım gelir. Zira biz bunun hesabını veremez isek, gün gelir millet bizden bunun hesabını sorar.”
Sevgili okurlar, Sunay Akın’dan alıntıladığımız bu hikayeyi hatırlatmamızın sebebi, aslında bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntıların altında yatan nedenlerin en başında gelen “denetimsizlik ve yolsuzluk” konusuna çarpıcı bir örnek verebilmek, 100 yıllık Cumhuriyetimizin kurucu babalarının milletin kör kuruşuna dahi gösterdikleri hassasiyeti hatırlatarak, bugünkü iktidarın hesapsız kitapsız yaptığı harcamaları gözler önüne serebilmek ve bugün yaşadığımız “yoksullaşmanın” gerçek sebeplerini siz okurlara anlatabilmekti amacımız hiç kuşkusuz.
Aşağıdaki grafikte Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün ülkeler için yayınladığı yolsuzluk sıralaması yer almaktadır. Dünyadaki 180 ülkenin sıralandığı listede, Türkiye özellikle 2018 yılından bu yana sürekli yükselmekte görünüyor. Elbette listedeki yükseliş eğilimi yolsuzluğun arttığını ve şeffaflığın ortadan kalktığını ifade ediyor. Bu arada grafik 2021 yılına ait ve 2023 verilerine göre Türkiye’nin 180 ülke arasında 101.sıraya gerilediğini de belirtelim.
Önceki yazılarımızı takip eden okurlar hatırlayacaktır. Genel olarak Türk ekonomisine dair atılması gereken adımlardan bahsederken sürekli bir “Zihniyet Değişimi”nden “Yapısal Reformlar”dan sıklıkla bahsetmiştik. Bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntılar, atmadığımız o değişim ve reform adımlarından kaynaklanmaktadır. Ekonomik büyüklüğümüz (GDP-GSYH) yaklaşık 800 milyar $ kadardır. Bu ölçek her ne kadar büyük sayılabilecek bir tutarı ifade etse de, 85 milyonluk nüfusumuzu ve yaklaşık 10-12 milyon arası sığınmacı-göçmen sayısını da hesaba kattığımızda bundan 20 yıl önce kıyaslanmaktan dahi zul addedeceğimiz Endonezya, Malezya, S.Arabistan gibi ülkelerin gerisinde kaldığını da önemle belirtmek gerekmektedir..
DÜNYA SEFALET ENDEKSİ
“Ekonomi profesörü Steve Hanke 2022 yılı için Sefalet Endeksi listesini yayımladı. Euronews Türkçe’nin haberine göre ülkeleri ekonomik koşullarına göre değerlendiren Hanke’nin endeksine göre, 2022’de dünyanın ‘en sefil’ ülkesi 414,7 puanla Zimbabve oldu.
157 ülkenin yer aldığı bu listede Türkiye, 2022’de sefaletin en yüksek olduğu 10’uncu ülke olarak sıralandı. Türkiye’nin sefalet endeksi 101,601 olarak hesaplandı.”
Görüldüğü üzere, ülkelerin enflasyon oranları ve işsizlik rakamları baz alınarak hesaplanan “Sefalet Endeksi”nde de Türkiye’nin konumu pek iftihar edilecek seviyelerde değil. Üstelik bu hesaplamaların, istatistiklerine güven duyulmayan TÜİK’in verileri esas alınarak yapıldığı dikkate alınacak olursa, her ne kadar dünyanın en “SEFİL” ülke insanları olmasak da, “EN HIZLI FAKİRLEŞEN” ülke vatandaşları olduğumuz söylenebilir. Dikkatinizi çekmek isteriz ki bu durum 100 yıllık Cumhuriyet tarihimizde yaşanan en geniş çaplı ve hızlı fakirleşme dönemidir.
Bir Ulus Kendi Sonunu Nasıl Getirebilir?
Hepiniz duymuşuzdur ya da biliyoruzdur, “Benim memurum işini bilir.”,”Bal tutan parmağını yalar”, “Devletin Malı deniz yemeyen domuz”,”Çalıyor ama Çalışıyorlar” gibi veciz ya da “atasözleri”miz oldukça meşhurdur. Şark Kurnazı açıkgözlüğü ile söylenegeldiğini tahmin ettiğimiz bu sözler, bir toplumda yaygınlaşmış ise, mutlaka o toplumda “yozlaşma, rüşvet, kayırmacılık, gelir adaletsizliği, yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırma” gibi kavramlardan sıkça söz etmek mümkün hale gelmiş demektir. Nitekim ülkemiz Kara Para ile Mücadele ve Terörün Finansmanı çerçevesinde oluşturulan Uluslararası Mali Eylem Gücü tarafından, “GRİ LİSTE”ye alınmış durumdadır. Aklınıza “Kara Para” nedir gibi bir soru gelmiş olabilir, hemen belirtelim ki, Kara Para, konusu suç teşkil eden faaliyetler sonucu elde edilmiş olan tüm gelirlerdir. Tek tek saymaya gerek olmadan, bu gelir türlerinde Türkiye, yakın izlemeye alınmış ve devamı halinde her an “KARA LİSTE”de yer alabilecek ülkelerden olarak sayılmıştır.
Bağımsız ve Tarafsız Yargıya Duyulan İhtiyaç
Bağımsız olması gereken Yargı’nın denetim altına alınması ile görevini yapması engellendiği takdirde, “GÜCÜ” yani iktidarı elinde bulunduranlar, aldıkları her türlü kararın denetlenmesine mani olarak kendilerine ya da yandaşlarına menfaat sağlamaya başlamışlar ise ve bu yaklaşımı 20 yıldan fazla bir süredir sistematik hale getirmişlerse, bu takdirde literatürde “GÜÇ ZEHİRLENMESİ” olarak adlandırılan ve sonuçları toplumun genelinin aleyhine olan sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bu sonuçlardan en önemlileri de başta gelir eşitsizliği ve fakirliktir.
2002 Yılından bu yana gerçekleşen süreçte ve özellikle de 2018 yılındaki rejim değişikliğinin ardından çok hızlı bir “SERVET TRANSFERİ” hepinizin bildiği yaşadığı bir gerçekliktir. Sandıktan çıkan “çoğunluk” oylarına indirgenen demokratik hayatımız, anayasanın,yasaların, her ne kadar denetim altına alındığını söylediğimiz yargının istisnai de olsa toplum yararına olan kararlarının uygulanmaması, devletin bürokrat ve kolluk güçlerinin yaşanan hukuksuzluklara eylemleri ile iştirak etmesi, yaşadığımız hızlı fakirleşme ve gelir eşitsizliğine hizmet etmektedir. Başta TÜİK olmak üzere TCMB, Kamu Bankaları, Hazine ve Maliye Bakanlığı ve daha bir çok kurumumuz bahis konusu servet transferi doğrultusunda hareket etmekte ve toplumda birkaç cılız tepki dışında ses çıkmamaktadır. İtiraz etmeye cüret edenler devlet gücü kullanılarak sindirilmeye ve susturulmaya çalışılmaktadır.
Yaşadığımız süreci ve olayları iki futbol takımı arasındaki mücadele gibi tasavvur edecek olursak eğer; bir takım sahaya her ne olursa olsun kazandırılmak üzere çıkmış ve maçın sonucunda galip ilan edileceği garantisi kendisine verilmiş gibi düşünebilirsiniz. Kaybetme olasılığının “sıfır” olduğunu bilen, ama yetenekleri, takım disiplini olmayan toplama bir kadro, karşısında mükemmel futbol oynayan, oyuncuları tek tek ve takım halinde pırıl pırıl parlayan bir kadroya karşı, her türlü faulü, çirkefliği, hatalı hakem kararlarını da arkasına alarak oynuyor ve 90 dk sonunda galip ilan edilerek Avrupa’ya gitmeye hak kazanıyor.
Velhasıl-ı Kelam, uzun uzadıya bahsettiğimiz nedenlerle, Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisi ve toplum yapısı göz göre göre, yapılan bariz hatalara, yanlışlara rağmen seçimi kazanan “TEK ADAM” tarafından atanan hükümet eliyle hızla bir “Ödemeler Dengesi Krizi”ne doğru sürüklenmektedir. Üstelik, bu kriz yaklaşırken öncekilerden çok farklı olarak, demografik yapımız, ahlak anlayışımız gibi bir çok değerlerimiz erozyona uğratılarak gerçekleşiyor. Kimi ismi bilindik yandaş grupların vergileri siliniyor, rekabete dayanmayan maliyetinin çok çok üzerinde ballı ihaleler onlara adeta hediye ediliyor, TÜİK eliyle açıkça ve kasıtlı olarak yanlış ölçüldüğü belli fiyat artış rakamları baz alınarak, işçi, memur, emekli, dul-yetim gibi dar gelirli kesimlerin gelirleri gerçek enflasyonun altında bırakılarak bırakın yoksulluk sınırını açlık sınırının dahi altına itiliyor. Buna mukabil, kamuda tasarrufun esamesi okunmazken, başta Diyanet olmak üzere, CB’na neredeyse sonsuz denilebilecek harcama yetkisi tanınıyor, görevi itiraz etmek olan muhalefet ise kendi arasında tutuştuğu koltuk kavgaları ile meşgul vaziyette, toplumun umutsuzluğu ve çaresizliğine adeta benzin döküyor.
Toplumumuz, milletimiz, siyasetçilerin elbirliği ile bize biçtikleri “fakirlik” elbisesini mutlaka yırtıp bir kenara atmak zorundadır. Bu mesuliyet bize geleceği emanet edeceğimiz çocuklarımızdan aldığımız emanettir.
İsterseniz sözlerimize Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyetta’nın sözleri ile bitirelim: “Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde ise bizim topraklarımız vardı”. Sanırız kast ettiğimiz ironik teşbihi açıklamamıza gerek yoktur. Kalın Sağlıcakla…
Erden Armağan ER – Ekonomist 08.08.2023

Sevgili okurlar, sizlerle uzun bir aradan sonra tekrar birlikteyiz.
14-28 Mayıs 2023 seçimlerinin ardından toplumda ve de özellikle muhalif kesimde çok büyük bir travma yaşandığı aşikar. 20 yıllık AKP iktidarının getirmiş olduğu yılgınlık ve bıkkınlık içinde bulunduğumuz toplum kesimlerinde önemli şekilde belirgindi ve seçimler değişim heyecanıyla birlikte bir umut yaratmıştı. Ancak hepimizin şahit olduğu gibi bu umutlar tam anlamıyla bir travmaya dönüşmüş durumda. Belki konuya direkt siyasetle girmiş olmamız bir miktar yadırgatıcı olsa da açıkçası belirtmek gerekir ki çok uzunca bir süredir siyasete değinmeden ne ekonomi, ne sanat, ne sosyoloji, ne psikoloji, ne sağlık, ne eğitim ve de aklınıza ne gelirse tartışmak ve analiz yapmak mümkün olmamaktadır. Her ne kadar adına “DEMOKRASİ” desek de bu yönetim biçimi ve rejim, günlük yaşantımızda siyaset konuşmaksızın herhangi bir konuyu rasyonel zeminde tartışmamızın önündeki en büyük engel olarak durmaktadır. Aslına bakarsanız yazılarımıza uzunca bir süre ara vermemizin asıl sebebi de budur. Lakin seçimlerin hemen akabinde edindiğimiz izlenim ve topluma sunulan ya da dayatılan bakış açısı “yazmama” yönündeki tutumumuzu gözden geçirmeyi gerekli kıldı.
Alışık olunduğu üzere “ekonomi ve piyasalar” minvalinde yazılar kaleme almamızı beklediğinizi az çok tahmin edebiliyoruz. Uzmanlığımız gereği bu konular hakkındaki geleceğe dair tahminler ve olası fırsatlara ilişkin öngörüleri aktarmamızı umduğunuzu da anlayabiliyoruz. Ancak içinden geçmekte olduğumuz süreç kişisel kazançlarımızı düşünebileceğimizden çok başka mecralara savrulduğundan beri ekonomiyi, piyasaları ve olası kayıp kazançlarımızı yazmak açıkçası tercih edeceğimiz bir husus olmaktan çıkmış durumda. Zira, mevcut ekonomik yapıda “rasyonel beklentiler” hipotezine uygun, ekonomi literatürünün gerektirdiği ayakları yere basan sağlıklı analizler yapmanın en ufak bir mantığı ve yararı bulunmadığı kanaatine sahibiz. Dolayısıyla nosyonumuz gereği yapacağımız analizlerin açıkçası çok da sağlıklı olacağından şüpheliyiz. Çünkü son 5 yıl ve özellikle son 3 yıldan bu yana uygulanan gerek para politikası uygulamaları, gerekse de seçimden bu yana gözlemlediğimiz maliye politikası uygulamaları bizlere ekonomi okumaları yaparken bambaşka bir perspektiften bakmayı zorunlu kılmaktadır. Kısaca denilebilir ki, irrasyonel ekonomi politikalarını rasyonel biçimde yorumlamanın bilindik ezberlerle yapılabilmesi mümkün değildir. Bugün bir çok piyasa ekonomistinin içine düştüğü açmaz budur. Hatta bu açmaz öylesine trajikomik bir hal almış durumda ki, muhalif ve eleştirel olduğunu bildiğimiz bir çok ekonomist de daha şimdiden (özellikle de yeni atama kararları ile) amiyane tabirle iktidara “yanlama” manevralarına başlamış görünmektedir. Anayasa ve yasaların çiğnendiği, düzenleyici kurum ve kuruluşların asli görevlerini yerine getirmek yerine hükümetin çıkarlarına yönelik günübirlik kararlarını uyguladığı, iktidara yakın sermaye sahiplerinin kayırıldığı, kamunun yönetimindeki şirketlerin doğru yönetilmediği ve kaynak transferlerinin adil dağıtılmadığı bir ülkede hangi yatırımdan para kazanılabileceğini öngörmek falcılıktan öte bir anlam taşımamaktadır. Bahsettiğimiz gerekçelerle ülkeye yabancı girişinin de olmaması gayet normal olarak algılanmalıdır. Halkının yüksek enflasyon nedeniyle güven duymadığı bir para birimine “yabancı” yatırımcıların güven duymasını beklemek nasıl mümkün olabilir?
Öncelikle şu hususu baştan belirtmeliyiz; her ne kadar akademisyen olmasak da, akademik etik kurallarına bağlılığımız pek çok akademisyen olduğunu iddia eden iktisatçılardan çok daha ileri düzeydedir. Her ne kadar uzmanlık alanı dışında yazmayı ve fikir beyan etmeyi onaylamasak da, günümüz Türkiye’sinde hukuçu(!)ların ekonomi, güvenlikçi(!)lerin Hukuk tartışmalarına adeta uzman gibi davranarak TV’lerde boy gösteriyor olmalarından şikayet etsek de, en azından kendi ahlak anlayışımız çerçevesinde kalmak şartıyla bazı farklı alanlarda da fikir zikretmenin şart olduğunu düşünmekteyiz.
Biliyoruz ki; aslında okumayı umduğunuz konulardan çok başka başka şeylerden bahsediyoruz. Evet günümüzde zaman çok önemli, edinilecek bir bilgi varsa en kısa yoldan elde edilmeli ve yenisinin peşine düşülmeli, haklısınız. Lakin yazının başlarında da belirttiğimiz gibi, eski ezbelerden kurtulmak ve yeni paradigmanın şifrelerini çözebilmek için bu ilk yazının giriş kısmını bir miktar uzun tutmamız bir mecburiyetti.
Hayaller ve Umutlar
Seçim öncesini şöyle bir hayal edelim. Muhalefet başta CHP ve 6’lı masanın diğer üyeleri hep birlikte 1,5 yıla yaklaşan bir süre görüştüler ve hükümet programı sayılabilecek ve 2400 küsur maddeden oluşan bir metne imza attılar. Aslına bakarsanız demokratik olarak işletilmesi gereken bir süreci yönetiyorlarmış gibi yaptılar. Toplumdaki değişim arzusu öylesine yüksekti ki, attıkları en ufak bir yanlış adım o adımı geri almalarına yol açıyordu. Arkalarındaki rüzgarı ve umudu yanlışı ile doğrusu ile seçim sandığına kadar taşıdılar. Her ne oldu ise aynı 2018’deki gibi hayaller, umutlar yerle bir oldu. Burada aday tartışmasına hiç girmeden, “şu olsaydı bu olurdu” gibi anlamsız bir didişmenin faydalı olmadığını düşünerek söylemeliyim ki, aday bir başkası da olsaydı sonuç değişmeyecekti. Çünkü kurgu böyle gerektiriyordu. Böyle düşünmemize sebep olan nedenler aslında ayan beyan ortada, ekonomik koşullar ülke gündemi vs. Seçimden bir ay öncesine kadar neredeyse tüm anket şirketleri şimdiki Cumhurbaşkanına şans tanımazken nasıl oldu da yeniden kazanabildi, bileniniz var mı?
Tahminimiz odur ki; mevcut sermaye düzeninin değişmesine ve gücü elinde bulunduranların tasfiyesine yol açacak peşinden de büyük karışıklıkların çıkması olasılığına karşı bir ‘görünmez el’ sandığa girdi ve sonuçlar istenildiği gibi çıktı. Şimdi bir çok itirazların geldiğini duyar gibiyiz. ”Nasıl olur, öyle şey mi olur? vs vs”. Klasik iktisadı yani liberal iktisadi ekolü savunanlar (ki çoğu tüm dünyada sağ ve muhafazakar kesimlerden oluşur) hepsi “Piyasanın görünmez eli”nin her şeyi düzelteceğine inanır da başka görünmez bir elin seçim sonuçlarına müdahale edebileceğine inanmaz. Kendilerindeki bu ironik tezatı açıklamaya da hiçbir zaman tenezzül etmezler her nedense.
Özet olarak; çalışanların, emeklilerin, işsizlerin yani geniş halk kesimlerinin fakirleştiği; orta gelir düzeyinin yok olduğu son 5 yılın ekonomi uygulamalarına rağmen, eğitimde, sağlıkta, dış politikada yaşanan çöküşe rağmen, sosyolojik yapının değiştiği sınırlarımızın adeta yolgeçen hanına dönüp 15 milyon ne idüğü belirsiz göçmene rağmen gerçekleşen normal! Adil! Demokratik! Seçimlerle mevcut Cumhurbaşkanı anayasanın açık hükmüne rağmen aday olmaması gerekirken 3. kez seçilebildi. Üstelik bu Cumhurbaşkanı ekonomiyi yönetsin diyerek bir dönem bazı suçlamalarda bulunduğu Mehmet Şimşek’i göreve getirdi, o da “Artık rasyonel politikalara dönmenin zamanı gelmiştir” diyerek bizi yeniden kalkınma ve refah dönemine soktu öyle mi?
Yukarıda saydığımız tüm bu irrasyonel uygulamalar ortada durup dururken, ülkemizin neresinden tutsak elimizde kalan kurumları tüm pespayelikleri ile ortadayken, iktidar halkı vergilerle inim inim inletip, üstüne üstlük yandaşlarını daha da zengin etmek için köylülerin yaşam alanları olan ormanlarına dahi göz dikmişken, ana muhalefeti kendi içinde didişimeye, yavru muhalefeti de “AKP ve MHP bloğuna yanaşalım” türküleri söylemeye başlamışken; bizler, TCMB’na nasıl da liyakatli atamalar gerçekleşti hadi bakalım 2025’e kadar sabredelim lafını, çok iyi ve teknik bir raporla bizlere sundu, TCMB Başkanına bir omuz verelim diyen “piyasa ekonomistlerine” meydanı boş bırakacağız öyle mi?
Saygıdeğer okurlar, bireysel ikbal beklentileri ve ülkemizi 1980 sonrasında uygulanan “Neo-Liberal” politikalar vasıtasıyla bugünkü duruma getirmişlerdir. Çalışanlar ve dar gelirli vatandaşlar sendikalaşmadığı için, köylüler kooperatifleşmediği için kısaca sivil toplum kuruluşlarımız gelişmediği için bütün bu uygulamaları pervasızca ülkemiz insanına dayatmışlardır. İktidarı ve muhalefeti bu suçları birlikte işlemişlerdir.” Sandıklı otokratik rejim” günden güne ekonomik, kültürel ve sosyolojik her türlü hakkımıza el uzatma cüretini arttırarak devam ettirmektedir. Görünen o ki, ülkemiz insanı sömürülmeye, köleliğe, müritleştirilmeye alıştırılmaktadır.
2003-2008 yılları arasında yaşanan ekonomideki restorasyon süreci, olumlu ve akılcı politikalarla sürdürülebilse idi, bugün kişi başı milli gelirimiz 25-30 bin $ seviyelerinde olacaktı. Asgari ücret ve emekli maaşları en azından yoksulluk sınırı üzerinde bulunacaktı. Ev ve araba gibi ihtiyaçları gidermek her bir ortalama Türk Vatandaşı için ulaşılabilir bir hedef olacaktı. Binalarımız depreme dayanıklı, şehirlerimiz yaşanabilir, çevre ve doğal varlıklarımız insanımızın mutluluğuna katkı verecek nitelikte olacaktı. Anadolu Toprakları akılcı Tarım Politikaları sayesinde verimli işletilecek, köylümüz elde ettiği ürünlerden sağladığı geliri yüksek olduğu için daha fazla üretecek ve bölgemizde yer alan ülkelerin gıda deposu olacaktık. Tarım ve tarıma dayalı sanayi sayesinde, ihracatımız yükselecek ülkenin cari açık sorunu azalacak, katma değeri yüksek alanlarda yatırımların teşviki ile inovatif ürünlerle dünya piyasasında daha çok marka yaratabilecek, güçlü ekonominin sağladığı olanaklarla çok daha güçlü bir orduya sahip olabilecek bu sayede de mevcut jeopolitik sorunlarımızı çözmek için sahip olacağımız sert güç (hard power) çok daha etkin kullanılabilecekti.
Bugün ise, fakiriz, sağlık ve ilaca ulaşmak daha zor ve pahalı. Çocuklarımızı gönderebileceğimiz devlet okulları sınırlı kalanlar da kalitesiz. Özel okullar ise ateş pahası fiyatlarda. Sağlık hizmetlerine ulaşmak hem zor hem çok pahalı, ilaca erişim zor. Yüksek enflasyon nedeniyle kiralar arttığı için barınma sorunu büyük, pahalı ve kalitesiz gıdalar nedeniyle beslenme problemimiz büyük. Yüksek vergi artışları ile halk ezilirken kamu harcamalarında en ufak bir azalma yok.Üstelik tüm bu sorunlarımızı aşmaya yönelik ayakları yere basan, istikrar sağlayacak bir ekonomik program da henüz ortada yok.
Ülkemizin ikinci 100 yılına girerken elimize geçirdiğimiz altın değerindeki fırsatı maalesef ki çok çok kötü bir yönetim göstererek kaybettik.
Esen Kalın…
Erden Armağan ER – Ekonomist ([email protected])
KATEGORİ
- ALTIN – DÖVİZ – KRIPTO PARA (467)
- BANKA ANALİZLERİ (119)
- BANKA HABERLERİ (2.143)
- BASINDA BİZ (50)
- BORSA (198)
- CEO PERFORMANSLARI (24)
- EKONOMİ (2.444)
- GÜNCEL (988)
- GÜNDEM (2.502)
- RÖPORTAJLAR (30)
- SİGORTA (84)
- ŞİRKETLER (1.119)
- SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (207)
- VİDEO Vitrini (19)
- YAZARLAR (609)
- Abbas Karakaya (51)
- Arif Öztan (7)
- Erden Armağan Er (43)
- Erol Taşdelen (345)
- Gizem Taşdelen (4)
- Gülbeyaz Gergün (37)
- Kemal Emirhan Mendi (1)
- Murat Şenol (23)
- Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz (59)
- Tuncer Dede (10)
- Uğur Durak (33)
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
YAZARLAR

SASA yatırımları tam gaz devam ediyor, sona yaklaştı

Bankalar 8 ayda 351 milyar TL net kar yaptı

Sanayi Elektriğene yüzde 20 zam

S&P, Türkiye’nin kredi notu görünümünü yükseltti

Goldman: Türkiye yeniden oyuna dâhil oluyor

Kartlı ödemeler ağustos ayında 798,9 milyar TL oldu

QNB Finansbank batık kredileri sattı

ABD’de iş yapma kolaylığı Türkiye’deki girişimleri cezbediyor

Reeder’de neler oluyor: Açığa satış ve kredili işlem yasağı

Küresel ekonomide ciddi bir ayrışma yaşanıyor: ABD ve ABD Doları güçlü

YAPI KREDİ’DE SOSYAL BANKACILIK TARİH Mİ OLUYOR?

REEDER TELEFON PATLAYARAK ARACI YAKTI, ÜRETİCİ HASARI KARŞILAMADI

YAPI KREDİ’nin Dijital Sistemleri Çöktü! Hacker saldırısı mı?

İflas Bayrağını Çeken 23 Dev Türk Şirketi

YAPI KREDİ’den Masrafsız ve faizsiz 15 bin TL nakit kredi

Murat Ağırel: Bu yazıdan sonra banka hesabınızı kontrol edeceksiniz

Çalışanları Maaşla Elde Tutma Dönemi Bitti mi?

BANKALARDA KÂR VAR HUZUR YOK!

BDDK’dan kredilerle ilgili flaş karar!

Reeder’de neler oluyor: Açığa satış ve kredili işlem yasağı
- Tarih netleşti! TÜİK eylül ayı enflasyon oranı ne zaman, saat kaçta açıklanacak? TÜİK Eylül 2023 enflasyon rakamları! 01/10/2023
- 1 Ekim 2023 cumhuriyet altını ve çeyrek altın ne kadar, gram altın kaç TL? Canlı altın fiyatları! 01/10/2023
- Süper Loto 1 Ekim 2023 sonuçları ve bilet sorgulama millipiyangoonline.com sayfasında! 01/10/2023
- Sanayi ve KOBİ'lerin elektriği yüzde 20 zamlandı 30/09/2023
- Altının fiyatı nasıl takip edilecek? 30/09/2023
- İstanbul'da aylık enflasyon serisi 51. ayında 01/10/2023
- Sunak: Enflasyonu düşürme konusunda ilerleme kaydettik 01/10/2023
- SEDDK'dan sigorta ve reasürans ile emeklilik şirketlerine yönelik yeni tebliğ 01/10/2023
- Apple'dan iPhone'lardaki aşırı ısınma sorunuyla ilgili açıklama 01/10/2023
- Biden, beklenen imzayı attı: Bu duruma düşmemeliydik 01/10/2023
- Resmi Gazete'de bugün (01.10.2023) 01/10/2023
ALTIN – DÖVİZ
KRIPTO PARA PİYASASI
BORSA
ABONELIK
Popüler
-
GÜNDEM2 sene önce
Sedat Peker’in bahsettiği otel: Günlüğü 106 bin TL
-
BANKA HABERLERİ4 ay önce
TCMB Başkanı için ismi geçen GAYE ERKAN First Republic Bank’tan ayrılma süreci
-
GÜNCEL5 ay önce
Zara Ve Mango’ya Üretim Yapın Tekstil Devi Konkordato Talep Etti
-
BANKA HABERLERİ2 sene önce
AKBANK çöktü : Dijital Bankacılık sorumlusu GMY CİVELEK ortada yok!
-
BANKA HABERLERİ3 sene önce
HSBC terbiyesizliği : “Sabancı alana “AKBANK bedava”
-
BANKA HABERLERİ3 sene önce
AKBANK : Tekaüt Sandığı Vakfı (Sandık) SGK devri için hazırlıklar tamam
-
BANKA ANALİZLERİ1 sene önce
YILIN İLK YARISINDA İŞBANK RAKİPSİZ LİDER AKBANK SONUNCU SIRADAN KURTULAMIYOR
-
BANKA HABERLERİ1 sene önce
AKBANK ÖZEL FİRMAYA 22.000 LİRA MAAŞ PROMOSYONU VERDİ
-
GÜNCEL9 ay önce
Eskişehir’de zimmetine 9 milyon lira geçiren banka müdürü tutuklandı
-
ŞİRKETLER3 ay önce
İstanbullu inşaat firması iflas etti