Connect with us

EKONOMİ

Ekonomide kural dışılık

Yayınlanma:

|

Enflasyon verileri ortadayken faizin artırılması gerekiyordu. Ancak 23 Eylül’de artırmak bir yana, faizin indirilmesi kararı çıktı. TCMB’nin kararı istikrarlı bir para politikasından çıkılması anlamına geliyor. Bu durum yeni değil ama 23 Eylül itibarıyla derinleşti.

Ekonomiyi iyi düzeyde bilenler için çok uzun süredir Türkiye ekonomisi üzerine konuşmak ya da yazı yazmak hiç kolay değil. Yıllardır, “ekonomi politikası” adı altında yaratılan “politikasızlığın” nedenleri kısmen bilinse de sonuçları üzerine sürekli uyarılarda bulunmanın ağır bir bıkkınlığı söz konusu. Söylenmesi gerekenlerin defalarca söylenmiş olması ve söyleyecek yeni şeyler kalmamış olması nedeniyle konuşmak ya da yazmak için motivasyon kalmadı.

Türkiye ekonomisini inceleyince, bilim dışı ekonomi politikalarının sayısız uygulaması tespit ediliyor. “Politikasızlık” ifadesinin temel nedeni de bu. Bilim dışı kalmanın nedenleri de ayrıca önemli. Bu konuda da sayısız tespit söz konusu ama onlar bu yazının konusu olmasın. Şimdi, kural dışılığın yarattığı koşullara ve olasılıklara odaklanalım.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) bağımsız para politikası yönetme özelliğini 2010’ların başlarından itibaren kaybetmeye başladı. 23 Eylül 2021 tarihli Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısına kadar TCMB üzerindeki siyasi baskı faizin enflasyonla uyumlu olarak yönetilememesi sonucunu yaratıyordu. Yani, enflasyonun ortaya koyduğu veriler gereği artırılması gereken faiz artırılamıyordu. Ancak, 23 Eylül’de faizi siyasi baskı nedeniyle artıramamak bir yana, faizin indirilmesi kararı çıktı. Kararın yanlışlığı bilimsel olarak son derece aşikâr. Fakat, ortaya koyacağı olumsuz sonuçlar toplumun her kesimini etkileyecek.

Defalarca anlatıldı ama bir kez daha ifade edelim: yükselen enflasyonu kontrol altına almak için faiz oranı yükseltilir, indirilmez. TCMB, ekonomi bilimi dışı bir yaklaşımla enflasyona karşı “sıkı” duruyor olduğunu ifade ederek faizi düşürdü.

ENFLASYON ZİRVEYE ÇIKMIŞKEN FAİZLER DÜŞÜRÜLDÜ

TÜİK verilerine göre, 2020 yılı başından bu yana tüketici enflasyonunun en düşük oranı Nisan 2020’de %10.94 olarak gerçekleşti. 2020 başından bu yana kaydedilen en yüksek oran ise Ağustos 2021’e ait: %19.25. Aynı dönemde, en düşük üretici enflasyonu %8.33 ile Temmuz 2020’de gerçekleşiyor. En yüksek oran tüketici enflasyonunda olduğu gibi yine Ağustos 2021’e ait: %45.52. Diğer bir ifadeyle TCMB, enflasyonun 2020 başından bu yana en yüksek seviyeye ulaştığı aydan sonra faizi indirdi.

Dünyanın herhangi bir ülkesinin merkez bankası için para istikrarını sağlamanın yolu beklentileri yönetmektir. Üreticinin parasal istikrar sağlayacak yönde fiyatlama yapabilmesi, tüketicinin yine parasal istikrara katkı sağlayacak tüketim kalıpları içinde iktisadi tercihlerde bulunması ve tasarruf sahibinin ekonomiye uzun vadeli kaynak sağlayabilmesi beklentilerle paralel olarak gerçekleşir. TCMB’nin son faiz indirimi kararından sonra üretici, tüketici ve tasarruf sahibi ne beklemelidir?

TCMB’nin anketlerine göre, piyasada enflasyonist beklenti yükseliyor. Yükselen enflasyonist beklentiler dahilinde faizi indirmek, enflasyonun daha da yükseleceği yönünde yeni beklentilerin oluşması anlamına geliyor. Üreticinin fiyatlama davranışları, tüketicinin harcama tercihleri ve tasarruf sahibinin vade ve getiri beklentileri yükselen enflasyonist beklentilerle şekilleniyor. Beklentiler, parasal istikrarı bozan nitelikte oluşuyor. Dolayısıyla, TCMB’nin aldığı kararlar “parasal istikrar sağlamaya yönelik bir para politikası uygulamasından” çıkmış oluyor. Bu durum, yıllarla ifade edebileceğimiz bir süreyi kapsıyor. Sorun, yeni ortaya çıkmadı ama 23 Eylül itibarıyla derinleşti ve boyut değiştirdi.

Üretimde dışa bağımlılığı yüksek olan Türkiye ekonomisi, “gevşek” olan faiz uygulaması nedeniyle yükselen kurlara maruz kalıyor. Üstelik, dünyada da yükselen enflasyon koşulları oluşmuşken. Küresel düzeyde emtia fiyatları önemli ölçüde yükseldi. Yükselen emtia fiyatlarına, yükselen navlun maliyetleri eklendi. Tedarik zincirlerinde yaşanan aksamaların yarattığı arz ile ilgili sorunlar dünya ekonomilerinin açılmasıyla patlayan talebi karşılamakta zorlanıyor. Durum, fiyat artışlarında ivmelenmeye sebep oluyor. Yani, küresel düzeyde enflasyon yükseliyor.

Enflasyondaki yükselişe karşı merkez bankaları faiz artırıyorlar. 2021 yılı içinde Brezilya, Rusya, Meksika, Şili, G. Kore, Norveç, Macaristan, Çekya, İsveç faiz artırımı gerçekleştiren ülkeler arasında yer alıyor. Amerikan Merkez Bankası Fed ise aylık $120 milyarlık tahvil alım programını yakında kısmaya başlayacak. Türkiye, kural dışı olarak küresel gidişatın tersine hareket ediyor.

Beklentilere paralel olarak, Türkiye’nin kaynakları ile ilgili kompozisyonun büyük önemi var. Tasarruf sahibi, sahip olduğu paranın satın alma gücünü korumasını ister. Yani, mevduatı için talep ettiği faiz oranının enflasyon oranının üzerinde olmasını bekler. Geleceğe yönelik enflasyonda beklenti yükselirken, enflasyon beklentisinin altında kalan bir mevduat faizini kabul etmek ister mi? Diğer bir ifadeyle, reel getirisi negatif olan bir paraya sahip olmak ister mi? İstemediği içindir ki yabancı para cinsinden mevduatı 7 Eylül 2018’de $150.9 milyar iken, 24 Eylül 2021’de $235.2 milyara ulaşmış. Türkiye’de yerleşik özel ve tüzel kişilerin mevduat toplamı son 3 yılda %55’in üzerinde artış göstermiş. Sonuç olarak, Türkiye’deki mevduatın yarısından fazlası yabancı paralarda duruyor. Yani, TCMB’nin yönetmediği bir mevduat bankacılık sisteminde en az Türk Lirası kadar ağırlık kazanmış durumda. Düşürülen faiz ile tasarruf sahibi TL mevduata yönelir mi?

Negatif reel faiz, yabancı yatırımcının Türkiye’ye olan ilgisinin de zayıf olması ile sonuçlanmaktadır. Kısa vadeli sermaye bağımlılığı söz konusu olmasa, bu cephe bir sorun teşkil etmezdi. Ancak, uzun vadeli yatırımları çekemeyen ya da tasarruf açığı olan bir ülkenin finansman ihtiyacını nasıl karşılayacağı da ayrı bir sorun. Üstelik, TCMB’nin brüt rezervleri 24 Eylül itibarıyla $122 milyar olmasına rağmen, yükümlülüklerini de hesaba katınca hesap eksiye dönüyor. Ancak, bu durumun bir sorun olduğu düşünülmüyor.

FAİZLER DAHA DA DÜŞECEK, ENFLASYON DAHA DA YÜKSELECEK

23 Eylül’deki faiz indirimi sonrasında mevduat faizleri düştü. Ancak, bankacılık sistemi kredi faizlerini düşürmekte isteksiz. Zira, 2016 yılından bu yana serbest piyasa ekonomisi prensipleri dışında kalan uygulamalarla bilanço yönetimi yapmaya çalışıyor. Özellikle, 2020’nin bir uygulaması olan aktif rasyosu ile bankacılık sisteminde dengeler çok bozuldu.

Faiz indirimi sonrasında, uzun vadeli faizler yükseldi. 22 Eylül’de %17.91 oranına sahip 5 yıllık tahvil faizi %18.70’in üzerinde, %17.35 oranına sahip 10 yıllık tahvil faizi ise %18.60’ın üzerinde seyrediyor. Yani, uzun vadeli enflasyon ve faiz beklentilerindeki olumsuzlaşan seyri bu iki borçlanma aracı üzerinden görebiliyoruz. Kısa vadeli faizlerdeki yükselişin tetikleyicisinin ne olacağı merakla bekleniyor.

Önümüzdeki dönemde gerçekleşebilecek yeni faiz indirimleri ile kurda ve ardından enflasyonda yükselişler daha da yukarı yönlü olacaktır. Uzun vadede görülen beklentilerin benzerlerini kısa vadede de görmemiz piyasanın doğal tepkileri çerçevesinde kaçınılmaz olacaktır. Ancak, piyasa dengelerine yapılacak olası suni baskıların çok başka sonuçları olabilecektir ki, bunları dillendirmek dahi istemiyorum.

Arda Tunca – politikyol

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.